Çok harika
bir doktora tezi veya doçentlik tezi okudunuz, sonra okuduğunuz akademisyenin
diğer kitaplarını da merak ettiniz ve hemen kitap sitelerine yöneldiniz ki,
zat-ı muhteremin başka da kitabı olmadığını gördünüz!
Doçentlikte kitap şartını kaldırdıkları için biraz geriye çekelim örneğimizi; müthiş bir doktora tezi okudunuz; dediniz ki, “bu genç büyük işler yapacak”! Ama sonra bir daha ses seda duymadınız... Kaybolup gitti bazı koridorlarda…
Son on-yirmi
yılda sanırım bu hissi sık sık yaşamışsınızdır. Sahi ne oldu bu genç, gelecek
vaat eden ilim insanlarına?
Ben
söyleyeyim; bir “koltuk” peşine düştüler…
Dekan olmak
için, dekan yardımcısı olmak için, bilemedin bir kurumda bir unvan daha almak
için! Olan oldu, olmayan oldu! Kimi “olmak için” yazdıklarını inkâr etti, kimi
“olduğu yerde kalmak için” yapmadığı kalmadı.
Değdi mi?
Dahası
ilimde ne aranıyordu da bulunamadı? Hangi haz, hangi lezzet, hangi tatmin
bulunamayıp koltuk hevesi yüzünden Anadolu’da gidilmedik fakülte, aracı koşulmadık
makam ve mevki, atılmadık takla kalmadı?
Gözlerimizin
içine baka baka ilmimize, şahsımıza, bağlı olduğumuz kurumlarımıza sadece ve
sadece “bir dönem” daha o koltukta oturmak uğruna edilen hakaretlere, verilen
ayarlara, yok saymalara katlanmaya değer mi veya değer miydi?
Biri
ziyaretime gelmişti bir iki yıl önce; fetö ile aslanlar gibi nasıl mücadele
ettiğini anlatmak için. Sordum tabi, “Hocam ne tür bir mücadele vermiştiniz?”
“Her dediğine evet demedik” dedi. Israr ettim, “Mesela?” diye. Çatı aktarmış ha
bir de gölgelik mi ne yapmış! “El-Hak, büyük mücadele vermişsiniz” dedim!
Koltuğu veya
makamı hafife aldığım yok!
Hâşâ!
Üstelik bazı durumlarda zorunluluk hali olduğunu “en az” sizin kadar biliyorum.
Ehil olmayan insanların kurumları nasıl itinayla perişan ettiklerini, kendilerinin
nasıl bir anda “uluhiyete” yükseldiklerini bilenlerden, şahit olanlardanım.
Hani
projeleriniz vardır, hani programlarınız vardır, hani yeni bir bakış açısı
getireceksinizdir, kurumunuza katkılar sağlayacaksınızdır, güçlendirip kuvvetlendireceksinizdir…
Eyvallah!
Hani ilim
sizi sarmadı, bu işler size yorucu geldi, araştır, yaz, yayınlat, oku baktınız
biteceği de yok, e bari başka türlü hizmet vereyim dediniz makama talip
oldunuz… Ona da eyvallah!
Hani birine
gareziniz var, size kadronuzu falan vermemişti, içinizde kalmıştı hesap
soracaksınız… Ona de eyvallah!
Hani devlet
emretti, yapacak da kimse yok… Ona hayli hayli eyvallah!
Hani yeni
bir kurum açıldı, dediler ki, “git ve büyüt” idealin de var… Ona da eyvallah!
Demem o ki,
bütün bunlar olurken onurdan, şahsiyetten, kimlikten, ilimden taviz verilmese
miydi acaba? Hani diyorum ki, azıcık birazcık dik durabilse miydik? Hani
makamın gereği ağırbaşlılıktan, vakur duruştan taviz vermeksizin; makamın
ağırlığı altında ezilmeden en azından, arada sırada da olsa… Tarihe minicik bir
not, tamam not olmasın minicik bir virgül düşmek için…
Değer miydi?
Değdi mi?
Yarın yüz
yüze bakacağız da…
Bitirmeden…
Her ihtimale
karşı “ağır ironi” notuyla ekleyeyim: “göreve hazırım”!
Hocam. Birde doktıra yapamamış yüksek lisanstan öte geçememiş/geçirtilmemiş kadrolar belli kişilere ayrılmış olanları ne etmeli....
YanıtlaSil