Yrd. Doç. Dr. Feyza Betül Köse
Kendisini akademik tarihçi kimliği ile tanıdığımız Şaban Öz,
ilmî-akademik Siyer çalışmalarının yanı sıra edebî eserlerle de karşımıza çıkan
bir isim. Bunda Hz. Peygamber’i mümkün olan tüm yollarla anlatmanın lüzumuna
olan inancının etkili olduğu muhakkak. Siyer’e yönelik sahip olduğu duygu
yoğunluğunu da burada bir diğer etken olarak zikretmemiz gerekir.
Siyer ilmiyle hemhâl olmaya çalışan biri olarak şunu
rahatlıkla ifade edebilirim ki, Siyer ile ilgili akademik çalışmaları kaleme
almak bu alanda çalışan herkes için mümkün olan bir durum. Fakat bunu edebî
dille aktarmak, herhangi bir bilgi tahrifine girişmeden ancak bir romanın da
sahip olması gereken tüm nitelikleri karşılayarak duyguları bu formda yazıya
dökmek her Siyer akademisyeni için mümkün olabilen bir uğraşı değil. Bu
bakımdan Öz’ün edebî yönü ayrı bir anlam kazanmakta.
Yazarın ilk roman çalışması Elçi işte bu tür bir arka planın
ürünü olarak geçtiğimiz yıllarda okuyucusu ile buluştu. Elçi’nin gördüğü
teveccüh ve okurların yeni bir kurgu yönündeki taleplerine yazar bu kez farklı
bir tür ile karşılık verdi ve “Bir Bedevinin Günlüğü” adlı hikâyeyi kaleme
aldı.
Öz, bu çalışmasının tarihî bir metin olarak değerlendirilmemesi
gerektiği yönünde okuyucusunun dikkatini çekiyor. Hikâye başından sonuna bir
kurgu fakat bu kurgunun içerisine serpiştirilmiş tarihî anlatımlarda yazarının Siyer
akademisyeni oluşu kendisini göstermekte. Klasik kaynaklarda yer alan
rivâyetler ve bu rivâyetlerden sağlanan çıkarımlar farklı bir anlatımla
hikâyede yer bulmuş. Bu bakımdan Bir Bedevinin Günlüğü tarih ve kurgu seven
okurlar için gayet doyurucu bir eser olarak tarih ve edebiyat dünyasındaki
yerini almış durumda.
Hikâyenin hemen başında yazar bunun üç kişinin anlattığı bir
hikâye olduğunu belirtmiş: Biri kendisi, biri bedevî, biri de Ubeydullah. Aslında
bedevî ve genç Ubeydullah’ın ağzından dökülen sözlerin çoğu yazarın kendisini
ifadesi. Yazar, bir bakıma kendi hikâyesini onlara anlattırıyor ve böylelikle o
ikisinin pek çok cümlesinde yazarı ve duygu dünyasını görmek mümkün hale
geliyor.
Bu öykünün alışılagelen formlardan farklı olduğu hemen göze
çarpmakta. Öncelikle burada bir olay örüntüsünün olmadığını onun yerine
bedevînin hafızasında sakladığı günlüğünden aktardıklarının bir kurgu dâhilinde
hikâyeyi oluşturduğunu görmekteyiz.
Bir Bedevînin Günlüğü’nün bir diğer farkı da İslâm’ın Mekke
yıllarındaki tebliğin dışarıdan birileri tarafından nasıl göründüğünü ve bu tebliğ
karşısında nasıl bir psikolojiyle hareket ettiklerini anlatması. Bu dönemin
olaylarına bugüne kadar hep içeriden, Hz. Peygamber ve sahabîleri tarafından ve
onların nazarıyla bakmış olduğumuz bir gerçek. Burada ise yazar dışarıdan bir
gözün onları nasıl gördüğünü o dış gözün iç dünyasından bizlere aktararak
olayları bir de o açıdan görmemizi sağlıyor.
Sadece bu kadar değil örneğin hazırlık sürecinden başlayarak
savaş sonrası günlere kadar Huneyn’de İslâm düşmanlarının yaşadıklarını,
hissettiklerini onlardan birinin duygu dünyasına girerek öğreniyor, öğrenmekten
öte satırların içerisinde kaybolduğunuzda onlardan biriymişçesine hissediyor ve
yaşıyorsunuz. Ancak burada tamamen kahramanların iç dünyasını anlatan
psikolojik bir kurgu ile de karşı karşıya olmadığımızı belirtelim.
Hikâyenin en fazla dikkatimi çeken yönlerinden biri de yazarın
yine tarihçiliğini konuşturduğu bir husus. Öz, ilmî eserlerde kronolojik olarak
uzun uzadıya anlatılan tarihî olayları bazen bir iki cümle ile öyle bir
özetlemiş ki o tek cümle hadisenin tamamını detaylı aktarmaktan çok daha etkili
bir şekilde onun özünü ve arka planını bir çırpıda anlatıveriyor: “Babası
Muhammed’in en büyük düşmanlarındandı. Oğlu Muhammed’in devletinin başına geçti!
Kureyş’ten korkacaksın!” ifadesinde olduğu gibi.
Bunun yanında belki üzerinde hiç düşünmediğimiz veya
zihnimize çok az getirdiğimiz durumlar, burada bir hikâye formunda düşünce
dünyamıza dâhil ediliyor. Evs ve Hazrec’in İslâm öncesi Hicaz Arapları
tarafından görüldüğü nokta ile onların fetihlerdeki rolü arasındaki durum
değişmesinin anlatımı bu hususa dair örneklerden sadece biri. Bunda yazarın
sadece edebiyatçı olmamasının, bir Siyer uzmanı olarak hadiselerin arka plân
bilgilerine sahip olmasının etkisi oldukça büyük.
Yine hikâyeye bir es vererek okuyucuyu başka bir dünyaya
götüren Yahudi-bedevî karşılaşması her iki toplumun aslında ne olduğunu kısa
bir öyküyle zihinlere işliyor. Böylece geçmişten günümüze Yahudilerin tarafı
oldukları hadiseleri anlamlandırmada aydınlatıcı bir perspektif sağlamış
oluyor.
Ubeydullah’ın sonraki dönemde yaşayan bir kahraman olması ise
o dönemden geriye bakışın nasıllığını gözler önüne seriyor.
Hikâyenin oldukça sade ve yalın olan dili okumayı zevkli
hale getirmekte. Ayrıca sayfa sayısının da sınırlı tutulması, uzun olmayan
ancak yoğun bir anlatımın tercih edilmesi Bir Bedevînin Günlüğü’nü bir çırpıda
okunacak bir hikâye kılıyor.
Bu hikâyeyi tarih ve kurgu birleşimindeki başarısı,
okuyucuya tarihî olaylar için farklı bakış açıları sağlıyor olması ile de
başarılı bir çalışma olarak gördüğümü ve edebî anlatım yeteneği olan farklı
akademik tarihçi isimlerden de roman, hikâye gibi türlerde eserler
beklediğimizi bir okuyucu olarak belirtmek isterim.
0 yorum:
Yorum Gönder