6 Temmuz 2020 Pazartesi

Soḳı’l-Atîḳ (1)


Prof. Dr. Adnan Demircan

Zaman zaman geleneksel hayatın ölümüne şahit olan son nesil olduğumuzu vurguluyorum. Bunu söylemek için birçok nedenim var. Bunlardan biri alışveriş kültürümüz ve ticaret ahlakımızdır.
Şafii mezhebine mensup bir bölgede büyümüş biri olarak görünmeyen malın alışverişinin caiz olmadığından hareketle konservenin alışverişinin uygun olmadığını öğrenmiş kişiler olarak bugün görünmeyen satıcıdan, hatta gerçek bir kişiliği olduğu meçhul bir tüccardan, hakikati bilinmeyen görüntüler üzerinden, internet sitelerinden alışveriş yapmaya alıştık. Elbette fıkıh bunu yeniden ele almalı, eski dünyaya ait tartışmalara ürettiği cevaplarla değil, günümüz sorunları için üretilen cevaplarla müminlerin önüne çıkmalı…
Ticaret alışkanlıklarımız ve mesleklerimiz değişen bir alan… Ömerli’deki Soḳı’l-Atîḳ’ten bahsedersem belki daha iyi anlaşacağız. Soḳı’l-Atîḳ yani Eski Çarşı… Ömerli’nin iki yüz metrelik bir sokakta iki tarafa dizilmiş, taş yapılı tonoz tavanlı dükkânlarının olduğu çarşı… Dükkânların sayısı otuzdan fazla değil sanırım.
Soḳı’l-Atîḳ’te dükkânlar gün doğumuyla açılırdı. Esnaf evinde ya da camide namazını kıldıktan sonra “Yâ Fettâh, yâ Rezzâk” diyerek dükkânını açar, Allah’ın o gün rızkını vermesini beklemek üzere işine koyulurdu.
Soḳı’l-Atîḳ’in bir ucunda Araṣa vardı. Araṣa o zaman bizim için geniş bir meydan gibi görünürdü, ama sanırım tamamı bin metre kare bir alan ya vardı ya yoktu.
Arasa (Kaynak: www.omerlim.com)


Arasa'dan Yeni Çarşı tarafına buradan geçilir. (Kaynak: www.omerlim.com)

Araṣa, köylülerin ürettikleri malları getirip sattıkları, bakkal ve manavların getirilen sebze ve meyveden satın alabildiklerini alıp perakende satmak üzere ayırdıkları, vatandaşın da gelip ihtiyaçlarını temin ettiği canlı bir pazar yeriydi. Köylüler sabahın erken saatinde Araṣa’da hazır bulunabilmek için köyün uzaklığına göre bazen gece yarısı yola çıkarlar, sabahı Araṣa’ya getirdikleri yüklerinin başında beklerlerdi. Yüklerini Araṣa’ya indirdikten sonra Araṣa’ya çıkan sokakta yer alan Ḫēn’e (Han) ya da bir tanıdıklarının evinin avlusuna (dâr) hayvanlarını cüzi bir ücret mukabilinde bırakırlardı.
Arasa'da köylerde doğal ortamlarda yetiştirilen koyun ve keçiler de satılırdı (Kaynak: www.omerlim.com)

Ömerli’de yazın insanın gıdasını tarlasından, bağından, bostanından elde etme imkânı çoktu elbette. Yaz ayları, aynı zamanda kışlık gıdanın hazırlandığı dönemdir. Çünkü kışın sert geçer ve bazen günlerce yollar kapanır. Ömerli Mardin arasında Hop Geçidi vardır ki o zamanki rakımı 1110 m. idi. Kışın bir vadiye kurulmuş olan Rışmıl köyünden (şimdiki Yeşilli ilçesi) dağları tırmanarak çıkıp Hop Tepesi’ne ulaşmak kolay değildi. Bunun için kışın kullanılacak zorunlu ihtiyaçlar yazın temin edilirdi.
Ömerli'nin kışı kış, yazı yazdı (Kaynak: www.omerlim.com)

Temel tüketim gıdalarından biri May Ifrinci idi. Arapçada “mâ” su anlamında malumunuz olduğu üzere… Ifrinci ise Frenk kelimesine nispeti ifade eder. Domatese bîẕıncēn aḥmar (kırmızı patlıcan) denirse de domates salçasına “may ıfrinci” yani “Frencî suyu” denir. Domatesin Frenklerle ilişkilendirilmesi enteresan… Urfa’da da Frenk kelimesi domates dâhil (frengi) bazı ürünlere ya da eşyalara (hanımların bir takısı olarak Frenk bağı) ad olarak kalmış. Bunun Haçlılara kadar giden bir boyutu olması muhtemel…
Domates salçası kışın tüketilmek üzere hazırlanan önemli bir gıda… Ama henüz kutuların içine girmemişti. Biber salçası ise Ömerlilerin pek tükettikleri bir gıda değil. Zaten acı yeme kültürü de yok.
Köylülerin getirdiği, raihası yüz metre öteden hissedilen domatesler satın alındıktan sonra ürünün sahibi hayvanına denkleri yükleyip domatesi satın alanın evine götürür. Genellikle taşıma hizmeti de bu şekilde köylüler tarafından verilir.
Hatırlıyorum, güzel domatesi satan köylü, ürününü alan evin hanımından çekirdeği kendisi için ayırmasını rica ederdi. Ellerle ezilen domates suyu ṣâfoyé denen genellikle metal olan süzgeçte kabuk ve çekirdekten ayrıldıktan sonra çekirdekler avuç içinde sıkıştırılarak sıkım halinde güneşte kurutulur, daha sonra köylüye ya da isteyen birisine verilirdi.
Meyve ve sebzeler, doğal yollarla üretilir, hayvan gübresi dışında gübre bilinmezdi. İlaç kullanılmaz, genetiği bozulmuş tohum insanın hayal dünyasında dahi yer bulamazdı.
Domates suyu, sinilerin üzerinde güneş altında kurutularak salça haline getirilirdi. Bu salça yemeklere lezzet verdiği gibi çocuklar için önemli bir besindi aynı zamanda… Okuldan gelen çocuğa annesi bir parça ıḫbeyz tannor (tandır ekmeği) üzerine sürdüğü domates salçasını verirdi ki şimdi ekmeğe sürülen çikolatayla mukayesesi mümkün değildir.
Kış için stoklanan ikinci önemli sebze, bîẕıncēn ısvıd (kara patlıcan) idi. Patlıcan özellikle dolma olarak tüketilmek üzere kurutulurdu. İnce uzun patlıcanlar birkaç parçaya bölünerek mahir hanımlar tarafından bu iş için kullanılan özel ince bıçakla içi çıkarılır, patlıcanın dış kabuğu iplere dizilerek güneşin altında kurutulur, kışlık dolma için gerekli olan önemli bir malzeme stoklanmış olurdu.
Peki, patlıcanın çıkarılan içi ne yapılırdı? Elbette Ömerli kültüründe gıdanın hemen hiçbir kısmı çöpe atılmazdı. İnsan tarafından tüketilebilen tüketilir, geri kalanı hayvanlar için yem olarak kullanılırdı. Yani herkes Allah’ın verdiği rızıktan payına düşeni alırdı.
Patlıcanın çıkarılan içi küp şeklinde kesilerek güneşte kurutulur. Kışın yemek yapılmak üzere saklanırdı. Imneşşefēt (kurutmalıklar), sebze ve meyvelerden tüketilemeyen hemen her ürün için söz konusuydu.
Soḳı’l-Atîḳ’i anlatmaya niyetlenmişken daha Araṣa’dan çıkamadık. Başka bir yazıyla çarşıda gezmek vacip oldu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar