
İnsanlar, tarihin ilk
çağlarından beri, kendi düşünce sistemlerine göre nesiller yetiştirme ve onları
gelecek hayata hazırlamayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Bu konuda icab edeni
yerine getirebildikleri zaman, geleceğe güvenle bakabilmişlerdir. Zira bugünün
çocukları, geleceğin büyükleri olacak ve daha sonra insanların sorumlulukları
bu gelecek nesillere geçecektir.
Dünya’da Allah’ın bize
verdiği her şey bir emanettir.
Sağlığımız, malımız, mülkümüz, makamımız vs. Bu emanetler içirisinde en
önemlisi neslimiz, gözümüzün nuru çocuklarımızdır. Bu nedenle çocuklarının iyi
yaşaması, onların yetişmesi için ana-babanın yapamayacağı fedakârlık yoktur.
Allah, çocuklarımızı da bizlere emanet olarak vermiş, her emanet gibi onların
da sorumluluğunu yüklemiştir. Çocuklarımızı iyi insanlar olarak yetiştirmek
sadece milli görevimiz değil, aynı zamanda ilahî bir vazifemizdir. Cenâb-ı
Allah Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “ Ey iman edenler,
kendinizi ve çocuklarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabından
koruyunuz.[2]” Bu
âyette nesillerin sorumluluğu ve onların Allah’ın emirleri doğrultusunda
yetiştirilmesi anne-babanın üzerine yüklenmekte ve insanlardan çocuklarının
dinin emirleri gereğince yetiştirmeleri beklenmektedir.
Anne babalar,
çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamak zorundadırlar. Onları doyurmak,
giydirmek, barındırmak, okutmak evlendirmek vs. Ancak insan sadece maddî bir
varlık değildir, onun bir de manevî yönü vardır ve mutlaka bu yönü de işlenmelidir.
Tarihin başlangıcından beri insanlar manevî olandan kutsal olandan uzak
yaşayamamışlardır. Bu nedenle çocuklar, manevî alanda doğru bir şekilde
yetiştirilmezlerse, onlar bu ihtiyaçlarını yanlış cereyanlarda arayacaklar, hem
ana-babasına hem de millete zararlı bir insan haline geleceklerdir.
Anne ve baba çocuğun
biyolojik, pisikolojik ve dinî sağlığını temin etmekle yükümlüdür. Bu üç husus,
kişiliğin temel taşlarıdırlar. Bedeni
yönden ihtiyaçları sağlanmış bir çocuk, sağlam beden ve ruh sağlığına sahip
olur. Ancak sadece bu husus, onun iyi bir insan olması için yeterli
değildir. Ona verilecek güzel bir din
eğitimi ve ahlak, onu bir fert olarak yönlendirecek, hayatının her alanında ona
rehberlik yapacaktır.
Bir çocuğa iyi-kötü bir
eğitim vermek ve onun istikbalini temin etmekle ana-baba vazifelerini yapmış
sayılmazlar. Yetişmekte olan nesillere dinî ve milli kıymetlerimizi de
öğretmek, dinimizden gelen örf ve an’anelerimizi de öğretmek vazifemiz
olmalıdır. Bizler nasıl maddî ve manevî kazançlarımızı ecdadımızdan miras
almışsak, bunları aynen ve geliştirerek bizden sonraki nesillere aktarmak
mecburiyetindeyiz. Dinî kıymetleri ve ecdadının güzelliklerini gören genç
nesiller, bu sayede diğer milletlerin hayranı olmaktan da kurtulacaklardır.
Yine yetişen nesle İslâm’ı, Hz. Peygamber’in örnek yaşayışını her yönüyle
öğretmek, Kur’an’ın en yüce rehber Hz. Peygamber’in en yüce önder olduğunu
onlara bildirmek vazifemiz olmalıdır. Şâyet bu şekilde davranırsak, hem
geleceğimizi garanti altına almış hem de mesuliyetimizi yerine getirmiş
oluruz.
Hz. Peygamber (sav),
nesillerin din ile çok erken yaşlarda tanıştırılmasını ve onların küçük yaşta
ibadete alıştırılmasını tavsiye etmektedir. “Çocuklarınıza yedi yaşından
itibaren namazı emredin”[3]
hadisi, bu yaştan sonraki telkin ve tavsiyelerin pek anlam ifade etmeyeceğini,
erken yaşta çocukların dini motiflere alıştırılması gerektiğini ortaya
koymaktadır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözü Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinin
atalarımız tarafından farklı şekilde ifade edilmesidir.
Çocuklarımıza sağlam bir
manevî eğitim vermek, bu dünyada onların iyi birer insan olmaları ve hem bu
dünyaları hem de ahiret hayatında mutululuğa ulaşmalarına sebep olmanın
yanında, iyi nesiller yetiştiren anne-babanın öldükten sonra da amel defterinin
işlenmesine neden olduğunu Hz. Peygamber (sav) şu hadis-i şerifiyle beyan
etmektedir:
Bir insan öldüğü zaman,
amel defteri kapanır. Yalnız sadaka-i cariye yapanların, faydalı ilmi eser
bırakan alimlerin ve kendisine dua eden hayırlı bir evlad bırakanların amel
defterleri kapanmaz. Yani o evlad yaşadıkça, baba ve anne ölse dahi ,
arkasından sevap yazılmaya devam eder”[4].
Anne ve baba dünya hayatında, çocukları için
çalışır ve onların geleceklerini sağlama alma yolunda gayret sarfederler ve
öldükleri zaman da bütün malları ve servetleri çocuklarına kalır. Her ebeveyn
ölürken, çocuklarının dünya hayatında rahat yaşamaları için yeteri kadar mal
bırakmak, tabir yerindeyse gözleri arkada kalmadan gitmek hedefindedirler.
Ancak onların geride bırakacakları en güzel miras mal ve mülkten daha fazla iyi
bir terbiyedir. Nitekim Allah Rasûlü “Hiç bir ana-baba evladına güzel edep ve
terbiyeden daha güzelini miras bırakmamıştır”[5],
buyurarak bu gerçeği veciz bir şekilde ifade etmektedir.
Şu halde, Allah’ın bize
en büyük emaneti olan çocuklarımızın maddî ihtiyaçları yanında manevî
ihtiyaçlarını da karşılamaya onlara dinlerini, peygamberilerini ve manevî
değerlerini öğretmeye ve öğrendikleriye amel ettirmeye çalışmalıyız. Bu
vazifeleri ifa etmek Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmanın yanında
geleceğimizin de teminatı olacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder