25 Nisan 2017 Salı

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: İnsan ve Tarih


 Ebu’l-Beşer el-Ebyazî

Bismillahirrahmanirrahim,

İlgiyle takip ve istifade ettiğim, aynı zamanda umumen tarih sevenlere, hususen de İslâm tarihi taliplerine tavsiye ettiğim bu mümtaz platformdan yazmam için Ebû Ömer b. Dâvûd’dan davet aldığımda son derece memnun ve müteessir oldum. Kendileri ister günlük, ister, haftalık herhangi bir zaman şartı öne sürmeden (sadece herhangi bir telif talebimizin olmaması şartıyla) istediğimiz zaman bu meydanda görüşlerimizi paylaşabileceğimizi bildirdiler. Allah kendilerinden razı olsun. Şahsımıza gösterilen teveccühü karşılıksız bırakmak haddimiz olamaz. Binaenaleyh zat-ı âlilerinin ricaları üzere Bismillah diyerek söze başlıyoruz. Allah mahcup etmesin.

Köşemizde insana ve tarihe dair yazılarımız olacak. Esasında tarih, insanoğlunun hayat serüveni toplamından başka bir şey değildir. Bu sebeple tarihten bahsetmek, aslında insandan bahsetmektir. Zira tarihin öznesi insandır. Tarihin hem öznesi, hem nesnesi, hem faili, hem mefulü, hem haklısı, hem haksızı, hem zalimi hem mazlumu, hem hakimi hem mahkumu, hem oyuncusu hem seyircisi hasılı tarihin her şeyi insandır. Öyleyse tarihle meşgul olmak, aslında insanla meşgul olmaktır. Tarihi anlama çabası da tabiatı gereği insanı anlama çabasından başka bir şey değildir.  

Tarihin konusu insan, daha doğrusu zaman içinde insan olmakla birlikte, tarihin konusunun tek tek şahısların mı, yoksa toplumların mı olması gerektiği konusunda tarihçiler arasında farklı düşünceler mevcuttur. Tarihi, sair insanlardan farklı özellikleri olan insanların yaptıklarını düşünenlere göre insanlığın tarihi, aslında yeryüzünde çalışmış ve çabalamış özel insanların tarihidir. Dolayısıyla tarih geçmişte yaşamış dahilerin, önderlerin, sultanların, peygamberlerin yani kahramanların hayat hikayesinden ve onların yaptıklarını incelemekten ibaret bir çabadır. Buna karşılık tarihin konusunun geçmişteki kahramanların davranışları değil, teşkilatlanmış toplumlar olması, hatta tarihin topyekun insanlık faaliyeti haline gelmesi gerektiğini ileri süren tarihçiler de mevcuttur. Bu ikinci grup tarih ilminde toplumsal tarih çalışmalarının da başlatıcısı olmuşlardır. Zamanla ikinci tarafın görüşü ağırlık kazanmış ve tarihi hadiselerde tek tek fertlerin etkinliğinin yerini toplumlar ve toplumsal değişmeler almıştır. 

İnsanlar da aynen hayvanlar gibi doğarlar, çoğalırlar ve ölürler. Ancak onları hayvanlardan ayıran hususiyet akıllı olmaları ve hafızaya sahip bulunmaları, dolayısıyla bir tarihlerinin olmasıdır. Bu nedenle “İnsan tarihi olan canlıdır” hükmüne ulaşmak mümkündür. Zira sadece insanoğlu elde ettiği birikimi kendisinden sonraki nesillere aktarabilir.

Geçmişin bilinmesi toplumlar için çok önemlidir. Çünkü toplumların gelenekleri, birikim sonucu oluşan davranışları, kurumları, ancak daha önceki tarihleri ile açıklanabilir. İnsanoğlu yaşadığı müddetçe zamanın her kesitinde ve her mekanda tarihin, tabiatıyla insanın bir eseri ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla insanın hiçbir şekilde kendi tarihinden kaçması mümkün değildir.

Geçmişin yani tarihin önemli sayılması inancı o kadar evrenseldir ki, öyle olmadığını tartışmak bile uygun düşmez. Zira bir kimsenin ana-babasını ve atalarını bilme isteği çok doğal bir arzudur. Hararetle aile soy kütükleri ve nesepleri peşinde koşan aşırılar ve eksantrikleri saymazsak, bu talep tamamen mantıklı bir istektir. Modern biyoloji ve psikoloji, yetişkinlerin yapılarını ve davranışlarını iyice anlayabilmek için o kişilerin bebeklik ve çocuklukta geçirdikleri olayların bilinmesini önemine işaret ederler. Hiç şüphe yok ki, toplumların gelenekleri, kalıtımla ulaşan davranışları, yasa ve kurumları, ancak daha önceki tarihleriyle açıklanabilir. Gelenekler, ortak değerler, emeller ve tecrübeler başlı başına tarihin bir ürünü oldukları için, geçmişi bilme, yani tarih bütün milletler için önemlidir.

Söze insanla ve tarihle başladık, yine insanla ve tarihle devam edeceğiz inşallah…

Allah’a emanet olunuz.




0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar