7 Temmuz 2017 Cuma

Bir İngiliz Seyyah-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
İSTANBUL’DA KONUŞULAN DILLER
Soane, kaldığı otelin yaşlı hizmetlisinin kendisini İtalyanca buyur ettiğini, otel sahibi başka bir bayanın ise otelin tanıtımını Fransızca yaptığını, oteldeki odaların ise Ermenice konuşan ve Batı’dan gelmiş değişik Batı dilleri ile konuşan levantenlerle dolu olduğunu aktarır. Burada bir Rusla tanıştığını, beraber Pera birahanelerinde içki ve likör içtiklerini, ancak Rus arkadaşının biraz sonra göz kamaştırıcı bir Romanyalı bayanla ayrıldığını aktarır. Bu aktarımlar İstanbul’daki yabancıların yaşantılarında hür olduklarını, onları yasaklayan bir durumun olmadığını göstermekle beraber, aynı zamanda her türlü dilin aynı anda aynı mekanda aktif olarak konuşulabildiğinin göstergesidir.
Kaldığı semti tanımlarken 
Yarı Fransız bir semtti, yerim rahattı, fesli arabacılar ve sarhoş polisler dışında Türkleri hatırlatan bir şey yoktu. Hatta Doğu’yu tanımak için geldiğim gayemi bile unutuyordum. İşin doğrusu Fransız, Ermeni, Roman, Rus, Balkan ulusları ve diğer unsurlar arasında öyle ilginç ve tuhaf kişilerle karşılaşıyorsunuz ki bütün zamanınızı alıyor. Az kalsın Türkçe öğrenme gayemi unutmuş, Fransızcamı ilerletmiş, İstanbul’da Türkçe kadar geçerli Rumcayı biraz öğrenmiştim.”
şeklinde gözlemlerini aktarmaktadır. Onun yabancı dil öğrenme yeteneği bir yana, bu kadar farklı grupların bir arada yaşadığı, kendi dilleri ile konuştuğu, kendi kıyafetleri ile gezdiği başka bir dünya kentini bulmak zor olsa gerektir.  İşte dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağımız İstanbul tecrübesi budur.  O, zaten bildiği anadili olan İngilizce ile birlikte İtalyanca, Farsça, Kürtçe, Fransızcanın yanına Türkçe ve Rumcayı da ekleyerek İstanbul’dan ayrılmıştı.
Şunu da ifade edelim ki; o günün İstanbul’unda belki de en az bilinen dil İngilizce idi. Soane, İstanbul’dan bir buharlı gemi ile ayrılınca gemide Kudüs’e hac için giden rahiplerle karşılaşır ve şöyle aktarır: “Gemiye çıktığımda Londra’dan ayrıldığımdan beri kulaklarım ilk kez İngilizce sesler duydu.”  Bu ifadeler, bir dilin yüz yılda nasıl bir şekilde dünya dili haline geldiğinin önemli bir göstergesi olsa gerektir.
Ama onun ve adına çalıştığı devleti İngiltere’nin asıl gayesi, dünya sahnesinde yeri olmayan Kürtleri bir ulus olarak ortaya çıkarıp bölgede onlar üzerinden bir dayanak gücü oluşturmayı ve yıllar sonra da bu dayanağı kullanarak bölgedeki hakimiyetlerini sürdürmeyi hedeflediklerinden dolayı İstanbul’da Irak bölgesi Kürtlerinden birini arar. Kendi ifadesi ile:
Buraya gelince kısa süre sonra birçok Kürt’ün olduğunu öğrendim. Ancak, İstanbul’da Zaza ve Kırmanç kökenli Kürt çoktu, ama Güney Kürdistanlı bir Kürt yoktu. Ben ise bunlar üzerinde bir yıl boyunca yaptığım çalışmaları tamamlayabilmek için bu bölgeden biriyle tanışmak istiyordum. Aradığımı bulunca bu şahsın hizmetçisi, bir Avrupalının Kürtçe konuştuğunu duyunca neredeyse küçük dilini yutacaktı.
SONUÇ
Soane’nin gözlemleri XX. yüzyılın başındaki İstanbul’u tanıma ve birlikte yaşama algısını gösterme ve perçinleme açısından önemli ipuçları vermektedir. Burası çok dinli, çok dilli, çok kültürlü yaşamın nasıl gerçekte birlikte var olabileceğinin uygulandığı harika bir laboratuar görünümünde olmuştur. İstanbul tecrübesi Batı’nın o döneme kadar beceremediği ötekine tahammül, ötekinin haklarını yerine getirmede sonuna kadar çaba şeklinde ifade edebileceğimiz tarifi ve yazıya dökümü imkânsız örnekler doludur.
Bu tecrübe, iletişimin ve ulaşımın en üst düzeye çıktığı çağımızda bütün dünyaya bir model olarak sunulup tanıtılmalıdır. Sözü Pinelopi Statise’ye bırakalım:
“İstanbul’daki Rumlar, Latinler, Ermeniler, Yahudiler, Bulgarlar, Protestanlar, gündelik hayatta yakın ilişkide bulunan insanlardı. Çıkarları, beklentileri, mutlulukları, üzüntüleri herkes birlikte kendi milliyetinin belirlediği özel nitelikleri yoluyla yaşıyordu. 19. yy. İstanbul’unda etnik azınlıkları oluşturan milliyetler bunlardı. Bir kısmı zamana dayandı, bazıları kayboldu, bazıları hala hayatta kalmak için mücadele ediyor.”[1]





[1] Kaynaklar için bakz. Mehmet Azimli, Tarih Okumaları, Ankara 2013.  

1 yorum:

  1. "Ama onun ve adına çalıştığı devleti İngiltere’nin asıl gayesi, dünya sahnesinde yeri olmayan Kürtleri bir ulus olarak ortaya çıkarıp bölgede onlar üzerinden bir dayanak gücü oluşturmayı ...". Siyer ve İslam Tarihine en eleştirel yaklaşan dindar bir Türk ilahiyatçı bile Kürt meselesinde Kemalizmin masallarından kurtulamamış.

    YanıtlaSil

Yazarlar