17. yüzyılda
yaşamış büyük bir bilim adamıdır. Şubat 1609'da İstanbul'da doğdu. Asıl adı
Mustafa'dır. Doğu'da Hacı Halife, Batı'da ise Hacı Kalfa adıyla da tanınır.
Babası Abdullah, Osmanlı devlet ve siyaset adamlarının yetiştirildiği Enderûn
mektebinde tahsil görerek yetişmiş bir askerdir. Mustafa bin Abdullah, ordu
kâtipliğinde bulunduğu için ulema ve halk arasında Kâtip Çelebi diye tanındı.[1] Hacca
gittiği ve baş muhasebeci ikinci halifesi olduğu için Hacı Halîfe ismiyle
meşhur oldu. Babası dindar bir kişi olduğu için beş-altı yaşlarında onu ilme
teşvik etti. O da İmam İsa Halife el-Kırîmî’den Kur'ân ve tecvid dersleri
almaya başladı. Kur’an’ın yarısını ezberledi. İmam İlyas hocadan Arapça’yı,
Böğri Ahmed Çelebi’den hüsnühat öğrendi. 14 yaşına geldiğinde 1623'te Anadolu
Muhasebesi Kalemi'ne alınmış ve buradaki halifelerin birinden hesap
kaidelerini, rakamları ve siyakat yazısını öğrendi.
1624 yılında babasıyla birlikte Abaza isyanını bastırmak için Tercan
seferine çıktı. Kâtip Çelebi burada silahtar alayındaydı ve savaşın kızıştığı
sırada yüksek bir yerden savaşı daha da yakından müşahede etme fırsatı
bulmuştur.[2] Bir
sene sonra da Bağdat Seferi'ne de katıldı. Bu seferin başarısızlıkla
sonuçlanması ve vuku bulan kıtlık sebebiyle diğer askerlerle birlikte çok
sıkıntılar çekti. Musul’a geldiklerinde babasını kaybetti. 1627-1628’de Erzurum
kuşatmasına katıldıktan sonra İstanbul’a geldi ve yaklaşık iki sene, Bağdat
Seferi'ne katılana kadar, Kadızâde’nin derslerine devam etti. 1630 Bağdat
kuşatmasında ordunun defterini tuttu. Bu sefer esnasında gördüğü Gülanber
Kalesi, Hasanâbâd, Hemedan, Bîstûn gibi yerleri, hem Cihannümâ’da[3] hem
de Fezleke’de[4] anlatmaktadır. Seferden
sonra tekrar İstanbul’a dönerek Kadızâde’nin ders halkasında Tefsir, İhya,
Şerh-i Mevakif, Dürer ve Muhammediye kitaplarını okudu. 1633–1635 Halep
Seferi'nde hacca gitme fırsatı buldu. Dönüşte bir kış Diyarbakır’da kalıp
oradaki âlimlerle görüştü. 1635 senesinde Sultan Dördüncü Murat ile Revan
Seferine katıldı. Bu sefere ait müşahedelerini Fezleke’de ayrıntılı bir şekilde
anlatmaktadır.[5]
On sene kadar çeşitli savaşlarda bulunduktan sonra İstanbul’a döndü ve
kendisini tamamen ilme verdi.[6] Daha
çok tarih, tabakât ve vefâyât türündeki kitapları okumayı seven Kâtip Çelebi
1637’de zengin bir akrabasının ölümü üzerine kendisine düşen oldukça yüksek
miktarda olan mirasın üç yük kadarıyla (300.000 akçe) kitap aldı. Geri
kalanıyla ise Fatih Camii ile Sultan Selim Camii arasındaki evini tamir ettirdi
ve aynı yıl içerisinde evlendi.[7]
1638’li yıllarda fazileti ve bilgisinin çokluğuyla meşhur A’rec Mustafa
Efendi, Ayasofya dersiâmı Abdullah Efendi ile Süleymâniye dersiâmı Mehmed
Efendi’den dersler aldı. Ayrıca A’rec Mustafa Efendiyi kendisine üstâd edindi[8].
Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine katılarak medrese öğrenimindeki
eksikliklerini giderdi. Tarihten tıpa, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir
ilgi alanı olan Kâtip Çelebi'nin aynı zamanda zengin bir kitaplığı da vardı.
Bir taraftan kendisi öğrenirken, diğer yandan birçok talebeye ders verdi.
1645’te Girit Seferi münasebetiyle haritaların nasıl yapıldığını, tetkik etti
ve bu konuyla ilgili yazılan eserlerde çizilen haritaları gördü. Bu yıl
içerisinde sırası geldiği halde yükselemediği için kalemdeki görevinden ayrıldı
ve üç yıl vazife almadı. Bu üç yıl içinde bazı talebelerine sarf, mantık,
Şerh-i Şemsiye, Câmî, Ferâiz, Kadı Mîr, Şerh-i Mekasid, Mültekâ ve Dürer
derslerini okuttu. Yine bu zaman içinde anî olarak hastalandığı için tedavi
çarelerini aramak maksadıyla tıp kitapları okudu. Kalbini kötülüklerden
temizlemek, manevî sağlığa kavuşmak için de Esmâ ve Havâs kitaplarını okudu.[9]
Din âlimlerine olan aşırı sevgisi sebebiyle devamlı onlarla beraber
olmaya çalışırdı. 1648'de Takvimü't-Tevarih adlı eseri dolayısıyla Şeyhülislam
Abdurrahim Efendi aracılığıyla maliye kaleminde ikinci halifeliğe getirildi.[10]
Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki çabalarını sürdüren Kâtip Çelebi
peş peşe eserler vermeye başladı. Telif ve çeviri olarak yirmiyi aşkın kitap
yazdı. En önemlileri tarih, coğrafya ve bibliyografya alanındadır. Kâtip Çelebi
dönemin durgunlaşmış ve yeniliklere kapalı havası içinde Osmanlı toplumunda
büyük atılımlar yapan bir aydındır. Batı'daki astronomi eserlerini çevirmeye
yönelmiş bir âlimdir. Döneminin şartlarını aşan bir bilim anlayışının ilk
mimarlarından biri olarak kabul edilir.
6 Ekim 1657'de İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri, Vefa’dan Unkapanı’ndaki
Mahmûdiye (Unkapanı) Köprüsüne inen büyük caddenin sağ kenarındadır.
Kişiliği ve İlme Düşkünlüğü
Kâtip Çelebi çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok
yazan biri olarak bilinir. Hicvedilmekten hoşlanmazdı. Şarap içmez, tütün
kullanmazdı. Özellikle katmer salkımlı mavi sümbül çiçeklerinden yetiştirirdi.
Kâtip Çelebi mezheben Hanefî, meşrep olarak İşrakî[11]
olduğunu söyler. İşrakiliğin İslamî ilimler içinde tasavvuf menzilesinde
felsefe ilimlerinden biri sayıldığına işaret ettikten sonra nefs-i natıka için
en yüksek mertebenin Allah’ı tanımak olduğu, bunun içinde biri ehl-i nazar ve
istidlal, diğeri riyazet, mücâhede ve tarikat saliklerinden olmak üzere iki yol
bulunduğunu belirtmektedir. Zamanında tekkelerin meczupların ve değersiz
kişilerin ziyaretgâhı haline geldiğini söyleyen[12]
Kâtip Çelebi ölülerden yardım dilemenin anlamsızlığını, mezarlara konan
mumların ve yakılan kandil yağlarının mumculara ve mezar bekçilerine
yarayacağını belirterek bu tür inançları eleştirmekten çekinmemiştir.[13]
Yaşadığı dönemde taassubun her çeşidine karşı çıkmış, bunun bir iç savaşa yol
açacak kadar şiddetlendiği bir devirde gereksiz taassubun hem şeriata hem de
akla dayanarak önlemeye çalışmıştır.
Kâtip Çelebi aynı zamanda bir münekkittir. İncelediği
kitaplarda gördüğü hataları söylemekten hiçbir zaman geri kalmamıştır. Kendisi
tarihî bir olayı aydınlatmak için birçok kitap karıştırmıştır. Arapça bir eser
olan Fezleke’yi yazarken elinden 1300 eserin geçtiğini belirtmekte ve bu
sözlerini Takvimü’t-Tevarih için de tekrarlamaktadır.[14]
Arapça, Farsça yanında Lâtince'yi de bilirdi. XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve
kültür hayatına adeta damgasını vuran Kâtip Çelebi Türkiye’de olduğu kadar
Batı’da da büyük bir takdir ve şöhret kazanmış, eserlerinden hayranlık
derecesine varan ifadelerle bahsedilmiş ve Franz Babinger onu Osmanlının
Suyûtî’si olarak vasıflandırmıştır.[15]
Osmanlı Devleti'nde batı ilmiyle en fazla ilgilenen, doğu ilmiyle mukayesesini
ve sentezini yapan ilk Türk ilim adamlarından biridir.
İlmin toplumsal hayatın devamı açısından ne kadar önemli
olduğunu vurgulayan Kâtip Çelebi, dinle hayat arasında sağlıklı bir ilişki
kurmanın ancak ilim yoluyla olabileceğini belirtir. Kaleme almış olduğu
eserlerinde sözü çok fazla uzatmaması, seci’ye kaçmaması göze çarpar. Bundan
dolayı Kâtip Çelebi’nin eserleri çağdaşlarına göre oldukça anlaşılır bir dile
sahiptir. Ayrıca tarih yazarken duyguları bir yana bırakıp tarafsızlığa bağlı
kalması ve hadiseleri değerlendirmelerinde itidali elden bırakmaması onun
eserlerinde öne çıkan bir özelliktir. Kendisi her ne kadar medrese eğitimi
almasa da ders verecek kadar bilgilidir. O bir eser yazarken öte yandan dersler
verirdi. Diğer müderrisler gibi şerh ve haşiye türü kitaplar yerine temel
kitaplar okuturdu. Eğitim metodu olarak bütünden parçaya bir başka deyişle
kökten dala giden bir tarzdadır. [16]
Eserleri
- Fezleketi
Akvâlü'l-Ahyâr fi İlmi't-Tarih ve'l-Ahbar: Tarih alanındaki
eserlerinin ilki 1642'de tamamladığı Arapça bir eserdir. Mukaddeme, üç
usûl ve bir hâtime olmak üzere dört bölümden oluşan kitapta tarihin
anlamı, konusu ve yararı anlatıldıktan sonra bu alandaki temel eserlerin
bir bibliyografyası verilmiş, ardından da klasik İslam tarihçiliğine uygun
olarak dünyanın yaratılışından itibaren Peygamberlerin ve hükümdarların
tarihîni 1639'a dek kurulan devletler ve meydana gelen önemli olaylar
kısaca anlatılmaktadır.[17]
- Fezleke:
Arapça Fezleke'nin devamı niteliğindeki Türkçe Fezleke 1591–1654
arasındaki olayları anlatan bir Osmanlı tarihidir. Olayların kronolojik
sıralamasının ardından her yılın sonunda o yıl içerisinde ölen devlet
adamları ve bilginlerin yaşam öykülerinden ve yapıtlarından da kısaca söz
eder. 1879’da iki cilt olarak basılmıştır.
- Keşfü’z-Zünûn
anil Esâmi’il-Kütüb vel-Fünûn: (Adlardan ve çeşitli konularda yazılmış
olan kitaplardan şüpheleri gidermek.) Kâtip Çelebi'nin 20 dolayındaki
eseri arasında belki de en önemlisidir. Eserde, 300'e yakın müstakil
ilimin konuları ve amaçları hakkında bilgiler sunulmakta çeşitli
araştırmalara yer verilmektedir. Özellikle Batı'da tanınan en ünlü
eseridir. Arapça bir bibliyografya sözlüğü olan eserde 14.500 kitabın ve
risalenin tanıtımı yapılan eserde 10.000 civarında yazar ismi
bulunmaktadır. Bilim tasnifine göre ve alfabetik olarak düzenlenmiş olan
eser, yirmi yılda tamamlanmıştır. Kâtip çelebi hakkında bilgi almak
istediği eserleri büyük bir dikkatle incelemiştir. Bizzat görmediği ve
incelemediği eserlerin bölümlerini kitabına almamıştır. Bu da eserin
güvenilirliğini artırmaktadır. Kaydettiği eserleri, müellifi, te’lif
tarihi ile göstermiş ve bununla ilgili eserleri kaydetmiştir. Mısır’da,
Almanya’da, İstanbul’da basıldı. Flügel tarafından 1835–1858 yılları
arasında, Arapça metni Lâtince’ye tercüme edilerek yedi cilt olarak
basılmış ve indeks ilave edilmiştir. Esere zeyl yazan kimseler ise Halepli
Hüseynü’l-Abbasi en-Nebhânî, Vişnezâde Mehmet İzzetî Efendi, Arabacılar
Şeyhi İbrahim Efendi, Riyâzizâde Abdullatif b. Muhammed, Hanifzâde Ahmed
Tahir Efendi, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey, İsmail Saib Sencer, Bağdatlı
İsmail Paşa, Râmiz Hüseyin, Ahmed Şemseddin, Şeyh Ağa Bozorg-ı
Tahrânî’dir. Eserin yazma nüshaları hem Avrupa hem de Türkiye’nin pek çok
kütüphanesinde mevcuttur.[18]
- Cihannümâ:
En eski coğrafya kitabımızdır. Coğrafi eserlerin en önemlisi olan
Cihannüma Osmanlı coğrafyacılığında yeni bir çığır açmıştır. Coğrafya ve
kozmografyaya ait olan eserde yazar, dünya üzerindeki 5 kıtayı 6'ya bölmüş
ve hepsi hakkında genel bilgi vermiştir. (Avrupa, Asya, Afrika, Amerika,
Avustralya ve Kutup bölgeleri). Eserde yeryüzünün yuvarlaklığını ispat
için çeşitli deliller verilmiş ve Japonya'dan Erzurum'a kadar mevcut olan
bütün bitkiler ve hayvanlar tanıtılmıştır. Cihannüma aynı zamanda
Osmanlıların üç kıtadaki hâkimiyeti, şehir ve kasabaları hakkında hiçbir
yerde bulunmayan değerli bilgileri de ihtiva eden ilk ve yegâne sistematik
coğrafya kitabıdır. Kâtip Çelebi Cihannüma'yı iki kez yazmıştır. 1648'de
yazmaya başladığı ilki klasik İslam coğrafyası temelindeydi. Bu eserini
henüz bitirmemişken eline geçen Gerardus Mercator'un Atlas'ını Fransız bir
Müslüman olan Mehmed İhlasî’nin yardımıyla Latince'den Türkçe'ye
çevirterek yeni bilgiler edindi ve 1654'te Cihannüma'yı ikinci kez yazmaya
girişti. Ardından yine Mercator'un Atlas Minor'unu elde etti. Bunların
yanı sıra Batılı coğrafyacılardan Ortelius, Cluverius ve Lorenz'in
eserlerinden de yararlandı. Doğal olarak eski Arap, İran ve Osmanlı
coğrafyacıların yapıtlarını da kullandı. İkinci Cihannüma, dünyanın
yuvarlak olduğunu da kanıtlamaya çalışan fiziki coğrafya ağırlıklı bir
giriş bölümünden sonra Kristof Kolomb ve Macellan'ın keşif gezilerinden
söz eder. Ardından Japonya'dan başlayarak Asya ülkelerini tanıtır.
Bunların tarihleri, yönetim biçemleri, ekonomileri, inançları konusunda
bilgiler verir. Bu arada İslam coğrafyacılarının bilgi yanlışlarını
gösterir, bunların harita kullanmamaktan ileri geldiğini açıklar. Yazar,
bu ikinci eserini de ölümü nedeniyle tamamlayamamış ancak araştırmalarını
Osmanlı İmparatorluğu sahasına kadar getirmiştir. Bu eserde anlatılan son
yer ise Van'dır. Birinci Cihannüma'da ise Osmanlı Avrupa'sı ve Anadolu ile
İspanya ve Kuzey Afrika'yı kapsamaktadır. Her iki biçimde de ek olarak
birçok harita vardır. Cihannüma, özünde tüm İslam ve Hıristiyan
coğrafyacılığının da temeli olan Batlamyus (Ptolemaios) kuramına
dayanmakla birlikte, o güne dek hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı
kaynaklarını Osmanlı coğrafyacılığına tanıtması bakımından büyük önem
taşır. Haritalarıyla birlikte İbrahim Müteferrika tarafından 1732 yılında
basılmıştır. Daha sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak teşkil
edebilecek bu eser, Avrupa dillerinde tercüme edilmiştir.[19]
- Tuhfetü’l-Kibâr
fî Esfâri’l-Bihâr: Denizcilik târihi bakımından mühim bir eserdir.
Osmanlının kuruluş döneminden 1656'ya kadar Osmanlı denizciliğinin bir
tarihçesi yanında Osmanlı donanmasının, tersane ve bahriye örgütünün
işleyişini anlatır, kaptan-ı deryaların hayat hikâyelerini verir. Sonunda
da son zamanlarda denizlerde uğranılan başarısızlıkları giderme yolundaki
nasihatlerini sıralar. Bu eserin İngilizce ve Fransızca çevirileri de
vardır.[20]
- Takvîmü’t-Tevârîh:
Âdem (a.s)’dan 1648 tarihîne kadar geçen vakaların kronolojik açıklamasını
ihtivâ eder. Ayrıca önceden yazmış olduğu tarih kitaplarının ve Arapça
Fezleke’nin kronolojisi sayılabilir. İki ayda tamamlamıştır. Arabî ve
Fârisî dilde basılmıştır. İtalyanca’ya çevrilerek 1698’de Venedik’te
Rinaldo Karli tarafından basılmıştır.[21]
- Kânunnâme: 1654–1655
yılları arasında toplanmış bir kanun mecmuasıdır. Eser bugün mevcut
olmadığı için içeriği hakkında fazla bir bilgi mevcut değildir.
- Tarîh-i
Firengî Tercümesi: Johan Carion’un Chronic adlı eserinin çevirisi
olup, Şinasi zamanında Tasvir-i Efkar Gazetesinde, bu çevirinin bazı
yerleri yayınlanmıştır. Kâtip Çelebi bu eserdeki bilgileri başka İslam
tarih kitaplarına aktarmak ve eklemek için Türkçe’ye çevirmiştir.[22]
- Tarîh-i
Kostantiniyye ve Kayâsire: bu eserde İstanbul’da hüküm sürmüş olan
Bizans ve Osmanlı sülalesi zamanlarında geçen tarihî olaylar, İstanbul’un
su yolları, çukur bostanları, somaki tahtları, yangınları, zelzelesi ve
sairesi sıralanmaktadır. Kâtip çelebi eseri hazırlarken Zanoras,
Acominatos, Gregoras ve Chalcocondyles Bizans tarihçilerinin eserlerinden
istifade etmiştir.[23]
- İrşâdü’l-Hayârâ
ilâ Târîhi’l-Yunân ve’r-Rûm ve’n-Nasarâ: Bu eser, Katip Çelebi’nin
Türkçe’ye çevirdiği Atlas Minor’dan ve başka kitaplardan faydalarak
hazırlamıştır. Eser Avrupalılar hakkında eksik ve yanlış bilgileri
gidermek üzere yazılmış küçük bir risaledir. İki bölümden oluşan eserin
ilk kısmında Hristiyanların kutsal günlerini ve mezheplerini tanıtır.
İkinci kısımda ise demokratik ve aristokratik Avrupa devletlerinden,
Papalıktan ve İmparatorlardan bahseder.[24]
- Süllemü’l-Vüsûl
ilâ Tabakâtu’l-Fühûl: Harf sırasına göre tertip edilmiş Arapça bir
biyografi kitabıdır. Üç kısımdan oluşan eserin ilk bölümünde künyleriyle
tanınmış meşhur kimseler, ikinci bölümde ise nesep, künye ve lakaplarıyla
tanınan kimseler sıralanmaktadır. Son bölümde ise çeşitli faydalı tarih
bilgilerine ayrılmıştır. Keşfü’z-Zünûn’da geçen kitap yazarlarına ait bir
indeks olduğu da söylenebilir. Eserin hazırlanmasında yüzden fazla
kaynaktan istifade etmiş ve Suyutî’nin Tahrîrü’l-lübeb isimli eserini
örnek almıştır. Eserin tek nüshası müsvedde halindedir ve Süleymaniye
Kütüphanesi Şehit Ali Paşa 1877 numarada kayıtlıdır.[25]
- İlhâmü'l-Mukaddes
min Feyzi'l-Akdes; Daha çok dinsel konuları tartıştığı eserlerinin en
önemlilerinden olan İhlâmü’l-Mukaddes’de kuzey ülkelerinde namaz ve oruç
zamanlarının belirlenmesi, Dünya'da Güneş'in hem doğduğu hem de battığı
bir yerin var olup olmadığı ve her ne yana yönelirse Mekke'den başka kıble
olabilecek bir yer olmadığını tartışır. Kendisi bu üç sorunun cevabına kalkışmayıp
tanınmış âlimlerin eserlerinden yararlanarak, sadece bunları açıklamakla
yetinmiştir. Arapça olan bu eserinde cevaplamaya çalıştığı bu soruları
daha önce Şeyhülislam'a ve bilginlere sorduğunu, ama doyurucu bir karşılık
alamadığını da belirtir.[26]
Eserin yazma nüshalarının bulunduğu kütüphaneler ise Arkeoloji Müzesi,
İstanbul Üniversitesi Merkez kütüphanesi, Nuruosmaniye, Süleymaniye Lala
İsmail Efendi, Hamidiye, Hacı Mahmud Efendi, Düğümlü Baba, Atatürk
Kitaplığı Muallim Cevdet kütüphanesi, Kayseri Raşid Efendi
kütüphanesi’dir.[27]
- Tuhfetü’l-Ahyâr
fi’l-Hikem ve’l-Emsâl ve’l-Eş’âr: (Hikmetler, atasözleri ve şiirler
üzerinde dindar kişilere armağan.) Harf sırasına göre hazırlanmış faydalı
bilgiler kitabıdır. Üç dilde muhtelif eserlerden toplanmış olup felsefe ve
edebiyat ile ilgili fıkralar, aile ve memleket idaresine ait kıssalar,
kuşlar, hayvanlar ve otlara dair bilgiler, hoş latifeler, hikâyeler ve
atasözleri yer almaktadır.[28]
- Düstûrü’l-Amel
fî Islâhi’l-Halel: (Bozuklukları düzeltmek için nelerin yapılması
gerektiğini bildiren düstur) İbn
Haldun'un tarih felsefesi ve sosyolojik kuramlarını takip etmiştir ve İbn
Haldun'un Üç durum yasası teoremini eserine temel olarak kullanmıştır. Üç
durum yasasına göre toplumlar da insan gibi üç devreden geçer: gençlik ve
gelişme, duraklama ve çöküş yani gerileme ve yaşlanma. Kâtib Çelebi
toplumlar için de bu süreci benimser, her toplum için duraklama ve çöküşün
nihâi olduğunu kabullenir bununla birlikte bu sürecin
geciktirilebileceğini belirtir. Eserinde bu sürecin geciktirilmesi ve
Osmanlı toplumunun iddia ettiği sorunlu hâlini düzeltebilmesi için çeşitli
yapısal değişiklikler önerir. Toplumu birçok çağdaşı gibi dörde ayıran
(çiftçiler, tüccarlar, askerler ve âlimler) Kâtib Çelebi'ye göre temel
sorunlardan biri asker sayısı artarken çiftçi sayısının azalmasıdır; bu
sebeple önerdiği çözümlerden biri de asker sayısının azaltılması, çiftçi
sayısınınsa arttırılmasıdır. Kâtip Çelebi'nin tarih felsefesini ve toplum
görünüşünü açıklaması bakımından önemi olan bir eseridir. Kısa kısa dört
bölümden oluşan bu küçük risalede İbn Haldun'un etkisi açıkça görülür.
Toplumların da canlılar gibi doğup, gelişip, öldüğü görüşünü yineleyen
Kâtip Çelebi, bu dönemlerin uzunluğunun ya da kısalığının toplumlara ve
kişilere göre değiştiğini de ekler. Risalede Osmanlı Toplumu'nun ömrünün
uzaması için de reaya, asker ve hazine konularında alınması gerekli
önlemleri sıralar, değişik nasihatlerde bulunur.[29]
- Beyzâvî
Tefsîri Şerhi: Hocası Arec Mustafa efendiden gördüğü derslerden
ilhamla günde bir sahife yazmaya başlamıştır. Bu eser hakkında daha fazla
bilgi verilmediği için bu eser herhalde ya şerh başladığı yerde kalmış, ya
da kaybolmuş görünüyor.[30]
- Hüsnü’l-Hidâye
(Muhammediye Şerhi): Talebesi Akhisarlı Ahmed el-Rumî’nin oğlu Mevlâna
Mahmud’un ricası üzerine çok zeki olduğunu söylediği oğlu bir başka
talebesi için Ali Kuşçu’nun Muhammediye’sinin cebir ve mukabele bölümüne
kadar olan kısmına yaptığı şerhtir. Bu iki çocuğun ölümü üzerine eser
tamamlanmamıştır. Bu eserin varlığını diğer eserlerinden öğreniyoruz. Eser
şu an mevcut değildir.[31]
- Recmü’r-Racîm
bi’s-Sîn ve’l-Cîm: (Sual ve cevap yoluyla şeytanı taşlama.) 1653-1655
yılları arasında şeyhülislamların yazılarından, garip fıkıh meselelerinin
ve ilginç fetvaları bir araya getirerek meydan getirilen bu eser mevcut
değildir.[32]
- Câmiü’l-Mütûn
min Cell’il-Fünûn: Kâtip Çelebi’nin türlü konulara ait okuduğu veya
okuttuğu eserlerin özetlerinden ve açıklamalarından meydana gelmiş bir
mecmuadır.[33]
- Mîzânü’l-Hakk
fî İhtiyâri’l-Ehakk: (En doğru olanı seçmek için Hak terazisi.) Müellifin son eseri olan
Mizanü'l-Hakk'ı Kasım 1656’da tamamlamıştır. Yaşadığı dönemde tartışılan
batıl düşünce ve inançalara karşı, müspet fikirlerini açıklamak,
mahiyetini ortaya koymak ve kavgaların önüne geçmek için bu eseri kaleme
almıştır. Muhtelif konular hakkında düşüncelerini açıklar. Karşıt
düşüncelere hoşgörüyle bakılmasını öğütler. Din bilginlerinin kendi
aralarındaki şiddetli tartışmalarının temelsizliğini ve zararlarını
vurgular. Eserinin sonunda kendi hayat hikâyesine yer verir. Kâtip
Çelebi’nin en çok basılan kitabıdır. Eserde izah ettiği bazı konular bugün
bile güncelliğini sürdürmektedir. Eserin yazma nüshaları Türkiye’nin pek
çok kütüphanesinde mevcuttur.[34]
- Levâmiu’n-Nur
fî Zulmeti Atlas Minur: Katip Çelebi’nin ikinci önemli coğrafya
eseridir. Mehmet İhlasî’nin yardımıyla bir buçuk senede yaptığı G.
Mercator ve Lud Hondios’un Atlas Minor isimli eserinin tercümesidir.
Eserde Avrupa bölümü ayrıntılarıyla verilirken, Asya, Afrika ve Amerika
bölümleri o kadar ayrıntılı değildir.[35]
Eserin yazma nüshalarının bulunduğu kütüphaneler ise Topkapı sarayı Revan
Köşkü, İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, Nuruosmaniye, Süleymaniye Esad
Efendi, Hamidiye ve Beyazid Veliyyüddin’dedir.
- Dürer-i
Müntesira vel Gurer-i Münteşira: Çeşitli konularda faydalı bilgilerin
olduğu bu eserin tek nüshası müellif hattıyla Nuruosmaniye Kütüphanesinde
4949 numaralı kitabın 1–26 varakları arasında ve talik hattıyla
yazılmıştır. Ayrıca aynı kütüphanede 4385 numaraları kitapta da vardır.
Arapça yazılmıştır.[36]
- Tarih ve
Tabakât-ı Nevâdir İhtisârı: Katip Çelbei’nin 1065 yılında kaleme
aldığı bu eserini, kütüphanelerdeki üç yüz cilt kadar mecmuadan çıkarılan
dört bin kadar risaledeki faydalı bilgilerin Letâyif-i Nigaristan-ı Gıfarî
tarzında yazmıştır. Bu önemli mecmuadan sadece Bursalı Mehmet Tahir
bahsetmektedir.[37]
Bibliyografya
Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, 1991.
Aydın, Mehmet, “Kâtip Çelebi’nin
İrşâdü’l-Hayarâ adlı eseri,” Beşinci
Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul, 23–28 Eylül 1985, Tebliğler,
III. Türk Tarihi, c. I, İstanbul, 1986, s. 95–100.
Babinger, Franz, “ Ein Turkischer
Stiftungsbrief des Nekresi…”, Mittulingen Zur Osmanischen Geshichte.,
1921/22, Wiena, 1922.
Berker, Şevki, “Tuhfetü’l-Kibâr ve
Katip Çelebi,” Ülkü Mecmuası, Ankara,
1940, c. XV, s. 471–475.
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1343, c.
3.
Gökbilgin, Tayyib, “Kâtip Çelebi’nin
Kronolojik Eseri: Takvîmü’t-Tevârîh,” Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991.
Gökyay, Orhan Şaik, Kâtip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yay., Ankara, 1986.
---------, “Kâtip Çelebi, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”, Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında
İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991.
---------, “Cihannümâ,” DİA, c.7, s. 541–542;
Güleç, İsmail, Kâtip Çelebi Hayatı, Kişiliği, Eserleri ve Keşfü’z-Zünûn’u,
İstanbul, 1998.
İzgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul, 1997.
Kâtip Çelebi, Mizanu’l-Hakk fî İhtiyârı Ehak, Ziyad Ebuzziyâ, İstanbul, 1896.
---------, Fezleke,
c. II.
---------, Cihannümâ,
İstanbul, 1732.
---------, Keşfü’z-Zünûn,
İlm-i Havas c. I.
---------, Takvimü’t-Tevârih, İstanbul, 1146 (1736).
Kütükoğlu, Bekir, Kâtip Çelebi Fezleke’sinin Kaynakları,
İstanbul, 1974, s. 11–20.
Orgun, Ünsan, “Osmanlı Deniz
Kaynakları ve Tuhfetü’l-Kibâr,” Bilgi,
1957.
Selen, Hamid Sadi, “Cihannümâ,” Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında
İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s. 1121–136.
Şehsüveroğlu, Bedi N.,
“İlhâmü'l-Mukaddes min Feyzi'l-Akdes,” Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991,
s. 141–176.
Türek, Ahmet,
“Kâtip Çelebi’nin Süllemi’l-Vüsul’ü,” Bilgi,
1957, s.11.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul,
1995, s.283.
Ünver, Süheyl, “Kâtip Çelebi’nin
Cihannümâsından Çin ve Hıtay hakkında verilen malumatın kaynağı üzerine,” Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991.
Yınanç, Mükrimin Halil,
“Fezleketü’l-Akval ve’l-Ahyâr hakkında”, Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991.
[1] Kâtip Çelebi, Mizanu’l-Hakk fî İhtiyârı Ehak, Ziyad Ebuzziyâ, İstanbul, 1306, s.
123 vd.
[2] Kâtip Çelebi, Fezleke, c. II, s. 55.
[3] Kâtip Çelebi, Cihannümâ, İstanbul, 1732, s. 300–302 vd.
[4] Fezleke,
c. II, s. 118 vd.
[5] Fezleke,
c. II, s. 164 vd.
[6] Mizanu’l-Hakk,
s.127.
[7] Mizanu’l-Hakk,
s.128–129.
[8] Fezleke,
c. II, s. 392.
[9] Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, İlm-i Havas c. I s. 725; Mizanü’l Hakk, s. 133.
[10] Kâtip Çelebi, Takvimü’t-Tevârih, İstanbul, 1146 (1736), s. 247; Mizanü’l Hakk, s. 133.
[11] Ruhun
eğitilmesi ve olgunlaştırılması, kalbin arındırılması ve temizlenmesi
neticesinde insanın içinin aydınlanması suretiyle manevi, ezelî ve ebedî
gerçeği kavramasıdır. Sühreverdi-i Maktul bu meşrebin piridir. Süleyman Uludağ,
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul,
1995, s.283.
[12] Fezleke,
c. II, s. 214.
[13] Mizanu’l-
Hakk, bk. Kabir Ziyareti bahsi s. 76–78.
[14] Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay,, Ankara, 1986, s. 25.
[15] Franz
Babinger, “ Ein Turkischer Stiftungsbrief des Nekresi…”, Mittulingen Zur Osmanischen
Geshichte., 1921/22, Wiena, 1922, s.163.
[16] Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul, 1997, s.101.
[17] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, “Kâtip
Çelebi, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”, Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991, s. 40–43; Mükrimin Halil Yınanç, “Fezleketü’l-Akval ve’l-Ahyâr hakkında”,
Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında
İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s. 93–100; Bekir Kütükoğlu, Kâtip Çelebi Fezleke’sinin Kaynakları,
İstanbul, 1974, s. 11–20.
[18] Geniş bilgi için bkz; İsmail Güleç, Kâtip Çelebi Hayatı, Kişiliği, Eserleri ve
Keşfü’z-Zünûn’u, İstanbul, 1998, s. 35–49.
[19] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, Katip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yay., Ankara, 1986, s.47-50; Orhan Şaik Gökyay, “Cihannümâ,” DİA, c.7, s. 541-542; Hamid Sadi Selen,
“Cihannümâ,” Kâtip Çelebi Hayatı ve
Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s.
1121-136; Süheyl Ünver, “Katip Çelebi’nin Cihannümâsından Çin ve Hıtay hakkında
verilen malumatın kaynağı üzerine,” Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında
İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991,
s.137-140.
[20] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, Katip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yay., Ankara, 1986, s.43-44; Ünsan Orgun, “Osmanlı Deniz Kaynakları ve
Tuhfetü’l-Kibâr,” Bilgi, 1957; Şevki Berker, “Tuhfetü’l-Kibâr ve Katip
Çelebi,” Ülkü Mecmuası, Ankara, 1940,
c. XV, s. 471-475.
[21] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay,
“Kâtip Çelebi, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”, Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 1991,
s. 48–54; Bekir Kütükoğlu, Kâtip Çelebi Fezleke’sinin Kaynakları,
İstanbul, 1974, s.11–20; Tayyib Gökbilgin, “Kâtip Çelebi’nin Kronolojik Eseri:
Takvîmü’t-Tevârîh,” Kâtip Çelebi Hayatı
ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s.
101–120.
[22] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, a.g.e., s. 54–56.
[23] Geniş bilgi
için bkz; Orhan Şaik Gökyay, Katip Çelebi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986, s.45; İsmail Güleç, a.g.e.,
s. 33.
[24] Geniş bilgi
için bkz; Orhan Şaik Gökyay, a.g.e.,
s.45-46; Mehmet Aydın,“Kâtip Çelebi’nin İrşâdü’l-Hayarâ adlı eseri,” Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul,
23–28 Eylül 1985, Tebliğler, III. Türk Tarihi, c. I, İstanbul, 1986, s.
95-100.
[25] İsmail Güleç, a.g.e., s.30; Geniş
bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, a.g.e.,
s.57-61;
Ahmet Türek, “Kâtip Çelebi’nin
Süllemi’l-Vüsul’ü,” Bilgi, 1957,
s.11.
[26] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, Katip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yay., Ankara, 1986, s.51–52; Bedi N. Şehsüveroğlu, “İlhâmü'l-Mukaddes min Feyzi'l-Akdes,”
Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında
İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991, s. 141–176.
[27] İsmail Güleç, a.g.e., s.27.
[28] Orhan Şaik Gökyay, a.g.e., s. 53-54.
[29] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay,
“Kâtip Çelebi, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”,
Kâtip
Çelebi ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991,
s. 82– 84; İsmail Güleç, a.g.e., s.23–24.
[30] Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986, s. 55.
[31] Geniş bilgi için bkz; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul,
1991, s. 127–158;
İsmail Güleç, a.g.e., s.25.
[32] Orhan Şaik Gökyay, a.g.e., s. 55.
[33] Orhan Şaik Gökyay, a.g.e., s. 56.
[34] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay,
“Kâtip Çelebi, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”,
Kâtip
Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1991,
s. 87– 90; İsmail Güleç, a.g.e., s.28–29; Adnan Adıvar, a.g.e., s. 140–141.
[35] Geniş bilgi için bkz; Orhan Şaik Gökyay, a.g.e., s.73–76;
Adnan Adıvar, a.g.e., s. 147–148.
[36] İsmail Güleç, a.g.e., s. 23.
[37] İsmail Güleç, a.g.e., s. 33; Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1343, c. 3, s.131.
0 yorum:
Yorum Gönder