Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
İnsanoğlunu diğer
canlılardan ayıran ve üstün kılan ön önemli özellik, onun akıl sahibi
olmasıdır. Bu akıl sayesinde insan dünyadan en iyi şekilde istifade eder ve
karşılaştığı problemleri de rahatlıkla çözebilir. Bununla birlikte bazı
meselelerin sadece bir insanın aklı ve düşüncesiyle çözülemeyecek kadar zor ve
karmaşık olması sebebiyle kollektif akla ihtiyaç duyulmaktadır. Kollektif akıl
da ancak fertlerin bir araya gelmeleri, karşılıklı görüşmeleri ve
tartışmalarıyla ortaya çıkar. İşte bu
kollektif aklın ortaya çıkmasına vesile olan müesseseye istişare, ya da şûra
adı verilmektedir.
Atalarımız asırlar boyu
elde ettikleri tecrübeler neticesinde “Akıl akıldan üstündür” hükmüne
ulaşmışlar ve her meselede başkalarına danışılmasını, başkalarının bilgi, fikir
ve tecrübelerinden faydalanılmasını tavsiye etmişlerdir. Bu yazımızda biz,
geçmişi çok eskilere dayanan istişare müessesinin dinimizdeki yeri konusunu ele
alacağız.
İstişare, İslâm dininin
ilk kaynağı olan Kur‘ân-ı Kerim’de açık bir şekilde emir ve tavsiye
edilmektedir: Cenâb-ı Allah, Âli İmrân
sûresinde “... İş hakkında onlarla müşavere et (danış). Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a
güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp
güvenenleri sever”[1] buyurarak, şûrâ, meşveret
(danışma) prensibinin İslâm’daki önemini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Kur‘ân-ı Kerim’in 42.
sûresinin Şûrâ Sûresi olarak isimlendirilmesi de konunun ehemmiyetini bir kat
daha artırmaktadır. Bu sûrenin 38.
âyetinde istişare müessesesinden ayrıca bahsedilmekte ve “... Onların
(müminler) işleri aralarında danışma iledir...”[2]
buyrulmaktadır. Yukarıda şûrâ ile ilgili geçen ilk âyette Hz. Peygamber’e emir
verildiği, ikincisinde ise müslümanlar için bir tesbit yapıldığı ve tavsiyede
bulunulduğu gözlemlenmektedir. Bu emir ve tavsiyeler sadece Hz. Peygamber’e
(sav) ve Kur‘ân’ın indiği dönemdeki müslümanlar değil, bütün müminlere
şamildir.
Allah’ın kendisine emir
buyurduğu danışma müessesesini Hz. Peygamber (sav) bizzat uygulamalarıyla
ortaya koymuştur. Bu konuda İslâm tarihi kaynakları bir çok örnek
aktarmaktadırlar. Biz burada örneklerden sadece bir kaç tanesini nakledeceğiz:
Hz. Peygamber (sav),
yönetimle ilgili işlerde karar vermeden önce daima ashabıyla istişarede
bulunmuştur. Hatta ihtiyaç duyulduğu takdirde gayr-i müslimlerin görüşlerini
dahi dinlemiştir. Meselâ, hicret sonrası Medine’de yine bir toplum oluşturma
gayretlerini sürdürürken Allah Rasûlü (sav) burada yaşayan Yahudilerle
görüşmeler yapmış, onların fikirlerini de almıştır[3].
Bedir savaşına karar verilmesi esnasında ashabı ile istişare etmiş, savaştan
önce Ebû Süfyan’ın başında bulunduğu kafilenin yolunun kesilmesi, aynı zamanda
Mekke ile savaşı göze almak anlamına geleceği için, bu konuda hem Muhacirûn hem
de Ensar’ın ayrı ayrı görüşünü almış, onlarla mutabakat sağladıktan sonra Mekke
kervanı üzerine sefer düzenlenmesi talimatını vermiştir[4]. Aynı
şekilde Bedir savaşı öncesinde Hubab b. Münzir’in teklifi doğrultusunda ordunun
yerini değiştirmiştir[5]. Yine
savaştan sonra esirlere yapılacak muamelenin nasıl olması gerektiği hususunda
ashabla istişare yapılmış, Hz. Ebû Bekir’in görüşü benimsenerek esirler fidye
karşılığı serbest bırakılmıştır[6].
Rasûlüllah (sav)
Müslümanlar ile Mekke müşriklerinin ikinci büyük savaşı olan Uhud harbinden
önce de stratejinin belirlenmesi için ashabın fikrini almıştır. Savaşın Medine
dışında yapılması ya da sadece şehrin savunulması şeklindeki iki görüş müzakere
edilmiş, genel kanaat birinci alternatif üzerinde yoğunlaşınca bu görüş
benimsenmiştir[7]. Hendek savaşında da
Rasûlüllah (sav) Selman-ı Farisî’nin teklifi olan şehrin zayıf ve açık
yerlerini korumak için Medine’nin etrafında hendek kazılması teklifini kabul
etmiş ve savunma buna göre planlanmıştır[8].
Gerek Kur‘ân âyetleri gerekse Hz. Peygamber’in
uygulamalarında, insanların her türlü işlerinde mutlaka başkalarının görüş ve
tecrübelerinden yararlanması sonucu çıkmaktadır. Bu hem Allah’ın bir emri, tavsiyesi hem Hz.
Peygamber’in bir sünneti hem de müslümanların menfaati gereğidir. Bunun
bilincinde olan müslüman olmayan topluluklar bile danışmanlık müessesinde
istifade yoluna gitmişler ve danışmanlık şirketleri kurma teşebbüslerine
girişmişlerdir. Günümüzde bu şirketlerin ticarî, askerî ve siyasî alanda sayı
ve etkinlikleri giderek artmaktadır. Bu
nedenle müslümanlar şâyet her alanda başarılı olmak istiyorlarsa İslâm’ın
ortaya koyduğu bu müesseseden azami derecede istifade etmeye
çalışmalıdırlar. Zira mezarlıklar,
sadece ben bilirim, sadece benim yaptığım doğrudur diyerek harekete geçen,
bunun sonucunda milletlerini helake sürükleyen devlet adamları ve başkalarının
görüşlerine hiç itibar etmeyip herşeyini kaybeden tüccarlar ve iş adamlarıyla
doludur.
[4] Vâkıdî, Kitâbu’l-Meğâzî, I-III, (thk. Marsden Jones), Beyrut 1984,
I, 48-49; İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-IV, (thk. Mustafa Sakka-İbrahim
el-Ebyârî-Abdü’l-Hafiz Şelebî), Beyrut 1990, II, 193-194
[6] Vâkıdî, I, 108-109; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut
ts. (Dârus’-Sâdır), II, 18 bk.
0 yorum:
Yorum Gönder