Ömerli’nin sosyal tarihiyle ilgili yazılarımdan birisinde bir Ömerli evini anlatacağımı söylemiştim. Doğal olarak bu ev, en iyi bildiğim ev olacak. Doğup Ortaokulu bitirinceye kadar yaşadığım, lise yıllarında yaz tatillerinde ailemle kaldığım, annem-babam ve kardeşlerimin yaşadığı, bu sebeple gönül bağımın devam ettiği evi anlatacağım. İsa Baba Sokak 13 numarayı...
Babam Dehud Yusuf Aḥmed ıl-Hacci, bu evde doğmuş. Onun babası da… Bu sebeple evin aile için geçmişi önemli…
On Üç Numara'nın ömrü uzasın diye restore ediliyor. |
Ömerli’de insanlar genellikle babalarına, bazen de annelerine nispet edilirler. Her ailenin bir lakabı var. Bizim aşiret Billikiler olarak bilinir. Ömerli’deki Arapların önemli bir kısmı Billiklere mensup.
Billikler, Musta’reb bir
aşiret. Aslı Kürt, ama Ömerli’de Araplaşmış. Aşiretin mensup olduğumuz kolu
Beyt Ḫallo… Kürtler Mala Xallo derler. Bu da aileye adını veren dedemizin
adının Halil olduğunu gösteriyor. Ömerli’de isimleri kısaltmak ve lakap
kullanmak yaygın bir âdet…
Büyük dedem Aḥmed ıl-Ḥacci Osmanlı
Rus savaşında Ruslara esir düşmüş. Rusya’ya götürülmüş ve orada yedi yıl esir
kaldıktan sonra esir mübadelesinde İstanbul’a getirilmiş. Oradan da yürüyerek Ömerli’ye
dönmüş. Onun esaret ve savaş yıllarıyla ilgili anlatılan hikâyeler aile içinde efsaneleşmiş
biri… Anadolu’da hemen her ailede savaş yıllarında şehit olmuş ya da esaret
geçirmiş birileri vardır. Aḥmed ıl-Ḥacci’nin bir oğlu Hasankale’de şehit olmuş.
Ali Dedemiz. Diğer oğlu İsmail askerlik hizmetini ifa etmek üzere gittiği Yemen’den
geri dönememiş. Nasıl vefat ettiğiyle ilgili ayrıntılara vakıf değilim. Dönemin
iletişim imkânlarını hesaba katarsak bilgi alınmaması normal…
Aḥmed ıl-Ḥacci’nin üçüncü erkek
çocuğu olan Dedem Yusuf ise Doğu cephesinde Ruslarla savaşmış ve gazi olarak dönmüş.
Söylemesi kolay… Dedemin mektubunu öğretmene okutmak için ninemin Berté
[Kocakuyu] köyüne gittiği yıllar… Elbette neredeyse bir asırdır savaş görmemiş
insanımız için bu anlatılanları anlamak kolay değil.
Dehud Yusuf Aḥmed ıl-Ḥacci
dendiğinde. Babam, dedem ve dedemin babasının ismi zikredilmiş olur.
Evin ilk hali tek katlı taş
bir bina… Tavanı beşik tonozla örtülmüş. Duvarlar sıcak ve soğuğu geçirmeyecek
kalınlıkta. Doğduğum yıl üst katı inşa edilmiş. Üst kata Manẓara denir.
Genellikle üst katlara bu ismin verildiğini ifade etmeliyim. Havadar olması ve
manzaraya hâkim olması sebebiyle…
Ben manẓarada doğmuşum. Alt katın en arka kısmındaki büyük oda, samanlık, ortadaki iki oda ahır, öndeki iki oda ise yaşam alanı olarak kullanılmış. Ahır kısmına öndeki iki oda arasında yer alan iyvēn (eyvan) denilen yerden geçilir.
On Üç Numara'nın damının manzarası güzeldir. Akşamları ıstohtaki (evin terası) uykunun tadına doyum olmaz. |
Dünyaya gözlerimi açtığımda
kalabalık bir ailem vardı. Annemin benden önce iki çocuğu olmuş. Zekiye ve
Ahmet. Onların ölümünden sonra dünyaya gelmişim. Ancak benden büyük ağabeylerim
ve ablam var.
Annem, babamla evlendiğinde
hayata dört erkek bir kız annesi olarak başlamış. Ağabeylerimin büyüğü o zaman
on üç yaşında, küçüğü ise üç yaşında…
Hasine annemiz, genç yaşta
altıncı çocuğuna hamileyken yirmili yaşının sonunda, göz bebeği çocuklarını
bırakarak emaneti sahibine emanet etmiş. Mekânı cennet olsun.
Babam o sırada otuzlu yaşın
başında… Bir anda beş çocukla ortada kalmış. Annesinin son çocuğu olduğu için
küçük yaşta evlendirilmiş. Askere gitmeden çocuğu olmuş. Bu sebeple küçük yaşta
omuzlarına yük binmiş biri… Tek başına arazileri işlemesi zor… Kırklı yılların
ortasında ticarete başlamış ve vefat edinceye kadar elli yıl kadar ticarete
devam etmiş. Arazileri çoğu zaman ortaklara vererek ektiriyordu. Bağla,
bostanla ise aile bireyleri üzerlerine düşen görevi yaparak ilgileniyorlardı.
Benden sonra doğan kardeşlerimle ve torunlarla birlikte evde yaşayanların, girip çıkanların sayısı bazen yirmiyi buluyordu.
Bu odada uzun kış gecelerinde babamın anlattığı ve dizi halinde günlerce devam eden, güncel konularla zenginleştirilmiş masallarını dinlerdik. Ne güzel günlerdi... |
Kalabalık bir evde yaşamak
büyük bir avantaj. Çünkü sizden büyük olanların birikimlerinden
yararlanıyorsunuz. Birçok öğretmeniniz oluyor farkında olmadan… Kardeşlerinizle
oda kavgası yapma şansınız yok ama… Zaten bir odayı dört beş kişi paylaşmak
zorundasınız.
Evin avlusunda olmazsa olmaz müştemilat içinde tandırı zikretmek gerekir. Ömerli’de tandırlar yerin altında değil, yerin üstündedir. Mardin bölgesinde böyle… Dolayısıyla ekmeği kadınlar ayakta pişiriyorlar. Hamurun yoğrulması, mayalanması için bir süre bekletilmesi ve reğîf denen yuvarlak ve kalınca ekmekler halinde pişirilmesi büyük emek istiyor. Buğdayın evden rıḥâya (değirmen) gitmesi, öğütüldükten sonra un eleğiyle (ğırbél) elenmesi de hesaba katılırsa ciddi bir emek var ekmekte… Anneler ekmek pişirirken çocukları mutlu etmek için onlara ka‘ké pişirirler. Küçük ekmek… Çocuğa ekmek yedirmeyi oyun haline getiren bir ayrıntı… Hatta ka‘ké bazen bebek şeklinde dahi pişirilerek işe sanatsal bir boyut katılır. Tandırdan yeni çıkmış ekmeğin için yayıktan çıkarılan zıbdé (zübde) koyduğunuzda yağın erimesiyle çıkan raihayı tarif etmek zor. Tandırdan yeni çıkan ekmek kokar haliyle… Komşulara birer reğîf göndermek adettendir. Hele hele komşularda hamile bir kadın varsa, canı çekebilir diye bir görevdir bu…
Kalabalık bir aileye yemek
pişirmek, evi idare etmek, temizliğini yapmak kolay değildir. Kendimi bildim
bileli annem olağanüstü bir gayretle sabahtan akşama kadar çalışır, evinin
işlerini yapardı. Bunun içinde evin ihtiyacı olan suyun cıblerden (sarnıçlar)
taşınması da var. Her gün ihtiyaç duyulan suyun taşınması büyük bir özveri…
Ömerli’nin en büyük sorunu su sorunu… Galiba ortaokul yıllarında su şebekesi
çekildi, ama ḥanefiyyéden (musluk) suyun aktığını uzun yıllar görmedik. Belki
ilk zamanlarda bir iki defa…
Merhum babam ilerleyen
yıllarda su sorununa bir çözüm bulmak için avluda bir sarnıç kazdırmaya karar
verdi. Ancak kaya o kadar sertti ki tuttuğu işçiler ilerleyemediler ve bu
plandan vazgeçildi. Nihayet betondan bir sarnıç inşa edildi. Damlardaki yağmur
suyu toplanarak su ihtiyacı önemli ölçüde karşılanır oldu. Yazın su
tükendiğinde belediyeden tankerlerle su satın alınarak bu sorun aşılmaya
çalışıldı. Bugün durum nispeten iyi olsa da Ömerli’de su sorununa henüz kalıcı
bir çözüm üretilebildiğini söylemek zor.
Çamaşır günü onlarca bidon
dolu olarak hazırlanırdı. O gün evden takriben bir kilometre uzakta,
baydarlarda (harman yerilerinde) ve amcamın tarlasının kenarındaki
sarnıcımızdan (cıb) daha fazla su taşınırdı su getirirdi. Bu suyun, toprakta
açılan arklardan akıtılan yağmur suyu olduğunu da söyleyeyim. Doğal olarak bir
süre sonra suda kırmızı kurtçuklar oluşurdu. Bunları tülbentle süzer,
kullanırdık. Genellikle bu sarnıçtaki suyu içmek için kullanmazdık. Onun için
amcamın kaya olan harman yerinden toplandığı için topraktan geçmediğinden
kurtlanmayan sarnıçtan içme suyunu alırdık.
Çamaşır yıkama günü
verdikleri emek sebebiyle annelerin ayaklarının altını öpsek yeridir. Bir taraftan
su ısıtılır, diğer taraftan beyazlar odun külünün elenmesi suretiyle elde
edilen temizleyicinin karıştırıldığı suda kaynatılır, öte yandan kirli
çamaşırların temizlenmesi için ıslatılarak ḫaboṭlarla (tokaçlar) dövülmesi
ciddi bir emekti.
Kalabalık ailede sorumluluk
erken başlar. Ailenin her bireyinin sorumlulukları vardır. Her bireyin
yapabilecekleri işler mutlaka olur. Bunları ne zaman öğrendiğinizi
hatırlamazsınız. Öğrenme, yaşamın akışı içinde devam eder. Küçük kardeşlerle
büyükler ilgilenir. Onları sallarlar, sırtlarında taşırlar seḥeye (sokağa,
meydana) götürürler. Yemeklerini yedirirler. Birkaç yaşındaki çocuk kuzuları
otlatır, yaşı biraz büyüyünce koyunları otlatmaya götürür. Uygun yaşa gelince,
eşeğe yüklenen odunu ya da üzümü eve götürür. Yükü evdekilerin yardımıyla
indirdikten sonra eşeğe binerek kendisini bekleyen ebeveynin veya büyük
kardeşlerinin yanına gider. O yaşlardaki çocuğun yaptığı işleri şimdiki
üniversite mezunu çocuklara emanet edemiyor ebeveynler…
Mesela küçük bir çocukken
eşeğe yüklenen bir yük buğdayı Rıḥât Beyt Fıro’ya (Fıroların Değirmeni)
götürüyordum. Yükü indirmem ya da yüklemem mümkün değildi. Değermenin sahibi Dehud
Fıro yükü indirir, buğdayı öğütür, ardından da unu eşeğe yükler, urganla sıkıca
bağlardı. Ben de eşeğe binerek unu eve götürürdüm.
Ot biçmek, otun kışın
hayvanlar için saklanması amacıyla ıftil (büklüm) haline getirilmesi için
megzunla (orak) çevrilmesi çocukların üstesinden gelebilecekleri eğlenceli
işlerdi.
Esnaf çocuğu olduğumuz halde
zamanımızı çarşıda geçirmemiz uygun görülmezdi. Çünkü çarşıda gezen çocukların
yüzsüzleştikleri düşünülürdü. Bu sebeple çarşıya ancak annem bir şey istemişse
gidebilirdik. Diğer zamanlarımızı sokakta yaşıtlarımızla oynayarak geçirirdik.
Hatırlıyorum da o zaman gün
ne kadar uzundu? Güneş doğarken uyanırdık, batarken de gözlerimiz ağırlaşmaya
başlardı. Akşam ezanından önce mutlaka evde olmamız, akşam yemeğini aileyle
birlikte yememiz gerekiyordu. Bir defasında akşam ezanından sonraya kaldığım
için iyi bir dayak yediğimi hatırlıyorum. Bana iyi bir ders olmuştu ama…
Onu üç numarada yaşayanların
kalabalık olduğunu söyledim. Annem babam ve halam, ağabeyler, ablalar,
kardeşler… Kalabalık bir aile… Yengeler, damatlar, yeğenler… Her geçen gün
nüfusun arttığı bir evden söz ediyorum.
Babamın bu kalabalık içinde
73 yaşında vefat ettiğinde torunlarının çocuklarını gördüğünü söylemeliyim. Son
çocuğu ile büyük torunu arasında neredeyse on beş yaş vardı. Küçük amcalar,
büyük torunlar, bu eve geldiklerinde kendilerine ait bir şeyler görürlerdi.
Geçen babamın torunlarından
biri on üç numara için hatırladıklarını yazdı bana. Babam vefat ettiğinde
beş-altı yaşlarındaydı. Şöyle diyor yeğenim Hüseyin:
“Çocukluğumuzun hepsi her anı
o evde geçti. Allah vefat eden dedeme rahmet etsin. Her zaman bizim için
cebinde şeker, sakız olurdu. Rahmetli dedem sarnıcı temizlemek için belime
halat bağlar beni sarnıca sarkıtır içinde biriken çamurlu suları ḳâduleye
(suyun çekildiği ucuna ip bağlanmış bir teneke ya da kova) doldururdum. Onlar da
yukardan çekerlerdi. O sarnıca girmenin gururu ve sevincini asla ama asla
bizden sonraki nesil anlayamayacaktır. Ninemin tandırda ekmek yaparken bizlere
soğanlı ka‘ké yapması, o anı beklemek anlatılmaz, yaşanır. Üzümleri çuvala doldurmak
o üzümleri sıkarken çıkan üzüm suyunu seyretmek çok güzeldi.”
On üç numarada yaşayan, o
evle ilgisi olan herkesin anlatacak çok şeyi var. On üç numara hayattır.
Çok güzel anılar...Okurken yaşadım sanki. O mis kokulu ekmekten canım istedi valla ☺️
YanıtlaSilDehudun bir anlamı var mı Hocam? Kelimeler bizim Siirt Arapçasına benziyor. Biz değirmene rıhhan deriz. Bir çok kelime ortak.
YanıtlaSilDehudun bir anlamı var mı Hocam.Kelimelerin bazısı bizim Siirt Arapçasına ortak ama biz değirmene rıhhan diyoruz, Sarnıç bizde sahriç olmuş.
YanıtlaSilHocam, Davud isminin mahalli telaffuzu... Hz.Davud Peygamber'in adına nispetle verilmiş. Sarnıca bizde sehric deriz. Siirt Arapçası ile Mardin Arapçası yakın birbirine üstadım. Muhtemelen kabilelerin bir kısmının kökeni aynı.
Sil