17 Temmuz 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: İstişâre

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan ön önemli özellik, onun akıl sahibi olmasıdır. Bu akıl sayesinde insan dünyadan en iyi şekilde istifade eder ve karşılaştığı problemleri de rahatlıkla çözebilir. Bununla birlikte bazı meselelerin sadece bir insanın aklı ve düşüncesiyle çözülemeyecek kadar zor ve karmaşık olması sebebiyle kollektif akla ihtiyaç duyulmaktadır. Kollektif akıl da ancak fertlerin bir araya gelmeleri, karşılıklı görüşmeleri ve tartışmalarıyla ortaya çıkar.  İşte bu kollektif aklın ortaya çıkmasına vesile olan müesseseye istişare, ya da şûra adı verilmektedir. 

Atalarımız asırlar boyu elde ettikleri tecrübeler neticesinde “Akıl akıldan üstündür” hükmüne ulaşmışlar ve her meselede başkalarına danışılmasını, başkalarının bilgi, fikir ve tecrübelerinden faydalanılmasını tavsiye etmişlerdir. Bu yazımızda biz, geçmişi çok eskilere dayanan istişare müessesinin dinimizdeki yeri konusunu ele alacağız. 
İstişare, İslâm dininin ilk kaynağı olan Kur‘ân-ı Kerim’de açık bir şekilde emir ve tavsiye edilmektedir:  Cenâb-ı Allah, Âli İmrân sûresinde “... İş hakkında onlarla müşavere et (danış).  Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a güven.  Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever”[1] buyurarak, şûrâ, meşveret (danışma) prensibinin İslâm’daki önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 
Kur‘ân-ı Kerim’in 42. sûresinin Şûrâ Sûresi olarak isimlendirilmesi de konunun ehemmiyetini bir kat daha artırmaktadır.  Bu sûrenin 38. âyetinde istişare müessesesinden ayrıca bahsedilmekte ve “... Onların (müminler) işleri aralarında danışma iledir...”[2] buyrulmaktadır. Yukarıda şûrâ ile ilgili geçen ilk âyette Hz. Peygamber’e emir verildiği, ikincisinde ise müslümanlar için bir tesbit yapıldığı ve tavsiyede bulunulduğu gözlemlenmektedir. Bu emir ve tavsiyeler sadece Hz. Peygamber’e (sav) ve Kur‘ân’ın indiği dönemdeki müslümanlar değil, bütün müminlere şamildir.
Allah’ın kendisine emir buyurduğu danışma müessesesini Hz. Peygamber (sav) bizzat uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Bu konuda İslâm tarihi kaynakları bir çok örnek aktarmaktadırlar. Biz burada örneklerden sadece bir kaç tanesini nakledeceğiz:
Hz. Peygamber (sav), yönetimle ilgili işlerde karar vermeden önce daima ashabıyla istişarede bulunmuştur. Hatta ihtiyaç duyulduğu takdirde gayr-i müslimlerin görüşlerini dahi dinlemiştir. Meselâ, hicret sonrası Medine’de yine bir toplum oluşturma gayretlerini sürdürürken Allah Rasûlü (sav) burada yaşayan Yahudilerle görüşmeler yapmış, onların fikirlerini de almıştır[3]. Bedir savaşına karar verilmesi esnasında ashabı ile istişare etmiş, savaştan önce Ebû Süfyan’ın başında bulunduğu kafilenin yolunun kesilmesi, aynı zamanda Mekke ile savaşı göze almak anlamına geleceği için, bu konuda hem Muhacirûn hem de Ensar’ın ayrı ayrı görüşünü almış, onlarla mutabakat sağladıktan sonra Mekke kervanı üzerine sefer düzenlenmesi talimatını vermiştir[4]. Aynı şekilde Bedir savaşı öncesinde Hubab b. Münzir’in teklifi doğrultusunda ordunun yerini değiştirmiştir[5]. Yine savaştan sonra esirlere yapılacak muamelenin nasıl olması gerektiği hususunda ashabla istişare yapılmış, Hz. Ebû Bekir’in görüşü benimsenerek esirler fidye karşılığı serbest bırakılmıştır[6]. 
Rasûlüllah (sav) Müslümanlar ile Mekke müşriklerinin ikinci büyük savaşı olan Uhud harbinden önce de stratejinin belirlenmesi için ashabın fikrini almıştır. Savaşın Medine dışında yapılması ya da sadece şehrin savunulması şeklindeki iki görüş müzakere edilmiş, genel kanaat birinci alternatif üzerinde yoğunlaşınca bu görüş benimsenmiştir[7]. Hendek savaşında da Rasûlüllah (sav) Selman-ı Farisî’nin teklifi olan şehrin zayıf ve açık yerlerini korumak için Medine’nin etrafında hendek kazılması teklifini kabul etmiş ve savunma buna göre planlanmıştır[8].
 Gerek Kur‘ân âyetleri gerekse Hz. Peygamber’in uygulamalarında, insanların her türlü işlerinde mutlaka başkalarının görüş ve tecrübelerinden yararlanması sonucu çıkmaktadır.  Bu hem Allah’ın bir emri, tavsiyesi hem Hz. Peygamber’in bir sünneti hem de müslümanların menfaati gereğidir. Bunun bilincinde olan müslüman olmayan topluluklar bile danışmanlık müessesinde istifade yoluna gitmişler ve danışmanlık şirketleri kurma teşebbüslerine girişmişlerdir. Günümüzde bu şirketlerin ticarî, askerî ve siyasî alanda sayı ve etkinlikleri giderek artmaktadır.  Bu nedenle müslümanlar şâyet her alanda başarılı olmak istiyorlarsa İslâm’ın ortaya koyduğu bu müesseseden azami derecede istifade etmeye çalışmalıdırlar.  Zira mezarlıklar, sadece ben bilirim, sadece benim yaptığım doğrudur diyerek harekete geçen, bunun sonucunda milletlerini helake sürükleyen devlet adamları ve başkalarının görüşlerine hiç itibar etmeyip herşeyini kaybeden tüccarlar ve iş adamlarıyla doludur.






[1]    Âl-i İmrân, 3/159
[2]    Şûrâ, 42/38
[3]    Hamidullah, Muhamed, İslâm Peygamberi, I-II, (çev. Salih Tuğ), İstanbul 1990, I, 189
[4]    Vâkıdî, Kitâbu’l-Meğâzî, I-III, (thk. Marsden Jones), Beyrut 1984, I, 48-49; İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-IV, (thk. Mustafa Sakka-İbrahim el-Ebyârî-Abdü’l-Hafiz Şelebî), Beyrut 1990, II, 193-194
[5]    Vâkıdî, I, 53; İbn Hişam, II, 197
[6]    Vâkıdî, I, 108-109; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dârus’-Sâdır), II, 18 bk.
[7]    Vâkıdî, I, 209-211; İbn Hişam, III, 52
[8]    Vâkıdî, II, 445; İbn Hişam, III, 177

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar