Geçmişin bilinmesi şüphesiz toplumlar
için çok önemlidir. Çünkü toplumların gelenekleri, birikim sonucu oluşan
davranışları, kurumları, ancak daha önceki tarihleri ile açıklanabilir.
Montesquieu’nun tarihin daima zamanların ışığı, hadiselerin hazinesi, hakikatin
sadık şahidi, iyi nasihatlerin ve tedbirin kaynağı, davranışın ve adetlerin
kaidesi olarak değerlendirilmiş olması, boşuna değildir. Zira tarih olmaksızın
yaşadığımız asrın ve ülkenin sınırları içine hapsedilmiş, hususi bilgilerimizin
ve kendi düşüncelerimizin dar çemberi içine sıkıştırılmış bir şekilde, daima,
dünyanın geri kalan kısmına karşı bizi yabancı bırakan bir çocukluk çağında ve
bizden önce gelen ve bizi çevreleyen her şeye karşı derin bir cehalet içinde
kalırız.
Tarih esasında insanoğlunun
biyografisi, hayat hikayesi mesabesindedir. Yine tarih geçmiş bütününün bir
sonucudur. Aynı şekilde tarih bir milletin, halkın, toplumun hafızasıdır.
Dolayısıyla geçmişini bilmeyen bir millet kendisini tanıyamadığı için
hafızasını kaybetmiş bir kişiye benzer ki bu da sağlıklı bir durum değildir.
Herşeyden önce kişi bulunduğu yere nasıl geldiğini, kim olduğunu, aslının ne
olduğunu öğrenme ihtiyacını duyar; yani köklerini bulma ve bu köklerden manevi
anlamda beslenmeyi ister. Hasılı bir ağaç için kökler hangi anlama geliyorsa,
insanlık için de tarih bu işlevi yerine getirir. Köksüz bir ağacın yaşaması tabiatıyla
imkansızdır. Zira kökler bir ağacın varlık sebebidir. Öyle ki ağaç küçücük bir
tohum tanesiyken önce bir kök yardımıyla toprağa tutunur ve bu kökün sağladığı
imkanlarla toprak üzerine çıkarak varlığını sürdürür. Yine bu kök sayesinde
büyür, gelişir meyve verir ve yeni nesillerin türemesine yardımcı olur.
Köklerin sağladığı destekle varlığını ve faaliyetini sürdürür. Buna karşılık köklerdeki
bir zaafiyet doğrudan ağacın varlığını tehdit eder. Köklerdeki hastalık ilerlediğinde yavaş yavaş
önce meyvelerde, ardından yapraklarda, sonra dallarda nihayet gövdede canlılık
alametlerini ortadan kaldırır. Asıl fonksiyonlarını yitirmiş olan ağaç belki
belli bir süre daha ayakta kalabilir, dışarıdan bakıldığında ancak o bir ağaç
değil, ayakta kalmış bir “odun” veya bir “kütük”ten ibaret kalır. Kalın kısmın
da kısa sürede yerle bir olması mukadderdir. Tarih ile milletlerin ilişkisini
de ağaç ve kök ilişkisiyle irtibatlandırmak mümkündür. Milletlerin de geçmişi
yani tarihi kökleridir. Kökler ne kadar canlı ve sağlıklı olursa, ağaç görevini
o derece güzel yerine getirecektir. Bu ağaçtan azami derecede verim alabilmek
esas olarak ağacın köklerine hizmet emek (sürmek, sulamak, çapalamak,
gübrelemek vs) gerektiği gibi, bir milletin de bünyesini koruyabilmesi ve güçlü
kalabilmesi de o milletin geçmişiyle olan bağının güçlü bir şekilde
kurulmasıyla mümkün olur. Özetle geleceğe güvenle bakmanın yolu, geçmişle
irtibatı kuvvetlendirmekten geçer. Bu hususu “İstikbal köklerdedir” deyişi çok
açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Tarih bütün bir insanlık için bir tecrübe
birikimidir. Bundan dolayıdır ki, İbn Miskeveyh (v. 1030) tarihe dair yazdığı
kitabına Tecaribü’l-Ümem (milletlerin tecrübeleri) adını vermiştir. Gerek tek
tek fertler, gerekse fertlerden teşekkül eden toplumlar, tarihin kendilerine
sunduğu tecrübeden istifade ederek geleceklerine daha doğru bir şekilde istikamet
verme imkanı bulabilirler. Zira tarihin konusu geçmiş ve geçmişte olan olaylar
olmakla birlikte asıl hedefi bu gün ve gelecektir. Dolayısıyla bu günü anlamak
ve anlamlandırmak için geçmişe odaklanmak, yani tarihle ciddi bir şekilde meşgul
olmak gerekir. Böyle olunca da geçmişle yani tarihle ilgi kurmak, aslında
bugüne bu güne gelmek ve geleceğe ulaşmak için araç haline gelmektir. Bu hususu
destekler mahiyette E. H. Carr’ın tarihin geçmişle bugün arasında bitmeyen bir
diyalog olduğunu söyler. Lucien Febrve ise tarihi geçmişin ve bu günün
incelenmesi hata bu günün açıklaması olduğunu iddia eder. Dolayısıyla tarihi esasında
bu günün ilmi olarak isimlendirmek yanlış olmaz. Çünkü (geçmiş gerçekten
uzaklaşmış ve ilişiği kesilmiştir; o, fikirler (veya düşünceler) olarak
tarihçilerin ve kalıntılardan geçmişi inceleyen herkesin zihninde yaşayıp gider.
Tarih yaşar, çünkü adamlar onu düşünür: yüksek entelektüel anlamda o çağdaştır.
Collingwood’un belirlediğine göre, “düşünce tarihi, böylece de tüm tarih,
geçmiş düşüncenin tarihçinin kendi zihninde yeniden yargılanmasıdır”.
Tarih ilminin en önemli yanlarından
biri de milletlerin geçmişteki tecrübelerini tespit etmek ve bu tecrübeleri
hale/günümüze aktarmaktır. Milletlerin geçmişte karşılaştıkları güçlükleri
problemleri nasıl çözdükleri, olaylara nasıl yaklaştıkları, yaklaşım
biçimlerinin nasıl neticeler durumu bu gün için önemlidir. Ayrıca geçmişteki,
dini, siyasi, hukuki, edebi, ahlaki kurum ve kuruluşlar, ekonomik ve coğrafi
şartlar toplum ve milleti yönlendiren fikir, sanat ve siyaset erbabının
fertleri ve toplumu nasıl etkilediğini ve bu etkinin günümüze nasıl bir şekil
verdiğini tespit ve teşhis etmek tarihçinin görevlerinden birisidir. Tarih bu
yönüyle toplumları ve milletleri tanıma ilmidir. Tarihçi geçmişi ne kadar
sıhhatli, şumullü öğrenirse incelemekte olduğu toplumu ve milleti de o nisbette
iyi tanıma imkanı bulur. Geçmişteki kurum ve kuruluşların günümüze nasıl
intikal ettiğini ve ne tür değişmelere uğradığını ve toplumu nasıl etkilemekte
ve yönlendirmekte olduğunu yanlış ve doğrularıyla birlikte tespit ve takdir
etmek be böyle bir bakışla olur.
Tarih ilmi yaşayan nesillere ortak
birlikteliğin moral temellerini öğretir. Bu sayede aileden başlayarak millete
ulaşıncaya kadar birlikteliğin anlamını ortaya koyar. Böyle olduğu içindir ki,
her millet yetişen çocuklarına tarihini öğretme konusunda yoğun gayret
sarfetmiş, hatta manevi değerlerine sahip ahlaklı nesiller yetiştirmek için bir
ibretler ve örnek vesikası sunmak üzere eğitim faaliyetlerinde tarihten
istifade etme yoluna gitmiştir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse pozitif ilimlerde
matematik ne isi sosyal ilimler alanında tarih odur. Yani fizik, kimya,
biyoloji, astronomi gibi pozitif ilimler matematik olmadan tahsil edilemeyeceği
gibi, tarih ilmi olmadan da edebiyat, ilahiyat, hukuk, felsefe gibi sosyal
ilimler gereği gibi tahsil edilemezler. Bu yüzden edebiyat tarihi, hukuk
tarihi, felsefe tarihi gibi ilimler tarihe ihtiyaç duyarlar.
Makaleleri yayınlanma tarihini ekleyin lütfen.
YanıtlaSil