13 Eylül 2020 Pazar

Gelenek


                                                                                            Dr. Halil ORTAKCI

Hz. Peygamber (s), hayattayken Müslümanlar arasında meydana gelen her türlü ihtilâfa müdahil olur ve onların problemlerini çözerdi. Eşleriyle sorun yaşayan karı-kocalar, çocuğu yemek yemeyen anneler… O, itikat ve ibadet hakkında ortaya çıkan müşkilleri de hallederdi. Ağzından hak sözden başka bir şey çıkmaması sebebiyle de verdiği bilginin doğruluğu tartışılmazdı. Vefatından sonra bilginin sağlaması için isnâd sistemi oluşturulmuşsa da mutlak doğrunun tespiti hususunda Müslümanlar arasında ihtilafların yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Bu ihtilafların başında Kur’an’ın cem’i ve çoğaltılması meseleleri gelmektedir. Ashâbın bir kısmı Hz. Peygamber’in (s) bu konuda bir icraatı olmaması hasebiyle mütereddid davranmışlardır. Yani bir manada asr-ı saadete yönelik muhafazakar duygular içerisinde geleceğe dair bir endişe taşımışlardır. Ancak kurrâ sahabîlerin vefatları sebebiyle Kur’an’a dair mevcut düzenin bozulmasından endişe edilerek cem’i sağlanmıştır. Yine aynı şekilde Hz. Ömer döneminde fetihler zirveye ulaşmış ve bunun neticesi olarak Hz. Osman zamanında eyaletlerde kıraat farklılıkları sebebiyle kargaşalar ortaya çıkınca Kur’an’ın çoğaltılması kararı alınmıştır. Böylece geçmişe duyulan özleme rağmen, mevcut dinî istikrarın bozulmasından korkulması sebebiyle gelene eklemelerde bulunulmuş ve bir gelenek oluşturulmuştur. İslam’ın ilk döneminde geleneğin oluşmasında nüzûl sürecini iyi bilen ashâb başat rol oynamıştır. Sonraki dönemlerdeyse durum biraz karışmıştır. Dinî hükümleri verme işi bazen en iyilere bazen de en kötülere kalmıştır. Doğru dinî bilgiyi tespit edebilenler de edemeyenler de ekolleşmişlerdir. Bu mezhepleşmeler içerisinde sadece kendisi gibi düşünenlerin cennete gireceğine inananlar bir hayli fazla olmuştur. Mihne hadisesinde olduğu gibi gücü eline geçirenler, karşıdakine yaşama fırsatı vermemiştir. Fakat burada da birey olarak değil ehl-i hadis temelli geleneğin parçası olarak Ahmed b. Hanbel gibi âlimler, totaliter uygulamalara karşı durmuşlardır. Tabi bu reform içerikli baskıcı tutum, devletin yönetiminin mevâlinin eline geçiş sürecini de hızlandırmıştır. Onlar, ilmin yanında idareye de hakim olmaya başlamışlardır. Durumun bu hali almasında Emevî politikalarının da etkisi büyüktür. Ümeyyeoğullarının, gayr-i Arap unsurlara yönetim vazifesi vermemeleri sebebiyle mevâlî, enerjisini ilmî sahada harcamıştır. Abbasîler zamanında ilmin yanında idare de onların kontrolüne geçince gelenekte mevâlî etkisi artmıştır. Özellikle sünnî bünyede yer alan Türkler ve Farslılar, bir mevâlî olan Ebû Hanîfe’nin mezhebini takip etmişlerdir. Böylece ehl-i rey görüşünü benimsemişlerdir. Arap kökenli Müslümanlar ise ekseriyetle kurucuları birer Arap olan diğer üç fıkhî mezhebi takip etmişlerdir. Her bir ekol, zaman içerisinde gelene ayrı eklemelerde bulunmuş ve bunun sonucunda İslam dünyası bilgi ve uygulamaların birikimselliğiyle ilerlemiştir. Yazılan eserlerde belli bir doygunluğa ulaşıldığında şerh ve hâşiyeler dönemi başlatılmıştır. Bu durum, yeni eklemelerle asırlarca devam etmiştir. Yüz yıl önce ise geleneğin bilek damarları kesilmiştir. Bu sürece tanzimatı da dahil edersek durum daha da vahim bir hal almaktadır. Geçen zamanda ise belki beş yüz yıllık baş döndürücü hızlı gelişmeler meydana gelmiştir. Hayat ilerlemiş ve fakat gelenek yerinde saymıştır. Aradaki devasa farkın kapatılması ise mümkün olmamıştır. Durum böyle olunca Müslümanların bir kısmı 1400 yıllık tecrübeyi ve yaşanmışlığı bir kenara atıp, asr-ı saadete yeniden dönerek sıfırdan başlamayı düşünmüşlerdir. Bir kısmı ise yüz yıl önce kesilerek yaralanan geleneği tedavi etmeden mutlaklaştırmışlardır. Kanaatimce her iki yaklaşım da eksiktir. Yapmamız gereken bizden öncekilerin yaptığı gibi Kur’an ve Sünnet ışığında geleneği geliştirerek günümüzle barıştırmaktır. Çünkü gelenek yerinde saymış, sosyoloji değişmiştir.

 

1 yorum:

  1. Tespitlerinize katılıyoruz hocam. Ellerinize sağlık. Zira değişen toplum şartlarına karşı Kur'an ve sünnet ekseninde bir sistem geliştirilmezse eksen kayması yaşanır.

    YanıtlaSil

Yazarlar