Günümüzde
kendileri gibi düşünmeyen herkesi kâfir ilan eden, Kur’ân’ı ve Sünnet’i
keyfî yorumlayan, bir gün söylediğini birkaç gün reddeden ve hatta
kendi eski düşüncelerini küfür olarak gören, sürekli uçlarda dolaşan
insanlarla karşılaşıyoruz. Birçok insan, tekfircilerin ötekileştirici ve
dışlayıcı saldırılarından nasibini almaktadır.
Peki,
bunlar günümüzün eseri midir? Bazı Müslüman aydınlar, onların kökleri
dışarıda olan, yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı kimseler
olduklarını dillendiriyorlar. Daha farklı açıklamalar getirenler de var.
Ancak biz sorunun daha derin sosyal, psikolojik, dinî, ekonomik
etkenler çerçevesinde şekillendiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte
herkes için aynı değerlendirmeyi yapmanın da doğru olmadığı kanaatinde
olduğumuzu ifade edelim.
Ayrıca
şunu da ifade edelim ki aşırı, ötekileştirici ve tekfirci yaklaşım,
bugüne mahsus değildir. Tarihte bu yaklaşıma sahip kiş ya da gruplar la
karşılaşırız. Bunların ilginç örneklerinden biri Haricîlerin Ezrakîler
koludur. Ezrakîler, tekfirci görüşlerinde o kadar ileri gitmişlerdir ki
ihtilaf ettikleri konularda birbirlerini tekfir etmekten
kaçınmamışlardır.
Emevîlerin
ikinci halifesi Yezîd’in (ö. 64/683) ölümünün ardından kuşatma
altındaki Mekke’den Basra’ya giden Haricîler arasında yer alan Nâfi b.
Ezrak, Basra’ya gittikten sonra arkadaşlarıyla bazı tartışmalara girdi.
Tartıştıkları konulardan biri kendilerinden olmayanların durumuydu.
Nâfi, kendileri gibi düşünmeyen, kişileri tekfir ediyordu. Onları
müşrikleri gibi değerlendiriyor; çocuklarının da babaları gibi müşrik
olduğunu savunuyordu. Böylece ona göre onların kanını akıtmak, mallarını
ganimet olarak almak ve onları esir edip köleleştirmek meşruydu.
Nâfi,
kendilerinden dahi olsa, “cihat” olarak nitelendirdikleri sürekli isyan
durumunda olmayanların [kaade] da kâfir olduğunu savunuyordu. Bu
kişilerin birçok konuda kendisiyle aynı görüşleri paylaşmaları bir şeyi
değiştirmiyordu.
Nâfi’in
görüşlerine karşı çıkanlardan biri Abdullah b. İbâd’dı. Daha sonra
İbadîler fırkasının kurucusu kabul edilen Abdullah b. İbâd ve
arkadaşları, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların başka dinlere
mensup kâfirler gibi değerlendirilemeyeceğini, onların din açısından
kâfir değil [küffâr-ı millet] değil, Allah’ın emirlerine uygun
yaşamadıkları için nimet açısından kâfir olduklarını [küffâr-ı nimet]
söyleyerek Nâfi ve arkadaşlarının görüşlerini esnettiler. Ayrıca bu
insanların çocuklarının doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek yaşa
gelinceye kadar kâfir olarak değerlendirilemeyeceklerini savundular.
Yukarıda
bazılarını zikrettiğimiz tartışmalar fikrî ayrılıkla kalmadı. Nâfi,
kendisiyle birlikte aynı görüşleri paylaşan arkadaşlarıyla Basra’dan
ayrılarak gittikleri yerlerde halka karşı tedhiş eylemlerine giriştiler.
Abdullah b. Zübeyr’in Irak’a hâkim olduğu dönemde başlayan bu
saldırılara karşı Basralılar Mühelleb b. Ebî Sufre adlı bir komutanla
anlaştılar. Mühelleb daha sonra Ezrakîlerle mücadelesine Abdullah b.
Zübeyr ve Emevîler adına da devam etti.
Nâfi
çok geçmeden öldürüldü (ö. 65/685). Ancak kendisiyle aynı görüşü
paylaşan arkadaşları, yerine birisini seçerek isyanlarına devam ettiler.
Son liderleri ya da liderlerinden biri iyi bir şair de olan Katarî b.
el-Fücâe idi (ö. 78/697 [?]).
Yıllarca
devam eden isyanlar sırasında binlerce kişi hayatını kaybetti.
Ezrakîler de bu binlerin arasındaydı. Sonuç ne oldu? Allah rızasını elde
ettiğini zanneden, insanların mallarına ve canlarına kasteden, hayatı
hem başkaları için, hem de kendileri için çekilmez hale getirip yok olup
gidenlerin unutulduğu hatırlanmak istenmeyen bir tarih… Hz.
Peygamber’in (s) ahlakından ve yaşantısından beslenmeyen, insan olmanın
künhüne vâkıf olmayan kişilerin bıraktıkları kötü örnekler… Ve bu kötü
örneklerden ders almayan günümüz insanı…