29 Temmuz 2020 Çarşamba

Aileye Adil Olmak Gerekir

Dr. Öğr. Üyesi İbrahim BARCA
İnsanlık tarihi kadar kadim bir kurum olan aile; günümüze kadar birçok farklı din, kültür ve medeniyetler tarafından korunmaya ve yaşatılmaya çalışılmıştır. Bunun için toplumlar dini veya dini olmayan hukuk metinlerinde kanun ve kurallar vaz etmiş; edebi metinlerinde ailenin önemini işlemiş, sanatsal faaliyetlerinde aileye yer vermiş, örf ve adetleri ile aileyi korumaya çalışmış ve bireyleri aile olmaya teşvik etmiştir.  Yahudiler sebepsiz olarak aile sahibi olmamayı bir suç sayarken Hıristiyanlar ise aileyi Allah’ın kutsadığına inanırlar. İslam’da birçok ayet ve hadis aileden ve aile ile ilgili konulardan söz eder. İslam’da muhafaza edilmesi gereken beş unsurdan birisi nesil yani dolayısıyla ailedir. Her üç semavi dinde insanlığın Âdem ve Havva çiftinden çoğaldığına inanılmaktadır. İster sembolik ister hakiki manada alınsın bu inanış, ailenin insanlığın ortaya çıkması ile eşzamanlı ortaya çıktığına inanıldığını göstermektedir.

Modern dönemde aşırı bireyselleşme, zinanın suç olmaktan çıkarılması ve farklı cinsel tercih ve eğilimlere meşruiyet verilmesi ile olumsuz etkilenen aile kurumunun, bugün daha çok gündeme getirilmesi, önemsenmesi ve korunması gerekmektedir. Zira bugünlerde aşırı bireyselleşen bireyler, çıkarılan yeni hukuki sözleşmeler ve kanunların, bazı kadın derneklerinin desteklemesiyle, zorlu bir süreç olan evlenme yerine yalnız yaşamayı veya geçici cinsel birlikteliklerden meydana gelen ilişkileri tercih etmektedir.  Bunun sonucunda birçok çocuk henüz dünyaya gözleri açılmadan öldürülmekte veya doğduktan sonra kendisine güven verecek bir aile ortamından mahrum büyütülmektedir. Yine farklı cinsel eğilimlerin tanınması ve onlara meşruiyet kazandırılması hatta erkek ve kadın cinsinin yanında üçüncü bir cinsiyet olarak öne çıkarılması, nesli dolayısıyla aileyi olumsuz etkilemektedir. 
Bugünlerde hızlı bir şekilde yozlaşma ve yok olma trendine girmiş görünen dramatik aile tablosu, aile içi şiddet, yani kadına, erkeğe, çocuklara ve yaşlı anne babaya şiddet vakalarını da beraberinde getirmektedir. Bu yaşanılanlar, her mahallede ve semtte yaşanmaktadır. Eğitimlisi eğitimsizi, dindarı ateisti, okumuşu cahili, solcusu sağcısı, Amerikancısı Rusyacısı, mezhepsizi mezheplisi, laiki ya da laik olmayanı, Türkü Kürdü, İngilizi ve Japonu, çok gelişmişi az gelişmişi, iktidarı muhalefeti pek fark etmiyor. Elbette bunun birçok sebebi bulunmaktadır. Hukuk kanunları ve sözleşmeleri, inanç ve ideolojiler, örf ve adetler, geçmiş yaşantılar, alınan eğitim, içinde bulunulan psikolojik durum, ekonomik ve sosyal vasat, vicdan ve değerler, bu tablonun ortaya çıkmasında etkilidirler. 
Batı kaynaklı kapitalist veya sosyalist feminist hareketler, kuruluşlar ve stk’lar artan bu şiddet vakalarının altında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tek sebep olarak görmüşlerdir ve güya toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kaldırmak için mücadele etmektedirler. Onlara göre güya toplumsal cinsiyetlerin eşit olmaması kadını köleleştirmiştir ve onu özgürleştirmek gerekir. Onların bu görüşü birçok devlet, kurum ve stk tarafından kabul edilmiştir. 
Ancak kadına, erkeğe, çocuklara ve diğer aile bireylerine yönelik şiddet her geçen gün artmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamın da en ileri olan İskandinav ülkelerinde kadına şiddet ve aile içi şiddet vakaları hiç de azımsanacak bir miktarda değildir. “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” yani İstanbul sözleşmesi;  kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan sözleşmedir. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşmeye Türkiye ev sahipliği yaptığı gibi ilk imzalayan ve onaylayan ülkelerden birisidir. Buna paralel Türkiye’de “6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilmiştir. 
Bu sözleşme ve kanunların olumlu yanları bulunduğu gibi eksiklikleri ve aile kurumunu olumsuz etkileyen yanları da bulunmaktadır. 
Kadının beyanının esas olması birçok suistimale, iftiraya, erkeğin dışsallaştırmasına, zulüm görmesine ve erkek ile kadın arasına onarılmaz uçurumlar açmasına neden olabilmektedir. Zira ne erkek ne de kadın erkek veya kadın oldukları için delil getirmedikleri ve iddialarını ispat etmedikçe beyanları esas alınamaz. Zira iki cins de insandır. Eğer gerçekten cinsiyetlerin eşit ise, yanı kadın erkekten üstün değilse herhangi bir iddia için ikisinden de delil ve ispat istenmelidir. 
Kadın, çocuklar ve aile içi şiddet, kaynağı farklı bir şiddet değildir. Toplumdaki tüm şiddet çeşitleri aynı sebeplerden ötürü meydana gelmektedir. Erkeğin erkeğe şiddeti ise erkeğin kadına şiddetinden hem oran hem de miktar olarak daha fazladır. Ülkemizde her gün kaç erkek yine erkeklerin şiddetine maruz kalmaktadır. Aynı şiddet kadınlara da maalesef yönelmektedir. Bunun yanında kadının da hem kadına hem erkeğe yönelik şiddeti vuku bulmaktadır. Bu yüzden tüm şiddet eylemleri bir bütün olarak ele alınmalı, önlenmeye çalışılmalı ve izale edilmelidir. Tüm bu şiddet hareketlerinin ve eğilimlerinin sebebi cinsiyet meselesi olmasa gerektir. Yine şiddet sadece fiziksel ve kaba güce dayalı olarak anlaşılmamalıdır. Her türlü aşağılama, aldatma, hakaret, bencillik, adaletsizlik, merhametsizlik, sadakatsizlik, vefasızlık ve sorumsuzluk da ya bir şiddettir ya da bir fiziki veya psiolojik bir şiddete yol açmaktadır. 
Toplumsal cinsiyet eşitliği savunusu yapanlar, kadın ile erkek cinsiyetinin ortadan kalkmasını istemekteler ve bu doğrultuda çalışmaktalar. Erkeğin olduğu her yerde kadının da olması gerektiğini düşünmekteler, erkeğin yaptığı her işi kadının da yapmasını salik vermekteler.  Örneğin kadın ve erkek tuvaletlerinin her yerde bir olması bunun tezahürlerinden sadece birisidir. Ancak sadece kadının haz sektöründe ha bire kullanılması, popüler kültür, sinema, eğlence, reklam ve sex işçiliğinin malzemesi ve sermayesi olmasının kadının sadece cinsiyetinden dolayı olduğuna gözlerini yummaları ilginç bir tutarsızlıktır. Ben kimsenin karısı, annesi, bacısı, değilim diyen kadından ben kimsenin sadece cinsel haz malzemesi, reklam ve sex işçisi de değilim demesi beklenir. 
Nesli yok eden unsurlardan birisi de farklı cinsel eğilim ve tercihlere meşruiyet verilmesi ve görünürlüklerinin artırılmasıdır. Sağlıklı bir çocuğun ancak bir anne ve babanın var olduğu aile içinde yetişeceğini herkes kabul etmektedir. Ancak evlenmemiş ve hatta ikisi de erkek veya bayan olan bireylerin yetiştirdikleri çocukların sağlıklı ve huzurlu olmayacağı aşikârdır. Evlilik olmadan sadece cinsel tatmin amacıyla kurulan birliktelikler sonucunda doğan çocukların akıbeti yine herkese aşikârdır. Nesil yani aile ise ancak çocuklarla hayat bulur. 
Aile olma ve aile hayatı, bu yaşanılan şiddet olaylarının sebebi değildir. Zira bugün birçokları bu şiddet olaylarının aile olmaktan dolayı olduğu zehabına kapılmışlardır. Yine birçokları da evlilik ve aile olmanın sadece zorluğunu düşünüp geçici birlikteliklere meyletmektedir. Aslında aile olmanın kişiye bazı sorumluluklar yüklediği ve sorumluluklar neticesinde de haklar verdiği, bu hak ve sorumlulukların neler olduğu insanlara anlatılabilse belki de birçok şiddet olayının önüne geçilebilir. Eskiden karı koca arasındaki herhangi bir sorunda aileler veya başka üçüncü şahıslar hakemlik yapardı. Bu arada her iki tarafa hak ve sorumlulukları ya hatırlatılır ya da öğretilirdi. Ancak güya aileyi ve kadını koruyan bazı sözleşmeler ve kanunların yorumlamaları bunun önünü almaktadır. 
Şimdi gelin sizinle nerdeyse hiç kadın cinayetinin yaşanmadığı ve aile içi şiddetin günümüze oranla çok az olduğu bir döneme gidelim. Hz. Peygamber dönemi aile yapısına bakıldığında her ne kadar çoğunluk tek eşli de olsa çok eşliliğe izin verilmişti. O dönemde aile mabeynindeki hak ve sorumluluklara bakıldığında saygılı olmak, sevgi beslemek, yardımlaşmak, değer verme, birbirlerini gizli ve açıkta korumak,  birbirlerine hizmet etmek, birbirlerine zarar vermekten ve üzüntü vermekten kaçınmak, birbirlerini dinlemek, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak, daha güçlü olanın daha zayıf olana karşı merhametli olması, herhangi bir şekilde birbirlerine ihanet etmemek, duygusal birliktelik sahibi olma gibi tavır ve tutumlar öne çıkmaktadır. Ataerkil bir aile yapısının bulunduğu o dönemde, gücü yeten kadınların da çalıştıkları ve ailenin geçimine yardımcı olabildikleri tespit edilmiştir. Ayrıca o dönemde hakların sorumluluklar ile paralel ortaya çıktığı ve beraber algılandığı da belirtilmesi gereken bir husustur. 
Çocuklar ve ebeveynleri arasındaki hak ve sorumluluklar ise büyük ve daha güçlü olanların küçük ve zayıf olanlara karşı merhametli, sevgi dolu ve adil olmaları ile küçük ve zayıf olanların ise büyüklerine karşı saygılı olmaları, emirlerini yerine getirmeleri ve yaşlılıkta onlara bakmaları doğrultusunda idi. 
O dönemde erkek ile kadın eşitti. Yani erkeğin aile sorumluluklarına halel getireceği bir davranışı ile kadınınki aynıydı. Zinadan dolayı erkek ve kadına aynı ceza verilirdi ve aynı şekilde ayıplanırlardı. Erkeğe boşanma hakkı verildiği gibi kadına da verilirdi. Kadınlara saygı duyulurdu ve merhametli olunurdu.
Günümüze dönersen son günlerde ailenin korunması özelinde önemli bir sempozyum düzenlendi. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu tarafından 2019 yılında II. Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu İnsan Hakları Bağlamında Ailenin Korunması Hakkı isimli bir sempozyum düzenlemiştir. Bu sempozyumun -önemine ve faydasına binaen- sonuç bildirisinden bazı maddeleri sizinle paylaşmak isterim: 
1. Sağlıklı toplumların en temel ve vazgeçilmez birimi ailedir.
2. Aile çocukların gelişimi ve esenlikleri için doğal ortamı oluşturur.
3. Aile kurumunun korunması toplum ve devletin temel yükümlülüklerinden olduğu gibi bireylerin toplumdan ve devletten talep edebileceği temel haklardandır. 
4. Ailenin korunmasına yönelik tehditler karşısında alınan tedbirler yetersi kalmaktadır.
5. Ailenin korunması hususunda farklı aktörlerin sorumlulukları bulunmaktadır.
6. Ailenin korunması için özgürlük ve kamu ahlakı dengesi kurulmalıdır.
7. Aile kurumuna ve aile bireylerine yönelik medyada yer alan olumsuz algı ve değerler ile proaktif bir yaklaşımla mücade edilmelidir. 
8. Aile kurumuna olumsuz etkileri olan ulusal ve uluslararası normlar yeniden gözden geçirilmeli…

En son Bitlis ilimizin Hizan ilçesinde yaşayan bir ailemizin kızları Pınar Gültekin’in vahşice katledilmesi ile sarsıldık. Ben bu yazıyı yazdığımda iki kadın daha öldürüldü. Birisi kocası tarafında silahla öldürüldü, diğer ise yine kocası tarafından boğularak öldürüldü. Allah vefat eden tüm kadınlarımıza rahmet eylesin. Bu cinayetleri kınıyor ve her kim ki bir nefsi haksız yere öldürürse bilsin ki tüm lanet edicilerin lanetine müstehak olur uyarısını hatırlatmak isterim. Şiddet kimden kime, hangi türde ve ne adına yapılırsa yapılsın lanetlenmelidir. “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar