6 Ağustos 2020 Perşembe

Tarihin Yirmi Beşinci Karesi – II [Yirmi Beşinci Kare, Paradoks ve Süleyman]

Doç. Dr. Cahit KÜLEKÇİ

Bir önceki yazımızda Ezop’la Akhilleus (Aşil) arasındaki çekişmeye değinerek esasında ikisinin de eksik sonuçlara götüren kusursuz bir mantıksal akıl yürütmenin mutlak varlığına dair kısmî argümanlar geliştirdiklerini haddimiz olmayarak öne sürmüş, hatta parantez içi ünlem işaretlerinden de anlaşılacağı üzere zaman zaman konuyla dalga geçmiştik. Ancak gözden kaçırdığımız bir husus vardı ki, Ezop’un değilse de Akhilleus’un çeyrek de olsa bir tür tanrı(!) olma iddiası bulunmaktaydı ve bu mitolojik durum bizi bırakın ürkütmeyi, tedirgin dahi etmeyi başaramamıştı.

Okuyucuya Özel Not: Hemen yukarıdaki paragrafta seksen yedi kelime kullanılmasına rağmen herhangi bir şey açıklığa kavuşturulmadı, herhangi bir şekilde problem çözülmedi ve hatta probleme temas dahi edilemedi. Ama kesinlikle bir şey anlatılmaya çalışıldı!

Sözü edilen yazımızın sonuç kısmını bağlarken izah edilmesi gereken bazı hususların açıklanmadığını fark etmiş, bir sonraki yazımızda bunların tamamlanacağına dair sözler vermiştik ki esasında bir önceki yazımızda paradoksun kutsal iz düşümlerine dair önem arz edebilecek seviyede bir yaklaşımda da bulunmamıştık.

Sinemada bir saniyelik görüntü yirmi dört karenin art arda gelmesiyle oluşmaktadır. Mesela yirmi dört sayfalık bir kitabın sayfalarının hemen alt kısmına, açıları farklı olmak kaydıyla belirli doğrultuda çizgiler çekilirse ve o sayfalar hızlı bir şekilde fırt fırt çevrilirse, aslında sâbit durumda bulunan çizgilerin oynadığı gözlemlenir işte sinemadaki o bir saniyelik görüntü de böylelikle elde edilmiş olur. Dolayısıyla sinema izleyen masum bir izleyicinin bilinçaltını işleme vazifesi, ilk yirmi dört karede becerilemediğinden yirmi beşinci kareye hasredilmiştir. Bir başka ifadeyle ilk yirmi dört karede sinemanın kendisi yer alırken yirmi beşinci karede esas verilmek istenen mesaj gizlenmiştir.

Bizim de sözü getirmek istediğimiz nokta tam olarak budur ve kültürümüzde de kıssadan hisseşeklinde denklemleştirilmiştir. Şimdi gelelim sadede, biçiminde de kullanılmaktadır. Esasen halk içinde anlatılagelen ve güldürürken düşündürdüğü(!) iddia edilen efsanelerde de benzer bir durum söz konusudur. Açıkça ifade etmeliyiz ki şimdiye kadar örneklendirdiklerimizin ortak paydasını masum insanların aktardığı masum hikâyeler oluşturmaktadır. Bu ortak noktanın da ilim dünyasına hiçbir zararı bulunmamaktadır.

Konunun masumiyetten uzak tehlikeli yönü ise yirmi beşinci karenin, tarih kaynaklarında yer alan kimi rivâyetlerde kullanılmış olmasıdır. Tarih kitaplarının muharrirleri verilerini, iddialarını, önerilerini vs. muhtemel fikirler veya kişisel düşünceler üzerine bina etmezler. Etseler de sonraki dönemlerin okuyucuları tarafından yerin dibine sokulurlar! Çünkü ilmen sabittir ki vesikalandırılabilir bir satha nüfuz etmeksizin sarf edilecek beyanlar süreç içerisinde bir tür hezeyana dönüşebilir, dönüştürülebilir. Öyle bir hâl alır ki neyin gerçek, neyin hayal mahsulü olduğu dahi karıştırılabilir. İşte bu ve benzeri çekinceler nedeniyle rivâyetlerin neredeyse tamamının yirmi dört karesinde sorun bulunmadığı gibi bilinçaltı düzeyine de pek hitap etmez.

Ezop’ta olduğu gibi Akhilleus ile kaplumbağa bir gün yarışmaya karar verirler. Akhilleus henüz çocukken bile bir ceylanı yakalayabilecek kadar hızlı, bir aslanı öldürebilecek kadar güçlüdür. Akhilleus kaplumbağadan çok daha hızlı koşacağını düşündüğü için kaplumbağaya avans verir. Yarış başlar. Akhilleus kaplumbağanın başlama noktasına vardığında, kaplumbağa önde başlamış olduğu için bir miktar daha yol almış olacaktır. Akhilleus kaplumbağanın aldığı yolu tamamlamak için her zaman bu yolun önce yarısını koşmak zorunda değil midir? Ve her yarı yolu tamamladığında, kaplumbağa daha da ilerlemiş olacağından bu sonsuza kadar devam eder ve Akhilleus asla kaplumbağaya yetişemez.

Yazımızın odaklandığı paradoks da budur. Burada öne çıkarılmaya çalışılan ihmal ya da tembellik gibi unsurlar değildir. Malumunuz olduğu üzere Ezop’ta da elbette tavşan kaplumbağayı yakalayabilecek güçtedir ancak bir türlü bu durum gerçekleşmez. Tavşan ile kaplumbağa arasındaki bu hikâyede verilmek istenen mesaj nedir? Daha düz bir ifadeyle soralım, kendi kaynaklarımızda yer alan mitolojik/ kurgusal hikâyelerdeki yirmi beşinci karenin farkına varabilir miyiz?

Bir önceki yazımızda ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ hikâyesine atıfta bulunmuş, tarihçiye düşen önemli hususlardan birisinin de bu hikâyenin kurttan da dinlemesi gerekliliğine vurgu yapmıştık. Bu vurgumuzu tekrarlamakla birlikte ilk paragrafın, doğum tarihimizin son iki rakamı olan yetmiş dört kelimeden müteşekkil bulunduğunu beyân ederek zincir şeklinde devam etmesini umduğumuz bu yazımıza da şimdilik nihâyet verelim.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar