Prof. Dr. Mehmet Azimli[1]
İslam’ın ilk dönemine kısaca
göz attığımızda; yoğun yaşanan siyasi olayların hadisler ve tarihi rivayetler
üzerinde etkisi olduğu apaçık görülebilmektedir.[2]
İnsanlar haklılıklarını ispat edebilmek için ortaya koydukları fikirleri, Hz.
Peygamber’e refere ederek rakiplerini susturmayı veya yandaşlarını ikna etmeyi
amaçlamışlardır. Böylece özellikle siyasi alanda rivayetler yoğunlukla
uydurulmuştur.
İslam siyaset bilimcileri,
halife için gereken şartları sayarlarken,[3]
bazı şartlarda ihtilafa düşmüşlerdir.[4]
Bunlardan biri de halifenin (devlet başkanının) kadınlardan seçilip
seçilemeyeceğidir. Klasik İslam alimlerinin ekseriyetinin genel eğilimleri, kadının devlet başkanı olamayacağı konusundadır[5]
ve kanaatlerini ispat etmek için değişik izah yollarına gitmişlerdir. Bu
bağlamda Nisa 34’de geçen “...Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ve
erkeklerin mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerinde
(kavvam) hakimdirler…” ayeti çerçevesinde bazı bilginler, kadının devlet
başkanı olamayacağını belirtmiştir.[6]
Ancak kadının devlet başkanlığı konusunda burada net bir ifade bulunmamaktadır.
Ayetteki kavvam kelimesini erkeklerin kadınlar üzerinde tahakkümü[7]
ve kadının sosyal, siyasal, ekonomik, medeni haklarının kısılması anlamında
algılamak doğru değildir.[8]
Ayetteki mananın aile içi hakimiyet olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ayette
erkeklerin para harcaması sebebiyle avantajlı olduğu anlatılmaktadır.[9]
Yoksa erkeğin kadına egemenlik kurması anlamında değildir.[10]
Delil alınan bir diğer ayet de Ahzab 33. ayette geçen “…evlerinizde vakarla
oturun…” ibaresidir.[11]
Fakat bu ayetin sadece Hz. Peygamber hanımlarına hitap ettiği ve bir tahsis
olduğu konusunda müfessirler görüş bildirmişlerdir.[12]
Kadının devlet başkanı
olamayacağını savunan bilginler, Kur’an’dan getirdikleri bu delillerden sonra,
Hz. Peygamber’e nispet edilen, “kadının aklının ve dininin eksik olduğu”
şeklindeki hadisle, görüşlerini desteklemeye çalışmışlardır.[13]
Buna ilaveten, kadınların namaz kıldıramayacağını belirten fıkhi hükmü ve kadının
duygusallığını öne sürerek devlet başkanı olamayacağını ileri sürmüşlerdir.[14]
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; İslam’da devlet başkanının vazifeleri
arasında namaz kıldırmak yoktur. Zaten her erkek de namaz kıldırma şartına
sahip değildir. Ayrıca tarihte namaz kıldırmayan, namaz kıldırma şartlarına
sahip olmayan insanların (erkeklerin) halife olarak nitelendirilmesi de işin
cabasıdır. Duygusallık meselesine gelince, hakkında nas olmayan bir konu olduğu
için devlet başkanlığı şartları hususunda ölçü olamaz.[15]
Rivayet
Kadının devlet başkanı
olamayacağını iddia eden bilginler,[16]
Kur’an’da net bir ifade olmayınca aşağıda aktaracağımız hadisi en önemli delil
olarak ileri sürmüşlerdir:
Ebu Bekre’den
rivayet edilmiştir: “Cemel vakası günlerinde, Cemel ordusuna katılarak, onlarla
birlikte (Ali’ye karşı) harp etmeye başladıktan sonra, vaktiyle Resulullah’tan
işittiğim bir söz ile Allah bana hayr ve menfaat ihsan buyurdu da bu orduya
katılmadım.” Ebu Bekre dedi ki; Fars halkının Kisra Perviz’in kızını
kendilerine melik seçtikleri haberi Resulullah’a ulaşınca “Devlet başkanlığı
işlerini bir kadının eline veren millet iflah olmaz.” buyurdu.”[17]
Hadis bilginleri izahında
güçlük çektikleri bu hadisi tarihi olaylar çerçevesinde bir yere oturtma
çabasıyla, değişik yorumlara gitmişlerdir. Böylece Hz. Peygamber’e nispet
edilen bu hadis bir tartışma konusu yaratmıştır.
Hadisin ravisi Ebu Bekre’den bize ulaşan hadisler genelde ulema arasında
tartışmalara konu olmuş, tartışmaya açık rivayetlerdir. İncelediğimiz rivayet,
sadece Ebu Bekre’den rivayet
edilmekte[18]
ve bu hadis bağlamında esasen Cemel savaşında kendilerine bir kadını lider seçen Hz. Aişe grubu töhmet altına alınmaktadır. Yine Ebu Bekre’den gelen bir rivayette “iki Müslüman grubun çarpışması
sonucu öldüren ve öldürülenlerin cehennemlik olduğu” belirtilerek[19]
hem Hz. Aişe tarafı hem de Hz. Ali tarafı ateşe gönderilivermiştir(!)[20]
Bu rivayete göre iki taraftakiler de cehennemlik oluyor ancak ne hikmetse iki
tarafta da yer alan bunca sahabiden de böyle bir hadis aktarılmıyor? Üstelik
Hz. Ali, Hz. Aişe’nin ordusunun cehennemlik olmadıklarını “bizim isyan eden
kardeşlerimiz” diye ilan ederek, cenaze namazlarını kılıp öldürülenlerin
cennete gideceğini umduğunu belirtmesi, Hz. Aişe’nin de her iki taraftan ölenlere rahmet okuduğu
ortadayken bu rivayet aktarılabilmektedir.[21]
Yine Ebu Bekre’ye nispet edilen diğer bir rivayet de incelediğimiz bu
hadisle benzerlik arz etmektedir. “Kadınları dinleyen erkekler, helak olurlar.”[22]
Ayrıca yine Ebu Bekre başka bir rivayette “komutanları olan kadının cennette,
ordusunun ise cehennemde olduğu bir topluluktan korunmak için Cemel savaşına katılmadığını” belirtmektedir.[23]
Anlaşılan şu ki; Cehenneme giden Cemel ashabından ordu komutanı Hz. Aişe
kurtarılmaya çalışılmaktadır(!)
Hadisin yorumları konusunda
bilginler genelde iki gruba ayrılmışlardır. Bunlardan bir grubu hadisin sahih
olduğunu ve kadının kesinlikle devlet başkanı olamayacağını savunurken, diğer
grup ise hadisi sahih bulmakla birlikte böyle anlaşılamayacağını
belirtmişlerdir. Biz bu noktada, iki grubun da görüşlerini inceleyip sonra
kendi kanaatimizi ortaya koymak istiyoruz.
Bazı bilginler hadisin
sahihliğini esas alarak kadının kesinlikle devlet başkanı olamayacağını belirtmişlerdir.
Hadisin önemli bir kamu kuralı koyduğunu, devlet başkanlığı gibi bir makamın
ancak bir erkek tarafından temsil edilebileceğini ve kadının fıtratının buna
müsait olmadığını belirterek bu hakkın onlara verilmediğini aktarmışlardır.[24]
Gazali, “bütün olgunlukları üzerinde toplasa da kadının devlet başkanı
olamayacağını” belirtmektedir.[25]
Kurtubi, “Kadının devlet başkanı olamayacağı konusunda icmanın olduğunu”
aktarmaktadır.[26]
Kirmani hadisten “kadınların devlet başkanlığı yapamayacağı” anlaşıldığını
belirtmektedir.[27]
Ayrıca, bu gruptaki bilginler, aklı ve dini eksik olan[28]
şahitlikleri tek başına kabul edilmeyen,[29]
toplumla her zaman birlikte olması mümkün olamayan, yufka yürekli bir varlığın
devlet başkanı olamayacağını belirtmişlerdir.[30]
Görüşlerini aktardığımız kadının devlet başkanı olamayacağını savunan
bilginler, bu konuda icma bulunduğunu belirtseler de[31]
bu hususta icma bulunduğunu söylemek güçtür.[32]
Bu düşünce sahiplerinin
görüşleri kullanılarak, “İslam’ın kadını ikinci sınıf bir varlık olarak
gördüğü” iddiaları maalesef aktarılmaktadır.[33]
Bu sebeple Muhammed Gazali “söz konusu
hadisi anlayışı kıt kimselerin anlayamadıklarını veya Kur’an’ın ruhuna ters
düşecek bir şekilde anladıklarını, bundan dolayı da İslam’a zarar verdiklerini”
belirtir.[34]
Özel Durum (Tahsis)
Hadis konusunda farklı bir
anlayışa sahip olan bilginler ise birinci grubun aksine son dönem
bilginlerinden oluşmaktadır. Bunlar da tartışmasız hadisin sahihliğini kabul etmişlerdir.
Fakat hadisin o dönemdeki bir olaya ait olduğunu yani tahsis ifade
ettiğini vurgulamışlardır. Muhammed Hamidullah “rivayetin devlet başkanlığını yasaklamadığını, İslam
hukukçularının bunu caiz görmemesinin dini delillere dayanmaktan ziyade zamanın
genel telakkilerine ve örfüne paralel şahsi kanaatlerine dayanan bir hüküm
olduğunu, çünkü Kur’an’da da Belkıs’ın nötr bir ifadeyle anlatıldığını ya da en azından
kınanmadığını, bundan dolayı böyle bir yasağın olamayacağını” belirtir.[35]
Kasımi “hadiste Sasanilere ait bir tahsis olduğunu, genel bir ifade şeklinde
anlaşılamayacağını” belirtir.[36]
Hayrettin Karaman hadisi
sahih kabul etmekle beraber “bunun bir yasak getirmediğini, sadece İran toplumunun
sonunu belirttiğini, önceliği erkeğe vermek gerekirken kadına veren bu toplumun
felah bulamayacağını ifade ettiğini” belirtir.[37]
Abdulhalim Şakka hadisin “sahih olduğunu, Hz. Peygamber’in
buradaki kastının genel liderlik anlamında olduğunu” belirtmektedir.[38]
Muhammed Gazali eserinde Kraliçe Viktorya, İndira Gandi ve Golda Meir gibi çağının başarılı kadın devlet başkanlarından örnekler vererek, hadiste geçen
ifadenin “o günkü İran’ın şura ile yönetilmemesinden dolayı yıkılacağına işaret
ettiğini” belirtmektedir.[39]
Biz buna Tedmür kraliçesi Zennubiya[40]
ve Demir Leydi lakaplı Margaret
Teacher’i ekleyebiliriz.
Sonuç olarak ikinci grup
bilginler bu hadisi özel bir durum ifadesi (tahsis) ile açıklamaya
çalışmışlardır. Fakat bu özel durumu her biri farklı değerlendirerek izahta
güçlük çekmişlerdir.[41]
Devam Edicez……
[1] Bkz. Mehmet Azimli, Siyer
Okumaları, Ankara 2017.
[2] Cihan
Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi,
Samsun 1997, 110.
[3] Bkz.
Maverdi, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, Kahire 1406, 6; Ferra, el-Ahkamu’s-Sultaniyye,
Kahire 1406, 13; Seyfettin Amidi, el-İmame, Beyrut 1992, 182.
[4] Geniş
bilgi için bkz. Kasımi, Nizamü’l-Hukm, Beyrut 1990, 332; Azimli, Halifeliğin
Kurumsallaşması, 34.
[5] Bkz.
Gazali, Batıniliğin İç Yüzü, çev. Avni İlhan, Ankara 1993, 114.
[6] Bkz.
Süleyman Demici, İslam’da Devlet Başkanlığı, çev. İbrahim Cücük,
İstanbul 1996, 225; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, I, 357.
[7] Hayri
Kırbaşoğlu, “Kadın Konusunda Kur’an’a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler”, İslami
Araştırmalar, Ankara 1991, Sayı: 4, s. 273.
[8] Kasımi
(İzzet Derveze’den naklen), I, 341; Halil Çiçek, Farklı Kültürlerin Bir
Arada Yaşama Formülü, İstanbul 1998, 34.
[9] Amine
Vedûd-Muhsin, Kur’an ve Kadın, çev. Nazife Şişman, İstanbul 1997, 128.
[10] Bekir
Topaloğlu, İslam’da Kadın, İstanbul 1970, 274.
[11] Mevdudi,
IV, 412.
[12] Necla
Akkaya, “İslam Hukukunda Kadının Siyasi Hakları”, İslami Araştırmalar,
Ankara 1991, Sayı: 4, s. 265.
[13] Salih
Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur’an’da Kadın”, İslami Araştırmalar, Ankara
1991, Sayı: 4, s. 267.
[14] Demici,
225; Kasımi, I, 341; kaldı ki Hz. Peygamber döneminde gerekirse kadınlara da
erkeklere namaz kıldırma görevi verilmiş ve uygulanmıştır, Bkz. İbn Sad, X,
424; Ebu Davud, Salat (kadının imamlığı babı), 61.
[15] Hamza
Aktan, İslama Göre Kadının Sosyal Aktivitesi, Sosyal Hayatta Kadın,
İstanbul 1996, 262.
[16] Kasımi,
I, 332.
[17] Buhari,
Fiten, 18, Meğazi, 84; Tirmizi, Fiten, 75; Nesei, Kaza, 8; İbn Hanbel,
Müsned, V, 43.
[18] Mehmet
Emin Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, Ankara 1999, 335.
[19] İbn
Hanbel, V, 43.
[20] Akbulut,
226.
[21] İbn
Kesir, II, 245.
[22] İbn
Hanbel, V, 45.
[23] Abdurrezzak,
VIII, 711.
[24] Afzalurrahman
I, 362; Zebidi, X, 450.
[25] Gazali,
114.
[26] Kurtubi,
I, 270 .
[27] Kirmani,
Buhari bi Şerhi Kirmani, Beyrut 1985, XIV, 232.
[28] Akdemir,
agm., 267.
[29] Kırbaşoğlu,
agm. 273.
[30] Demici,
227.
[31] Bu
konuda İslam dünyasında Hariciler, kadının devlet başkanı olabileceğini
belirtip bunu uygulamaya koyarak liderleri Şebib ölünce annesi Gazale’ye biat
ettikleri aktarılır. Bkz. Bağdadi, el-Fark Beyne’l-Firak, Beyrut 1990,
109.
[32] Taberi
gibi bilginlerin de bu konuda muhalefetleri bulunmaktadır. İbn. Hacer, Fethul-Bari,
VIII, 162.
[33] İlhan
Arsel, Şeriatta Kadın, İstanbul 1997, 524.
[34] Muhammed
Gazali, Nebevi Sünnet, çev. Ali Özek, İstanbul 1992, 81.
[35] Muhammed
Hamidullah, “İslam Hukuku Ana Kaynakları Açısından Kitabı Mukaddes”, çev.
İbrahim Canan, AÜİF İslami İlimler Enstitüsü, Sayı: 111, Ankara 1979, 15.
[36] Kasımi,
I, 341.
[37] Hayrettin
Karaman, “Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi”, İslami Araştırmalar,
Ankara 1991, Sayı: 4, s. 273.
[38] Abdülhalim
Ebu Şakka, İslam Kadın Ansiklopedisi, çev. Fethi Güngör, İstanbul 1996,
II, 250.
[39] Muhammed
Gazali, 78-81.
[40] Bkz.
Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, 80.
[41] M.
Akif Aydın, “Anayasa”, DİA.
Bu güzel ve yetkin olduğunu düşündüğüm yazı için öncelikle hocamıza çok teşekkür ediyorum. Konuya dair hadislerin dönemin siyasi ortamını yansıttığı açık gibi duruyor. Ancak Hadisin tahsis ifade ettiğini veya tam olarak yasak ifade etmediğini söyleyerek tevil eden alimler sırasıyla: Muhammed Hamidullah, Hayrettin Karaman, Abdulhalim Şakka, Muhammed Gazali ve ilgili yerde açık ifadeleriyle ve yazının tümünde ima ettiği görüşleriyle yazar da bulundukları çağın ulaşmış olduğu kazanımlar veya kabuller-çünkü kazanım olmadığı da iddia edilebilir- üzerinden hareket ediyorlar. 20. asırda yaşamış olmaları bunun açık ifadesi değil midir. Yani metin ve yorum her ikisi de birer tarihsellik içerisindeler. Ayrıca batıda varsayılan ve bizim kültürel kodlarımızla çok da uyuşmayan kadının mutlak hakimiyeti, adeta tahtına oturmuş; ağzından ne çıkacağı, ne buyuracağı konusunda merak içinde olunan bir melike olarak kabul edilip,-Şevket Kotan'ın başka bir örnek için kullanmış olduğu ifadesiyle- “bunun evrensel bir kategori olarak addedilmesi” ve metinlerin bu bağlamda yorumlanması, birincinin bir mihenk taşı olarak kabul edilip ikincinin buna kurban edilmesi, metinlerin ‘çağın genel kavramlarına uyum göstermesi için adeta içlerinden kavramları doğurmaya zorlanması’ şeklinde okunması tarih metodu açısından doğru mudur? Devamı gelecek
YanıtlaSilAllah sizden razı olsun inşallah rabbim gafletten uyandırsın şuur versin bizlere inşallah bölüp parçaladılar bizleri malesef rabbim Osmanlı Devleti gibi bir olmamızı nasip eylesin inşallah
YanıtlaSil