21 Nisan 2017 Cuma

Hariciliğin Yeniden Doğuşu

Dr. Celal EMANET
1991’de Doğu Blok’u tamamen dağıldıktan sonra Batı, kesin zaferini ilan etmiş ve çok hızlı bir şekilde dünyayı, gerek kültürel gerekse de siyasi olarak etkisi altına almıştır. Bu bağlamda terör, şiddet, din gibi kavramlarda hızlı bir değişim ve dönüşüm geçirmişlerdir. Hatta geleneksel anlamdaki savaşlar bile oldukça farklılaşarak yerine gayrı medenî, psikolojik, enformasyon, siber, terör savaşları gibi oldukça çeşitlenip çoğalmışlardır.  Öte yandan globalleşen dünyada terörün tanımı geçmiş tanımlarından oldukça farklılaşmış ve daha kaypak bir zemine oturmuştur. Günümüzde birilerinin kurtarıcı olarak gördüğü hareketi bir diğeri terörist hareket olarak niteleyebilmektedir. Buna göre, terörizm kavramı kendisine yakın olan kavramlarla ayrımı net bir şekilde ortaya konmamıştır. Bunun yanı sıra terörizm kavramının bu güne kadar yerine oturmuş net ve ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Durum böyle olunca kavram istenildiği tarafa çekilmiş, yanlış anlaşılıp öyle tanımlanmış veya yerinde kullanılmadığı anlaşılmıştır. Bu çerçevede dünya siyasi tarihinde büyük bir değişme diye kabul edebileceğimiz Doğu Blok’unun dağılmasından sonra ve 11 Eylül 2001 hadiselerinin ardından ABD ve Batı dünyası, yüzünü İslam Dünyasına çevirmiştir. Bu çerçevede baskın teknoloji ve kültür olan Batı başta olmak üzere ABD, fundementalizm, İslamofobi ve terör gibi pek çok kavramı tekrar revize etmiştir. Bu bağlamda İslam dini bazen terör adına bazen de ideoloji adına istismar edilmekte veya kasıtlı olarak kurban edilmektedir.
Özellikle Irak ve Suriye’de otoritenin kaybolmasıyla ortaya çıkan ve kendilerine göre İslam Devleti kurduklarını iddia eden IŞİD adındaki terör örgütü yaptıkları eylemler ve din anlayışlarıyla tüm dünya Müslümanlarını içinden çıkılmaz sorunlarla karşı karşıya gelmelerine sebep olmaktadırlar. IŞİD, El-Kaide, Boko Haram, Hızbü’t-Tahrir, El-Şebab gibi dünyanın farklı bölgelerinde İslam adına terör faaliyetlerinde bulunan gruplar hüdayı nabit gibi bitmemişlerdir. Tabi ki bu grubların mensupları da referanslarını kendilerince dine hatta Kur’an’a dayandırarak icra ettiklerini iddia etmektedirler. Tıpkı tarihin bir döneminde zuhur eden Hariciler gibi...
İslam’ın farklı ve bağnaz bir din olarak anlaşılmasına sebebiyet veren Hariciler İslam’daki ilk terörist hareket olarak nitelenebilir. İslâm’ın ana bünyesinden ilk kopuş Hâricîlerle gerçekleşmiştir. Hariciler, İslâm düşüncesinde tepkisel din söyleminin ya da kabilevî zihniyetin tipik temsilcileridir.[1] Haricilik hareketinin doğuşundaki en önemli etken, şüphesiz bedevîlikten yerleşik hayata geçen Arap toplumunun geçirdiği değişimdir.[2] Haricilerin en büyük motiflerinden biri; “el-emru bi’l-ma’rûf ve nehyu ani’l-münker” prensibi, diğeri ise “cihad” anlayışlarıdır.[3] Hâricîlere göre, devletin en önemli vasfı adalet olduğundan imamın ilk işi, söz konusu prensibi uygulamaktır.[4] Hz. Ali döneminde iç karışıklıklar sırasında hakem olayıyla ortaya çıkan Hariciler, en fazla dinsel bağnazlıklarıyla tanınırlar. Düşüncelerini taassupla savunmalarının nedeni, Kur’an’ın zahirine göre hükmetmeleri ve düşüncelerinin yüzeyselliği, bedevi çöl Arapları olmaları, eskiden kalan kabilesel düşmanlık ve kan davalarıdır. Dinsel taassuplarıyla ün salmış olan bu grup Hz. Ali başta olmak üzere sahabe ve tabiinden pek çok Müslümanın kanını dökmüş, Müslüman halkı terörize etmişlerdir. “La hükme illâ lillah” ayetini doğru dürüst anlamadan slogan haline getiren bu fırka, Kur’an’ın zahiri yorumuna bağlı, katı ve dışlayıcı izahlarıyla kendilerinden farklı düşünen herkesi tekfir etmişlerdir. Bu grup İslam’daki ilk dini-siyasal radikal hareket olmasının ötesinde, İslam dünyasındaki ilk teröristleri (tedhişçiler) olarak da bilinirler. Kendilerine göre ihlâslı ama bir o kadar saplantılı olan bu hizip, Hz. Ali’yi bile kâfir diye öldürmüşlerdir. Zamanla kendi aralarında o kadar çok ayrılıklara düşmüşlerdir ki neredeyse tarihte hiç bir grup kendi arasında bu kadar fazla parçalanmamıştır. İslam’da terör hareketlerinin başlamasına tarihsel bir bakış açısı ile yaklaşan Taha Akyol, “şiddet yolu ile siyasi erki (otorite ve gücü) ele geçirmenin İslam’da çok eski zamanlardan beri var olduğunu” belirtmektedir. Ona göre, hariciler kendileri dışında kalan kimseleri kâfir olarak niteliyor ve yok edilmesi gereken mahlûklar olarak bakıyorlardı. Bu bağlamda İslam tarihinde hiçbir grup ve hiç kimse kan dökmede hariciler kadar ifrata gitmeyecektir. Esasen bu kadar ifrata gitmelerinin sebebi, kabile zihniyeti ve cahil bedevi çöl Arapları olmalarının yanında, Kur’anî mananın derinine inmeden onu ancak günlük konuşma dili kadar anlayıp yorumlamalarında aranmalıdır.[5]
Her ne kadar kendileri terör grubu olmamalarına karşın İslam’ın radikal yorumlarına sahip Vehhabilik hareketi de Hariciler gibi tarihin belli dönemlerinde kendilerine karşı çıkan veya direnen kim varsa kâfir ilan edip öldürdükleri bilinmektedir. Esasen bu tür gruplar ister ideolojiden ister dinden besleniyor olsun, ortak noktaları damgalama, hoşgörüsüzlük, bağnazlık ve dışlayıcılıktır. İslam’ın katı denebilecek yorumu ve bu yorumu için mücadele eden, insan öldüren, kendilerince yeni bir düzen kurmaya çalışan gruplar her devirde olduğu gibi yaşadığımız devirde de türeyecektir. Bütün bunların çıkış noktası benim dediğim doğru ve tartışılmaz diğerleri ise yanlış yolda hatta kâfirdirler sözünden çıkmaktadır. Oldukça şaibeli bir örgüt olup kime hizmet ettiği belli olmayan Türk Hizbullah’ı buna güzel bir örnektir.
Esasen birçok dinsel grup, dine ilişkin en doğru yorumun kendi yorumları olduğunu ileri sürmektedir. Nitekim 1990’lı yıllarda ortaya çıkan Hizbullah’ın ve içinde yaşadığımız bu zaman diliminde Haricilerin bir uzantısı olarak zuhur eden IŞİD, El-Kaide, Boko Haram ve el-Şebab gibi terör grupları anlayış olarak harici zihniyeti görünümündedir. Nitekim bu gruplar da“...bizden olmayan bize düşmandır, bizden olmayan ise öldürülmelidir” düşüncesi hâkimdir. Günümüzde Müslümanlar bu tür grupların gerçekleştirdiği terör eylemleri sebebiyle pek sıkıntıyla karşı karşıya kalmışlardır. İslam dünyasında bu başıboşluğu dolduracak ve inananları doğru yola yönlendirecek donanımlı insanların yetersizliği sebebiyle Vandalizm, terör, sivil halka karşı düzenlenen canlı bomba eylemleri her geçen gün şiddetini artırarak devam etmektedir.
Günümüzde bu fırka mensuplarının (özellikle IŞİD ve Boko Haram’ın) ne derece ikilem içinde bulunduklarını, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama adına İslâm Dünyası’nda nasıl bir terör estirdiklerini görmemek için kör olmak gerekir. Her ne kadar bazılarına göre bu gruplar Batı tarafından kurulmuştur, onlar tarafından idare edilmektedir şeklinde görüş beyan etseler de eylemlerini icra edişleri Haricilerin uygulamalarından farksızdır. Tarihte yaşananların günümüzdeki hadiselerle ne derece örtüştüğünü anlamak için bir misal vermek yerinde olacaktır.
Hz. Ali döneminde Haricilerin lideri Râsibî, Basra’da bulunan Haricilere yazdığı mektupta onların kendilerine katılmalarını, iyiliği emredip kötülükten menetmelerini istemiştir.[6] Râsibî’nin bu teklifine olumlu cevap veren Basra’daki Hariciler, Nehrevan Köprüsü’nde toplanmış olan Kûfe Hâricîlerine katılmak üzere Basra’dan çıkıp, Nehrevan’a yaklaşmışlardı. Bu arada, içlerinde Abdullah b. Habbab b. Erett[7] ile doğumu yaklaşmış bir derecede hamile bulunan hanımı veya cariyesi olan bir topluluğa rastladılar. Abdullah b. Habbab’ın boynunda bir Kur’ân asılı idi. Hariciler, Abdullah’a kim olduğunu sorduktan sonra, ona kendisini güvende hissetmesini ve sorularını doğru olarak cevaplamasını istediler. İlk olarak, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkındaki görüşlerini sordular. Abdullah, onları hayırla andı. Hz. Osman’ı sorduklarında ise, onun başlangıçta da sonrasında da haklı olduğunu ifade etti. Hz. Ali ile ilgili sorularına ise, “O, Allah’ı sizden çok daha iyi bilir ve sizden daha dindardır, görüşü de sizden daha isabetlidir” cevabını verdi. Hariciler, İbn Habbab’ın verdiği bu cevaplardan memnun kalmadılar: “Sen hevâya uyuyor ve kişileri işleri ile değil, adları ile tanıyorsun. Allah’a yemin ederiz ki, seni görülmedik bir şekilde öldüreceğiz” şeklinde ne derece öfkelendiklerini dile getirdiler. Bundan sonra, Abdullah’ı hamile olan eşi ile birlikte alıp, kollarını arkasına bağladılar ve yolda bir hurmalığa vardılar. Abdullah, onlara; “Ben Müslümanım, öldürülmemi gerektirecek bir harekette bulunmadım. Ayrıca size ilk rastladığımda bana emniyette olduğumu söylediniz” dedi. Ancak onlar; “Senin boynunda asılı olan Kitab, bize senin öldürülmeni emrediyor” diyerek, İslâmiyet’e büyük hizmetler etmiş, birçok gazalarda bulunmuş bu önemli zatı yere yatırıp koyun keser gibi kestiler; karısının da hiçbir suçu yokken, feryat ve yalvarmalarına bakmaksızın karnını yararak şehid ettiler. Ayrıca bu kafilede bulunan diğer dört kadını da aynı şekilde kestiler.[8]
Maalesef, bedevî zihniyeti ile hareket eden, İslâm’ın ruhundan habersiz, Kur’ân ve Sünnet hakkında bilgileri son derece yetersiz olan Hariciler veya onların devamı niteliğindeki günümüzdeki radikal gruplar bu katliamları, gaye edindikleri “iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak” adına yerine getirmektedirler. İşin garibi bu prensibi ifa ederken büyük bir fitne hareketinin içinde olduklarının da farkında bile değillerdir. Zira, bunların gerçekleştirdiği eylemler neticesinde İslâm dünyasında veya dünyanın diğer bölgelerinde Müslümanlara karşı terör ve korkudan başka bir getirisi olmamaktadır. Acaba Haricilerde ve günümüzün radikal dini gruplarında bulunan, birbirine zıt bu sıfatların varlığının sebebi nedir? Bir tarafta takva ve ihlas, diğer yanda sapıklık, çılgınlık, aşırılık, katılık, bağnazlık, inançlarına davet etmede taşkınlık, insanları baskı ve zorla sapık görüşlerini kabullenmeye icbar etmektedirler. Bu grubun mensuplarında İslâm’ın hoşgörüsü, ihlas ve takvanın kalplere doldurduğu şefkat ve merhameti görmek mümkün değildir. Masum ve suçsuz insanları tüm dünyanın gözü önünde hem de kameraya kaydederek hunharca ve zalimce nasıl katlettiklerini sloganlar eşliğinde izlettirmektedirler.
Unutulmamalıdır ki İslâm, slogan veya propaganda dini değil, hakikatin ta kendisidir ve insanlığın içinde bulunduğu sorunların üstesinden gelebilmesi için gönderilen son ve doğru kaynaktır. İslâm’ı radikal bir şekilde yorumlayan sapkınlar ise tarihte olduğu gibi günümüzde de insanlığa barış ve huzur yerine korku ve zulüm getirmektedirler. Zira bu sapkınlar için sorunlar ve yanlışlara karşı bir tek yöntem vardır. O da her yanlışa sert tepki göstermektir. Bu tür kimseler İslâm’ın gösterdiği sırat-ı müstakîm yerine kendi kafalarına göre hareket ettikleri için dalaletten kurtulmaları mümkün değildir.









[1] Sönmez Kutlu, “İslâm Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu”, İslâmiyât, c. 4, s. 4, Ankara 2001, s. 20.
[2] Adnan Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul 1996, ss. 60-62.
[3] İbn Kuteybe ed-Dineverî, el-İmâme ve’s-Siyâse, tah. Mustafa el-Halebî, Kahire 1969, I, s.141; Nevin Abdülhâlık Mustafa, İslâm Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 2001, s. 249.
[4] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, İstanbul 1997, XVI, s.172.
[5] Taha Akyol, Hariciler ve Hizbullah; İslam Toplumunda Terörün Kökenleri, İstanbul: Doğan Kitap, 2000. Muhammed Ebu Zehra, İslam’da Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, Çev.: Hasan Karakaya & Kerim Aytekin, İstanbul: Hisar Yayınevi, 1983, ss. 71-95.

[6] Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, tah. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut ts., V, ss.72-73; ed-Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıval, nşr. Abdu’l-munim, Kahire 1960, s. 204.
[7] Abdullah b. Habbab b. el-Erett, Hz. Peygamber’i görmüş ve ondan babası yoluyla rivayette bulunmuştur. Bkz. İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe fî-Ma’rifeti’s-Sahâbe, Mısır 1280, III, s.150.
[8] Bu konuda yapılan rivayetlerde küçük bir kısım farklılıklar bulunmaktadır. Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’l-Meârif, Beyrut 1966, V, s.288; Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed el-Endülüsî İbn Abd Rabbihi (328/939), el-Ikdu’l-Ferîd, Kahire 1948, II, ss.390-391.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar