Güney Doğu Anadolu'ya gitmemiş
olanlar; orayı, Afrika Sahrası gibi çorak, Amerika bozkırları gibi vahşi,
Arabistan çölleri gibi sıcak ve aşılmaz, Everest'in, tarifi mümkün olmayan
kantonlarındaki uçurumlar gibi tehlikeli, Tibet'in stepleri gibi dikenli,
Japonya'nın durmadan sarsılan fay hatları gibi kâbuslu, Klimanjaro'nun
eteklerindeki tehlikeli ormanlar gibi korkunç zannederler…
Oysaki THY'nin tarifeli uçağı ile
Batman Hava Alanına inip, oradan Beşiri üzerinden Siirt'e doğru çıktığınızda,
kadîm tarihin izleri üzerinde yol alırsınız.
Evet, asırlar önce Kanuni Sultan Süleyman, o muhteşem
ordusuyla Irak'a/Bağdat'a ilerlerken buradan, yani tarihimizin eski yerleşim
merkezlerinden olan Erzen'den geçmiş; onun, fevkalade akıllı, çalışkan,
bilgili; fakat maalesef bazı TV filmlerinde "hokkabazın biri"
olarak tanıtılan büyük tarihçi Matrakçı Nasuh, o güzel minyatürleriyle
buraları resmetmiş; hatta Batman-Siirt yolunun solunda kalan ve Baykan'a 5-6 km
uzaklıkta bulunan "Veysel Karani Makamı"nı da güzel
çizimleriyle Menâzil-i Feth-i İrakeyn adlı şaheser kitabına almayı
unutmamış…
Beşiri'den sonra, Güney Doğu'nun en
son tren durağı olan Kurtalan'ı sağınızda bırakıp Siirt'e doğru ilerlerken,
yörede yetişmiş onlarca âlimi rahmetle anıyor, Barış Manço'nun
kulağınızda çınlayan meşhur "Kurtalan Ekspres"ini duyuyor gibi
oluyorsunuz…
Siirt'e girerken, maalesef
çocukluğumuzdaki, "cas" evlerden hiçbir eser kalmadığına
üzülüyor, asırlara tanıklık etmiş olan Siirt Ulu Camii ile teselli
buluyorsunuz.
Tillo'da, İbrahim Hakkı'nın, hocası
İsmail Fakirullah için yaptığı, ve senenin Nevruz Sabahındaki ilk güneş
ışınlarının, Hocası İsmail Fakirullah'ın mezar taşına düşürdüğü ve "Yeni
Yılın ilk Güneşi, eğer hocamın başucuna düşmezse, ben o Güneşi neyleyim!.." diyen
"Hoca-Şinas" allame İbrahim Hakkı'yı anarken, karşı dağların
eteğinde, Pervari yaylalarından çağlayanlar oluşturarak hüzünlü hüzünlü akıp
giden Botan Çayı'nı seyrediyor, Botan'ın içine çok dik inen dağ gibi
kayalığın eteğinde, Urartular tarafından yapılmış olan "Diwar-ê
Bınyanê"nin, modern bir barajın suları altında kayboluşuna, bir
tarihçi olarak "aaah!" çekiyor, oradan, dünyanın en güzel tabiat
harikalarından bir tanesi olan "Rası'l-Hacer"e doğru yola
çıkıyorsunuz.
Rası'l-Hacer'in
vahşi güzelliği sizleri öylesine streslerden, endişelerden, dünya gailelerinden
uzaklaştırıyor ki, oradan ayrılmak istediğinizde, yalçın kayalıkları, tarifi
mümkün olmayan uçurumları ve muhtemelen dünyada tek olan "Delikli Taş"ı
âdetâ sizi kendisine öylesine çekiyor ki, ancak o muhteşem güzelliğe baka baka
ve sırtınızı çevirmeden ayrılabiliyorsunuz. "Delikli Taş"tan,
yüzlerce metre aşağıda akan Botan Çayı'na baktığınızda, bu tarifi mümkün
olmayan güzel vadide kıvrıla kıvrıla, yatağındaki kayalar arasından rafting
yapar gibi Bağdat'a, Şattu'l'Arab'a ; kim bilir belki de Hz. Yunus'u
yutan balığın mecrası olan Basra
Körfezi'ne doğru akıyor, akıyor…
Bu düşüncelerle Rası'l-Hacer
kayalıklarına oturun ve Mezopotamya'nın çağlarını, medeniyetlerini,
uygarlığını, tarihini düşünün ve günümüzde o coğrafyada cereyan eden iğrenç
hadiselere sebebiyet verenlerin ıslahı için Allah'a dua edin; ve bu
hercümerçten kurtulmaları için o coğrafyanın mazlum halklarına da dua etmeyi
unutmayın…
Tabii ki tehlikelidir Rası'l-Hacer…
Orada gezerken, mutlaka yanınızda tecrübeli bir hocanız bulunsun. Bulunsun, ve
kayaların acımasızlığını, hırçınlığını size anlatsın ki, -Allah korusun- bir
yel ayağınızdan çekip sizi uçurumlarından, Dicle çağlayanlarına atmasın. Tıpkı
birkaç sene önce, orada yuvarlanma tehlikesi geçiren öğrencisini tutup kurtaran
hoca gibi… Mamafih öğrenci, asosyal medyasına twittler atıp, bunun
aksini söylemiş, hatta fotoğraflarla, yuvarlanma tehlikesi geçiren hocasını
tutup kurtardığını belgelemeye çalışmıştı… Olsun; her hoca böyle fedakâr bir
öğrenci bulabilir mi?
0 yorum:
Yorum Gönder