13 Nisan 2017 Perşembe

İslâm ve Şehir V: Müslümanların Kurduğu Şehirler

Prof. Dr. Adnan Demircan
 Tarihte Müslümanlar tarafından kurulan birçok şehir bilinmektedir. bir kısmını ele almamız mümkün olacaktır.
Basra
Müslümanlar tarafından kurulan ilk şehir olup 16/ 637’de Utbe b. Gazvan tarafından tesis edilmiştir.[1] Şehrin kuruluş gerekçesi farklı şekillerde anlatılmıştır. Bir görüşe göre Hz. Ömer bu şehrin Hindistan ve İran tarafından vuku bulan deniz taarruzlarına karşı koymak amacıyla Hint ve İran gemilerinin demir attığı limana yakın bir yere kurulmasını istemiştir.[2] H. İ. Hasan ise şehrin kuruluş gerekçesini şöyle anlatır: Büyük şehirlerde yaşamaya alışık olmayan Araplar, Medain’de ikamet etmek istemediler. Çünkü onlar, geniş gökyüzü ile temiz havasıyla ve en kıymetli varlıkları olan hayvanlarını otlattıkları meraları ile temayüz eden çöle son derece alışmışlardı. Diğer taraftan halife Hz. Ömer, Müslümanlara yardım birlikleri göndermek istediğinde, onlarla kendi arasında bu yardımın gönderilmesini engelleyecek bir denizin bulunmamasını istemişti.[3]
Şehrin kurulacağı yer, Hz. Ömer tarafından tayin edildikten sonra Utbe, maiyetindeki 800 kişiyle oraya gitti. Şehrin temeli atıldığında her kabile ayrı bir mahalleye yerleştirildi. Kabileler yerlerine yerleştirildikten sonra 17/638’de meydana gelen bir yangın, şehrin birçok binasını yaktığından Sa’d b. Ebi Vakkas, taş ve tuğladan binalar yaptırmak içinizin istemiş, Hz. Ömer de her aileye üç odadan müteşekkil evler yaptırılması koşuluyla buna izin vermişti.[4]
Şehir sakinleri kısa zamanda artmış ve meydana gelen göçlerle daha Emevi devletinin ilk yıllarında Ziyad’ın valiliği sırasında askeri hizmet yapmaya muktedir kişilerin sayısı 80000 kişiye, bunların aile fertleri 120000 kişiye ulaşmıştı.[5]
Basra şehri kısa zamanda İslam dünyasının önemli ticaret merkezlerinden biri oldu. Şehir, pek çok akademik konunun tartışıldığı, Arapça dil bilgisinin geliştiği en önemli kültür merkezlerinden biri olma hüviyetini uzun süre muhafaza etmiştir.

Kufe
Müslümanlar tarafından kurulan şehirlerden biri de Basra’nın kuruluşundan birkaç ay sonra Sa’d b. Ebi Vakkas tarafından temeli atılan Kufe şehridir.
Sa’d, Hz. Ömer’e bir mektup göndererek halkın sivrisinekten rahatsız olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ona gönderdiği mektupta, “Araplar deve ile yaşarlar; develer yarayan yerler onlara da yarar. Bunun içinsen onlara acımtırak ot biten bir yer bul; ancak benimle onlar arasıda deniz olmasın.i diyerek şehrin yerinin belirlenmesinde dikkat edilecek hususları belirlemiştir.[6]
Sa’d, Hz. Ömer’den aldığı emir gereği Fırat ile Hire arasında bir yer seçerek Muharrem 17/ Ocak 638’de Medain’i terk etti. Kufe’nin bulunduğu yere gelen Sa’d, 40000 kişiden meydana gelen ordusunu önce çadırlara yerleştirmiş, sonra da kamıştan evler yapılmıştır. çok geçmeden bu evler yanmış, bunun üzerine Hz. Ömer, kerpiçten evler yapılmasını emretmişti.[7]
Hem Basra’da hem de Kufe’de Araplar, şehre yerleştirilirken kabilevi yapı göz önünde bulundurulmuştu.[8]
Şehrin planı bizzat Hz. Ömer tarafından tanzim edilmiş, ana caddelerin 60, tali caddelerin 45, sokakların 30 kadem (ayak) uzunluğunda olmasına karar verilmiş; en dar sokakların genişliği 12 kadem olarak tasarlanmıştı.[9]
Kufe şehri kurulduktan kısa bir süre sonra önemli yerleşim merkezlerinden biri oldu. Hz. Ali, hilafete geçince kendisini destekleyenlerin çoğunun Kufe’de bulunması, bölge arazisinin verimliliği, şehrin stratejik bir yerde olması gibi gerekçelerle Kufe’yi başkent yaptı.
Şehrin, İslam medeniyetinin merkezlerinden biri olması itibariyle de önemi vardır. Nahiv ve fıkıh alanında yapılan çalışmalar sonucu yeni ekoller doğmuştur.

Fustat
Müslümanların Mısır’da kurdukları ilk şehirdir. 18/639’da Amr b. As tarafından bugünkü Kahire ile Eski Mısır (Mısr-ı Atik) arasında kurulmuştur.[10]
Müslümanlar, Babil kalesini fethetmek için gittiklerinde Fustat şehrinin bulunduğu yeri ordugah olarak seçmişlerdi. Kalenin fethinden sonra İskenderiye’yi fethetmek amacıyla yola çıkılacağı sırada komutan Amr’ın çadırı sökülmek istenmiş, fakat Üzerinde bir yaban güvercinin yuva yaptığı ve yavrulamış olduğu görülmüştü.[11] Amr, çadırın olduğu gibi bırakılmasını emrederek orada kalan Kıptiler’i çadırı muhafaza etmekle görevlendirmişti.[12]
İskenderiye’nin fethinden sonra Amr, o günkü şartlara göre gelişmiş bir şehir olan burasını vilayet merkezi yapmak istemiş ve bu niyetini Hz. Ömer’e bildirmişti. Hz. Ömer, İskenderiye ile hilafet merkezi arasında su bulunup bulunmadığını gelen elçiye sormuş, Nil nehrinin karayı böldüğünü öğrenince de Amr’a şunları yazmıştı: “Müslümanları kışın veya yazın benimle onların arasını bir suyun ayıracağı bir mevkiye yerleştirmeni istemem. Benimle onlar arasında deniz veya nehir bulunmasın. Öyle ki size gelmek istediğim zaman bineğime binip yanınıza kolayca gelebileyim.”[13]
Halifenin emrini alan Amr b. As, İskenderiye’de bir askeri kuvvet bırakarak Babil kalesine döndü. Buraya geldikleri zaman bıraktıkları çadırı yerinde ve içi güvercinlerle dolmuş halde buldular. Askerler, çadırın etrafında konakladıklar; daha sonra da ikamet için çadırın etrafında evlerin inşasına başladılar.[14]
Şehre Fustat adının veriliş sebebine dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir rivayete göre Amr’ın çadırına nispetle buraya Fustat adı verilmiştir.[15] Bu ismin Fustat, Fustat, Fussat, Fissat gibi muhtelif şekillerinin olduğu ifade edilmiştir.[16] Bazılarına göre ise şehrin adı “hendek ile çevrilmişi anlamına gelen “Fossaton” kelimesinden gelmektedir.[17] Öte yandan kelimenin “karargah” anlamına gelen Bizans dilindeki “Fossatum”dan geldiği de söylenmiştir.[18]
Amr’ın şehirde ilk yaptığı bina mescid olmuştur. Rivayete göre mescidin yanında Ömer b. el-Hattab için bir ev yaptırılmış ve durum halifeye bildirilmişti. Hz. Ömer, Hicaz’da ikamet eden bir insanın Mısır’da evinin bulunmasını uygun görmemiş ve söz konusu evin çarşı olarak kullanılmasını emretmiştir.[19]
Fustat zamanla Mısır ve Babilyon’u da içine alarak genişlediği görülmektedir.[20]
Şehrin inkişafı I. asrın sonlarından itibaren başlar. Çünkü Abdülmelik’in kardeşi Abdülaziz zamanında valinin ikamet yeri Fustat değil Hulvan’dı.[21]
Tolunoğulları zamanında Fustat en parlak devirlerinden birini yaşadı. Tolunoğullarının şehirde geniş imar faaliyetlerine giriştikleri anlaşılmaktadır.[22]
Şehir Fatımiler devrinde bile ihtişamını korudu. Mukaddesi, 375/985’te Fustat’ı ve zenginliklerini en ince teferruatına kadar anlatmaktadır. Özellikle dikkat çeken şey şehrin nüfusunun çokluğu olmaktadır. Ona göre cuma namazında 10.000 kişi imamın arkasında namaz kılardı. Ticaret ve alış veriş Amr camiinin etrafında yoğunlaşmaktaydı.[23]
Fatımi halifelerinden Mustansır’ın saltanatının ikinci yarısında meydana gelen kıtlık ve askeri isyanlar şehrin zarar görmesine neden oldu. Amir’in halifeliği zamanında vezir el-Me’mun, şehrin harabe olmuş kısımlarında evi bulunanların onları tamir etmeye ve kullanmaya aksi halde satmak veya kiralamak suretiyle faydalı bir hale sokmaya mecbur olduklarını Kahire ve Fustat’ta ilan ettirdi. Bunu yapmayanlar emlakleri Üzerindeki bütün haklarını kaybediyorlardı. Ancak bu emirname Kahire’nin kuzey -doğusunda Rumeyle ile Kahire’nin Babu’z-Zuveyle arasındaki mahallelerin inşasına yaradı. Fustat, sonuncu ve büyük darbeyi Fatımilerden el-’Adid zamanında Mısır’a giren Haçlılardan yedi. Kahire daha bu devride tahkim edilmişken Fustat tahkimatsız bir şehirdi. Vezir Şavar, Hıristiyanların Fustat’ı işgal edip askeri üs haline getirmelerinden korkarak 19 Safer 564/ 22 Kasım 1168’de şehri ateşe verdi. Şehrin dört bir tarafına gaz kundakları kondu ve çıkarılan yangın 54 gün sürdü.[24]
Memluklular devrinde Fustat yukarı Mısır’ın, Kahire ise aşağı Mısır’ın idare merkezi oldu.[25]
Bu devirden sonra şehrin tarihi pek bilinmemektedir. Kahire’nin devamlı üstünlüğü ve sonradan iktisadi bir merkez olması karşısında Fustat yavaş yavaş çöktü. Zamanla Fustat adı unutularak yerine kaim olan Mısr ismi her iki şehir için kullanılmaya başlandı.[26]

Kayravan
Bugün Tunus sınırları içinde bulunan şehir, Muaviye’nin İfrikıyye valisi Ukbe b. Nafi’ el-Fihri tarafından 50/670’de kurulmuştur.[27] Ukbe atanıncaya kadar vali, Berka kentinde oturmaktaydı.
Kayravan, bir Roma köyü olan Kamuda veya Kamunia’nın yerine veya civarına yapılmış ve bu köyün inşaat malzemesi Araplar tarafından kullanılmıştır.[28]
Başarılı fetihlerden sonra Ukbe, Müslümanları içten ve dıştan meydana gelebilecek saldırılardan korumak üzere sahilden uzakta olan Kayravan’ın yerini seçerek hükümet merkezi ile camii inşa ettirdi. Halk da bunun etrafında evlerini yaptırdı.[29] Ukbe Şehrin etrafına 3600 kulaçlık bir sur inşa ettirdi.[30]
Şehrin kuruluş çalışmaları bitmek üzereyken Ukbe gözden düşmüş ve merkeze çağrılmıştı (55/675). Yerine tayin edilen Dinar Ebu’l-Muhacir, Kayravan’ı hemen yıktırarak iki mil kuzeyde yeni Takruan veya Takrun şehrini inşa ettirdi. Halifenin tekrar gözüne giren ve Afrika’ya gönderilen Ukbe, Kayravan’ı yine eski yerinde yeniden yaptırdı.[31]
Bu dönemden itibaren şehir Afrika’nın önemli bir merkezi oldu. Ukbe’nin ölümünden kısa zaman sonra şehir Kusayle’nin isyanı ile Berberiler tarafından işgal edilerek dört sene onların hâkimiyetinde kaldı (64-68/684-688).[32] Haricilerin isyanlarında elde etmek istedikleri en önemli merkezlerden birisi şüphesiz Kayravan’dı. Nitekim şehir 139/756-7’de Vefercume kabilesine mensup Haricilerin eline geçti ve onlar tarafından yağma edildi. 14 ay sonra Huvara kabilesinin lideri olan Ebu’l-Hattab onları kovarak şehrin idaresini Abdurrahman b. Rustem’e devretti. 145/762-3’te Haricilerden İbnu’l-Eş’as muzaffer olarak Kayravan’da hükümet merkezini yeniden kurmayı başardı. Berberilerin verdikleri zararı telafi etmeye çalışarak şehrin yeni bir hücuma karşı mukavemetini artırmak amacıyla etrafını 12 zira’ kalınlığında tuğla bir duvarla çevirdi. Bütün tedbirlere rağmen İbadi Berberiler şehri muhasara ettiler. Şehre girmeyi başaran Haricilerin işgali kısa sürdü. Şehir Yezid b. Hatim tarafından yeniden alındı. O, şehirdeki imar faaliyetleri nedeniyle “şehrin ikinci banisi” lakabıyla isimlendirildi.[33]
Ağlebiler döneminde şehir önemli bir gelişme gösterdi. I. Ziyadetullah ile İbrahim şehrin içme suyunu sağlamak amacıyla su hazneleri ve havuzlar yaptırdılar. Daha önce birkaç kez tamirat gören Ukbe’nin yaptırdığı cami Ziyadetullah I tarafından yeniden inşa edildi.[34]
Şehir en çok Ebu Yezid’in isyanlarından etkilendi. Şehri zapteden Nukkariler bütün yalvarmalara rağmen orayı yağa ettiler (333/944). 334/946’da halife İsmail, şehri tekrar kazanarak Ebu Yezid’e karşı kazandığı zaferin anısına, şehirden az uzakta el-Mansuriyye adını verdiği Sabra şehrini kurdu ve hükümet merkezini buraya taşıdı (337/948). Halefi el-Mu’izz halkın memnuniyetsizliğine rağmen Kayravan’ın imalathane ve çarşılarını el-Mansuriyye’ye naklettirdi.[35]
Fatımiler’in hâkimiyeti sırasında Kayravanlılar Sünniliğe bağlı kaldılar. Onlarla Fatımiler arasındaki düşmanlık ilk defa Ziriler döneminde kanlı kargaşalıklar halinde ortaya çıktı. 407/1017-8’de meydana gelen bir kargaşalık sırasında 3000 Şii öldürüldü ve el-Mansuriyye şehri halk tarafından yağmalandı.[36]
Muizz, Hilali saldırılarına karşı koyabilmek için Kayravan ile el-Mansuriyye arasındaki yarım millik mesafede yaptırdığı iki duvar ile bu iki şehri birleştirdi (444/1052).[37] Ancak alınan tedbirler Hilaliler’in şehre saldırılarını engellemedi. Şehre saldıran Araplar, burada korkunç bir tahribata giriştiler. İfrikıyye’nin başkenti bu tahribattan sonra bir daha canlanamadı. 1060’ta Huvare kabilesi tarafından yeniden yağmalandı.[38]
Daha sonra da devam eden kargaşalıklar sonucu şehir devamlı bir gerileme gösterdi. Öyle ki XIV. asrın başlangıcında şehir terkedilmiş durumdaydı. Burada melce’ arayan bazı çiftçiler ikamet ediyordu. Daha sonra tekrar meskûn olmaya başladı.

Bağdat
Şehir Abbasilerin ikinci halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından kurulmuştur.
Abbasilerin ilk halifesi es-Seffah, kısa süren hilafetinde devleti genellikle Kufe’den idare etmiş, onun ölümünden sonra Ebu Cafer Mansur Medine, Şam, Kufe gibi şehirleri bazı siyasi sebeplerden dolayı başkent yapmayı uygun görmemişti.
Mansur, devletin yeni merkezinin temelini 145/762’de attı. Şehrin imarında çalışan ve çeşitli bölgelerden toplanan mühendis, mimar ve işçilerin sayısının yaklaşık 100.000 kişi olduğu söylemiştir.[39] Halife, şehrin yapımına 4.883.000 dirhem para harcamıştır.[40]
Şehir, şekil olarak yuvarlak yapılmıştı.[41] Bağdat şehri, sağlamlığı ve yerleşim planı ile büyük bir kaleyi andırıyordu. Etrafı geniş ve derin bir hendekle çevrilmiş, şehrin kontrolünü sağlamak ve hem içteki haberleşmeyi hem de kervan yollarıyla irtibatı temin etmek için ortada kesişen iki yol ile dört eşit parçaya bölünmüştü.[42] Şehrin planı sosyal ihtiyaçlar düşünülerek çizilmiştir. Askerler genel olarak surların dışında, şehrin kuzey ve güney batısında, tüccar ve zanaatkârlar ile Kerh’te ve Serat’ın güneyinde oturuyorlardı. Başlangıçta en dıştaki surdan içe doğru uzanan dört yol boyunca yüksek kemerli dükkânlardan oluşan dört pazar, Ayrıca surların dışında da dört pazar yeri vardı. Ancak Mansur, 773’de emniyet düşüncesiyle pazarları Kerh’e naklettirmişti.[43]
Şehre verilen Medinetu’s-Selam adı, resmi belgeler, sikkeler ve ağırlık ölçü birimlerinde kullanıldı.[44] Halk arasında Bağdad adı daha çok kullanılır oldu. Yaygın kanaate göre Bağdad adı Farsça kökenli bir kelimedir ve “Tanrı’nın ihsanı veya armağanı” anlamına gelmektedir. Bu görüş modern araştırmacıların çoğu tarafından kabul edilmekle birlikte kelimenin Aramice kökenli olup “koyun ağılı” anlamına geldiğini iddia edenler de vardır.[45]
Bağdad isminden başka Bağdan, Medinetu Ebi Ca’fer, Medinetu Mansur, Medinetu’l-Hulefa ve ez-Zevra adları da kullanılmıştır.[46] Şehre verilen Medinetu’l-Mudavvera adı yuvarlak planından kaynaklanmıştır.[47]





[1] C. Zeydan, II, 298. Şehrin 14/635 ve 17/638 tarihlerinde de kurulduğuna dair rivayetler vardır.  (Abülhalik Bakır, “Basra”, T.D.V.İ.A., İstanbul 1992, V, 108).
[2] Ö. R. Doğrul, Asr-ı Saadet, İstanbul 1978, IV, 377.
[3] H. İ. Hasan, II, 234.
[4] Ö. R. Doğrul, IV, 377-378; Ayrıca bk. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, İzahlar ve Çev.: M. F. Köprülü, 2. Baskı, Ankara 1963, s. 27; C. Zeydan, II, 299.
[5] Ö. R. Doğrul, IV, 378.
[6] Belazuri, Fütuhu’l-Büldan (Ülkelerın Fethi), Çev.: Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 395.
[7] H. İ. Hasan, II, 236.
[8] Bk. Ö. R. Doğrul, IV, 379.
[9] Ö. R. Doğrul, IV, 379.
[10] C. Zeydan, II, 303.
[11] İbn Abdi’l-Hakem, Futuhu Mısr ve Ahbaruha, Thk.: C. C. Torrey, Leiden 1922,  s. 91.)
[12] C. Zeydan, II, 303-304.
[13] İbn Abdi’l-Hakem, s. 91; Krş. H. İ. Hasan, II, 237; C. Zeydan, II, 304; Ö. R. Doğrul, IV, 380.
[14] C. Zeydan, II,3 04.
[15] H. İ. Hasan, II, 238.
[16] Becker, “Kahire”, İ.A., İstanbul 1993, VI, 76.
[17] W. Barthold, s. 24.
[18] Becker, VI, 76.
[19] İbn Abdi’l-Hakem, s. 92.
[20] Becker, VI, 76.
[21] Becker, VI, 77.
[22] Bk. Becker, VI, 78.
[23] Becker, VI, 78.
[24] Becker, VI, 79.
[25] Becker, VI, 79.
[26] Becker, VI, 79.
[27] G. Yver, “Kayravan”, İ.A., İstanbul 1993, VI, 468.
[28] Yver, VI, 468.
[29] H. İ. Hasan, II, 239-240.
[30] Yver, VI, 468.
[31] Yver, VI, 468.
[32] Yver, VI, 468.
[33] Yver, VI, 468-469.
[34] Yver, VI, 469.
[35] Yver, VI, 469.
[36] Yver, VI, 470.
[37] Yver, VI, 470.
[38] Yver, VI, 470.
[39] B. Üçok, İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler, Ankara 1979, s. ; Abdülaziz ed-Duri, “Bağdat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, IV,427; P. K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev.: S. Tuğ, İstanbul 1989, II, 450.
[40] Hitti, II, 450; Duri, IV, 427.
[41] Duri, IV, 427.
[42] Duri, IV, 426.
[43] Duri, IV, 427.
[44] Duri, IV, 426.
[45] Duri, IV, 426.
[46] Duri, IV, 426.
[47] Duri, IV, 426.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar