5 Nisan 2017 Çarşamba

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Diyet

Ebû Ömer b. Dâvûd
Burada bir İlahiyatçı sıfatıyla İslâm Hukuku’na göre bedel ya da kefaret anlamına gelen diyetten, Ömer Seyfettin'in Diyet adlı hikayesinden veya "ödemek, vermek" anlamındaki diyet kelimesinin kökeninden değil, dilimize Batı’dan ithal edilmiş perhiz ve rejim anlamındaki diyetten söz edeceğim. Gerçi perhiz ve rejim kelimeleri de Fransızcadan geçme dilimize… Diyet kelimesini açıklarken Batı’dan geçen kelimeleri kullanmak, bilinmeyeni bilinmeyenle açıklamak gibi geldi bana. Bu kelimelerin hep Batı’dan ithal olması obezite belasının da, onunla mücadelenin de Batı’dan ithal olduğunu gösteriyor. Batı taklitçiliği önce yaşam standardımızı ve beslenme alışkanlıklarımızı değiştirdi. Obez olunca da Batı’dan çareler ithal ettik. Nedense Batı’dan aldıklarımızın çoğu başımıza bela olan şeyler… Bugünlerde Batı’ya olan nefretimin katsayısı yüksek. Şimdi oradan girmeyeyim.
Bazı hastalık durumları hariç diyet, varsıllığın belalarından biri… İnsanoğlu enteresan bir mahlûk. Önce paraya malik olmak için biriktirir; sonra da parayı elde ederken başına musallat olan hastalıkları tedavi olmak için harcar.
Eski insanlar gözümün önünden geçiyor. Çocukluğumun insanları, özellikle de yaşlılar… Pir-i fani olanlar arasında kilolu kimse hatırlamıyorum. Mesela göbekli adam bilmem. Kilolu olan da…
Eskilerin fit olmalarını sağlayan şey beslenme alışkanlıkları ve çalışma kültürleriydi galiba. Zamanlarını yürüyüş yaparak ya da sporla geçirmeye ihtiyaç duymazlardı. Zira spor hayatlarının içinde işlerinin bir gereğiydi.
Spor öğretmenlerinin tavsiye ettikleri hareketlerin hepsini, tarlaya yürüyerek, ot ya da ekini biçerken eğilerek, orak ya da tahra kullanarak, döğenle ekini döverek, yabayla ekin savurarak, hayvanları yemleyerek, koyunları sağarak, sabanı toprağa bastırırken öne doğru hareket ederek yaparlardı.
Çocukluğumun yaşlıları genellikle bellerine bir kuşak bağlarlardı. Bu sebeple bel kısmını muhkem tutarlar, ağır bir şey kaldırdıklarında bel fıtığı olmazlardı. Ayrıca bellerindeki kuşak karınlarının aşağıya sarkmasını da engellerdi. Kadınlar da kuşak sarmadan güne başlamazlardı. Kalın bir kumaştan oluşan kuşakları elbiselerinin ayrılmaz bir aksesuarıydı.
Sabah namazında uyanıp namazlarını kılan çocukluğumun fanileri mevsime göre hemen alet edevatlarını alıp tarlaya ya da bağa giderlerdi. Yazın öğlen yemekleri mevsim meyveleri, kışın ise çoğu zaman bir avuç kuru üzüm ya da bir parça pestil olurdu. Bizim gibi kışın plastik görünümlü domates ya da salatalık yemezlerdi. Kalori hesabı dertleri yoktu. Kalorinin ne olduğunu da bilmezlerdi zaten.
Et tüketimi oldukça azdı. Beslenmenin temelinde tahıl ve ekmek vardı. Ekmek onların sağlığını bozan bir gıda değil, sağlıklı bir hayatın vazgeçilmez temel besiniydi. Çocukluğumun ekmeği henüz halis un dedikleri bembeyaz undan yapılmıyordu. Evden merkebe yüklediğimiz buğdayı mahallenin değirmeninde öğüttükten sonra boyalı değil, gerçek esmer ekmek yerdik.
Tabiatı bozmayan, hor kullanmayan, ihtiyaçları kadar biriktiren ve tüketen insanlar kalmadı artık… Çeyiz sandığında kefenini saklayan, öldüğünde cenazesinin tekfin ve teçhizi için üç beş kuruşu bir çıkında tutan teyzelerimiz ve amcalarımız yok. Tatil, dinlenme, işten kaytarma, az çalışma çok kazanma, çok yeme az hareket etme var şimdi. Kullandığımız tam otomatik aletler tembelliği hayat tarzı haline getirdi. Oturduğumuz yerden televizyon kanalını değiştirmek, işlerimizin çoğunu makinalara devretmek hayatın konforunu arttırıyor, ama bize hastalık ve kilo olarak geri dönüyor.
Diyet tavsiyesi bekliyorsanız yazıyı bir daha okuyun.
Sağlıcakla kalın…

ebuomerbindavud@gmail.com


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar