Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde ahlakî çerçeveyi belirleyen birçok
ilke yer alıyor. Aynı şekilde toplumun hafızası olan atasözleri de birçok
ahlakî ilkeye vurgu yapıyor. İnsanoğlu çocukluğundan itibaren bunların bir
kısmını hayatının farklı aşamalarında öğreniyor. Bir kısmını uygulamalı olarak
öğrense de onun hayatının ilkeleri olacağı hususu meşkûktür. Tecrübeyle
sabittir ki ahlakî ilkeler konusunda bilgi sahibi olmak insanı ahlaklı yapmaya
yetmiyor. Eğer böyle olsaydı bilgi sahibi olanlar dünyanın en ahlaklı insanları
olurdu.
Ahlak, bizim medeniyetimizde zaafa uğrayan dinî değerlerden biri.
Genellikle ibadetler, emir ve nehiylerde şekil öne çıktığı için ahlak üzerinde
daha az durulur oldu. Bu da ahlak kısmı zayıf bir din algısına yol
açabilmektedir.
Son dönemlerde toplum olarak yaşadıklarımız, dindarlığın ahlaklı ve
ilkeli olmak için yeterli olmadığını gösterdi. İnsanın ortama göre şekil
değiştirmesi, su misali girdiği kabın şeklini alabilme yeteneği bir zaaf olarak
görülmelidir. Daha beteri kişilerin ve grupların kendi ahlak sistemlerini
geliştirmeleri, ilişkilerinde çifte standart kullanmalarıdır.
Tabii ahlaksız olduğu halde ahlaktan söz edenler de çoktur etrafımızda.
Bunların bir kısmının Kur’ân, din, ahlak gibi değerleri kılıf olarak kullanıp
kendilerini gizledikleri bilinmektedir.
Hayatın bana öğrettiği, ahlaktan söz eden herkesin ahlaklı
olmadığıdır. Ancak bana öğrettiği başka bir önemli ilke de ahlakın ilimden
önemli olduğudur. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Bilgili olmadan ahlaklı
olmak mümkün müdür? Benim kastettiğim temel bilgiler değil, profesyonel bilme
durumudur. Hâsılı ben adamın ahlaklı olanına bakarım, sonra da bilgili olanına…
ebuomerbindavud@gmail.com
0 yorum:
Yorum Gönder