1. Bize kısaca
ailenizden, memleketinizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
1952 yılında Konya’da doğdum.
Hayatımın büyük bir kısmı hep Konya’da geçti. Konya bugün dahi büyük şehirlerin
birçok imkânlarına sahip, ama büyük şehirlerin ulaşım, su, temizlik, güvenlik
ve benzeri problemlerinden uzak, oldukça sâkin bir şehir. Tabiatıyla eskiden
daha sâkin ve özellikle mahalle halkının birbirine daha tutkun olduğu bir
şehirdi. Bu sebeple hiçbir zaman Konya’da değil de falan şehirde olsaydım diye
düşünmedim. Hatırladığım kadarıyla huzurlu ve mutlu bir çocukluk geçirdim,
Konya’da.
2. Eğitim hayatınız ile ilgili bilgi verir misiniz?
Eğitim hayatımla
ilgili bilgilere müsaade ederseniz çocukluk yıllarımdan başlamak ve belki de
teferruat sayılabilecek bazı detaylara inerek temas etmek istiyorum. Bunu
yaparken -Allah şahit- övünmek ve gururlanmak için değil, gençlere veya çocuk
yetiştiren babalara bir fikir vermek niyetini taşıyorum. Daha ilkokula yeni
başladığım yıldan itibaren rahmetli babam beni Kur’an ve dinî bilgiler öğretimi
için mahalle camimizin imamına teslim etti. İmamımız Ahmet Büyüksakarya -Allah
rahmet eylesin- düzgün ve sağlam bir
kıraate sahip, disiplinli bir hoca idi. Daha sonra görev aldığı ve benim de bir
süre devam ettiğim Kur’an Kursu’nda tashih-i hurûf dersleri de verdi. Hiç
unutmuyorum bir yaz dönemi camide hocamızla 20-30 kadar öğrenciyle ders
yaparken camiye birkaç kişi geldi. Hocayı bir kenara çağırdılar ve bir şeyler
konuşup gittiler. Meğer emniyet görevlileri imiş. Camideki bu kurs faaliyetinin
yasak olduğunu, bir daha öğrencileri toplamamak şartıyla bu kursa hemen son verirse resmî işlem
yapmayacaklarını, aksi halde hocanın zarar göreceğini ihtar etmişler. Hocamız
ağlamaklı bir ifadeyle bizlere, “Çocuklar!
Kurs bitti, artık bir daha ders yapmayacağız. Haydi şimdi evlerinize gidin ve
ailelerinize durumu bildirin!” dedi.
Ne olduğunu anlamadan ama büyük bir üzüntüyle camiden ayrıldık. Esnaflık yapan
babam akşam işten eve dönünce durumu öğrenmek için yatsı namazından sonra Ahmet
Hoca ile görüştü. Allah razı olsun, Hoca, temel dibi komşu olduğumuz için
kimsenin dikkatini de çekmez düşüncesiyle sadece benim kuşluk vakitlerinde
evlerine gidip Kur’an öğretimime devam etmeme izin vermiş. Böylece bir süre
Hoca’nın evinde derslere devam ettim. İlkokulu bitirdiğim senenin yazında babam
beni Konya’nın kurrâlarından sayılan ve çok hâfız yetiştiren Ağazâde Osman
Efendi’nin kursuna götürdü. Kursa ancak birkaç hafta devam ettim. Çünkü Hoca,
hâfızlarla meşgul oluyor, bizi kalfalar okutuyordu ve sadece Kur’an okuyorduk.
Bu arada İmam-Hatip Okulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından İmam-Hatip
okuluna gidecekler ve oradaki öğrenciler için Arapça da öğretilen bir kurs
açıldığını duydum. Ben de İmam-Hatip’e gideceğim için bu kursun daha faydalı
olacağını düşünerek babamın izniyle Ağazâde’nin kursundan ayrıldım. Bundan
sonraki yaz dönemlerinde nerede bir Arapça kursu veya dersi varsa onları takip
etmeye başladım. İmam-Hatip Lisesi’nin son sınıfında, Yüksek İslâm
Enstitüsü’nün sözlü olarak yapılan, Arapça’nın da en başta yer aldığı sınavlara
hazırlanmak için 8-10 kişilik bir arkadaş grubuyla kendi kendimize Nedvî’nin
“Nahve’t-Terbiyye el-İslâmiyye” adlı kitabını okumaya başlamıştık. Kitabın henüz
tercümesi yapılmamıştı. Takıldığımız yerler elbette oluyordu. Bunları tespit
edip ulaşabildiğimiz bazı hocalara soruyorduk. Bir gün bu çetrefilli metinleri
bir hocaya sormakla görevlendirdiğimiz bir arkadaşımız tehevvürle ve me’yûsen
yanımıza geldi. “Arkadaşlar! Doğru anladığımızı zannettiğimiz birçok yeri
bile yanlış okumuşuz. Bu iş böyle gitmez, bırakalım biz kendi kendimize
okumayı!” diyordu. Bir
tartışmadır çıktı arkadaşlarımız arasında. Ben, “Kitabı bize okutacak veya
hazırlığımızı her gün dinleyecek bir hoca bulursak tamam, onunla devam edelim.
Ama bulamazsak bazı yerleri yanlış anlasak bile kitabı tercüme edip yayınlacak
değiliz ya, kendi aramızda bir çalışma… Tamamen terketmektense aksak-yüksek de
olsa devam etmek daha iyidir. Zamanla geliştiririz.” diyordum. Birkaç
arkadaş ayrıldı ama biz devam ettik. Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’ne
kaydolduktan sonraki yıllarda da bazan hocalarımızın rehberliğinde bazan kendi
kendimize veya tek başıma tefsir, hadis, fıkıh, siyer kitapları yanında fikrî
İslamî metinler okuma işini sürdürdük. Hamdolsun, “mine’l-mehd ile’l-lahd”
sürecek bir çaba içinde olmaya gayret ettim; Cenâb-ı Hak, sağlık verdiği sürece
de bu gayretten bizi ayırmasın!
3. Neden İslam Tarihi alanını ve akademisyenliği seçtiğinizi anlatır mısınız?
İmam-Hatip
yıllarından itibaren özellikle Peygamber (S.) Efendimizin hayatını ele alan
Siyer-i Nebî alanına ve bu alanda yazılan kitaplara özel bir ilgi hâsıl
olmuştu, bende. 1974’te Konya Yüksek İslâm Ensitüsü’den mezun olduktan sonra, imam-hatip
olarak öğrencilik yıllarında başladığım Diyanet görevine ara vererek 18 ay
süren vatanî görevimi îfa ettim.
Terhisimden kısa bir süre sonra o zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi
Genel Müdürlüğü’ne bağlı birkaç Yüksek İslâm Enstitüsü için asistanlık kadrosu
ilan edildi. Bu Enstitüler arasında Konya da vardı. Hocalarımızın teşviki ile
ve Arapça Bilim Dalı için bir yönlendirme olmasına rağmen Arapça’yı âlet ilmi
olarak telakki ettiğimden ilan edilen 5 kadrodan birisi olan İslâm Tarihi’ni
tercih ettim. 1977-1980 yılları arasında “Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu” adlı Asistanlık Tezimi tamamladım. 1982 yılında Yüksek İslâm
Enstitülerinin YÖK’e bağlanarak İlâhiyat Fakülteleri’ne dönüştürülmesi ile bu
tezimi savunarak doktora derecesini aldım. 1987’de doçent, 1994 yılında da
profesör oldum, diyerek bir önceki soruda eksik bıraktığım eğitim serüvenimi de
ikmâl etmiş olayım.
4. Hocam,
doktora yaparken ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde
asistan olarak göreve başladığım zaman kadrolu bir İslâm Tarihi öğretim elemanı
mevcut değildi. Dolayısıyla hemen yoğun bir ders yüküyle karşılaştım. Bir
taraftan da uzun bir süreyi alan ve istişarelerle şekillendirdiğim tez
çalışmasını yürütmeye başladım. Enstitü’de alanımda öğretim elemanı yokluğunun
bir etkisi de rehberlik meselesi oldu. Ancak bu problemi her zaman destek ve
ilgilerini gördüğüm Sayın Prof. Dr. Mustafa Fayda Hocam sâyesinde aştım. Yüksek İslâm Enstitülerinin doktora yaptırma
yetkisi olmadığı için Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde doktoraya
başladım. Haftada bir gün muntazaman doktora derslerine devam ettim. Bilimsel
çalışma ve araştırmalarda en önemli hususlardan birisi konu ile ilgili bütün
kaynak ve çalışmalara âzamî ölçüde ulaşmaktır. Bugün hamdolsun İslâmî
araştırmalar için İSAM gibi bir nimet var. O dönemde Konya Yüksek İslâm
Enstitüsü Kütüphanesi, emsallerine göre oldukça zengin idi. Ankara İlâhiyat
Kütüphanesi’nden de istifade ettim. Ama kaynaklar elimin altında olsun diye
Arapça kitaplar idhal eden birkaç kitapçıyı takip ederek ve gerekirse sipariş
vererek kaynak teminine çalıştım. 1979 yılında öğrencilerimizle birlikte kara
yoluyla Suriye-Ürdün üzerinden yaptığımız bir umre ziyareti özellikle Arap
âleminde konum ile ilgili yeni çalışmaları temin açısından oldukça faydalı
oldu. Uğradığımız Suriye ve Ürdün şehirleri yanında Mekke ve Medine’de dinî
görevlerin îfasını takiben ilk gittiğimiz yerler kitapçı dükkânları ve
yayınevleri olmuştu. Çeşitli vesilelerle Mısır başta olmak üzere yurt dışına
giden arkadaşlarımız bizim için büyük bir fırsat oluyor, onlara külfet
getirmeyecek ölçüde isimlerini önceden tespit ettiğimiz bazı çalışmaları imkân
olursa bizim için almalarını rica ediyorduk. Elbette her çalışmanın kendine
göre bir takım zorlukları vardır. Ama bugün imkânlar eskiye göre çok daha
arttı. Dijital ortamda bir çalışmaya -hem de muvâfık li’l-matbû olarak- ve
PDF’lerine bir tık ile ulaşılabiliyor.
5. Bize
çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Yüksek İslâm Enstitüsü için
asistanlık (daha doğru ve resmî bir ifade ile öğretim üyeliği) tezimi bir
taraftan hazırlarken, bir taraftan da devam ettiğim Ankara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi doktora programı için de bir tez hazırlamam gerekiyordu. Hz.
Ömer dönemi ile ilgili çalışmaları ile Türkiye’deki İslâm tarihi çalışmalarına
yön veren ve danışmanım olan Prof. Dr. Mustafa Fayda Hocam, benim için doktora
tezi olarak Hz. Osman dönemini çalışmamı önermişti. Konu ile ilgili elimizde ve
kütüphanelerimizde mevcut matbu eserler yanısıra Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi,
İstanbul Süleymaniye ve Beyazıt Kütüphaneleri ile Bursa İnebey
Kütüphanesi’ndeki yazma eserlerden epey bir malzeme topladım. Bu sırada YÖK,
çıkardığı bir Yönetmelikle Yüksek İslâm Enstitülerinde bilimsel araştırma usûllerine
uygun olarak hazırlanan öğretim üyeliği tezlerinin yeni bir jüri önünde
savunulmak şartıyla doktora tezi olmasına imkân sağladı. Bu yolla doktora
derecesini alınca Hz. Osman ile ilgili çalışmam askıda kaldı. Bu arada
Enstitü’de müdür yardımcılığı gibi oldukça külfetli bir görev omuzumuza
yüklendi. Maalesef Hz. Osman ile ilgili fişlerim hâlâ raflarımda duruyor. Tabiî
bu arada diğer fakültelerde genç arkadaşlarımız bu konu ile ilgili çalışmalar
da yaptılar. Doçentlik ve profesörlük atamaları için gerekli çalışmalara da
ister istemez yönelmek icap ettiğinden bu tür çalışmalarım öne geçti. Bu arada
Diyanet İşleri Başkanlığımızın gerçekleştirdiği ve yayınladığı “İslâm’a Giriş” ve “Evrensel
Mesajlar” projelerine bölüm yazarlıkları ile katıldım. Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi’nde 80’in üzerinde alanımla ilgili maddem yayınlandı.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın hac ve umreye gidecek yurttaşlarımıza ücretsiz
olarak verdiği “Hz. Peygamber’in İzinde” kitabını Bünyamin Erul’un
editörlüğünde Âdem Apak kardeşimizle müştereken hazırladık. “Efendimiz”
üst başlığıyla daha ziyade gençler ve Müslüman halkımız için neşredilen bir
kitapçığımız, Türkçe neşri yanında Boşnakça, Makedonca ve Arnavutça’ya da
çevrilerek yayınlandı. İslâm Tarihçileri Derneğimizin “İslâm Tarihi ve
Medeniyeti” başlığını taşıyan hacimli projesinde “Râşid Halifeler” cildinin
editörü “Siyer” cildinde bölüm yazarı olarak yer aldım. İnşaallah bu önemli
çalışma yakında Siyer Vakfı Yayınları arasında çıkacak. Burada listesini
vermemiz mümkün olmayan bilimsel makaleler ve sempozyum bildirilerim de
yayınlandı.
6. Hocalarınızın tarihçiliğiniz
üzerinde nasıl bir tesiri oldu?
Öncelikle hocalarımdan vefat
edenlere Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara sağlık ve
mutluluk içinde bereketli ömürler niyaz ediyorum. Herkesin üzerinde mutlaka
birilerinin emek ve etkisi vardır. Aslında kötü örnekler bile nelerin
yapılmaması gerektiğini öğretir insana. Ama biz hocalarımızdan çok şey öğrendik.
Az önce de söylemiştim, İmam-Hatip ve Enstitü yıllarında Siyer ve İslâm Tarihi
derslerimize giren hocalarımız bize bu alanı sevdirmiş, bu alana yönelmemizde
etkili olmuşlardı. Daha sonraki yıllarda ilimlerinden, bakış açılarından
istifade ettiğimiz hocalarımız, bu arada yüz yüze görüşmesek, hatta Türkiye’de
olmasalar bile kitaplarından istifade ettiğimiz ilim ve fikir adamları elbette
oldu. Bunlardan ilmin önemini, araştırma sevgisini, bağımsız ve eleştirel bir
bakış açısına sahip olmayı öğrendik. Allah hepsinden razı olsun.
7. Size göre Türkiye’de İslam
Tarihi çalışmalarının ve İslam tarihçiliğinin geldiği seviye nedir?
Hem sevindirici ve ümit verici hem de
üzücü ve can sıkıcı. Sevindirici, çünkü Siyer ve İslâm Tarihi’ne ait çalışmalar
önemli ölçüde hız kazandı. Akademik mahiyette olduğu gibi serbest alanda da bir
çok çalışma yapıldı, ciddi araştırmalar yayınlandı; bilimsel araştırmanın yolu
açıldı, yöntemleri belirginleşti. İnşaallah önümüzdeki yıllarda nitelikli
çalışmalar hızla artacaktır. Ama işin üzücü ve can sıkıcı tarafı da bence şu:
İlmî yeterliliğe sahip olmayan, alanımızın gerektirdiği dil başta olmak üzere
alt yapı ve en önemlisi bakış açısına sahip buluunmayan birileri de İslâm
tarihçiliğine tabir caizse soyundular. Hamasî duygular ön plâna geçti ve Siyer
başta olmak üzere İslâm Tarihi’nin farklı alanlarında, hiç abartmıyorum,
yüzlerce kitap yayınlandı. İşin ilginç tarafı, şüphesiz samimi duygularla
Peygamber Efendimizi ve tarihimizi yüceltme anlayışına sahip halkımıza bu tür
eserler daha cazip geldi. Bu hususta bence İslâm tarihçilerimize düşen önemli
bir görev var: Halkımızın beklentileri ve duygularını da hesaba katarak farklı
alanlarda ilmî usûlleri ve bakış açısını da esas almak sûretiyle çalışmalar ve
yayınlar yaparak İslâm Tarihi ile ilgilenenlerin bilgi seviyesini yükseltmek…
Umarım, başlangıçlarını bugünlerde görmeye başladığımız hedef kitleleri
belirlenmiş eserler, edebî türde, çocuklara yönelik, popüler -ama popülist
yaklaşımdan kurtulabilmiş- yeni çalışmalar ilmî araştırmalarla birlikte daha da
hız kazanır.
8. Sizce
çalışmalarda eksik bırakılan yönler nelerdir?
Aslında bir konuda çalışma yapan bir
kimse eksik bırakmak istemez/istememelidir. Ama her hâlükârda eksik kalan
hususlar olur. Bu eksiklikleri çok farklı yönlerden ve hadd-i zâtında her
çalışmaya özel olarak ele almak uygun olur. Fakat burada sıkça karşılaşılan bazı
hususları kısaca belirteyim. Öncelikle ilmî yeterlilik problemini ve bakış
açısındaki ifrat ya da tefrit olarak karşımıza çıkan şartlanmışlıkları göz ardı
edemeyiz. Dil meselesinin önemli olduğunu ve mutlaka çözülmesi gerektiğini hep
söylüyoruz. Arapça, bir ya da birkaç Batı dili, Farsça yanı sıra aslında
Türkçenin de iyi bilinmesi ve iyi bir şekilde kullanılması gerekiyor. Bir çok
çalışmada iyi bir literatür taramasının yapılmadığını ya da kolaya kaçılarak
birkaç kaynakla -o da genellikle çevirilerinden alınmak sûretiyle- iktifa
edildiğini görüyoruz. Oysa ki bilimsel çalışmalarda konuyu iyice hazmetmek ve
elden gelen tüm çabayı sarfetmek gerekir.
9. Geriye dönüp
baktığınızda keşke şu konuyu çalışsaydım dediğiniz bir konu var mı?
Bu konuyu değil de şunu çalışsaydım
dediğim bir husus olmadı, hamdolsun. Ama her araştırmacı gibi yapmayı
arzuladığım ve plânladığım bazı projelerim var elbette. Hak Teâlâ imkân ve sağlık verirse çalışmaya gayret
ve devam edeceğiz.
10. İslam Tarihi
alanında Yüksek Lisans ve Doktora yapan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öğrencilik nihayete ermez aslında.
Ama arkadaşlarımız adı üstünde madem öğrencilik yıllarını yaşıyorlar, bu
yılların kıymetini iyi bilmeli. Son yıllarda -iyi mi kötü mü, onu
bilemiyorum ama- özellikle yüksek lisansa
başvurmak neredeyse moda hâline geldi. Sebepleri belki uzun uzadıya konuşulabilir,
şimdi bu konuya girmeyeyim. Fakat şunu belirtmeliyim: Formalite olsun diye
yüksek lisans ve doktora öğrenciliği ve tezi yapılmamalı. Artık öğrencilerimiz
bu yola ve alana kendilerini baş koymuş addetmeli, bu gayret içerisinde
olmalılar. Gerekli gayret gösterilirse Cenâb-ı Hak da inşallah kolaylık
yollarını açacaktır.
11. Sizce
öğrenciler tez konusu seçerken nelere dikkat etmeliler? İyi bir tez nasıl
yazılır?
Tez aşamasında bence en önemli
husus, uygun bir konunun seçilmesidir. Belki burada herkesin bildiği ve
söylediği şeyleri söyleyeceğim ama madem sordunuz ben de bir daha söylemiş
olayım: Tez konusu genellikle karşılaştığımız bir problem olmak üzere sadece
yüzeysel bilgilerin verildiği ve derleme durumunda olan çok geniş bir konu
olmamalı; aynı şekilde malzeme vermeyecek dar bir alana da sıkıştırılmamalı.
Spesifik ama araştırılmaya değer, tenkit ve tahlillerin yapılabileceği, bilime
katkı sağlayacak, okuyucu ve araştırıcılara faydalı olacak, orijinal bir konu
seçilmeli. Orijinal derken ille de üzerinde hiç çalışma yapılmamış olmayı şart
görmüyorum. Ama elbette düşündüğümüz konuda veya yakın hususlarda bir çalışma
yapılmışsa mutlaka onu görmek ve değerlendirmek gerekir. Önemli olan tekrardan
kaçınmaktır. Bir konu farklı yönleriyle birkaç kişi tarafından çalışılabilir.
Tekrarlara düşmemek için düşünülen konu ile ilgili eski-yeni literatür iyice
araştırılmalı, yapılan veya devam eden tez ve çalışmalar tespit edilmeli ve
mümkün olduğu kadar bol istişare ile konu seçilmelidir. İstişare, konu
belirlendikten sonra da çalışmanın plânının oluşumundan bitimine kadar devam
ettirilmelidir. Bu husus tezin yazımını da yakından ilgilendiren bir husustur. Benim
benimsediğim usûle göre tez yazımında acele edilmemeli, henüz değerlendirilecek
epey malzeme varken zihnimizde şekillendiğini düşünerek bir bölüm veya kısmın
yazımına girişilmemelidir. Bu, bize zaman kaybettireceği gibi bazı noktaların
göz ardı edilmesine yol açabilir. Bu arada tezi yazarken veya bitiminde
-genellikle Türkçe yazdığımıza göre- Türkçesine güvendiğimiz bir arkadaşımıza
tezi teslim etmeden mutlaka okutmalıyız. Bu yardım ve desteği tezin içeriği
açısından bu alanla ilgilenen bir meslektaşımızdan da alabilirsek çok iyi olur.
Değerli vaktinizi bize ayırdığınız
için teşekkür ederiz…
Ben de bu fırsatı bana verdiğiniz
için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılarınızın devamını dilerim.
0 yorum:
Yorum Gönder