Prof. Dr. Adnan Demircan
Mesken bir medeniyet ve kültürün tezahürü olarak kabul
edilmektedir. “Mesken ve şehirler cemiyetin yüzüne vurulmuş bir mührü, bir
damgasıdır.”[1]
Bir başka ifade ile mesken, “belli bir medeniyette kültürün bir tezahürüdür.[2]
İslam memleketlerinde farklı zaman ve yerlerde ortaya çıkan mimari
tarzlar arasında farklılıkların olması kaçınılmazdır. Bununla birlikte S. K.
Yetkin’in bu konudaki sözlerini özetleyecek olursak, Müslümanların meydana
getirdikleri mimari eserler hangi bölgede ve hangi devirde yetişmiş, hangi
millete mensuh sanatkârlar tarafından vücuda getirilmiş olursa olsun, aynı
ailenin fertleri gibi, ayın dilin lehçeleri gibi birbirlerine benzerler. Bu
eserler Üzerinde iklimlerin etkisinden ve İslamiyet’i kabul eden milletlerin
İslam’dan önceki milli sanatlarından yararlanmaları neticesinde karakter
farkları meydana gelmiştir.[3]
Bu hususu belirttikten sonra Müslüman evlerinin yapısına geçebiliriz:
Önce Resulullah(s) dönemindeki evlerin yapısından kısaca bahsetmek
istiyoruz. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra inşa ettiği mescidin
yanına ailesinin ihtiyaçlarını sağlayabilecek odalar yaptırmıştı. Bu odalar
mescidin avlusuna açılan, dışarıya kapalı şekilde tasarlanmıştı.
Resulullah(s)’ın hanımlarının ikameti için yapılan bu odaların ikisi mescidin
inşası sırasında yapılmış, daha sonra ihtiyaç duyulduğunda bunların yanına
başka odalar da eklemiş ve odaların sayısı dokuza ulaşmıştı. Canan, Resulullah
devrindeki evin sabit unsurlarını şöyle sıralamaktadır: “Komşularından biriyle
müşterek olan fırın, bazı kereler -maddi darlık sebebiyle- iki ay boyunca ateş
yakılmadığı bildirilen mutfak, umumiyetle evlerin üst kısmında yer alıp,
merdivenle çıkıldığı anlaşılan ve müstakil odadan müteşekkil meşrübe, içerisine
eşya koymak için evin dâhilinde inşa edilen ve kapısına perde çekilerek örtülen
-ki sofa, raf, duvarda eşya koymaya mahsus oyuk, ışık ve hava için açılan
delik, evin bir kenarında altına eşya koymak için inşa edilen üzeri örtülü
tariflere nazaran bugünkü divanı andıran sabit hücre- v.s. manalarına da gelen
sehve, büyük odaların içerisinde inşa edilen küçük çaptaki dar mahda, cahiliye
devrinde kocası ölen kadınların matem alameti olarak bir yıl boyu girdikleri
tavanı son derece basık, dar, adi hıfş gibi cahiliye evlerinde de bulunan
unsurlar istisna edilirse, hela gusülhane, misafir odası, namazgâh gibi
kısımlar İslami kültürün bir icabı olarak Müslüman evlerin planında hemen hemen
umumi bir şekilde yer almıştır.”[4]
İslam’dan önce, evlerde tuvalet yapılması âdeti yoktu. İlk zamanlar
Müslümanlar da def-i hacet için şehrin dışına gidiyorlardı. Tesettür ayetinin
gelişinden sonra evlerde tuvalet inşa edilmiştir. Öte yandan, def-i hacet
sırasında yüzün veya arkanın kıbleye çevrilmemesini ifade eden hadis, tuvaletin
evin planı içinde nereye yerleştirileceği hususunu gündeme getirmiştir.[5]
İslam şehirlerinde avlulu ve avlusuz olmak üzere başlıca iki ev
tipi vardır. Bu iki konut tipinden avlulu ev tipi daha yaygındır.[6]
İslam’dan önce ve İslam’ın ilk yıllarında evler gayet basit yapılar halindeydi.
Mekke’de en önemlisi Kâbe olmak üzere çok az bina mevcuttu. Ortaçağda
şehirlerdeki binaların büyük bir kısmı kerpiçten yapılırken zenginlerin evleri
taştan yapılırdı.[7]
Zenginlerin köşkleri bazen iki kat olarak yapılır, salonların sağ
ve solunda Üzerinde kalın perdeler geçirilmiş diğer salon ve odalara açılan
kapılar bulunurdu. Tabanı mermer olan eyvan ve odalar kış mevsiminde değerli
halılarla döşenir, odalar sobalarla ısıtılırdı. Ağaç eksikliğinden halılar,
Üzerinde oturulan, çalışılan, ekseriya uyunan mobilyanın temeliydi. Hâlbuki
zenginler bunu aynı zamanda duvarları süslemek için kullanırlardı.[8]
Duvarlara elbiselerin konulması için yerler yapılırdı. Bu asırlarda elbise
dolapları bilinmezdi.[9]
Zenginlere ait evler, harem odaları, hizmetçi odaları ve ziyafete
mahsus selamlık bölümü olmak üzere başlıca üç kısımdan meydana geliyordu.
Fakirlerin evleri ise bahçeleri ve ihata duvarları olmayan, pencereleri
doğrudan caddeye bakacak şekilde yapılırdı. Hatta yoldan geçenler evin içindeki
kimseleri dahi görebilirlerdi.[10]
Arap şehirleri binaların yakınlığı ve evlerin yüksekliği ile hususi
bir özelliğe sahiptir. Fustat’ta 8 kata varan çok katlı evler vardı. Bazen bu
evlerin sakinleri 200 kişiyi bulurdu.[11]
Burada Resulullah(s)’ın evlerin yüksekliğinin kıyamet alametlerinden olduğuna
işaret eden bir hadisinin de mevcut olduğunu ifade edelim.[12]
Bağdatlılar yazın evlerin damlarında yatarlarken, Amil şehrinde ise
yaz kış yağmur yağdığından dolayı evler çatılıydı.[13]
Abbasiler döneminde halka ait evler, çoğunlukla sahipleri
tarafından mesken olarak kullanılırdı. Bazı ev sahipleri, fazla evlerinin
tamamını ya da bir bölümünü kiraya veriyorlardı. Zahidler ve dervişler, mescid
köşelerini mesken ediniyorlar veya kulübelerde yaşıyorlardı. Binalarda yapı
malzemesi olarak kerpiç, tuğla, kireç ve alçı kullanılıyor, tavanlar ise hurma
lifleriyle ve ağaç dallarıyla örtülüyordu. Evlerde banyo, tuvalet ve kuyu gibi
temizlik ve sağlığın korunmasına yarayan bölümler bulunuyordu. Zenginlerin
evlerinde sadece kendilerinin kullandığı, hizmetçilerin girmesine izin
verilmeyen tuvalet ve banyolar mevcuttu. Avamdan olan vatandaşlar evlerinde
genellikle bir el değirmeni ve bir fırın bulunmaktaydı. Evler kandil, lamba
veya mumla aydınlatılırdı.[14]
Hz. Peygamber döneminde eve her yönüyle bir sadeliğin hâkim
olduğunu söylemek gerekir. Resulullah’ın evinde hurma yaprağından yapılmış bir
hasır bulunur. Bu hasır gündüz eve serilirken gece evi bölmek için perde yerine
kullanılmaktaydı. Bundan başka bir divan, yatak, perde, leğen, kandil ve el
değirmeni gibi eşyalar Resulullah(s)’ın evinde bulundurduğu ve kullandığı
eşyalardır.[15]
0 yorum:
Yorum Gönder