19 Mart 2016 Cumartesi

Kendileri Gibi Düşünmeyenlere Hayat Hakkı Tanımayanlar

Günümüzde kendileri gibi düşünmeyen herkesi kâfir ilan eden, Kur’ân’ı ve Sünnet’i keyfî yorumlayan, bir gün söylediğini birkaç gün reddeden ve hatta kendi eski düşüncelerini küfür olarak gören, sürekli uçlarda dolaşan insanlarla karşılaşıyoruz. Birçok insan, tekfircilerin ötekileştirici ve dışlayıcı saldırılarından nasibini almaktadır.
Peki, bunlar günümüzün eseri midir? Bazı Müslüman aydınlar, onların kökleri dışarıda olan, yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı kimseler olduklarını dillendiriyorlar. Daha farklı açıklamalar getirenler de var. Ancak biz sorunun daha derin sosyal, psikolojik, dinî, ekonomik etkenler çerçevesinde şekillendiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte herkes için aynı değerlendirmeyi yapmanın da doğru olmadığı kanaatinde olduğumuzu ifade edelim.
Ayrıca şunu da ifade edelim ki aşırı, ötekileştirici ve tekfirci yaklaşım, bugüne mahsus değildir. Tarihte bu yaklaşıma sahip kiş ya da gruplar la karşılaşırız. Bunların ilginç örneklerinden biri Haricîlerin Ezrakîler koludur. Ezrakîler, tekfirci görüşlerinde o kadar ileri gitmişlerdir ki ihtilaf ettikleri konularda birbirlerini tekfir etmekten kaçınmamışlardır.
Emevîlerin ikinci halifesi Yezîd’in (ö. 64/683) ölümünün ardından kuşatma altındaki Mekke’den Basra’ya giden Haricîler arasında yer alan Nâfi b. Ezrak, Basra’ya gittikten sonra arkadaşlarıyla bazı tartışmalara girdi. Tartıştıkları konulardan biri kendilerinden olmayanların durumuydu.  Nâfi, kendileri gibi düşünmeyen, kişileri tekfir ediyordu. Onları müşrikleri gibi değerlendiriyor; çocuklarının da babaları gibi müşrik olduğunu savunuyordu. Böylece ona göre onların kanını akıtmak, mallarını ganimet olarak almak ve onları esir edip köleleştirmek meşruydu.
Nâfi, kendilerinden dahi olsa, “cihat” olarak nitelendirdikleri sürekli isyan durumunda olmayanların [kaade] da kâfir olduğunu savunuyordu. Bu kişilerin birçok konuda kendisiyle aynı görüşleri paylaşmaları bir şeyi değiştirmiyordu.
Nâfi’in görüşlerine karşı çıkanlardan biri Abdullah b. İbâd’dı. Daha sonra İbadîler fırkasının kurucusu kabul edilen Abdullah b. İbâd ve arkadaşları, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların başka dinlere mensup kâfirler gibi değerlendirilemeyeceğini, onların din açısından kâfir değil [küffâr-ı millet] değil, Allah’ın emirlerine uygun yaşamadıkları için nimet açısından kâfir olduklarını [küffâr-ı nimet] söyleyerek Nâfi ve arkadaşlarının görüşlerini esnettiler. Ayrıca bu insanların çocuklarının doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek yaşa gelinceye kadar kâfir olarak değerlendirilemeyeceklerini savundular.
Yukarıda bazılarını zikrettiğimiz tartışmalar fikrî ayrılıkla kalmadı. Nâfi, kendisiyle birlikte aynı görüşleri paylaşan arkadaşlarıyla Basra’dan ayrılarak gittikleri yerlerde halka karşı tedhiş eylemlerine giriştiler. Abdullah b. Zübeyr’in Irak’a hâkim olduğu dönemde başlayan bu saldırılara karşı Basralılar Mühelleb b. Ebî Sufre adlı bir komutanla anlaştılar. Mühelleb daha sonra Ezrakîlerle mücadelesine Abdullah b. Zübeyr ve Emevîler adına da devam etti.
Nâfi çok geçmeden öldürüldü (ö. 65/685). Ancak kendisiyle aynı görüşü paylaşan arkadaşları, yerine birisini seçerek isyanlarına devam ettiler. Son liderleri ya da liderlerinden biri iyi bir şair de olan Katarî b. el-Fücâe idi (ö. 78/697 [?]).
Yıllarca devam eden isyanlar sırasında binlerce kişi hayatını kaybetti. Ezrakîler de bu binlerin arasındaydı. Sonuç ne oldu? Allah rızasını elde ettiğini zanneden, insanların mallarına ve canlarına kasteden, hayatı hem başkaları için, hem de kendileri için çekilmez hale getirip yok olup gidenlerin unutulduğu hatırlanmak istenmeyen bir tarih… Hz. Peygamber’in (s) ahlakından ve yaşantısından beslenmeyen, insan olmanın künhüne vâkıf olmayan kişilerin bıraktıkları kötü örnekler… Ve bu kötü örneklerden ders almayan günümüz insanı…

Yazarlar