Prof. Dr. Adnan Demircan
Basra
Müslümanlar tarafından kurulan ilk şehir olup 16/ 637’de Utbe b.
Gazvan tarafından tesis edilmiştir.[1]
Şehrin kuruluş gerekçesi farklı şekillerde anlatılmıştır. Bir görüşe göre Hz.
Ömer bu şehrin Hindistan ve İran tarafından vuku bulan deniz taarruzlarına
karşı koymak amacıyla Hint ve İran gemilerinin demir attığı limana yakın bir
yere kurulmasını istemiştir.[2]
H. İ. Hasan ise şehrin kuruluş gerekçesini şöyle anlatır: Büyük şehirlerde
yaşamaya alışık olmayan Araplar, Medain’de ikamet etmek istemediler. Çünkü
onlar, geniş gökyüzü ile temiz havasıyla ve en kıymetli varlıkları olan
hayvanlarını otlattıkları meraları ile temayüz eden çöle son derece
alışmışlardı. Diğer taraftan halife Hz. Ömer, Müslümanlara yardım birlikleri
göndermek istediğinde, onlarla kendi arasında bu yardımın gönderilmesini
engelleyecek bir denizin bulunmamasını istemişti.[3]
Şehrin kurulacağı yer, Hz. Ömer tarafından tayin edildikten sonra
Utbe, maiyetindeki 800 kişiyle oraya gitti. Şehrin temeli atıldığında her
kabile ayrı bir mahalleye yerleştirildi. Kabileler yerlerine yerleştirildikten
sonra 17/638’de meydana gelen bir yangın, şehrin birçok binasını yaktığından
Sa’d b. Ebi Vakkas, taş ve tuğladan binalar yaptırmak içinizin istemiş, Hz.
Ömer de her aileye üç odadan müteşekkil evler yaptırılması koşuluyla buna izin
vermişti.[4]
Şehir sakinleri kısa zamanda artmış ve meydana gelen göçlerle daha
Emevi devletinin ilk yıllarında Ziyad’ın valiliği sırasında askeri hizmet
yapmaya muktedir kişilerin sayısı 80000 kişiye, bunların aile fertleri 120000
kişiye ulaşmıştı.[5]
Basra şehri kısa zamanda İslam dünyasının önemli ticaret
merkezlerinden biri oldu. Şehir, pek çok akademik konunun tartışıldığı, Arapça
dil bilgisinin geliştiği en önemli kültür merkezlerinden biri olma hüviyetini
uzun süre muhafaza etmiştir.
Kufe
Müslümanlar tarafından kurulan şehirlerden biri de Basra’nın
kuruluşundan birkaç ay sonra Sa’d b. Ebi Vakkas tarafından temeli atılan Kufe
şehridir.
Sa’d, Hz. Ömer’e bir mektup göndererek halkın sivrisinekten
rahatsız olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ona gönderdiği mektupta,
“Araplar deve ile yaşarlar; develer yarayan yerler onlara da yarar. Bunun
içinsen onlara acımtırak ot biten bir yer bul; ancak benimle onlar arasıda
deniz olmasın.i diyerek şehrin yerinin belirlenmesinde dikkat edilecek
hususları belirlemiştir.[6]
Sa’d, Hz. Ömer’den aldığı emir gereği Fırat ile Hire arasında bir
yer seçerek Muharrem 17/ Ocak 638’de Medain’i terk etti. Kufe’nin bulunduğu
yere gelen Sa’d, 40000 kişiden meydana gelen ordusunu önce çadırlara
yerleştirmiş, sonra da kamıştan evler yapılmıştır. çok geçmeden bu evler yanmış,
bunun üzerine Hz. Ömer, kerpiçten evler yapılmasını emretmişti.[7]
Hem Basra’da hem de Kufe’de Araplar, şehre yerleştirilirken
kabilevi yapı göz önünde bulundurulmuştu.[8]
Şehrin planı bizzat Hz. Ömer tarafından tanzim edilmiş, ana
caddelerin 60, tali caddelerin 45, sokakların 30 kadem (ayak) uzunluğunda
olmasına karar verilmiş; en dar sokakların genişliği 12 kadem olarak
tasarlanmıştı.[9]
Kufe şehri kurulduktan kısa bir süre sonra önemli yerleşim
merkezlerinden biri oldu. Hz. Ali, hilafete geçince kendisini destekleyenlerin
çoğunun Kufe’de bulunması, bölge arazisinin verimliliği, şehrin stratejik bir
yerde olması gibi gerekçelerle Kufe’yi başkent yaptı.
Şehrin, İslam medeniyetinin merkezlerinden biri olması itibariyle
de önemi vardır. Nahiv ve fıkıh alanında yapılan çalışmalar sonucu yeni ekoller
doğmuştur.
Fustat
Müslümanların Mısır’da kurdukları ilk şehirdir. 18/639’da Amr b. As
tarafından bugünkü Kahire ile Eski Mısır (Mısr-ı Atik) arasında kurulmuştur.[10]
Müslümanlar, Babil kalesini fethetmek için gittiklerinde Fustat
şehrinin bulunduğu yeri ordugah olarak seçmişlerdi. Kalenin fethinden sonra
İskenderiye’yi fethetmek amacıyla yola çıkılacağı sırada komutan Amr’ın çadırı
sökülmek istenmiş, fakat Üzerinde bir yaban güvercinin yuva yaptığı ve
yavrulamış olduğu görülmüştü.[11]
Amr, çadırın olduğu gibi bırakılmasını emrederek orada kalan Kıptiler’i çadırı
muhafaza etmekle görevlendirmişti.[12]
İskenderiye’nin fethinden sonra Amr, o günkü şartlara göre gelişmiş
bir şehir olan burasını vilayet merkezi yapmak istemiş ve bu niyetini Hz.
Ömer’e bildirmişti. Hz. Ömer, İskenderiye ile hilafet merkezi arasında su
bulunup bulunmadığını gelen elçiye sormuş, Nil nehrinin karayı böldüğünü
öğrenince de Amr’a şunları yazmıştı: “Müslümanları kışın veya yazın benimle
onların arasını bir suyun ayıracağı bir mevkiye yerleştirmeni istemem. Benimle
onlar arasında deniz veya nehir bulunmasın. Öyle ki size gelmek istediğim zaman
bineğime binip yanınıza kolayca gelebileyim.”[13]
Halifenin emrini alan Amr b. As, İskenderiye’de bir askeri kuvvet
bırakarak Babil kalesine döndü. Buraya geldikleri zaman bıraktıkları çadırı
yerinde ve içi güvercinlerle dolmuş halde buldular. Askerler, çadırın etrafında
konakladıklar; daha sonra da ikamet için çadırın etrafında evlerin inşasına
başladılar.[14]
Şehre Fustat adının veriliş sebebine dair çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Bir rivayete göre Amr’ın çadırına nispetle buraya Fustat adı
verilmiştir.[15]
Bu ismin Fustat, Fustat, Fussat, Fissat gibi muhtelif şekillerinin olduğu ifade
edilmiştir.[16]
Bazılarına göre ise şehrin adı “hendek ile çevrilmişi anlamına gelen “Fossaton”
kelimesinden gelmektedir.[17]
Öte yandan kelimenin “karargah” anlamına gelen Bizans dilindeki “Fossatum”dan
geldiği de söylenmiştir.[18]
Amr’ın şehirde ilk yaptığı bina mescid olmuştur. Rivayete göre
mescidin yanında Ömer b. el-Hattab için bir ev yaptırılmış ve durum halifeye
bildirilmişti. Hz. Ömer, Hicaz’da ikamet eden bir insanın Mısır’da evinin
bulunmasını uygun görmemiş ve söz konusu evin çarşı olarak kullanılmasını
emretmiştir.[19]
Fustat zamanla Mısır ve Babilyon’u da içine alarak genişlediği
görülmektedir.[20]
Şehrin inkişafı I. asrın sonlarından itibaren başlar. Çünkü
Abdülmelik’in kardeşi Abdülaziz zamanında valinin ikamet yeri Fustat değil
Hulvan’dı.[21]
Tolunoğulları zamanında Fustat en parlak devirlerinden birini
yaşadı. Tolunoğullarının şehirde geniş imar faaliyetlerine giriştikleri
anlaşılmaktadır.[22]
Şehir Fatımiler devrinde bile ihtişamını korudu. Mukaddesi,
375/985’te Fustat’ı ve zenginliklerini en ince teferruatına kadar anlatmaktadır.
Özellikle dikkat çeken şey şehrin nüfusunun çokluğu olmaktadır. Ona göre cuma
namazında 10.000 kişi imamın arkasında namaz kılardı. Ticaret ve alış veriş Amr
camiinin etrafında yoğunlaşmaktaydı.[23]
Fatımi halifelerinden Mustansır’ın saltanatının ikinci yarısında
meydana gelen kıtlık ve askeri isyanlar şehrin zarar görmesine neden oldu.
Amir’in halifeliği zamanında vezir el-Me’mun, şehrin harabe olmuş kısımlarında
evi bulunanların onları tamir etmeye ve kullanmaya aksi halde satmak veya
kiralamak suretiyle faydalı bir hale sokmaya mecbur olduklarını Kahire ve
Fustat’ta ilan ettirdi. Bunu yapmayanlar emlakleri Üzerindeki bütün haklarını
kaybediyorlardı. Ancak bu emirname Kahire’nin kuzey -doğusunda Rumeyle ile
Kahire’nin Babu’z-Zuveyle arasındaki mahallelerin inşasına yaradı. Fustat,
sonuncu ve büyük darbeyi Fatımilerden el-’Adid zamanında Mısır’a giren
Haçlılardan yedi. Kahire daha bu devride tahkim edilmişken Fustat tahkimatsız
bir şehirdi. Vezir Şavar, Hıristiyanların Fustat’ı işgal edip askeri üs haline
getirmelerinden korkarak 19 Safer 564/ 22 Kasım 1168’de şehri ateşe verdi.
Şehrin dört bir tarafına gaz kundakları kondu ve çıkarılan yangın 54 gün sürdü.[24]
Memluklular devrinde Fustat yukarı Mısır’ın, Kahire ise aşağı
Mısır’ın idare merkezi oldu.[25]
Bu devirden sonra şehrin tarihi pek bilinmemektedir. Kahire’nin
devamlı üstünlüğü ve sonradan iktisadi bir merkez olması karşısında Fustat
yavaş yavaş çöktü. Zamanla Fustat adı unutularak yerine kaim olan Mısr ismi her
iki şehir için kullanılmaya başlandı.[26]
Kayravan
Bugün Tunus sınırları içinde bulunan şehir, Muaviye’nin İfrikıyye
valisi Ukbe b. Nafi’ el-Fihri tarafından 50/670’de kurulmuştur.[27]
Ukbe atanıncaya kadar vali, Berka kentinde oturmaktaydı.
Kayravan, bir Roma köyü olan Kamuda veya Kamunia’nın yerine veya
civarına yapılmış ve bu köyün inşaat malzemesi Araplar tarafından
kullanılmıştır.[28]
Başarılı fetihlerden sonra Ukbe, Müslümanları içten ve dıştan
meydana gelebilecek saldırılardan korumak üzere sahilden uzakta olan
Kayravan’ın yerini seçerek hükümet merkezi ile camii inşa ettirdi. Halk da
bunun etrafında evlerini yaptırdı.[29]
Ukbe Şehrin etrafına 3600 kulaçlık bir sur inşa ettirdi.[30]
Şehrin kuruluş çalışmaları bitmek üzereyken Ukbe gözden düşmüş ve
merkeze çağrılmıştı (55/675). Yerine tayin edilen Dinar Ebu’l-Muhacir,
Kayravan’ı hemen yıktırarak iki mil kuzeyde yeni Takruan veya Takrun şehrini
inşa ettirdi. Halifenin tekrar gözüne giren ve Afrika’ya gönderilen Ukbe,
Kayravan’ı yine eski yerinde yeniden yaptırdı.[31]
Bu dönemden itibaren şehir Afrika’nın önemli bir merkezi oldu.
Ukbe’nin ölümünden kısa zaman sonra şehir Kusayle’nin isyanı ile Berberiler
tarafından işgal edilerek dört sene onların hâkimiyetinde kaldı
(64-68/684-688).[32]
Haricilerin isyanlarında elde etmek istedikleri en önemli merkezlerden birisi
şüphesiz Kayravan’dı. Nitekim şehir 139/756-7’de Vefercume kabilesine mensup
Haricilerin eline geçti ve onlar tarafından yağma edildi. 14 ay sonra Huvara
kabilesinin lideri olan Ebu’l-Hattab onları kovarak şehrin idaresini
Abdurrahman b. Rustem’e devretti. 145/762-3’te Haricilerden İbnu’l-Eş’as
muzaffer olarak Kayravan’da hükümet merkezini yeniden kurmayı başardı.
Berberilerin verdikleri zararı telafi etmeye çalışarak şehrin yeni bir hücuma
karşı mukavemetini artırmak amacıyla etrafını 12 zira’ kalınlığında tuğla bir
duvarla çevirdi. Bütün tedbirlere rağmen İbadi Berberiler şehri muhasara
ettiler. Şehre girmeyi başaran Haricilerin işgali kısa sürdü. Şehir Yezid b.
Hatim tarafından yeniden alındı. O, şehirdeki imar faaliyetleri nedeniyle
“şehrin ikinci banisi” lakabıyla isimlendirildi.[33]
Ağlebiler döneminde şehir önemli bir gelişme gösterdi. I.
Ziyadetullah ile İbrahim şehrin içme suyunu sağlamak amacıyla su hazneleri ve
havuzlar yaptırdılar. Daha önce birkaç kez tamirat gören Ukbe’nin yaptırdığı
cami Ziyadetullah I tarafından yeniden inşa edildi.[34]
Şehir en çok Ebu Yezid’in isyanlarından etkilendi. Şehri zapteden
Nukkariler bütün yalvarmalara rağmen orayı yağa ettiler (333/944). 334/946’da
halife İsmail, şehri tekrar kazanarak Ebu Yezid’e karşı kazandığı zaferin
anısına, şehirden az uzakta el-Mansuriyye adını verdiği Sabra şehrini kurdu ve
hükümet merkezini buraya taşıdı (337/948). Halefi el-Mu’izz halkın
memnuniyetsizliğine rağmen Kayravan’ın imalathane ve çarşılarını
el-Mansuriyye’ye naklettirdi.[35]
Fatımiler’in hâkimiyeti sırasında Kayravanlılar Sünniliğe bağlı
kaldılar. Onlarla Fatımiler arasındaki düşmanlık ilk defa Ziriler döneminde
kanlı kargaşalıklar halinde ortaya çıktı. 407/1017-8’de meydana gelen bir
kargaşalık sırasında 3000 Şii öldürüldü ve el-Mansuriyye şehri halk tarafından
yağmalandı.[36]
Muizz, Hilali saldırılarına karşı koyabilmek için Kayravan ile
el-Mansuriyye arasındaki yarım millik mesafede yaptırdığı iki duvar ile bu iki
şehri birleştirdi (444/1052).[37]
Ancak alınan tedbirler Hilaliler’in şehre saldırılarını engellemedi. Şehre
saldıran Araplar, burada korkunç bir tahribata giriştiler. İfrikıyye’nin
başkenti bu tahribattan sonra bir daha canlanamadı. 1060’ta Huvare kabilesi
tarafından yeniden yağmalandı.[38]
Daha sonra da devam eden kargaşalıklar sonucu şehir devamlı bir
gerileme gösterdi. Öyle ki XIV. asrın başlangıcında şehir terkedilmiş
durumdaydı. Burada melce’ arayan bazı çiftçiler ikamet ediyordu. Daha sonra
tekrar meskûn olmaya başladı.
Bağdat
Şehir Abbasilerin ikinci halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından
kurulmuştur.
Abbasilerin ilk halifesi es-Seffah, kısa süren hilafetinde devleti
genellikle Kufe’den idare etmiş, onun ölümünden sonra Ebu Cafer Mansur Medine,
Şam, Kufe gibi şehirleri bazı siyasi sebeplerden dolayı başkent yapmayı uygun
görmemişti.
Şehir, şekil olarak yuvarlak yapılmıştı.[41]
Bağdat şehri, sağlamlığı ve yerleşim planı ile büyük bir kaleyi andırıyordu.
Etrafı geniş ve derin bir hendekle çevrilmiş, şehrin kontrolünü sağlamak ve hem
içteki haberleşmeyi hem de kervan yollarıyla irtibatı temin etmek için ortada
kesişen iki yol ile dört eşit parçaya bölünmüştü.[42]
Şehrin planı sosyal ihtiyaçlar düşünülerek çizilmiştir. Askerler genel olarak
surların dışında, şehrin kuzey ve güney batısında, tüccar ve zanaatkârlar ile
Kerh’te ve Serat’ın güneyinde oturuyorlardı. Başlangıçta en dıştaki surdan içe
doğru uzanan dört yol boyunca yüksek kemerli dükkânlardan oluşan dört pazar,
Ayrıca surların dışında da dört pazar yeri vardı. Ancak Mansur, 773’de emniyet
düşüncesiyle pazarları Kerh’e naklettirmişti.[43]
Şehre verilen Medinetu’s-Selam adı, resmi belgeler, sikkeler ve
ağırlık ölçü birimlerinde kullanıldı.[44]
Halk arasında Bağdad adı daha çok kullanılır oldu. Yaygın kanaate göre Bağdad
adı Farsça kökenli bir kelimedir ve “Tanrı’nın ihsanı veya armağanı” anlamına
gelmektedir. Bu görüş modern araştırmacıların çoğu tarafından kabul edilmekle
birlikte kelimenin Aramice kökenli olup “koyun ağılı” anlamına geldiğini iddia
edenler de vardır.[45]
[1] C. Zeydan, II,
298. Şehrin 14/635 ve 17/638 tarihlerinde de kurulduğuna dair rivayetler
vardır. (Abülhalik Bakır, “Basra”,
T.D.V.İ.A., İstanbul 1992, V, 108).
[4] Ö. R. Doğrul, IV,
377-378; Ayrıca bk. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, İzahlar ve Çev.: M.
F. Köprülü, 2. Baskı, Ankara 1963, s. 27; C. Zeydan, II, 299.
[39] B. Üçok, İslam
Tarihi Emeviler-Abbasiler, Ankara 1979, s. ; Abdülaziz ed-Duri, “Bağdat”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, IV,427; P. K. Hitti,
Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev.: S. Tuğ, İstanbul 1989, II, 450.
0 yorum:
Yorum Gönder