18 Nisan 2017 Salı

İslam Tarihinde Şehirlere / Mekke ve Medine’ye Bir Bakış

Doç. Dr. Nizamettin Parlak
Müslüman tarihçiler sadece insan üzerinden değil aynı zamanda mekânlar/şehirler üzerinden de tarihe bakmayı ve tarihi değerlendirmeyi önemsemişlerdir. Bu yüzden başta Mekke, Medine, Bağdat vb. merkezler olmak üzere pek çok şehir hakkında müstakil eserler telif edilmiştir. Fakat galiba bir husus, dikkatlerden kaçmıştır. O da şehirlerin, tıpkı insanlar gibi birbirleriyle ilgili, irtibatlı oldukları ve çeşitli şekillerde birbirlerini etkiledikleri gerçeğidir.
Şehirlere, onlar da tıpkı birer insanmış, canlı organizmaymış gibi bakıldığında farklı değerlendirmeler yapmak mümkün olabilir. Mesela yeryüzünde ilk insanla birlikte ilk şehri, ilk kardeşlerle birlikte ikiz/kardeş şehirleri, ilk Müslüman olan kişiyle birlikte Müslüman olan ilk şehri, çeşitli şekillerde ve de birbirleriyle ilişkileri açısından ele almak insanı farklı sonuçlara ulaştırabilir.
Dünyada Müslüman olan ilk şehir Medine’dir. İslam Medine’yi gönülden fethetmiştir.  Medine’den önce, İslam tarihindeki yerini almış olan Mekke ise savaşılmadan ama orduyla fethedilmiştir.
Medine’nin kalbinde Peygamber yatar. Mekke’nin kalbinde ise yüreği putlarla burkulmuş Kâbe yer alır. Kâbe’yi putlarla kirleten eller, Medine’nin kalbinde yatanın gönlünü incitmiştir. Bundan dolayı olsa gerek İslam, Mekke’ye orduyla hâkim olmuştur. İslam’a gönül veren Medine’nin ise gönüllerdeki yeri başkadır. Çünkü Medine Peygambere gönlünü vermiş, gönlünde Peygambere yer açmıştır. Mekke’nin kalbi ise bir operasyonla temizlenmiştir. Mekke’nin kalbinden çıkan ya da Mekke’nin, kalbinden çıkardığı Peygamber, geri dönüp onun kalbini temizlemiştir.
Mekke İslam’ın beyni ise Medine kalbidir. Mekke’de bunalan İslam Medine’de hayat bulmuştur. Ama Medine’den önce Habeşistan’a ve Taif’e talip olmuştur. Habeşistan’dan cesaret alan, Taif’te umduğunu bulamayan İslam, o diyarlarda aslında Medine’sini aramıştır. Ama aradığı Medine’yi Yesrip’te bulmuştur.
Mekke’nin adında sert sesli bir harf yer alır ve bu harfin tekrarlanması sanki Mekke’nin sertliğinin ya da inatçılığının bir göstergesidir. Mekke’yi tavsif eden “Mükerreme” kelimesinde de sert sesli harf bulunmaktadır. Ama “Medine” ismi öyle mi? Onun harflerinde de sıfatı olan “Münevvere” de de aynı hilmi, akıcılığı ve yumuşaklığı görmek mümkündür.
İnsanlar için “kendilerine konulan isimler, insanların şahsiyetlerini etkiler” denir. Muhtemelen aynı durum şehirler için de geçerlidir. Hz. Peygamber’in, Mekke’nin ismine müdahale etmemesi ilginçtir. Ama Yesrip, “Peygamber şehri” adını alarak Medine olmuş, medenîleşmiştir. Acaba bundan dolayı mıdır, Peygamber devrinde Mekke’de yaşanan şiddet, vahşet, Peygamber döneminde onun Medine’sinde -en azından o boyutta- yaşanmamıştır. Bedir ve Uhut savaşlarının Medine dışında olması, Hendek’in Medine’ye bitişik ama yine de dışında olması sanki bu şehrin masumiyetine bir halel gelmesin diyedir.
Mekke’deki şiddet olaylarının Hz. Peygamberin vefatından sonra mancınıkla Kâbe’ye saldırma boyutlarına ulaşması kadar Peygamber sonrası Medine’sinde de kanlı olayların yaşanmış olması son derece ilginçtir. Medinetü’n-Nebi’de, onun ilkeleriyle yaşansaydı benzer sorunlar vuku bulur muydu? Başkentin Hicaz dışına taşınmasının sebeplerinden biri de kutsal mekânların, siyasetin kirliliğinden uzak tutulması arzusu olduğu düşünülür. Eğer öyleyse bu uygulamanın hassas bir düşüncenin ürünü olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki Medine’yi kirletecek bir yapıya ulaşıldığı için orayı terk etmek ne kadar takdire şayan bir davranış biçimiyse bu hâle neden gelindiğinin sorgulanmaması da en az o kadar tenkit edilmeli değil miydi? Sorun teşkil edecek bir kafa yapısına ulaşmışsanız, o kafayla gideceğiniz her yerde problem yaşayacağınızı da unutmamanız gerekmiyor muydu?  
 Kudüs’ün, Kufe’nin, Buhara’nın, Kahire’nin Medine’si yoktur. Onun için de bu şehirlerin huzuru yoktur. Kurtuba’nın Medinesi Gırnata, İstanbul’un ki ise bütün bir Anadolu’dur. İslam önce Anadolu’yu, sonra İstanbul’u fethetmiştir. İstanbul’un ikinci fethinin yine Anadolu’dan kaynaklanması da ilginçtir. İstanbul’da boğazlanmak istenen İslam, Anadolu’da hayat bulmuştur. İstanbul’un kalbidir Anadolu. Anadolu’nun yüreğinde ise İstanbul yatar. Onun aşkıdır İstanbul’u kurtaran.  Kurtuba’da boğulan İslam Gırnata’da yeniden dirilmiştir. Fakat Gırnata’nın sevgisi Kurtuba’yı kurtarmaya yetmemiştir. Birinci fetih, gerektiğinde ikincisini de mümkün kılmaktadır. Kurtuba örneğinde olduğu gibi acaba bir sefer yaşanan başarısızlık ikinci defa olabilecek bir fethe de mani midir?
Benzer bir durum sanki Anadolu ile Kıbrıs arasında da mevcut gibidir. Bu yüzden kalbinde Hala Sultan’ı taşıyan Kıbrıs, gönlünü Anadolu’ya vermelidir. Anadolu aklından ve kalbinden Kıbrıs’ı çıkarmamalıdır. Kıbrıs’a gönül koymadan, kalbinin kapılarını sonuna kadar ona açmalıdır Anadolu. Zaman zaman yaşanan sekteler, sekte-i kalpler, muhabbeti bitirmek yerine daha da kuvvetlendirmelidir.
İnsanların ikizleri olduğu gibi şehirlerin hatta bazı coğrafî bölgelerin de ikizleri vardır/olmalıdır sanki. Mekke’yle Medine’nin çeşitli zıtlıklarına, serüvenlerindeki farklı seyrü sefere rağmen birbirlerini tamamlayan yönleri, ilginç bir şekilde bütün dikkatlerin bu iki şehir üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmuştur.

İslam tarihinin önemli dönüm noktalarında bu iki şehrin birbirleriyle ilişkilerinin, değişik şekillerde tezahür etmiş kalıcı izleri vardır. İslam dünyasının belli başlı merkezleri huzur ve sükûnet elde etmek istiyorlarsa bu iki kadim şehirden rol-model olarak faydalanmalıdır.              
 18 Nisan 2017

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar