Bismillahirrahmanirrahim,
İlgiyle takip ve istifade ettiğim, aynı zamanda umumen tarih
sevenlere, hususen de İslâm tarihi taliplerine tavsiye ettiğim bu mümtaz
platformdan yazmam için Ebû Ömer b. Dâvûd’dan davet aldığımda son derece memnun
ve müteessir oldum. Kendileri ister günlük, ister, haftalık herhangi bir zaman
şartı öne sürmeden (sadece herhangi bir telif talebimizin olmaması şartıyla)
istediğimiz zaman bu meydanda görüşlerimizi paylaşabileceğimizi bildirdiler.
Allah kendilerinden razı olsun. Şahsımıza gösterilen teveccühü karşılıksız
bırakmak haddimiz olamaz. Binaenaleyh zat-ı âlilerinin ricaları üzere Bismillah
diyerek söze başlıyoruz. Allah mahcup etmesin.
Köşemizde insana ve tarihe dair yazılarımız olacak. Esasında tarih,
insanoğlunun hayat serüveni toplamından başka bir şey değildir. Bu sebeple
tarihten bahsetmek, aslında insandan bahsetmektir. Zira tarihin öznesi
insandır. Tarihin hem öznesi, hem nesnesi, hem faili, hem mefulü, hem haklısı,
hem haksızı, hem zalimi hem mazlumu, hem hakimi hem mahkumu, hem oyuncusu hem
seyircisi hasılı tarihin her şeyi insandır. Öyleyse tarihle meşgul olmak,
aslında insanla meşgul olmaktır. Tarihi anlama çabası da tabiatı gereği insanı
anlama çabasından başka bir şey değildir.
Tarihin konusu insan, daha doğrusu zaman içinde insan olmakla
birlikte, tarihin konusunun tek tek şahısların mı, yoksa toplumların mı olması
gerektiği konusunda tarihçiler arasında farklı düşünceler mevcuttur. Tarihi, sair
insanlardan farklı özellikleri olan insanların yaptıklarını düşünenlere göre
insanlığın tarihi, aslında yeryüzünde çalışmış ve çabalamış özel insanların
tarihidir. Dolayısıyla tarih geçmişte yaşamış dahilerin, önderlerin,
sultanların, peygamberlerin yani kahramanların hayat hikayesinden ve onların
yaptıklarını incelemekten ibaret bir çabadır. Buna karşılık tarihin konusunun
geçmişteki kahramanların davranışları değil, teşkilatlanmış toplumlar olması,
hatta tarihin topyekun insanlık faaliyeti haline gelmesi gerektiğini ileri
süren tarihçiler de mevcuttur. Bu ikinci grup tarih ilminde toplumsal tarih
çalışmalarının da başlatıcısı olmuşlardır. Zamanla ikinci tarafın görüşü
ağırlık kazanmış ve tarihi hadiselerde tek tek fertlerin etkinliğinin yerini
toplumlar ve toplumsal değişmeler almıştır.
İnsanlar da aynen hayvanlar gibi doğarlar, çoğalırlar ve ölürler.
Ancak onları hayvanlardan ayıran hususiyet akıllı olmaları ve hafızaya sahip
bulunmaları, dolayısıyla bir tarihlerinin olmasıdır. Bu nedenle “İnsan tarihi
olan canlıdır” hükmüne ulaşmak mümkündür. Zira sadece insanoğlu elde ettiği
birikimi kendisinden sonraki nesillere aktarabilir.
Geçmişin bilinmesi toplumlar için çok önemlidir. Çünkü toplumların
gelenekleri, birikim sonucu oluşan davranışları, kurumları, ancak daha önceki
tarihleri ile açıklanabilir. İnsanoğlu yaşadığı müddetçe zamanın her kesitinde
ve her mekanda tarihin, tabiatıyla insanın bir eseri ile karşı karşıyadır.
Dolayısıyla insanın hiçbir şekilde kendi tarihinden kaçması mümkün değildir.
Geçmişin yani tarihin önemli sayılması inancı o kadar evrenseldir
ki, öyle olmadığını tartışmak bile uygun düşmez. Zira bir kimsenin ana-babasını
ve atalarını bilme isteği çok doğal bir arzudur. Hararetle aile soy kütükleri
ve nesepleri peşinde koşan aşırılar ve eksantrikleri saymazsak, bu talep
tamamen mantıklı bir istektir. Modern biyoloji ve psikoloji, yetişkinlerin
yapılarını ve davranışlarını iyice anlayabilmek için o kişilerin bebeklik ve
çocuklukta geçirdikleri olayların bilinmesini önemine işaret ederler. Hiç şüphe
yok ki, toplumların gelenekleri, kalıtımla ulaşan davranışları, yasa ve
kurumları, ancak daha önceki tarihleriyle açıklanabilir. Gelenekler, ortak
değerler, emeller ve tecrübeler başlı başına tarihin bir ürünü oldukları için,
geçmişi bilme, yani tarih bütün milletler için önemlidir.
Söze insanla ve tarihle başladık, yine insanla ve tarihle devam
edeceğiz inşallah…
Allah’a emanet olunuz.
0 yorum:
Yorum Gönder