27 Nisan 2017 Perşembe

İslâm ve Şehir VII: Evlerin Yapısı

Prof. Dr. Adnan Demircan
Mesken bir medeniyet ve kültürün tezahürü olarak kabul edilmektedir. “Mesken ve şehirler cemiyetin yüzüne vurulmuş bir mührü, bir damgasıdır.”[1] Bir başka ifade ile mesken, “belli bir medeniyette kültürün bir tezahürüdür.[2]
İslam memleketlerinde farklı zaman ve yerlerde ortaya çıkan mimari tarzlar arasında farklılıkların olması kaçınılmazdır. Bununla birlikte S. K. Yetkin’in bu konudaki sözlerini özetleyecek olursak, Müslümanların meydana getirdikleri mimari eserler hangi bölgede ve hangi devirde yetişmiş, hangi millete mensuh sanatkârlar tarafından vücuda getirilmiş olursa olsun, aynı ailenin fertleri gibi, ayın dilin lehçeleri gibi birbirlerine benzerler. Bu eserler Üzerinde iklimlerin etkisinden ve İslamiyet’i kabul eden milletlerin İslam’dan önceki milli sanatlarından yararlanmaları neticesinde karakter farkları meydana gelmiştir.[3]
Bu hususu belirttikten sonra Müslüman evlerinin yapısına geçebiliriz:
Önce Resulullah(s) dönemindeki evlerin yapısından kısaca bahsetmek istiyoruz. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra inşa ettiği mescidin yanına ailesinin ihtiyaçlarını sağlayabilecek odalar yaptırmıştı. Bu odalar mescidin avlusuna açılan, dışarıya kapalı şekilde tasarlanmıştı. Resulullah(s)’ın hanımlarının ikameti için yapılan bu odaların ikisi mescidin inşası sırasında yapılmış, daha sonra ihtiyaç duyulduğunda bunların yanına başka odalar da eklemiş ve odaların sayısı dokuza ulaşmıştı. Canan, Resulullah devrindeki evin sabit unsurlarını şöyle sıralamaktadır: “Komşularından biriyle müşterek olan fırın, bazı kereler -maddi darlık sebebiyle- iki ay boyunca ateş yakılmadığı bildirilen mutfak, umumiyetle evlerin üst kısmında yer alıp, merdivenle çıkıldığı anlaşılan ve müstakil odadan müteşekkil meşrübe, içerisine eşya koymak için evin dâhilinde inşa edilen ve kapısına perde çekilerek örtülen -ki sofa, raf, duvarda eşya koymaya mahsus oyuk, ışık ve hava için açılan delik, evin bir kenarında altına eşya koymak için inşa edilen üzeri örtülü tariflere nazaran bugünkü divanı andıran sabit hücre- v.s. manalarına da gelen sehve, büyük odaların içerisinde inşa edilen küçük çaptaki dar mahda, cahiliye devrinde kocası ölen kadınların matem alameti olarak bir yıl boyu girdikleri tavanı son derece basık, dar, adi hıfş gibi cahiliye evlerinde de bulunan unsurlar istisna edilirse, hela gusülhane, misafir odası, namazgâh gibi kısımlar İslami kültürün bir icabı olarak Müslüman evlerin planında hemen hemen umumi bir şekilde yer almıştır.”[4]
İslam’dan önce, evlerde tuvalet yapılması âdeti yoktu. İlk zamanlar Müslümanlar da def-i hacet için şehrin dışına gidiyorlardı. Tesettür ayetinin gelişinden sonra evlerde tuvalet inşa edilmiştir. Öte yandan, def-i hacet sırasında yüzün veya arkanın kıbleye çevrilmemesini ifade eden hadis, tuvaletin evin planı içinde nereye yerleştirileceği hususunu gündeme getirmiştir.[5]
İslam şehirlerinde avlulu ve avlusuz olmak üzere başlıca iki ev tipi vardır. Bu iki konut tipinden avlulu ev tipi daha yaygındır.[6] İslam’dan önce ve İslam’ın ilk yıllarında evler gayet basit yapılar halindeydi. Mekke’de en önemlisi Kâbe olmak üzere çok az bina mevcuttu. Ortaçağda şehirlerdeki binaların büyük bir kısmı kerpiçten yapılırken zenginlerin evleri taştan yapılırdı.[7]
Zenginlerin köşkleri bazen iki kat olarak yapılır, salonların sağ ve solunda Üzerinde kalın perdeler geçirilmiş diğer salon ve odalara açılan kapılar bulunurdu. Tabanı mermer olan eyvan ve odalar kış mevsiminde değerli halılarla döşenir, odalar sobalarla ısıtılırdı. Ağaç eksikliğinden halılar, Üzerinde oturulan, çalışılan, ekseriya uyunan mobilyanın temeliydi. Hâlbuki zenginler bunu aynı zamanda duvarları süslemek için kullanırlardı.[8] Duvarlara elbiselerin konulması için yerler yapılırdı. Bu asırlarda elbise dolapları bilinmezdi.[9]
Zenginlere ait evler, harem odaları, hizmetçi odaları ve ziyafete mahsus selamlık bölümü olmak üzere başlıca üç kısımdan meydana geliyordu. Fakirlerin evleri ise bahçeleri ve ihata duvarları olmayan, pencereleri doğrudan caddeye bakacak şekilde yapılırdı. Hatta yoldan geçenler evin içindeki kimseleri dahi görebilirlerdi.[10]
Arap şehirleri binaların yakınlığı ve evlerin yüksekliği ile hususi bir özelliğe sahiptir. Fustat’ta 8 kata varan çok katlı evler vardı. Bazen bu evlerin sakinleri 200 kişiyi bulurdu.[11] Burada Resulullah(s)’ın evlerin yüksekliğinin kıyamet alametlerinden olduğuna işaret eden bir hadisinin de mevcut olduğunu ifade edelim.[12]
Bağdatlılar yazın evlerin damlarında yatarlarken, Amil şehrinde ise yaz kış yağmur yağdığından dolayı evler çatılıydı.[13]
Abbasiler döneminde halka ait evler, çoğunlukla sahipleri tarafından mesken olarak kullanılırdı. Bazı ev sahipleri, fazla evlerinin tamamını ya da bir bölümünü kiraya veriyorlardı. Zahidler ve dervişler, mescid köşelerini mesken ediniyorlar veya kulübelerde yaşıyorlardı. Binalarda yapı malzemesi olarak kerpiç, tuğla, kireç ve alçı kullanılıyor, tavanlar ise hurma lifleriyle ve ağaç dallarıyla örtülüyordu. Evlerde banyo, tuvalet ve kuyu gibi temizlik ve sağlığın korunmasına yarayan bölümler bulunuyordu. Zenginlerin evlerinde sadece kendilerinin kullandığı, hizmetçilerin girmesine izin verilmeyen tuvalet ve banyolar mevcuttu. Avamdan olan vatandaşlar evlerinde genellikle bir el değirmeni ve bir fırın bulunmaktaydı. Evler kandil, lamba veya mumla aydınlatılırdı.[14]
Hz. Peygamber döneminde eve her yönüyle bir sadeliğin hâkim olduğunu söylemek gerekir. Resulullah’ın evinde hurma yaprağından yapılmış bir hasır bulunur. Bu hasır gündüz eve serilirken gece evi bölmek için perde yerine kullanılmaktaydı. Bundan başka bir divan, yatak, perde, leğen, kandil ve el değirmeni gibi eşyalar Resulullah(s)’ın evinde bulundurduğu ve kullandığı eşyalardır.[15]






[1] Şafak, s. 11.
[2] Canan, s. 417.
[3] S. K. Yetkin, İslam Mimarisi, Ankara 1959, s. 4-8.
[4] Canan, s. 428-429.
[5] Geniş bilgi için bk. Canan, s. 429-430.
[6] Can, s. 119.
[7] H. İ. Hasan, II, 233.
[8] İ. Kayaoğlu, s. 120.
[9] A. Metz, II, 222.
[10] H. İ. Hasan, IV, 403.
[11] A. Metz, II, 273.
[12] Buhari, İst’zan 53; Muslim İman 1.
[13] A. Metz, II, 212-213.
[14] H. İ. Hasan, VI, 349-350.
[15] Geniş bilgi için bk. Canan, s. 436-440.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar