5 Temmuz 2017 Çarşamba

Bir İngiliz Seyyah-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Batı’da Doğu ile ilgili çalışmaların tarihi epey eskiye dayanır. Batılılar Doğu hakkındaki bilgilerini ilk olarak seyahatnamelerle sağlamışlardır. Bu anlamda özellikle son beş5 asırdır Doğu’yu anlatan sayısız seyahatname yazılmış ve bu durum adeta bir gelenek haline dönüştürülmüştür. Bu seyahatnameler özellikle Doğu’nun Batı’ya en yakın ve İslam dünyasının lideri konumundaki Osmanlı’nın merkezi olan İstanbul üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Burada XX. yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğunun Kürdistan Eyaletini gezebilmek için Müslüman Şii bir hacı derviş kılığında yolculuklar yapan İngiliz casus Ely Bannister Soane’nin gezi öncesi İstanbul’da kaldığı kısa sürede yapmış olduğu gözlemlere değinmek istiyoruz. Bu gözlemler -iyi bir Türk düşmanı olarak yetiştirilmiş- bu şahsın Osmanlı’nın başkentine bakışı açısından önem arz etmektedir.
Hayatı
Ely Bannister Soane, 16 Ağustos 1881 yılında İngiltere’de doğdu. Babası iyi bir dil bilimci olduğundan olsa gerek kendisinde müthiş bir dil öğrenme yeteneği mevcuttu. Yabancı dil ve müsamere-tiyatro konusunda yeteneği casusluk yaptığı dönemde işine yarayacaktı. 1902’den sonraki hayatı genelde Doğu’da geçti. İran’a gönderildi, Yezd ve Şiraz’da kaldı. Ömer Hayyam’ın şiirlerini çevirmeye başladı. 1905’de İslam’ı kabul etmiş göründü. Halk arasında kılık değiştirerek dolaşıp tam bir casusluk görevini üstlendi. Farsça ve Kürtçeyi öğrendikten sonra 1907’de Mirza Gulam Hüseyin kılığında Irak ve İran bölgesinde yaşayan Kürtler arasına gitti. Burada bazen hizmetçi, bazen tüccar rolünde bölgeyi tanıdı. Öyle haritalar çizip hazırladı ki; 10 yıl sonraki Osmanlı sınırlarının değişimi sırasında İngiliz yetkililer bile bu haritaların doğruluğuna hayret ettiler.
O, bölgenin Osmanlı’dan ayrılması ve Kürtlerin yeni bir ulus olarak bölgedeki Arap ve Türklere muhalif bir grup olarak ortaya çıkarılması için çok çalıştı. Bu sebeple bölgenin İngilizler eline geçmesinden sonra bölgede Türkçe ve Arapça yerine Kürtçenin geçerli olduğu okullar açtı, memurları Kürtlere has kıyafetler giymeye zorladı. Yerel halkla muazzam ilişki kurabiliyor, inatla istediklerini kabul ettirebiliyordu.
İngilizlerin geliştirdiği Araplara ve Türklere karşı Kürtleri kullanmak isteği ta o zamandan icraata başlamış ve bu işin en iyi uygulayıcısı muazzam bir Türk düşmanı olan Soane idi.  Soane aynı zamanda Kürtçenin alternatif bir dil olarak yarışabilmesi için gerekli olan sözlük ve gramer kitapları hazırladı, Kürtçenin lehçeleri üzerinde çalışmalar yaptı ve bunları bastırttı.
Onun bu çalışmalarının meyvesinin bu günlerde ortaya çıktığını gördükçe, büyük devletlerin planlarını yüzyıl öncesinden hazırladığı tezinin doğruluğunu bir kez daha anlayabiliyoruz.
İstanbul’daki Gözlemleri
Soane, Avrupa’dan gelen trenin son noktası olan Sirkeci’yi soğuk ve iç karartıcı bir istasyon olarak betimler ve istasyondaki bezgin ve bıkkın gümrük memurundan bahsettikten sonra, turistlere hayal kırıklığı yaşatan sokaklar arasından ilerleyerek Aralık ayında Haliç için kullanılacak en yanlış sözcüğün “Altın Boynuz” olduğunu belirtir. Bunu da onun çamur renginde ve oldukça yavan olmasından dolayı olduğu şeklinde açıklar.
Soane’nin İstanbul hakkındaki tanımları çok negatiftir. O, daha çok İstanbul’un bakımsızlığını özellikle dillendirmektedir. Başta, kaldığı bölge olan Galata’daki sık ve büyük çukurlarla dolu yollar, yer altı kanalizasyon sistemi olmadığından bazen sokaklardan akan pis sıvılar, çirkin kışlalar, mimarisi bozuk binalar, Pera bölgesi hariç yığıntı halinde çöpler, Galata limanı civarında Avrupa’dan gelenlerin avare avare dolaştıkları bıktırıcı dükkânlar bulunmaktadır. Zaman zaman İstanbul’u haklı olarak “Avrupa’ya ve onun tüm bayağı özelliklerine öykünen kent” şeklinde vasıflandırır.
TÜRKLERE KARŞI ÖNYARGI
Soane, ne İstanbul’u ne de Türkleri daha önce hiç tanımadığını itiraf etmesine rağmen, önceden verilmiş olan Türk düşmanlığı duygusundan olsa gerek kitabının hiçbir satırında Türkler hakkında olumlu ifadeler kullanmaz. Bu anlayış İstanbul’u betimlerken de kendini göstermektedir. Köprüden geçerken kullandığı “tuhaf köprünün girişinde para alan kahrolası fesli” ifadesi bunu yansıtan önemli bir ifade ve ne kadar sübjektif olduğunun önemli göstergesi olsa gerektir. Özel olarak Osmanlı düşmanlığı ile yetiştirilmiş olmasının bunda payı yüksek olmalıdır. Ancak gerek o sırada Osmanlı’ya muhalif olan İranlılar ve gerek İngilizler tarafından Türklere karşı potansiyel bir güç olarak sahneye çıkarılması planlanan Kürtler eserinin her yerinde övgü ile anılmaktadır.
İSTANBUL’UN ÇOK SESLILIĞI
Soane, bu hazımsız betimlemeleri sırasında İstanbul’da yaşayan insanlar arası hoşgörüyü de itiraf eder ve İstanbul’un çok sesliliğini yansıtır. Burası kendi ülkesi gibi tekdüze insanların yaşadığı bir yer değildir. Kendi ifadesi ile “aralarında melon şapka ve Avrupai tarzda giyinen insanların” rahatça yaşadığı bir kenttir. Nüfusun % 35’ine tekabül eden bir nüfus oranına sahip olan Rumların ticarete hakim olduklarını belirtir. 
Tabii ki o dönemde bu oranın tespiti güç olsa da veriler bu rakamı doğrular nitelikte gözüküyor. 1906 sayımında nüfus yaklaşık olarak 700 bin civarında gözüküyor. Ancak 1885 sayımında 873 bin, 1912 sayımında 857 bin olması, muhtemelen 1906 sayımında yabancıların rakama dahil edilmediği düşüncesini akla getiriyor. 1922 sayımındaki 373 bin Müslim,  158 bin Rum, 87 bin Ermeni, 40 bin Musevi, olarak verilmesi de toplam gayrimüslim tebaa olarak bu rakamı (% 40) destekler nitelikte olmalıdır.
Soane, Galata’yı betimlediği satırlarında şu ifadeleri kullanır:
Çoğunluğunu büyük ve arkadan sarkan renkli gömlek ve küçük tuhaf ceket ve tepesi düz, kenarları kalkık şapkayla mavi külotlu çoraplardan oluşan milli kıyafetleriyle Rumlar oluşturuyor. Ermeniler ve her türlü Levantenler de çok fazla. İtalyan mahallesinde her yerde İtalyan var. Orada burada yabanıl adamlardan oluşan ortama uymayan hamal grubu Kürtler bulunmaktadır. 
Bu ifadeler göstermektedir ki; İstanbul, Soane’nin memleketi gibi bir milletin baskın objelerinden oluşmamaktadır. Belki de dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir nüfus karışımı içermektedir. O dönem yerli gayrimüslim tebaanın milli kıyafetler ile İstanbul sokaklarında dolaşması bu yüzden onu şaşırtmaktadır. “İtalyan mahallesinin her yerinde İtalyanlara rastlanıyor.” sözü de bunu destekler niteliktedir.
Bu nüfus karışımı devletin bürokrasisine de yansıdığını 1914’te yazdığı eserde Loti şöyle demektedir: “Bugünkü hükümet adamları arasında reaya çoktur ve gittikçe de çoğalarak çeşitli memuriyetlere girmektedirler. Bunlar Ermeni, Yahudi, Rum’durlar.”  O dönemde denmektedir ki: “Rumların Ermenilerin ve Türklerin bu kadar kalabalık olarak yaşadığı başka bir kent dünyada yoktur.”
Soane’nin tespitleriyle İstanbul nüfusu gibi mimaride de tekdüzeliğe sahip değildir. Onun ifadesi ile “iskelelerde çirkin gümrük, liman ve nakliye binaları sıralanmış, arka tarafta da Galata ve Pera’nın Fransız ve Venedik mimarisinin tarif edilemeyecek kadar çirkin taklitleri” yükselmektedir. O, bu konuyu negatif bir unsur olarak anlatmaya çalışsa da bu şehirde her milletin mimarisi ve binalarıyla kendini ifade edebilme ayrıcalığına sahip olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Şehrin gayrimüslimlerinin yoğun yaşadığı bu yüzü böyle iken, karşı tarafta ise şehrin Müslüman yüzü bulunuyordu ve bu şehirde beraberce her türlü istek ve arzularını yaşayabiliyorlardı. Loti’nin ifadesiyle; İstanbul halkı, 1908’de gayrimüslim tebanın burada yaşamasına destek olmak için, göğüslerine Salip takarak yürüyüşler düzenliyorlardı. 
Soane, şehrin sadece Avrupalı yüzünü tanımakla kalmaz, asıl gayesi olan Doğu halklarını görmek için şehrin karşı tarafına Müslüman mahallesine de sık sık geziler düzenler. Çok iyi bir Farsça bildiği için Kapalı Çarşı’da İranlılarla ilişki kurar. Tebrizlilerle görüşür. Şirazlı birinden İstanbul ve İzmir’de yaklaşık 10 bin İranlının yaşadığını öğrenir. Bu bilgiler onun ve adına çalıştığı İngilizler için önemlidir. Nitekim Soane daha sonra tanıştığı İranlı bir şeyhi, Avrupalı kadınlar ve alafranga dükkânların olduğunu duyduğu Pera’ya gelmeye ikna edememişti.
Sadece İranlılar bazında düşünürsek, Soane’den yaklaşık yüzyıl önce İstanbul’u ziyaret eden Gerard De Nerval: İstanbul’un çeşitliliğini anlatırken Yıldız Han’da kümelenen İranlılar arasında sadece Müslüman Şiilerin olmadığını, İran kökenli Gebrler, Parsisler, gibi değişik grupların da yaşadığını söyler. 
Soane, İstanbul’dan ayrılırken de pasaportuna Protestan olarak yazılmasını bir türlü kabullenmek istemez ve Osmanlı yetkilileri ile tartışır. Çünkü gittiği yerlerde İngiliz vatandaşı olmasının ayrıcalığını kullanmak isterken, aynı zamanda Müslüman olmadığının belli olmasından da endişe etmektedir. O, casus olarak gideceği bölgede kendini Mirza Gulam Hüseyin adında Şii bir hacı olarak tanıtmak istemektedir. Gerektiğinde ise Osmanlı kontrol noktalarında İngiliz pasaportu ayrıcalığını kullanarak işini halletmeyi düşünmektedir. Osmanlı’da ise bütün gayrimüslimlerin haklarının yerli yerinde iadesi için olsa gerek bu tür bir tanıma işi gerekmektedir. Bu da o dönemde Osmanlı’da yabancıların haklarının durumu açısından önemli bir gösterge olsa gerektir. Nihayetinde pasaportuna Protestan yazılsa da Soane bunu silerek yoluna devam edecektir. [1]




[1] Kaynaklar için bakz. Mehmet Azimli, Tarih Okumaları, Ankara 2013.  

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar