29 Nisan 2017 Cumartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Tarihin Mahiyeti ve Ehemmiyeti

 
Geçmişin bilinmesi şüphesiz toplumlar için çok önemlidir. Çünkü toplumların gelenekleri, birikim sonucu oluşan davranışları, kurumları, ancak daha önceki tarihleri ile açıklanabilir. Montesquieu’nun tarihin daima zamanların ışığı, hadiselerin hazinesi, hakikatin sadık şahidi, iyi nasihatlerin ve tedbirin kaynağı, davranışın ve adetlerin kaidesi olarak değerlendirilmiş olması, boşuna değildir. Zira tarih olmaksızın yaşadığımız asrın ve ülkenin sınırları içine hapsedilmiş, hususi bilgilerimizin ve kendi düşüncelerimizin dar çemberi içine sıkıştırılmış bir şekilde, daima, dünyanın geri kalan kısmına karşı bizi yabancı bırakan bir çocukluk çağında ve bizden önce gelen ve bizi çevreleyen her şeye karşı derin bir cehalet içinde kalırız.
Tarih esasında insanoğlunun biyografisi, hayat hikayesi mesabesindedir. Yine tarih geçmiş bütününün bir sonucudur. Aynı şekilde tarih bir milletin, halkın, toplumun hafızasıdır. Dolayısıyla geçmişini bilmeyen bir millet kendisini tanıyamadığı için hafızasını kaybetmiş bir kişiye benzer ki bu da sağlıklı bir durum değildir. Herşeyden önce kişi bulunduğu yere nasıl geldiğini, kim olduğunu, aslının ne olduğunu öğrenme ihtiyacını duyar; yani köklerini bulma ve bu köklerden manevi anlamda beslenmeyi ister. Hasılı bir ağaç için kökler hangi anlama geliyorsa, insanlık için de tarih bu işlevi yerine getirir. Köksüz bir ağacın yaşaması tabiatıyla imkansızdır. Zira kökler bir ağacın varlık sebebidir. Öyle ki ağaç küçücük bir tohum tanesiyken önce bir kök yardımıyla toprağa tutunur ve bu kökün sağladığı imkanlarla toprak üzerine çıkarak varlığını sürdürür. Yine bu kök sayesinde büyür, gelişir meyve verir ve yeni nesillerin türemesine yardımcı olur. Köklerin sağladığı destekle varlığını ve faaliyetini sürdürür. Buna karşılık köklerdeki bir zaafiyet doğrudan ağacın varlığını tehdit eder.  Köklerdeki hastalık ilerlediğinde yavaş yavaş önce meyvelerde, ardından yapraklarda, sonra dallarda nihayet gövdede canlılık alametlerini ortadan kaldırır. Asıl fonksiyonlarını yitirmiş olan ağaç belki belli bir süre daha ayakta kalabilir, dışarıdan bakıldığında ancak o bir ağaç değil, ayakta kalmış bir “odun” veya bir “kütük”ten ibaret kalır. Kalın kısmın da kısa sürede yerle bir olması mukadderdir. Tarih ile milletlerin ilişkisini de ağaç ve kök ilişkisiyle irtibatlandırmak mümkündür. Milletlerin de geçmişi yani tarihi kökleridir. Kökler ne kadar canlı ve sağlıklı olursa, ağaç görevini o derece güzel yerine getirecektir. Bu ağaçtan azami derecede verim alabilmek esas olarak ağacın köklerine hizmet emek (sürmek, sulamak, çapalamak, gübrelemek vs) gerektiği gibi, bir milletin de bünyesini koruyabilmesi ve güçlü kalabilmesi de o milletin geçmişiyle olan bağının güçlü bir şekilde kurulmasıyla mümkün olur. Özetle geleceğe güvenle bakmanın yolu, geçmişle irtibatı kuvvetlendirmekten geçer. Bu hususu “İstikbal köklerdedir” deyişi çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
 Tarih bütün bir insanlık için bir tecrübe birikimidir. Bundan dolayıdır ki, İbn Miskeveyh (v. 1030) tarihe dair yazdığı kitabına Tecaribü’l-Ümem (milletlerin tecrübeleri) adını vermiştir. Gerek tek tek fertler, gerekse fertlerden teşekkül eden toplumlar, tarihin kendilerine sunduğu tecrübeden istifade ederek geleceklerine daha doğru bir şekilde istikamet verme imkanı bulabilirler. Zira tarihin konusu geçmiş ve geçmişte olan olaylar olmakla birlikte asıl hedefi bu gün ve gelecektir. Dolayısıyla bu günü anlamak ve anlamlandırmak için geçmişe odaklanmak, yani tarihle ciddi bir şekilde meşgul olmak gerekir. Böyle olunca da geçmişle yani tarihle ilgi kurmak, aslında bugüne bu güne gelmek ve geleceğe ulaşmak için araç haline gelmektir. Bu hususu destekler mahiyette E. H. Carr’ın tarihin geçmişle bugün arasında bitmeyen bir diyalog olduğunu söyler. Lucien Febrve ise tarihi geçmişin ve bu günün incelenmesi hata bu günün açıklaması olduğunu iddia eder. Dolayısıyla tarihi esasında bu günün ilmi olarak isimlendirmek yanlış olmaz. Çünkü (geçmiş gerçekten uzaklaşmış ve ilişiği kesilmiştir; o, fikirler (veya düşünceler) olarak tarihçilerin ve kalıntılardan geçmişi inceleyen herkesin zihninde yaşayıp gider. Tarih yaşar, çünkü adamlar onu düşünür: yüksek entelektüel anlamda o çağdaştır. Collingwood’un belirlediğine göre, “düşünce tarihi, böylece de tüm tarih, geçmiş düşüncenin tarihçinin kendi zihninde yeniden yargılanmasıdır”.
Tarih ilminin en önemli yanlarından biri de milletlerin geçmişteki tecrübelerini tespit etmek ve bu tecrübeleri hale/günümüze aktarmaktır. Milletlerin geçmişte karşılaştıkları güçlükleri problemleri nasıl çözdükleri, olaylara nasıl yaklaştıkları, yaklaşım biçimlerinin nasıl neticeler durumu bu gün için önemlidir. Ayrıca geçmişteki, dini, siyasi, hukuki, edebi, ahlaki kurum ve kuruluşlar, ekonomik ve coğrafi şartlar toplum ve milleti yönlendiren fikir, sanat ve siyaset erbabının fertleri ve toplumu nasıl etkilediğini ve bu etkinin günümüze nasıl bir şekil verdiğini tespit ve teşhis etmek tarihçinin görevlerinden birisidir. Tarih bu yönüyle toplumları ve milletleri tanıma ilmidir. Tarihçi geçmişi ne kadar sıhhatli, şumullü öğrenirse incelemekte olduğu toplumu ve milleti de o nisbette iyi tanıma imkanı bulur. Geçmişteki kurum ve kuruluşların günümüze nasıl intikal ettiğini ve ne tür değişmelere uğradığını ve toplumu nasıl etkilemekte ve yönlendirmekte olduğunu yanlış ve doğrularıyla birlikte tespit ve takdir etmek be böyle bir bakışla olur.
Tarih ilmi yaşayan nesillere ortak birlikteliğin moral temellerini öğretir. Bu sayede aileden başlayarak millete ulaşıncaya kadar birlikteliğin anlamını ortaya koyar. Böyle olduğu içindir ki, her millet yetişen çocuklarına tarihini öğretme konusunda yoğun gayret sarfetmiş, hatta manevi değerlerine sahip ahlaklı nesiller yetiştirmek için bir ibretler ve örnek vesikası sunmak üzere eğitim faaliyetlerinde tarihten istifade etme yoluna gitmiştir. 
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse pozitif ilimlerde matematik ne isi sosyal ilimler alanında tarih odur. Yani fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi pozitif ilimler matematik olmadan tahsil edilemeyeceği gibi, tarih ilmi olmadan da edebiyat, ilahiyat, hukuk, felsefe gibi sosyal ilimler gereği gibi tahsil edilemezler. Bu yüzden edebiyat tarihi, hukuk tarihi, felsefe tarihi gibi ilimler tarihe ihtiyaç duyarlar. 

1 yorum:

Yazarlar