13 Şubat 2017 Pazartesi

Hz. Muhammed (sav) ve Çocuklar

Prof. Dr. Adem Apak

GİRİŞ

Çocukluk ve hemen bunun ardından yaşanan gençlik süreci, insan hayatının en önemli, en kritik ve hatta en sorunlu dönemidir. Çünkü insanlar; gerek fizikî, gerekse rûhi açıdan gelişim, değişim ve etkileşimi özellikle bu süreçte yaşamaktadırlar. Ayrıca insanda ahlâk eğitiminin temeli bu dönemde atılır, mesleğe ve hayata atılma da yine aynı süreçte gerçekleşir. Zamanla çocukluk çağını aşan genç, kimliğini, karakterini ve kişiliğini bu dönemde kazanmaya başlar; iyi veya kötü alışkanlıkları da yine bu zaman diliminde edinir. Temizlik, disiplinli ve düzenli çalışma, ana-babaya, büyüklere ve çevreye saygı, hoşgörü, sabır ve yardımlaşma, insan sevgisi, doğruluk, adalet gibi güzel erdemlerin temelleri de insan ruhuna çocukluk aşamasında atılır. 
İslâm dini aynı zamanda bir eğitim sistemi, toplumlar ve insanlar arası ilişkilerin temeli olan bir değerler ve davranışlar düzeni ortaya koymuştur. Gerek eğitim sistemi, gerekse davranış düzeni konusunda insanlık için en güzel örnek ise şüphesiz bu dinin peygamberi Hz. Muhammed’dir. Bundan dolayı onun bir eği­timci olarak yeni yetişen nesillere yaklaşımını, onlarla olan ilişkilerini doğru bir şekilde tespit etmek, onun tavır ve davranışlarının gerisinde yatan temel prensipleri kavramak ve çocuklarını bu doğrultuda yetiştirmek Müslüman toplumların en öncelikli görevi olmalıdır. Bu hususta Müslüman milletlerin en büyük avantajı, hayatı bütün davranışlarıyla yaşayan ve örnek olan Hz. Muhammed (sav) gibi bir önderlerinin bulunmasıdır. Gerçekten de onun hayatı incelendiğinde dinî alanda olduğu gibi sosyal alana dönük uygulamalarıyla da özelde Müslümanlar, genelde de bütün insanlık için çağları aşan evrensel davranış örnekleri sunduğu görülecektir.
1.      Hz. Muhammed (sav) ve Çocuklarıh
Peygamber Efendimizin İbrahim dışındaki bütün çocukları ilk hanımı Hatice'den (rah) doğdu. Sadece İbrahim, Mısırlı Mâriye’den dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimizin bütün erkek ço­cukları henüz küçüklüklerinde vefat ettiler.
Peygamber Efendimizin yedi çocuğu vardır. Bunlardan üçü erkek, dördü kızdır. Erkekler: Kâsım, Abdullah ve İbrahim’dir. Kızlar: Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’dır. (Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, 405; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, IV, 1819).
Kâsım, Peygamber Efendimizin en büyük oğlu olup nübüvvetten yaklaşık on bir yıl evvel doğmuştu. Bundan dolayı Hz. Muhammed (sav) Ebû’l-Kâsım olarak tanınmıştır. Kâsım doğumundan birkaç yıl sonra öldü. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 202; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 133).
Hz. Zeyneb, Peygamber Efendimizin en büyük kızı olup Kâsım'dan sonra doğdu. Genç kızlığı çağında teyzesinin oğlu Ebu'l-Âs b. Rabi ile evlendi. Bedir Gazvesi’nde müşrik kocası Ebu'l-Âs esir alındı. Peygamber Efendimiz Ebu'l-Âs’tan Hz. Zeyneb'i Medine'ye göndereceğine dair söz aldı ve onu serbest bıraktı. Damadı bu sözünü yerine getirdi. Fakat Hz. Zeyneb Medine yolunda iken müşrikler onun yolunu keserek bin­diği deveden yere düşmesine sebep oldular. Hz. Zeyneb hamile idi ve bu düşme sonucu çocuğunu kaybetti. Hz. Zeyneb bu şartlarda Medine'ye geldi. Daha sonra kocası da İslâm'ı kabul etti. Hz. Zeyneb Hicretin 8. yılında (M. 630) vefat etti. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 30-36; İbn Abdilberr, el-İstîâb,IV, 1853-1854).
Hz. Zeyneb, geride Ali adında bir erkek ve Ümâme adında bir kız çocuğu bıraktı. Peygamber Efendimiz Ümâme'yi çok severdi. Bunun hakkında meşhur bir rivayet vardır: Sevgili Peygamberimiz bir keresinde namaz kılarken Ümâme'yi de omuzlarında taşıyor­du. Rükuya vardığında onu yere koyuyor, sec­deden kalkınca yine omuzlarına alıyordu. (Buhârî, Salât 106; Müslim, Mesâcid 41). Bir defasında Peygamber Efendimize içinde altın bir kolye bulunan birkaç parça hediye gelmişti. Ümâme bir köşede oynuyordu. Rasûl-i Ekrem (sav) bu kolyeyi ailesinin en sevgili olanına vere­ceğini söyledi. Rasûl-i Ekrem Efendimizin eşleri bu şerefin Hz. Âişe'ye (rah) ait olacağını düşündüler. Fakat Efendimiz,  Ümâme'yi çağırdı ve kol­yeyi onun boynuna taktı.( Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,101). 
Hz. Rukıyye, Peygamber Efendimizin ikinci kızı idi. Hz. Zeyneb'ten üç yıl sonra doğduğu rivayet edilir. Allah Rasûlü (sav) Hz. Rukiyye'yi Hz. Os­man ile evlendirdi. Hz. Osman ve eşi Hz. Rukıyye, Habeşistan’a ilk hicret edenler arasında idiler.( İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 204). Hz. Rukıyye,  Medine'ye geldiğinde hastalandı ve Bedir Gazvesi esnası­nda vefat etti. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 36-37; İbn Abdilberr, el-İstîâb,IV, 1839-1843).
Hz. Ümmü Gülsüm, Peygamber Efendimizin üçüncü kızıdır. Ümmü Gülsüm, Bedir Gazvesi’nin ardından Hz. Osman ile evlendi. Hicret'in 9. yılında vefat etti. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 37-39; İbn Abdilberr, el-İstîâb,IV, 1952-1953).
Hz. Fâtıma, Sevgili Peygamberimizin en küçük kızı idi. Nübüvvetin ilk yılında dünyaya geldi. Hicret'in ikinci yılında Hz. Ali ile evlendi. Onun Hz. Ali’den 5 çocuğu oldu. Bunlar Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb’dir. Seyyide Fâtıma (rah) hicretin 11.yılında Rasûlullah Efendimizin irtihalinden altı ay sonra 29 yaşında vefat etti. İslâm geldikten sonra doğan Abdullah, çocuk yaşta ölmüştür. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 19-30 İbn Abdilberr, el-İstîâb,IV, 1893-1899).
İbrahim, Peygamber Efendimizin en küçük çocuğuydu. Mısırlı Mâriye'den (rah) hicretin 8. (M.630) yılında doğmuştur. Oğlunun doğumu kendisine Hz. Ebû Râfi tarafından müjdelendiğinde ona hediye vermiştir. Çocuk, Medine civarında yaşayan sütanneye verildi. Sevgili Peygamberimiz o eve sık sık oğlunu görmeye gi­derdi. İbrahim sütannesinin evinde vefat et­ti. (Müslim, Fedâil 63).
2.      Çocukları Sevmesi ve Onlara Şefkati
Hz. Muhammed (sav) iyi ve müşfik bir baba idi, çocuklarına içten bir sevgi besliyor, yeri geldikçe bu sevgisini açıkça gösteriyordu. Sahâbeden Enes b. Mâlik (ra) bu konuda şöyle der: “Aile bireylerine karşı Pey­gamber’den daha şefkatli olan hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin kenar mahallerinde oturan bir sütannesi vardı. Sütan­nenin kocası bir demirci idi. Beraberinde biz de olduğumuz halde Hz. Peygamber (sav) oraya gi­derdi. Varınca demircinin dumanla kaplı evine girer, çocuğu kucaklar, öper koklar ve bir müddet sonra dönerdi: Bunu yaptığı zaman da kendisi Arap Yarımadası’nın hemen tamamını kaplayan ve Bizans İmparatorluğu’nun güney sınırlarına uzanan Medine devletinin tartışmasız yöneticisiydi”. (Müslim, Fedâil 63).
Hz. Fâtıma Peygamber Efendimizin en küçük ve kendisinden sonra yaşayan tek çocuğu idi. Sevgili Peygamberimiz onu çok se­verdi; onu görün­ce sevinir, kendisini ayakta karşılar, ilti­fat edip yanına veya kendi yerine otur­turdu. Babası kendi evine gelince Hz. Fâtıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağır­lardı. (Müslim, Fedâil 98; Ebû Dâvûd, Edeb 143, 144; Tirmizî, Me­nâkıb 60). Yolculuğa çıkarken, sefere gider­ken aile fertlerinden en son Hz. Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk ola­rak onunla görüşür, sonra eşlerinin yanına giderdi.( Ebû Dâvûd, Tereccül 21). O, tüm hanımlar arasında en çok kızı Fâtıma'­yı, tüm erkekler arasında da Ali'yi sevdiğini söylerdi. ( Tirmizî, Menâkıb 60). Sevgili Peygamberimizin kızı Fâtıma (rah) hakkında şöyle dediği naklolunur: “Fâtıma benim yüreğimden bir parçadır; onu hoşnut eden beni memnun eder, onu üzen de beni üzmüş olur” (Buhârî, Fedâil 12, 29, 31; Müslim, Fedâil 93-94).
Peygamber Efendimiz,  Hz. Fâtıma’nın oğulları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i çok severdi ve onlarla sık sık oynardı. Hz. Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre bir gün Peygamber Efendimizle dışarı çıkmışlardı. Hz. Fâtıma'nın evine geldiklerinde Sevgili Peygamberimiz Hz. Hasan'ı kastederek “Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?” buyurmuş, Hz Hasan evden çıkıp gelince de onu kucaklayarak: “Ey Allah'ım ben onu seviyo­rum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni ni­yaz ediyorum” buyurmuştur. (Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 17). İlk Müslümanlardan Hz. Zeyd’in oğlu Üsâme de çocukluk dönemi anılarından birini anlatırken Peygamber Efendimizin kendisini bir dizine, Hasan'ı da diğer dizine oturtarak: “Ey Al­lah'ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyo­rum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum” diye dua ettiğini nakletmiştir. (Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 17). Yine aynı zat tanık olduğu ilginç bir olayı bize şöyle anlatır: Hz. Üsâme bir gece Pey­gamber Efendimizin elbisesinin içinde (kucağında) bir şeyle dışarıya çıktığını görür. Bu esnada Hz. Üsâme Peygamber Efendimize soracağını sorup ihtiyacını karşıladıktan sonra elbisesinin içinde ne olduğunu sorar. Bir de bakar ki Sevgili Peygamberimiz kucağında Hasan ile Hüseyin'i taşımakta ve onlar hakkında şöyle demektedir: “Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları! Ey Allah'ım, ben onları seviyorum, se­nin de onları ve onları sevenleri sevmeni niyaz ediyorum”. (Buhârî, Menâkıb 27; Tirmizî, Menâkıb 31).
Hz. Abbas’ın oğlu Abdullah’ın aktardığına göre Peygamber Efendimiz Hz. Hasan'ı omuzlarında taşırken sahâbeden biri ona “üzerine bindiğin binek ne güzel binektir!” deyince Sevgili Peygamberimiz de bunu söyleyen kişiye: “Sürücüsü de ne güzel sürücüdür!” cevabını vermiştir. (Tirmizî, Menâkıb 31).
Zeyd b. Hârise (ra), köle statüsünde iken Peygamber Efendimiz tarafından özgürlüğüne kavuşturulmuş, daha sonra da evlât edinilmişti. Babası ve amcası onu geri almak için geldiklerinde Peygamber Efendimiz gidip gitmeme konusunda kararı Hz. Zeyd’e bıraktı. Hz. Zeyd, Peygam­ber Efendimizden o denli içten sevgi ve şefkat görmüştü, onun muhabbeti ile o kadar doluydu ki onun­la kalmaya karar verdi, babası ve amcası ile be­raber gitmeyi reddetti. Babası ve amcası, oğul­larının hür olarak kendileriyle gitmek yerine Pey­gamber’i (sav) tercih etmesine çok şaşırmışlardı. Hz. Zeyd: “Ey Allah'ın Rasûlü, sana hiç kimseyi tercih et­mem" cevabını vermiştir.  (Tirmizî, Menâkıb 40).
Peygamber Efendimiz, oğlu İbrahim’i çok sevmiş ve yaşadığı sürece ona babalık şefkatini en derin örnekleriyle göstermişti. Yavrucak, yaklaşık 18 aylık olunca hastalandı. Hastalığı hızla ağırlaştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, oğlunu kucağına almış ve son defa bağrına basıp öpmüş, gözyaşlarını tutamayarak, "Allah'ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim!" demişti. Nihayet yavrucak, ruhunu teslim etmişti ki Sevgili Peygamberimiz gözleri yaşlı şöyle diyordu: “ Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Biz Allah'ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah'ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!” (Buhârî, Cenâiz 32).
Gözyaşlarını gören ashâb, Peygamber Efendimize, bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurdu: “Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek, dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz gözyaşları, kalpteki sevgi ve acımanın eseridir...” (Buhârî, Cenâiz 43).
Rahmet Peygamberi (sav) ölmek üzere olan bir torununu kucağına alınca gözleri yaşla doldu. Yanındaki bir şahıs : “Ya Rasûlallah, bu nedir?” dediğinde “Bu, Allah'ın kul­larının kalbine yerleştirdiği merhamettir. Allah sadece merhametli kullarına merhamet eder” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz 32).
Görüldüğü gibi bir insan olarak Hz. Peygamber (sav) de çocuklarıyla beraber yaşadı, diğer insanların evlerinde çocuklarıyla beraber yaptığı her şeyi yaptı. Onların neşeli zamanlarında mutlu oldu, acılarına üzüldü. Çocukları ve kızının çocuk­ları öldüğünde gözyaşı döktü, üzüntü ve acı duydu, sevdiklerini kaybeden her­hangi bir insanın duyacağı acıları hissettiğini gösterdi. Fakat bu noktada Peygamber Efendimizin asıl büyüklüğü, kontrolünü kay­betmemesi ve sabırlı davranabilmesidir. Nitekim oğlu İbrahim öldüğünde, yaşlar yüzünden aktı. Sahâbîler onu teselli etti­ler. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Hayır, ben bağıra bağıra ağlamayı ve ölünün aşırı övülmesini yasak­ladım. Sizin bende gördüğünüz sevgi eseridir ve kalpteki merhamettir; merhamet etmeyene merhamet edilmez…” (Buhârî, Cenâiz 32).
İşte onun büyüklüğü buradadır; o, oğlu vefat edince merhametinin sonucu olarak üzülüyor, ağlıyor, fakat feryat etmiyor, Yüce Allah’ın hoşnut olmayacağı bir söz söylemiyor. Dolayısıyla onun bu örnek davranışları hepimiz için yol gösterici niteliktedir. Herkes onun bu güzel ahlâkından örnek almalıdır.
Çocuklara karşı her zaman derin bir sevgi ve şefkat besleyen Sevgili Peygamberimizin çocukları kucağına alıp sevdiği ile ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır. Nitekim bir defasında Rasûl-i Ekrem Efendimiz torunu Hasan'ı öperken yanında bulunan bedevî kabile reislerinden Akra' b. Hâbis “Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim” der. Gerçekten de katı, acımasız ve sert mizaçlı olması sebebiyle Peygamber Efendimizin çocuklara gösterdiği sevgi ve şefkati tuhaf karşılayan o şahsa Sevgili Peygamberimiz: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” (Buhârî, Tevhid 2) cevabını verir. Yine “Siz çocukları öper misiniz? Biz öpmeyiz” diyen başka bir şahsa: “Allah senin kalbinden merhameti alıp çıkardıysa ben ne yapabilirim” der. (Buhârî, Edeb 18).
Hz. Muhammed (sav) çağdaşlarının şaşkın bakışları arasında çocukları hoş tutmuş ve onların her türlü masum isteklerini yerine getirmeye gayret göstermiştir. Öyle ki, namaz kılarken, hatta hutbe okurken dahi bu tutumunu değiştirmemiştir. Kaynaklar, onun torunu kucağında iken namaza geldiğini, çocuğu bırakıp namaza durduğunu, secdede iken çocuğun sırtına binmesi üzerine secdeyi uzattığını; kızlarından Hz. Zeyneb'in kızı Ümâme'yi namazda omzuna aldığını naklederler. (Buhârî, Fedâilü's-Sahâbe 22, İlim 18; Tirmizî, Menâkıb 9, Birr 57; İbn Mâce, Edeb 3).
Sahâbeden Enes b. Mâlik (ra), on yıl süreyle onun hizmetinde bulunduğu Peygamberimizden bir defa dahi “Bunu niçin böyle yaptın veya yapmadın” şeklinde bir soruya muhatap olmadığını bildirir.( Buhârî, Vesâyâ 25).
Hz. Peygamber (sav) namaz kıldırırken çocuk ağlaması duyunca, ağlayan çocuğun üzülmemesi ve annesinin huzursuz olmaması için kısa sûreler okuyarak namazı çabuk bitirirdi. (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Mesâcid 42). Ashâb-ı kirâm bu hususta Peygamber Efendimizin şu sözünü aktarırlar: “Ben namaza, okuyuşumu uzatmak niyetiyle dururum. Fakat geriden bir çocuğun ağlamasını duyunca, annesine güçlük çıkarmamak için namazımı kısa keserim”. (Buhârî, Ezan 65; Müslim, Salât 186, 192).
3.      Çocuklara Değer Vermesi
Sevgili Peygamberimizin çocuklarla ilişkilerinde göze çarpan en belirgin özellik onlara değer vermek ve onların güvenini kazanmak olmuştur. Kendisi çocuklarla özel olarak ilgilenmiş, kendilerini yetişkin bir insan gibi kabul etmiş, çocuklarla her karşılaştığında selâm vermiş, hal hatırlarını sormuştur.(Buhârî, Edeb 81; Müslim, Selâm 15). Onlarla şakalaşmış(Buhârî, İlim 18; Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvûd, Edeb 92.), hasta olan çocuklara da özel olarak geçmiş olsun ziyaretlerinde bulunmuştur.(Buhârî Merda 9).
Sevgili Peygamberimiz çocukların ekonomik yönden güçlü olmalarını sağlamak ve muhtaç düşmelerini önlemek için gerekli tedbirler almıştır. Bu sebeple malının tamamını Allah yolunda harcanmak üzere vasiyet etmek isteyen sahâbeden Hz. Sa’d b. Mâlik'in bu tavrını doğru bulmamıştır. Hatta ona “Çocuklarına ne bıraktın?” diye sormuş, bir şey bırakmadığını öğrenince de hayır için malının sadece üçte birini vasiyet etmesine izin vermiştir. (Tirmizî, Cenâiz 6). Sahabeden Ka‘b b. Mâlik’in bütün malını sadaka olarak hayır işlerinde harcamak istemesi üzerine, Peygamber Efendimiz malının bir kısmını çocuklarının geçimine ayırmasının kendisi için daha uygun olacağını hatırlatmıştır. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, IV, 180). 
Medine’ye dokuzuncu hicrî yılda Benî Temîm’den yetmiş-seksen kişilik bir topluluk gelmişti. Aralarında Amr b. Ehtem adında bir çocuk vardı. Topluluk onu eşyalarının başına nöbetçi olarak bırakmışlardı. Sevgili Peygamberimiz gelenlere birtakım hediyeler verdikten sonra içlerinde hediye almayan kimse olup olmadığını sordu. Bunun üzerine sadece eşyalarının yanında bir çocuğun kaldığını, onun da kabileleri arasında hediye verilecek bir konumda olmadığını söylediler. Ama Peygamber Efendimiz: “Olsun! O, heyetle birlikte gelmiştir. Hediye almaya hakkı vardır” buyurmuş, ardından da çocuğu getirtip hediyesini vermiş ve böylece onu da sevindirmiştir. (Vakıdî, Meğâzî, III, 979-980).
4.      Çocuklar Arasında Ayrım Yapmaması
Hz. Muhammed (sav) anne-babalara çocuklarına eşit davranmalarını sürekli tavsiye etmiş, böyle bir davranışın çocukların doğal hakkı olduğunu bildirmiş (Buhârî, Hibe 12-13; Müslim, Hibât 9-19) ve onlara, “Çocuklara eşit davranmanın, kendi üzerlerine düşen bir sorumluluk, çocukların ise hakkı olduğunu” hatırlatmıştır. (İbn Mâce, Ticaret 67).
İslâm’dan önceki câhiliyye çağında kız çocukları hor görülürler, aile giderlerine sadece ortak olan tüketici ve hazır yiyici olarak algılanırlar ve insanlar kız çocuğu sahibi olmaktan pek de hoşlanmazlardı. İşte Peygamber Efendimiz bu tür uygulamalarıyla ve uyarılarıyla kız çocuklarına da gereken önemin verilmesi hususunda anne-babaların dikkatini çekmiş, onları kız çocuklarıyla ilgili yanlış düşünce ve tutumlarından uzaklaştırmıştır.
Peygamber Efendimiz erkek olsun, kız olsun ço­cuklara eşit davranılması gerektiğini Müslümanlara öğretmiştir. Bunun bir sonucu olarak İslâm öncesi Arap toplumunda uzun süredir yerleşmiş bulunan yanlış tutumları değiştirmek için kız çocuklarına özel ilgi göstermiş ve kız çocuklarıyla ilgilenmenin, onlara iyilik etmenin anne-babanın cennete girmelerine vesile olacağını müjdelemiştir. (İbn Mâce, Edeb 3).
Hz. Âişe’nin nakline göre ise Peygamber Efendimiz kız çocuklarına değer veren, iyilik eden ve bu uğurda sıkıntı çeken anne-babalara cehennemden uzak kalacakları müjdesini vermiştir. Çünkü iyilik gören kız çocukları, anne-babaları ile cehennem arasında perde/engel olacaklardır. ( Buhârî Edeb 18).
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimizin çocuklarla ilgili en önemli düzenlemelerinden biri de kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit statüye getirmesidir. Üstelik Sevgili Peygamberimiz kız çocuğuna özel önem vermiş, kız çocuğu yetiştirenleri özellikle övmüştür: “Her kim erginlik çağına ulaşmalarına kadar iki kız çocuğunun bakımını, ihtiyaçlarının karşılanmasını, eğitimini ve yetiştirilmesini üzerine alır ve bunu yerine getirirse o kimse kıyamet günü benimle şöyle olacaktır” dedikten sonra parmaklarını birbirine kavuşturmuştur. (Müslim, Birr 149). Buna göre kız çocuklarına iyi davrananlar, öteki dünyada Sevgili Peygamberimizle birlikte olacaklardır. Böylece Peygamber Efendimiz verdiği müjdelerle aileleri kız çocuklarıyla ilgilenme hususunda son derece özendirmiştir. Peygamber Efendimiz bu hususta “Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kız çocuklarını üstün tutardım” buyurur. (Buhârî, Hibe 12).
Burada sunulan örneklerde de görüldüğü gibi hediye, bağış, miras gibi maddî konularda anne-baba, kardeşler arasında kesinlikle herhangi bir ayrıcalığa yer vermemelidirler. “Allah'tan korkun ve çocuk­larınız arasında adaleti gözetin” (Buhârî, Hibe 12-13; Müslim Hibât 13) anlamındaki sözleriyle Sevgili Peygamberimiz Müslümanların bu konuda dik­katini çekmiştir.
5.      Kimsesiz Çocukları Koruyup Gözetmesi
Peygamber Efendimiz ortaya koyduğu ilke ve uygulamalarla çocuk, yetim, kadın, köle, fakir gibi toplumun en zayıf, savunmasız, ezilme ve istismara müsait gruplarının haklarına sahip çıkarak, onları insanca bir ortamda ve güven içerisinde yaşatmaya özen göstermiştir. Toplumsal çürümenin ya­şandığı İslâm öncesi Arap toplumunda bu güçsüz unsurların nasıl ezil­diği ve yaşama hakkına varıncaya kadar en temel haklarının bile hiçe sayıldığı bilinen bir gerçektir. Kendisi de bir yetim olarak büyüyen ve içinde yetiştiği toplumda yetimlere karşı haksız uygulamalara çoğu kez şahit olan Sevgili Peygamberimiz onların haklarını korumanın ısrarlı takipçisi olmuştur.
İslâm dininin bu konudaki hassasiyetini yetim çocuklar ve onların hakları ile ilgili şu ayet açıkça ortaya koyar:
“Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır”. (Nisâ, 4/2). “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. …Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir”.(Nisâ, 4/6-10).  Kur’ân’da 15 ayrı yerde yetimlerin gözetilmesinden, onların haklarının verilmesinden bahseden ayetler bulunmaktadır.  
Peygamber Efendimiz toplumda yetimler ve öksüzlerle özel olarak şefkat ve merhamet göstermiştir. Çünkü annesini, babasını veya her ikisini de kaybetmiş olan çocukların koruma ve himayeye daha fazla ihtiyacı vardır. Özellikle genç yaşlarında savaşlarda şehit olanların çocukları Peygamber Efendimiz tarafından daha çok himaye görmüşlerdir. Nitekim o, Uhud savaşında şehid olmasından itibaren Hz. Hamza’nın aile ve çocuklarının bakım ve gözetimini bizzat üstlendi. Onun kızı Ümâme’yi  Habeşistan’dan dönmesinin ardından Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in (ra) himayesine verdi. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII, 199). Peygamber Efendimiz bir şehit yetimi olan Ümâme’nin hayata hazırlanmasıyla sürekli ilgilenmiş ve evlenme çağına geldiğinde onu evlendirmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 236).  Sevgili Peygamberimiz Mute savaşında şehit düşen amcasının oğlu Hz. Cafer’in çocuklarına da sahip çıkmış, yetişkinliklerine kadar onların bakımını kendisi üstlenmiştir. (Buhârî, Meğâzî, 44; Vâkıdî, Meğâzî, II, 756-763).  
6.      Çocuk Haklarını Gözetmesi
Küçük ya da büyük, tüm insanların en temel hakkı yaşamaktır. Dünyaya gelen her çocuk yaşamalı, hayatını sürdürebilmek için gerekli maddî ve manevî imkânlara kavuşturulmalıdır. İslâm öncesi Arap toplu­munda özellikle kız çocuklarının yaşama hakkı, anne-babaları tarafından acımasızca çiğneniyordu. Bu tutum Kur'ân-ı Kerîm'de şiddetle kınanarak reddedilmiş olup maddî ve sosyal endişe­lerle çocukların öldürülmesi bir beyinsizlik ve sapıklık olarak nitelendi­rilmiştir: “Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce çocuklarını öldürenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı Allah’a iftira ederek haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir”. (En’âm 6/140). Çocukların öldürülmesi ayrıca hesabı sorulması gereken büyük bir suç ve günahtır da: “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır”. (İsrâ 17/31).
Hz. Peygamber'in (sav) öğretisi dikkate alındığında çocuğun anne baba üzerindeki hakları, ona güzel bir isim koyma, iyi bir eğitim ve öğretimden geçirme, iyi bir meslek edindirme, evlendirme ve kardeşler arasında eşit davranma şeklinde özetlenebilir:Peygamber Efendimiz özellikle çocuklara ad koyma konusunda titiz davranılması gerektiğini bildirmiş, bu konudaki tavsiyelerinden birinde şöyle buyurmuştur: “Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, bu sebeple çocuklarınıza güzel isimler koyunuz”. (Ebû Dâvûd, Edeb 69).
Peygamber Efendimiz bu doğrultuda putperestliği çağrıştıran ve İslâm âdâbına uymayan adların değiştirilmesini tavsiye etmiş ve bu tür isimleri kendisinin de değiştirdiği olmuştur. (Buhârî, Edeb 108).
SONUÇ
Hayatın bütün safhalarında olduğu gibi çocukların eğitiminde de Hz. Peygamber’in (sav) metodu bize yol gösterici niteliktedir. Sevgili Peygamberimiz, gerçekten çocukları çok severdi, onlara önem verirdi, yanlarına giderdi, aralarına girerdi. Selâm verirdi, şakalaşır ve hediyeler verirdi. Zaman zaman onları kucağına alır, mevsimin ilk meyvelerini onlara ikram eder; bunu uğur, bolluk ve bereket sebebi sayardı. Çocukları bineğinin terkisine alır, devesine bindirirdi. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz bir yolculuğa çıktığında çocuklar onun ardından yollara düşerler, onu uğurlarlar, dönüşünü özlemle beklerler ve onu sevinçle karşılarlardı.
Sevgili Peygamberimiz şehit çocuklarına, bir şekilde anneleri babaları ölmüş yetim ve öksüzlere, yoksul aile çocuklarına ve geçimini sağlamak için yorucu işlerde çalışmaya mecbur kalan çocuklara özel bir ilgi gösterir, onların problemlerini çözmek için çalışır ve ashâb-ı kirâmı da bu tür hizmetlere yönlendirirdi. Ayrıca Çocukların, güçlerine ve yaşlarına uygun düşmeyen ağır işlerde çalışmaya zorlanmalarını da doğru bulmaz,  kazanç için çocukların sömürülmesine izin vermezdi.
Peygamber Efendimiz, İnanç, ibadet ve ahlâk konularının çocuklara yumuşaklıkla anlatılmasını ister, katı ve kaba davranılmasını yasaklardı.  Kendisi de bu konularda çok hoşgörülü davranırdı. Oruca ilk başlayan çocuklarla bizzat ilgilenir ve vaktin kolayca geçmesine yardımcı olurdu. Peygamber Efendimiz, camide namaz kıldırırken çocuk ağlaması duyarsa namazı uzatmaz, kısa sûrelerle tamamlardı; böylece, çocuk huzura erer, annesi de rahatlardı. Efendimiz Hazretleri, savaşlarda çocukların öldürülmesini yasaklar, erginlik yaşına gelmemiş çocuklarla annelerinin birbirinden ayrılmasını doğru bulmazdı. Bu konularda genel olarak müslümanları, özel olarak da komutanları ve askerleri uyarırdı.
Sonuç olarak her konuda olduğu gibi çocuklarla her bakımdan ilgilenme konusunda da Sevgili Peygamberimiz bizim için en güzel örnektir. O bu konuda en güzel sözleri söylemiş, en güzel davranışları sergilemiş, en güzel örnekleri vermiştir.
  Hz. Muhammed ve Çocuk” konusuyla ilgili kaynaklar ve tavsiye kitaplar:
BELÂZÜRÎ, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem, 1963; İBN ABDİLBERR, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, Dâru Nehdati Mısr); İBN HİŞAM, Ebû Muhammed Abdülmelik el-Himyerî (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts.; İBN SA’D, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır); İBN HACER, Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Mısır 1328; İBNÜ’L-ESÎR, İzzüddin Ebû'l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), Üsdü'l-Ğâbe, (thk. Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşur), I-VII, ? 1970 (Kitabü’ş-Şi‘b); ALGÜL, Hüseyin,  Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed, Işık Yayınları, İstanbul 2011; AĞCA, Hüseyin, Ailede Eğitim, Ankara 1998; APAK, Adem, Hz. Peygamber’in Etrafındaki Çocuklar ve Gençler, Düşünce Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009; APUHAN, Recep Şükrü, Çocuklarda ve Gençlerde Ahlâk ve Karakter Eğitimi, İstanbul 2003; AYDINLI, Abdullah, “Hz. Peygamber’in (sav) Terbiyesinde Yetişen Çocuklar”, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu Kitabı, İstanbul ts.; CANAN, İbrahim, Canan, İbrahim, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980; “İslâm’da Aile Terbiyesi”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu 2, İstanbul 1996; DODURGALI, Abdurrahman, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İstanbul 1996; HÖKELEKLİ, Hayati, “Hz. Peygamber’in Çocuklara ve Gençlere Yaklaşımı”, Hz. Muhammed ve Gençlik, Ankara 1995; “Gençlik ve Din”, Gençlik Din ve Değerler Psikolojisi (ed. Hayati Hökelekli), İstanbul 2006; ÖCAL, Mustafa, “Hz. Peygamber’in Çocuk Eğitimindeki Metodu”, Hz. Muhammed ve Gençlik, Ankara 1995; ÖZBEK, Abdullah, “Bir Eğitim Kurumu Olarak Aile”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu 2, İstanbul 1996; YENİÇERİ, Celal, Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat, İstanbul 2002.


3 yorum:

Yazarlar