Abbâsî halifeleri
devrinde bazı âlimlerin halku’l-Kur’an (Kur’an’ın yaratılmışlığı) konusuna sorguya
çekilmesi ve bir kısmına eziyet edilmesine ilişkin olaylarla yönetimin bu
tutumu Mihne diye anılmıştır. Mihne olayı Abbâsî halifelerinden Me’mûn döneminde
(813-833) başlatılmış ve bu uygulamalar Vâsiḳ döneminde (842-847) zirveye
çıkmıştır. Mihne sürecinde sorguya çekilen âlimler, devlet politikası haline
dönüşen Kur’an’ın yaratılmışlığını kabul ettiklerinde serbest bırakılmışlar,
ancak Kur’an’ın mahlûk olmadığını savunduklarında ya kırbaçlanmışlar ya hapse
atılmışlar ya da eziyet edilip öldürülmüşlerdir.
Sorgulanan âlimlerin çoğu Kur’an’ın
mahlûk olduğu görüşünü benimsediğini söylemiş, ancak Ahmed b. Hanbel, Muhammed
b. Nûh, Seccâde ve Kavârîrî bunun aksini savunmuşlardır. Bu dört âlim İshak b.
İbrâhim tarafından zincire vurularak yeniden sorgulanmış, Ahmed b. Hanbel ile
Muhammed b. Nûh görüşlerinde ısrar etmiş, diğer ikisi resmî görüşü benimseyip
kurtulmuştur. Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Nûh zincire bağlanmış olarak o
sırada Me’mûn’un bulunduğu Tarsus’a gönderilmiştir. Me’mûn’un ölmesi üzerine
Bağdat’a geri gönderilen iki kişiden Muhammed b. Nûh yolda ölmüş, Ahmed b.
Hanbel ise Bağdat’ta hapse atılmıştır. Me’mûn’dan sonra halife olan
Mu‘tasım-Billâh devrinde halktan gelen tepkiler üzerine o da hapisten
çıkarılmıştır.[1]
Abbasi halifesi Vâsiḳ (842-847),
hilâfetinin üçüncü yılında çeşitli bölgelere mektup göndererek muhaddis ve
fakihlerin halku’l-Kur’ân konusunda imtihan edilmelerini emretti. Kaynakların,
genellikle Kâdılkudât İbn Ebû Duâd’ın etkisine bağladıkları bu süreçte pek çok
kimse sorgulandı. İmam Şâfiî’nin talebesi Ebû Ya‘kūb Yûsuf el-Büveytî, Nuaym b.
Hammâd, Ali b. Medînî ve Ahmed b. Nasr el-Huzâî bunların öne çıkanlarıdır.
Ahmed b. Hanbel de Vâsiḳ’ın ölümüne kadar derslerine ara vermek zorunda kaldı.
231 (845) yılında Bizans ile varılan anlaşma üzerine Tarsus yakınlarındaki
Göksu nehri civarında gerçekleştirilen esir değişimi bu imtihanların âlimler ve
devlet adamlarıyla sınırlı kalmadığını göstermektedir. Vâsiḳ-Billâh, esir
değişimi için görevlendirdiği kumandanlara müslüman esirlerin halku’l-Kur’ân ve
rü’yetullah konularında imtihan edilmesini, olumlu cevap verenlerin
kurtarılarak kendilerine 1’er dinar verilmesini, kabul etmeyenlerin Bizanslıların
elinde bırakılmasını emretti. Ayrıca Anadolu’daki sınır bölgelerinde görev
yapan bir grup kumandanın sorgulanarak halku’l-Kur’ân’ı kabul etmemeleri
durumunda boyunlarının vurulmasını istedi. Dedesi Abbâsî ihtilâlinin önemli
propagandacılarından olan muhaddis Ahmed b. Nasr el-Huzâî, Vâsiḳ döneminde
mihne uygulamalarına şiddetle karşı çıktı ve Bağdat halkının tertiplediği bir
isyanın liderliğini kabul etti. İsyan planının ortaya çıkması üzerine
sorgulamayı bizzat yapan Vâsiḳ, isyan hazırlığından hiç bahsetmeden Ahmed b.
Nasr ile kelâm konusunda tartışmaya girdi ve aldığı cevaplar yüzünden hiddetlenip
onu bizzat öldürdü.[2]
Ahmed b. Nasr Abbasiler döneminde
tanınmış bir aileye mensuptu. Dedesi Malik b. Heysem ve babası Nasr Abbasilerde
yüksek rütbeli görevlere sahiptiler. Ahmed b. Nasr ise âlim ve muhaddis bir
zattı. Ondan Yahyâ b. Maîn, İbnü’d-Devrakî ve İbn Heyseme gibi muhaddisler
ondan hadis tahsil etti. Halife Vâsiḳ’ın sert tutumuna rağmen Ahmed b. Nasr
“Kur’an mahluktur” diyenlere karşı çıktı.[3]
Halife Me’mûn devrinin sonlarına doğru,
Kadı Ahmed b. Ebû Du’âd’ın tesir ve teşvikiyle başlatılan halku’l-Kur’ân
meselesinde devrin ileri gelen âlimleri Kur’an’ın mahlûk olduğunu kabule
zorlandıkları, kabul etmeyenlerin ise ağır hakaret gördükleri zaman Ahmed b.
Nasr bu harekete karşı çıktı. İlmi, fazileti, doğru bildiğini çekinmeden
söyleyen sağlam şahsiyeti, ayrıca ailesinden gelen nüfuzu sebebiyle Bağdat
halkı onun etrafında toplandı. Hatta onlarla iyi ve doğru olanı söylemek,
yanlış yolda olanları uyarmak ve gerektiğinde yöneticilere karşı ayaklanmak
üzere gizlice anlaştı. Halife Me’mûn ve Mu‘tasım devirlerinde şiddetini biraz
kaybederek devam eden mihne olayı, Vâsiḳ-Billâh devrinde (842-847) yeniden
alevlenince, Bağdat halkı tekrar Ahmed b. Nasr’ın etrafında toplandı. İhtilâl
hazırlıkları kısa zamanda tamamlanıp isyan günü kararlaştırıldı. Durumu haber
alan Bağdat Valisi İshak b. İbrâhim, başta Ahmed b. Nasr olmak üzere bu
hareketin öncülerini yakalayarak Sâmerrâ’da bulunan halifeye gönderdi.[4]
Vâsiḳ-Billâh, Ahmed b. Nasr’ı sorguya
çekmek üzere huzuruna çağırdı. Huzuruna getirildiğinde ona isyan teşebbüsü veya
ayaklanma ile ilgili sorular sormadı. Halife Vâsiḳ, Ahmed b. Nasr’dan, önce
Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki kanaatini söylemesini istedi. Onun Kur’an’ın Allah
kelâmı olduğunu belirtmesi üzerine âhirette Allah’ın görülüp görülmeyeceğini
sordu. Ahmed b. Nasr bu konuda Hz. Peygamber'den gelen bir hadiste şöyle
denilmektedir: “Şüphesiz ki sizler, ön dördündeki ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi
göreceksiniz ve onu görmekte, kalabalıktan dolayı sıkıntı çekmeyeceksiniz.” Biz
de bu hadisin belirttiğini kabul ediyoruz, dedi.
Sonra Vâsiḳ huzurunda bulunan kadılara,
fakihlere Ahmed b. Nasr’a ne yapılması gerektiğini sordu. Eski bir kadı olan
Abdurrahman b. İshak, “Ey Mü’minlerin Emiri onun kanı helaldir” dedi. İbn Ebû
Du’âd’ın arkadaşı Ebû Abdullah el-Ermenî “Ey Mü’minlerin Emiri onun kanını bana
içirt” dedi. Vâsiḳ ona, “İstediğin şekilde öldürülecektir” dedi. İbn Ebû Du’âd,
“Ey Müminlerin Emiri bu tevbesi istenecek bir kâfir ve bunamış bir ihtiyardır.”
diyerek sanki bu sebepten dolayı Ahmed b. Nasr’ın öldürülmesini istemediğini arzu
eder gibi göründü.[5]
Taberî Tarih’inde bundan sonraki dehşet
saçan safha ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Mümkün mertebe bu tablo burada
yansıtılmaya çalışılacaktır. Peşinen söylemek gerekirse bu tablo karşısında
insanın tüylerinin ürpermemesi mümkün değildir.
Vâsiḳ dedi ki: Ahmed b. Nasr’ın yanına
doğru kalkıp hareket ettiğimi gördüğünüzde, kimse benimle birlikte kalkmasın.
Ona doğru atacağım adımları Allah adına hesaplayacağım ve ondan sevap bekleyeceğim.
Dolapta saklanan Amr b. Ma‘dîkerib ez-Zübeydî’nin Abbasi halifesi Musa el-Hadî’ye
hediye edilen keskin kılıcın getirilmesini istedi. Şair Selm el-Hasır’a kılıcı
vasfetmesini istedi. O da kılıcın vasıflarını şiirle anlattı. Bunun üzerine Vâsiḳ,
Şair’i ödüllendirdi. Kılıcın alt tarafında kabzası ile gövdesini birleştiren
yerde üç çivi vardı. Vâsiḳ bu keskin kılıcı eline aldı. Evin (sarayın) ortasında
bulunan Ahmed b. Nasr’a doğru yürüdü. İnfaz öncesinde, mahkûmun altına serilen bir
deri sergi (nat‘) istedi, İbn Nasr deri serginin ortasına yerleştirildi, başı
iple bağlandı ve ip uzatıldı. Vâsiḳ, Ahmed b. Nasr’a boynunun tam ortasına bir
kılıç darbesi indirdi. Sonra onun başına bir kılıç vurdu. Daha sonra Sima
ed-Dımaşkî kılıcını çekti. Onun boynunu vurdu, başını kesti. Vâsiḳ’in onun karnına
da bir kılıç vurduğu belirtilmektedir.
Halife Vâsiḳ, Ahmed b. Nasr’ın naaşını
Sâmerrâ’da, başını da Bağdat’ın doğu ve batı kesimlerinde teşhir ettirdi.
Kulağına taktığı idam fermanında, bu başın, Allah’ın Müminlerin Emiri Abdullah
Harun el-İmam el-Vâsiḳ-Billah eliyle öldürdüğü kafir, müşrik ve sapık olan
Ahmed b. Nasr b. Malik’e ait olduğu, Kur’an’ın mahlûk olduğunu kabul etmediği,
Allah’ı mahlûkata benzettiği, üstelik bu günahlarından tevbe etmeye yanaşmadığı
için onun kanını heder ettiğini ilân ediyordu.
[6]
Ahmed b. Nasr’ın yirmi küsur taraftarı
yakalanıp demir zincirlerle bağlandılar ve zaleme adı verilen
hapishanelere atıldılar. Onların ziyaretçiler ile görüşmeleri yasaklandı ve
hapishanede olanlara verilen erzak onlara verilmedi.[7]
Günlerce teşhir edilen Ahmed b. Nasr’ın kesik
başı, daha sonra bir hücreye konarak üzerine çadır gerildi ve muhafaza altına
alındı. Aradan beş yıl geçtikten ve halku’l-Kur’ân konusundaki münakaşalar
tamamen sona erdikten sonra, Halife Mütevekkil’in emriyle, Ahmed b. Nasr’ın
başı hücresinden çıkarılarak ailesine teslim edildi (851).[8]
Naaşı Sâmerrâ’dan getirtilerek Bağdat’ın doğu tarafındaki Mâlikiyye
Kabristanı’na defnedildi.[9]
Saçı başı ağarmış bir hadis âlimini
halifenin kendi keskin kılıcı ile öldürüp kanını etrafa saçması o dönemdeki
Abbasi devleti terörünün hangi noktaya geldiğini göstermektedir. Helenistik,
İran ve Hint kültürlerine ait kitapları tercüme ederek onların düşüncelerine
tolerans gösteren Abbasi halifeleri devlet politikalarına aykırı bazı âlimlerin
ayet ve hadislerin yorumlama biçimlerine sert tepki göstermişlerdir. Ayet ve
hadislere dayanarak, onları yorumlayarak “Halku’l-Kur’an”’ı reddedip
“Rü’yetullah”’ı (Allah’ın ahirette
görülebileceği) savunduğu için bir âlimin halife unvanlı ve kendisine
mü’minlerin emiri denilen birisi tarafından bu şekilde öldürülmesi Müslüman
kamuoyunu derinden sarsmıştır. Ayrıca gerek Ahmed b. Nasr’ın bu şekilde cezalandırılması
gerekse başının ve cesedinin ibret-i alem olması için bu şekilde teşhir
edilmesi İslam’ın hiçbir ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Asırlardan beri bu olayı
duyan vicdan sahiplerini derinden sarstığı gibi bundan sonra sarsmaya devam
edecektir.
KAYNAKÇA
İBN KESÎR,
Ebû’l-Fida İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye-ve’n-Nihâye,
thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, I-XX, Cize, 1997.
İBNU’L-ESÎR,
İzzuddin Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî (630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, (thk. Ebû’l-Fida Abdullah el-Kadî), I-XI,
Beyrut 1987.
KAN, Kadir,
“Vâsiḳ-Billah”, DİA, İstanbul 2012, (s. XLII, 548-549).
KANDEMİR, M.
Yaşar, “Ahmed b. Nasr el-Huzâ’î”, DİA, İstanbul 1989, (s. II, 110).
et-TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mulûk, (thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim),
I-XIII, Beyrut 1967.
YÜCESOY,
Hayrettin “Mihne”, DİA, İstanbul 2005, (s. XXX, 26-28).
[1] Hayrettin Yücesoy, “Mihne”, DİA,
İstanbul 2005, XXX, 26-27.
[2] Kadir Kan, “Vâsiḳ-Billah”, DİA,
İstanbul 2012, XLII, 549.
[3] et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mulûk, (thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim),
I-XIII, Beyrut 1967, IX, 135.
[4] M. Yaşar Kandemir, “Ahmed b.
Nasr el-Huzâ’î”, DİA, İstanbul 1989, II, 110.
[5] et-Taberî, Tarih, IX,
137-138.
[6] et-Taberî, Tarih, IX,
138-139.
[7] İbn Kesir, Ebû’l-Fida İsmail b.
Ömer, el-Bidâye-ve’n-Nihâye (thk.
Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), I-XX, Cize, 1997, XIV, 315.
[8] İbnü’l-Esîr, İzzuddin
Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî, el-Kâmil
fi’t-Tarih, (thk. Ebû’l-Fida Abdullah el-Kadî), I-XI, Beyrut 1987, VI, 115.
[9] İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
XIV, 317.
0 yorum:
Yorum Gönder