7 Temmuz 2017 Cuma

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Çocukların Manevî Eğitimi

                                                 
 İnsanoğlu Allah’ın yarattığı mahlukat içerisinde en üstünü ve en şereflisidir.  Bu nedenle Allah’ın, yeryüzündeki halifesi olarak kabul edilmiştir[1]. İnsan bu üstünlüğü dünyaya geldiği andan itibaren hak kazanır. Ancak yaratılış gayesine uygun olarak davranmazsa, en üstün olma özelliğini kaybedip hayvanlardan aşağı bir mahluk haline de gelebilir.  İnsanın, yaratılış gayesine göre yaşaması, davranması için daha çocukluğu çağından itibaren eğitilmesi ve hayata hazırlanması gerekir.

İnsanlar, tarihin ilk çağlarından beri, kendi düşünce sistemlerine göre nesiller yetiştirme ve onları gelecek hayata hazırlamayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Bu konuda icab edeni yerine getirebildikleri zaman, geleceğe güvenle bakabilmişlerdir. Zira bugünün çocukları, geleceğin büyükleri olacak ve daha sonra insanların sorumlulukları bu gelecek nesillere geçecektir.
Dünya’da Allah’ın bize verdiği her şey bir emanettir.  Sağlığımız, malımız, mülkümüz, makamımız vs. Bu emanetler içirisinde en önemlisi neslimiz, gözümüzün nuru çocuklarımızdır. Bu nedenle çocuklarının iyi yaşaması, onların yetişmesi için ana-babanın yapamayacağı fedakârlık yoktur. Allah, çocuklarımızı da bizlere emanet olarak vermiş, her emanet gibi onların da sorumluluğunu yüklemiştir. Çocuklarımızı iyi insanlar olarak yetiştirmek sadece milli görevimiz değil, aynı zamanda ilahî bir vazifemizdir. Cenâb-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “ Ey iman edenler, kendinizi ve çocuklarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabından koruyunuz.[2]” Bu âyette nesillerin sorumluluğu ve onların Allah’ın emirleri doğrultusunda yetiştirilmesi anne-babanın üzerine yüklenmekte ve insanlardan çocuklarının dinin emirleri gereğince yetiştirmeleri beklenmektedir.
Anne babalar, çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamak zorundadırlar. Onları doyurmak, giydirmek, barındırmak, okutmak evlendirmek vs. Ancak insan sadece maddî bir varlık değildir, onun bir de manevî yönü vardır ve mutlaka bu yönü de işlenmelidir. Tarihin başlangıcından beri insanlar manevî olandan kutsal olandan uzak yaşayamamışlardır. Bu nedenle çocuklar, manevî alanda doğru bir şekilde yetiştirilmezlerse, onlar bu ihtiyaçlarını yanlış cereyanlarda arayacaklar, hem ana-babasına hem de millete zararlı bir insan haline geleceklerdir. 
Anne ve baba çocuğun biyolojik, pisikolojik ve dinî sağlığını temin etmekle yükümlüdür. Bu üç husus, kişiliğin temel taşlarıdırlar.  Bedeni yönden ihtiyaçları sağlanmış bir çocuk, sağlam beden ve ruh sağlığına sahip olur. Ancak sadece bu husus, onun iyi bir insan olması için yeterli değildir.  Ona verilecek güzel bir din eğitimi ve ahlak, onu bir fert olarak yönlendirecek, hayatının her alanında ona rehberlik yapacaktır. 
Bir çocuğa iyi-kötü bir eğitim vermek ve onun istikbalini temin etmekle ana-baba vazifelerini yapmış sayılmazlar. Yetişmekte olan nesillere dinî ve milli kıymetlerimizi de öğretmek, dinimizden gelen örf ve an’anelerimizi de öğretmek vazifemiz olmalıdır. Bizler nasıl maddî ve manevî kazançlarımızı ecdadımızdan miras almışsak, bunları aynen ve geliştirerek bizden sonraki nesillere aktarmak mecburiyetindeyiz. Dinî kıymetleri ve ecdadının güzelliklerini gören genç nesiller, bu sayede diğer milletlerin hayranı olmaktan da kurtulacaklardır. Yine yetişen nesle İslâm’ı, Hz. Peygamber’in örnek yaşayışını her yönüyle öğretmek, Kur’an’ın en yüce rehber Hz. Peygamber’in en yüce önder olduğunu onlara bildirmek vazifemiz olmalıdır. Şâyet bu şekilde davranırsak, hem geleceğimizi garanti altına almış hem de mesuliyetimizi yerine getirmiş oluruz. 
Hz. Peygamber (sav), nesillerin din ile çok erken yaşlarda tanıştırılmasını ve onların küçük yaşta ibadete alıştırılmasını tavsiye etmektedir. “Çocuklarınıza yedi yaşından itibaren namazı emredin”[3] hadisi, bu yaştan sonraki telkin ve tavsiyelerin pek anlam ifade etmeyeceğini, erken yaşta çocukların dini motiflere alıştırılması gerektiğini ortaya koymaktadır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözü Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinin atalarımız tarafından farklı şekilde ifade edilmesidir.
Çocuklarımıza sağlam bir manevî eğitim vermek, bu dünyada onların iyi birer insan olmaları ve hem bu dünyaları hem de ahiret hayatında mutululuğa ulaşmalarına sebep olmanın yanında, iyi nesiller yetiştiren anne-babanın öldükten sonra da amel defterinin işlenmesine neden olduğunu Hz. Peygamber (sav) şu hadis-i şerifiyle beyan etmektedir:
Bir insan öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Yalnız sadaka-i cariye yapanların, faydalı ilmi eser bırakan alimlerin ve kendisine dua eden hayırlı bir evlad bırakanların amel defterleri kapanmaz. Yani o evlad yaşadıkça, baba ve anne ölse dahi , arkasından sevap yazılmaya devam eder”[4].
 Anne ve baba dünya hayatında, çocukları için çalışır ve onların geleceklerini sağlama alma yolunda gayret sarfederler ve öldükleri zaman da bütün malları ve servetleri çocuklarına kalır. Her ebeveyn ölürken, çocuklarının dünya hayatında rahat yaşamaları için yeteri kadar mal bırakmak, tabir yerindeyse gözleri arkada kalmadan gitmek hedefindedirler. Ancak onların geride bırakacakları en güzel miras mal ve mülkten daha fazla iyi bir terbiyedir. Nitekim Allah Rasûlü “Hiç bir ana-baba evladına güzel edep ve terbiyeden daha güzelini miras bırakmamıştır”[5], buyurarak bu gerçeği veciz bir şekilde ifade etmektedir.
Şu halde, Allah’ın bize en büyük emaneti olan çocuklarımızın maddî ihtiyaçları yanında manevî ihtiyaçlarını da karşılamaya onlara dinlerini, peygamberilerini ve manevî değerlerini öğretmeye ve öğrendikleriye amel ettirmeye çalışmalıyız. Bu vazifeleri ifa etmek Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmanın yanında geleceğimizin de teminatı olacaktır.





[1]    Bakara, 2/30
[2]    Tahrim, 66/6
[3]    Riyazu’s-Sâlihîn terc., I, 338
[4]    Ebu Davud, 80/1
[5]    Riyazu’s-Sâlihîn terc., V, 3

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar