Prof. Dr. Mehmet Azimli
Batı’da
Doğu ile ilgili çalışmaların tarihi epey eskiye dayanır. Batılılar Doğu
hakkındaki bilgilerini ilk olarak seyahatnamelerle sağlamışlardır. Bu anlamda
özellikle son beş5 asırdır Doğu’yu anlatan sayısız seyahatname yazılmış ve bu
durum adeta bir gelenek haline dönüştürülmüştür. Bu seyahatnameler özellikle
Doğu’nun Batı’ya en yakın ve İslam dünyasının lideri konumundaki Osmanlı’nın
merkezi olan İstanbul üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Burada
XX. yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğunun Kürdistan Eyaletini
gezebilmek için Müslüman Şii bir hacı derviş kılığında yolculuklar yapan
İngiliz casus Ely Bannister Soane’nin gezi öncesi İstanbul’da kaldığı kısa
sürede yapmış olduğu gözlemlere değinmek istiyoruz. Bu gözlemler -iyi bir Türk
düşmanı olarak yetiştirilmiş- bu şahsın Osmanlı’nın başkentine bakışı açısından
önem arz etmektedir.
Hayatı
Ely
Bannister Soane, 16 Ağustos 1881 yılında İngiltere’de doğdu. Babası iyi bir dil
bilimci olduğundan olsa gerek kendisinde müthiş bir dil öğrenme yeteneği
mevcuttu. Yabancı dil ve müsamere-tiyatro konusunda yeteneği casusluk yaptığı
dönemde işine yarayacaktı. 1902’den sonraki hayatı genelde Doğu’da geçti.
İran’a gönderildi, Yezd ve Şiraz’da kaldı. Ömer Hayyam’ın şiirlerini çevirmeye
başladı. 1905’de İslam’ı kabul etmiş göründü. Halk arasında kılık değiştirerek
dolaşıp tam bir casusluk görevini üstlendi. Farsça ve Kürtçeyi öğrendikten
sonra 1907’de Mirza Gulam Hüseyin kılığında Irak ve İran bölgesinde yaşayan
Kürtler arasına gitti. Burada bazen hizmetçi, bazen tüccar rolünde bölgeyi
tanıdı. Öyle haritalar çizip hazırladı ki; 10 yıl sonraki Osmanlı sınırlarının
değişimi sırasında İngiliz yetkililer bile bu haritaların doğruluğuna hayret
ettiler.
O,
bölgenin Osmanlı’dan ayrılması ve Kürtlerin yeni bir ulus olarak bölgedeki Arap
ve Türklere muhalif bir grup olarak ortaya çıkarılması için çok çalıştı. Bu
sebeple bölgenin İngilizler eline geçmesinden sonra bölgede Türkçe ve Arapça
yerine Kürtçenin geçerli olduğu okullar açtı, memurları Kürtlere has kıyafetler
giymeye zorladı. Yerel halkla muazzam ilişki kurabiliyor, inatla istediklerini
kabul ettirebiliyordu.
İngilizlerin
geliştirdiği Araplara ve Türklere karşı Kürtleri kullanmak isteği ta o zamandan
icraata başlamış ve bu işin en iyi uygulayıcısı muazzam bir Türk düşmanı olan
Soane idi. Soane aynı zamanda Kürtçenin
alternatif bir dil olarak yarışabilmesi için gerekli olan sözlük ve gramer
kitapları hazırladı, Kürtçenin lehçeleri üzerinde çalışmalar yaptı ve bunları
bastırttı.
Onun
bu çalışmalarının meyvesinin bu günlerde ortaya çıktığını gördükçe, büyük
devletlerin planlarını yüzyıl öncesinden hazırladığı tezinin doğruluğunu bir
kez daha anlayabiliyoruz.
İstanbul’daki
Gözlemleri
Soane,
Avrupa’dan gelen trenin son noktası olan Sirkeci’yi soğuk ve iç karartıcı bir
istasyon olarak betimler ve istasyondaki bezgin ve bıkkın gümrük memurundan
bahsettikten sonra, turistlere hayal kırıklığı yaşatan sokaklar arasından
ilerleyerek Aralık ayında Haliç için kullanılacak en yanlış sözcüğün “Altın
Boynuz” olduğunu belirtir. Bunu da onun çamur renginde ve oldukça yavan
olmasından dolayı olduğu şeklinde açıklar.
Soane’nin
İstanbul hakkındaki tanımları çok negatiftir. O, daha çok İstanbul’un
bakımsızlığını özellikle dillendirmektedir. Başta, kaldığı bölge olan
Galata’daki sık ve büyük çukurlarla dolu yollar, yer altı kanalizasyon sistemi
olmadığından bazen sokaklardan akan pis sıvılar, çirkin kışlalar, mimarisi
bozuk binalar, Pera bölgesi hariç yığıntı halinde çöpler, Galata limanı
civarında Avrupa’dan gelenlerin avare avare dolaştıkları bıktırıcı dükkânlar
bulunmaktadır. Zaman zaman İstanbul’u haklı olarak “Avrupa’ya ve onun tüm
bayağı özelliklerine öykünen kent” şeklinde vasıflandırır.
TÜRKLERE
KARŞI ÖNYARGI
Soane,
ne İstanbul’u ne de Türkleri daha önce hiç tanımadığını itiraf etmesine rağmen,
önceden verilmiş olan Türk düşmanlığı duygusundan olsa gerek kitabının hiçbir
satırında Türkler hakkında olumlu ifadeler kullanmaz. Bu anlayış İstanbul’u
betimlerken de kendini göstermektedir. Köprüden geçerken kullandığı “tuhaf
köprünün girişinde para alan kahrolası fesli” ifadesi bunu yansıtan önemli bir
ifade ve ne kadar sübjektif olduğunun önemli göstergesi olsa gerektir. Özel
olarak Osmanlı düşmanlığı ile yetiştirilmiş olmasının bunda payı yüksek
olmalıdır. Ancak gerek o sırada Osmanlı’ya muhalif olan İranlılar ve gerek
İngilizler tarafından Türklere karşı potansiyel bir güç olarak sahneye
çıkarılması planlanan Kürtler eserinin her yerinde övgü ile anılmaktadır.
İSTANBUL’UN
ÇOK SESLILIĞI
Soane,
bu hazımsız betimlemeleri sırasında İstanbul’da yaşayan insanlar arası
hoşgörüyü de itiraf eder ve İstanbul’un çok sesliliğini yansıtır. Burası kendi
ülkesi gibi tekdüze insanların yaşadığı bir yer değildir. Kendi ifadesi ile
“aralarında melon şapka ve Avrupai tarzda giyinen insanların” rahatça yaşadığı
bir kenttir. Nüfusun % 35’ine tekabül eden bir nüfus oranına sahip olan
Rumların ticarete hakim olduklarını belirtir.
Tabii
ki o dönemde bu oranın tespiti güç olsa da veriler bu rakamı doğrular nitelikte
gözüküyor. 1906 sayımında nüfus yaklaşık olarak 700 bin civarında gözüküyor.
Ancak 1885 sayımında 873 bin, 1912 sayımında 857 bin olması, muhtemelen 1906
sayımında yabancıların rakama dahil edilmediği düşüncesini akla getiriyor. 1922
sayımındaki 373 bin Müslim, 158 bin Rum,
87 bin Ermeni, 40 bin Musevi, olarak verilmesi de toplam gayrimüslim tebaa
olarak bu rakamı (% 40) destekler nitelikte olmalıdır.
Soane,
Galata’yı betimlediği satırlarında şu ifadeleri kullanır:
Çoğunluğunu
büyük ve arkadan sarkan renkli gömlek ve küçük tuhaf ceket ve tepesi düz,
kenarları kalkık şapkayla mavi külotlu çoraplardan oluşan milli kıyafetleriyle
Rumlar oluşturuyor. Ermeniler ve her türlü Levantenler de çok fazla. İtalyan
mahallesinde her yerde İtalyan var. Orada burada yabanıl adamlardan oluşan
ortama uymayan hamal grubu Kürtler bulunmaktadır.
Bu
ifadeler göstermektedir ki; İstanbul, Soane’nin memleketi gibi bir milletin
baskın objelerinden oluşmamaktadır. Belki de dünyanın hiçbir yerinde olmayan
bir nüfus karışımı içermektedir. O dönem yerli gayrimüslim tebaanın milli
kıyafetler ile İstanbul sokaklarında dolaşması bu yüzden onu şaşırtmaktadır.
“İtalyan mahallesinin her yerinde İtalyanlara rastlanıyor.” sözü de bunu
destekler niteliktedir.
Bu
nüfus karışımı devletin bürokrasisine de yansıdığını 1914’te yazdığı eserde
Loti şöyle demektedir: “Bugünkü hükümet adamları arasında reaya çoktur ve
gittikçe de çoğalarak çeşitli memuriyetlere girmektedirler. Bunlar Ermeni,
Yahudi, Rum’durlar.” O dönemde
denmektedir ki: “Rumların Ermenilerin ve Türklerin bu kadar kalabalık olarak
yaşadığı başka bir kent dünyada yoktur.”
Soane’nin
tespitleriyle İstanbul nüfusu gibi mimaride de tekdüzeliğe sahip değildir. Onun
ifadesi ile “iskelelerde çirkin gümrük, liman ve nakliye binaları sıralanmış,
arka tarafta da Galata ve Pera’nın Fransız ve Venedik mimarisinin tarif
edilemeyecek kadar çirkin taklitleri” yükselmektedir. O, bu konuyu negatif bir
unsur olarak anlatmaya çalışsa da bu şehirde her milletin mimarisi ve
binalarıyla kendini ifade edebilme ayrıcalığına sahip olduğu da ortaya
çıkmaktadır.
Şehrin
gayrimüslimlerinin yoğun yaşadığı bu yüzü böyle iken, karşı tarafta ise şehrin
Müslüman yüzü bulunuyordu ve bu şehirde beraberce her türlü istek ve arzularını
yaşayabiliyorlardı. Loti’nin ifadesiyle; İstanbul halkı, 1908’de gayrimüslim
tebanın burada yaşamasına destek olmak için, göğüslerine Salip takarak
yürüyüşler düzenliyorlardı.
Soane,
şehrin sadece Avrupalı yüzünü tanımakla kalmaz, asıl gayesi olan Doğu
halklarını görmek için şehrin karşı tarafına Müslüman mahallesine de sık sık
geziler düzenler. Çok iyi bir Farsça bildiği için Kapalı Çarşı’da İranlılarla
ilişki kurar. Tebrizlilerle görüşür. Şirazlı birinden İstanbul ve İzmir’de
yaklaşık 10 bin İranlının yaşadığını öğrenir. Bu bilgiler onun ve adına
çalıştığı İngilizler için önemlidir. Nitekim Soane daha sonra tanıştığı İranlı
bir şeyhi, Avrupalı kadınlar ve alafranga dükkânların olduğunu duyduğu Pera’ya
gelmeye ikna edememişti.
Sadece
İranlılar bazında düşünürsek, Soane’den yaklaşık yüzyıl önce İstanbul’u ziyaret
eden Gerard De Nerval: İstanbul’un çeşitliliğini anlatırken Yıldız Han’da
kümelenen İranlılar arasında sadece Müslüman Şiilerin olmadığını, İran kökenli
Gebrler, Parsisler, gibi değişik grupların da yaşadığını söyler.
Soane,
İstanbul’dan ayrılırken de pasaportuna Protestan olarak yazılmasını bir türlü
kabullenmek istemez ve Osmanlı yetkilileri ile tartışır. Çünkü gittiği yerlerde
İngiliz vatandaşı olmasının ayrıcalığını kullanmak isterken, aynı zamanda
Müslüman olmadığının belli olmasından da endişe etmektedir. O, casus olarak
gideceği bölgede kendini Mirza Gulam Hüseyin adında Şii bir hacı olarak
tanıtmak istemektedir. Gerektiğinde ise Osmanlı kontrol noktalarında İngiliz
pasaportu ayrıcalığını kullanarak işini halletmeyi düşünmektedir. Osmanlı’da
ise bütün gayrimüslimlerin haklarının yerli yerinde iadesi için olsa gerek bu
tür bir tanıma işi gerekmektedir. Bu da o dönemde Osmanlı’da yabancıların
haklarının durumu açısından önemli bir gösterge olsa gerektir. Nihayetinde
pasaportuna Protestan yazılsa da Soane bunu silerek yoluna devam edecektir. [1]
0 yorum:
Yorum Gönder