Giriş
Müslümanlar, tarihin belli devirlerinde büyük
medeniyetler kurdular. Asırlar boyu devam eden bu medeniyetler, güçlü oldukları
dönemlerde onların hemen tüm problemlerine çözüm bulacak bir model oluşturmayı
başardı. Ancak günümüzde İslâm toplumları, karşı karşıya geldikleri meselelerin halli konusunda çözümler bulmak bir
tarafa, yeni yeni sıkıntılarla boğuşmaktadırlar. Sıkıntılarla baş edebilmek için Müslüman milletler, meselelerini çözmek için zengin kültür
birikimlerine dayanarak bilgi edinme ve bilgileri kullanma yollarını bulmak
zorundadırlar. Bu da gündeme metodoloji (usül) konusunu getirmektedir. Yaşadığımız
dünyada İslâm'ın bilimsel geleceğini yeniden oluşturmada en önemli meselelerden
birisi, belki de başta geleni şüphesiz metodoloji sorunudur.[1]
Bilimsel kaynaklardan istifade etmek ve yeni bilgiler
üretmek için, bütün bilim dallarında olduğu gibi tarih sahasında da ciddi
araştırma ve incelemeler yapabilmek için, ilmî araştırma usüllerinin
bilinmesine ihtiyaç vardır. Zira bu usüller takip edilmeksizin gerçek manada ilmî
eserler meydana getirmek mümkün değildir. Şu bir gerçektir ki, Müslümanlar, İslâm
tarihi alanında pek çok kaynağa sahip olmalarına rağmen, İslâm dünyasında
sistemli bir tarih metodolojisi geliştirememişlerdir. Her ne kadar başta İbn Haldûn
olmak üzere, Birunî, İbn Miskeveyh, Reşidüddin Tabîb, İbn Saib el-Mağribî, Taceddin
es-Sübkî, Muhyiddin el-Kaficî ve es-Sehavî gibi tarihçilerin, öze1likle tarih
tenkidi alanına önemli katkıları olsa da, İslâm tarih rnetodolojisi hala tam
anlamıyla ortaya konulmuş değildir .
Burada Filibeli'nin tarih metodolojisiyle ilgili
görüşlerine geçmeden önce, bu alanın öncüsü kabul edilen İbn Haldûn'dan kısaca
bahsetmek gerekir. İbn Haldûn sadece İslâm tarihi değil, dünya tarihinde tarih
eleştirisi ve tarih felsefesi yapan ve sistem kuran ilk ilim adamı kabul
edilir. Öyle ki, onun geliştirdiği türden bir tarih felsefesiyle karşılaştırılabilecek
batılı ilk filozof, 18. yüzyılın düşünce dünyası temsilcisi Vico'dur. İbn Haldûn,
tarih yazıcılığını, hikâye etme, aktarma, anlatma etkinliğinden kurtarıp, izah
etme, açıklama etkinliğine ulaştırmıştır. Ona göre böyle bir bilim, yani tarih,
ancak her zaman en genel ve en temel olanın nazariyatı ile ilgilenen bir
felsefe ile temellendirilebilir .[2]
İbn Haldûn'un tarih eleştirisi ve felsefesi hakkındaki ileri fikirleri,
batılılardan ilgi görürken, Türk-İslâm dünyası tarafından unutulmaya terk edilmiş
görünmektedir. Öyle ki, onun en önemli eseri olan Mukaddime ancak 18. yüzyıl
ortalarında Arapça'dan Osmanlıca'ya çevrilebilmiştir. Bu ilgi de, onun tarih
filozofu ve metodolog yönüne değil, daha ziyade İslâm tarihçiliği yönüne odaklanmış
görünmektedir.[3] İslâm
tarihçiliği alanında bu eksikliği giderme hususunda bilhassa Filibeli'nin
çabaları ve fikirleri, İbn Haldûn'un unutulmaya bırakılan tarih filozofu ve
metodolog yönlerinin geçen asırda yeniden canlandırılması teşebbüsü olarak
görülebilir.[4] Bu
anlamda tarihi olayları felsefî temellendirmelerle izah etme geleneğini tekrar
gündeme getirmesi sebebiyle Filibeli İslâm tarihi çalışmaları alanında geçen
asır için önemli bir figür olarak kabul edilebilir. Gerçekten de Ahmet
Hilmi'nin eserlerinde, aynen İbn Haldûn'da olduğu gibi, felsefi düşünce ve
anlayış ön plana çıkmış, o felsefi konulara derin vukûfıyetiyle tarih felsefesi
yapmıştır. İslam tarihçiliğine eleştiricilik, sentezcilik ve karşılaştırmacılık
metodunu yerleştiren sayılı tarih adamlarından biri olarak tebarüz etmektedir.[5] Bu
nedenle son dönemde yazılmış olan İslâm tarihleri arasından onun eseri ayrı bir
önem kazanmaktadır .
Hayatı ve İslâm Tarihi Eseri
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, l865 yılında
günümüzde Bulgaristan sınırları içinde yer alan Filibe (Plovdiv) şehrinde
dünyaya geldi. Babası Şehbender Süleyman Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. Filibe’de
başladığı öğrenimine İstanbul’da devam etti. Galata
Sultanisi'nden mezun olan Ahmed Hilmi, 1890 yılında Duyûn-i Umûmiye İdaresi’nde
memur sıfatıyla Beyrut'a gönderildi. Daha sonra Jön Türkler grubuna katılarak
Paris, Londra ve Kahire'de bu teşkilat adına siyasî faaliyetlerde bulundu.
Mısır’da Jön Türkler’in kurduğu Terakkî-i Osmânî Cemiyeti’ne girdi,
ayrıca Çaylak adıyla bir mizah dergisi çıkardı. 1901
yılında İstanbul'a gelen müellif, kısa süre sonra Fizan'a sürgün edildi. Sürgünde
iken tasavvufa ve Senûsîlik hareketine ilgi duydu, bu arada Arûsiyye tarikatına
intisap etti. Meşrutiyetin 1908 senesinde ikinci defa
ilan edilmesiyle İstanbul'a geri döndü. İttihad-ı İslâm isimli haftalık bir
gazete neşrine başladı. Bu gazete kapanınca İkdam ve Tasvir-i Efkar'da siyasî
ve felsefî nitelikli makaleler yazdı. Daha sonra da Hikmet Ceride-i İslâmiyesi
isimli bir mecmua çıkardı. 30 Ekim 1914’te 50
yaşında iken vefat etti. Cenazesi Fâtih Camii hazîresine defnedildi.[6]
Ziya Nur, Filibeli’nin ilmî kişiliği hakkında şunları
söylemektedir: “Ahmed Hilmi, açık ifadesi, sade üslubu, yazının her nev’inden
kalem oynatması, pek çeşitli mevzulardaki bilgi hamulesi ile, meşrutiyet
devrinin pek kıymetli mütefekkirlerinden bir olarak görünmektedir.
Meşrutiyet’ten ölümüne kadar süre altı sene gibi kısa bir müddet içinde kırka yakın
eser ve yüzlerce makale yazdığı görülmektedir. Bu bir muharrir için kolay kolay
erişilemeyecek bir velûdiyettir ve misline rastlamak zordur”.[7]
Şehbenderzâde'nin en önemli eseri olan İslâm Tarihi,
ilk önce birer cilt olmak üzere iki cilt halinde neşredildi.[8]
Bu kitap İslâm Tarihi adını taşımakla birlikte, İslâm tarihi konularıyla
ilgili olan diğer ilimler hakkında da bilgiler ihtiva etmektedir. Buna göre
tarihle irtibatlandırılabilecek her ilim dalı (mesela, dinler tarihi, fıkıh, kelam,
mezhepler tarihi, felsefe vs.) ile ilgilenenler de bu eserden istifade
edebilirler . Filibeli'nin bu çalışması, genelde tarihin, özelde de İslâm
tarihinin diğer ilimlerle ilgisini hem pratik, hem de teorik olarak ortaya
koyması bakımından da güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Kitabın birinci cildi, uzun bir girişle başlamaktadır
ki, bizim çalışmamıza bu kısım kaynaklık eder. Bu cildin bölüm başlıkları
şöyledir: Arab Yarımadası ve Arab Kavmi, İslâm'dan Evvel Arablar, İslâm'ın
Zuhurundan Evvel Dünya Ahvâli, Velâdetten Bi'sete Kadar, Hazret-i Muhammed'in
Risaleti, Bi'setten Hicrete Kadar, Peygamber'in Mi'racı, Hicretten İrtihale
Kadar, Peygamber'in Hayatı, İrtihal ve İrtihal Esnasında Erkan ve Müslümanlığın
Durumu, Şemâili, Ahlâkı ve Hususiyetleri, Felsefe ve Sosyoloji, İslâm Dini,
Mühim Meseleler, Ruh ve Garîbeleri, Dinlerin Mukayesesi, Hükumet Şekli ve Şûrâ Erkanı,
Ashab'ın Mertebeleri ve Fazilet Meselesi.
İkinci ciltte ise şu konular vardır: İlk İhtilâf,
Hazret-i Ebû Bekir'in Hilafeti, Hz. Ömer'in Hilafeti, Hz. Osman, Muhakeme, Hz.
Ali'nin Hilafeti, Emevîler Devri, İlk Hukukçular ve İlk Mezhepler, Sair
Mezhepler, Tasavvufun Safhaları ve Müfrit Meslekler, Bâtıniyye, Hurûfiyye,
Abbasîler Devri, Alevîler, Endülüs Müslümanları, Afrika'da İslâmiyet, Türkler
ve İslâm, Ehl-i Salîb, Moğollar ve İslâm, Tarikatlar, Osmanlı Türkleri, Vahhabîler
ve Bazı Teşebbüsler, İnhitat ve Sebepleri, İslâm'ın İnhitatı, Hal-i Hazırda İslâm,
Islahât ve İstikbâl.
Konu başlıklarından görüleceği üzere Şehbenderzâde, İslâm
tarihinin sadece siyasî yönünü değil, sosyal, kültürel, dinî vs. tüm yönlerini
eserinde incelemiştir. Dolayısıyla bu eser, sadece tarihçiler kadar, diğer beşerî
ve dinî ilimler alanında araştırma yapanlara da kaynaklık yapacak niteliktedir.
Tarih Metodolojisiyle İlgili
Görüşleri
Şehbenderzâde, eserinin giriş kısmında önce,
"Okuyucuyla Hasbihal" başlığı altında metodolojinin öneminden,
Müslümanların buna ihtiyacından ve kendisini böyle bir eser yazmaya sevk eden amillerden
bahsetmektedir.
Müellif, kainattaki değişim ve etkileşime işaret
ederek, bu değişimden fikirlerin de nasibini alacağını ifade edip, ardından
değişmeyen, sabit kalan esasların olduğunu söyler ve bunu "giyim
şekilleri" ve "giyim fikri"yle örneklendirir. Giyinme şekilleri,
her kültür ve coğrafyaya göre değiştiği halde, "giyim fikri" her
yerde sabit kalmıştır. İnsan için aslolan, kainattaki değişen ve sabit kalan
tezahürleri tespit etmektir.[9]
Filibeli'nin ortaya koyduğu hususlardan biri de, Avrupa
karşısından bilim ve teknik alanında geri kaldığımız gerçeğidir. Bu geri
kalmışlığı telafi etmek için onları olduğu gibi taklit etmemizin doğru olmadığını,
bunun yerine onlardan sadece gelişme (tekâmül) fikrinin alınması gerektiğini
ifade eder. Bunun için de, ilahiyat ve felsefe gibi, Müslümanların geri
kaldıkları ilim şubelerini geliştirmeli, bu alanda ilim adamı yetiştirmeye ve
eserler ortaya koymaya çalışmalıyız, teklifinde bulunmuştur.[10]
Bilim ve teknik alanındaki temel eksiklerimizi tespit
eden Şehbenderzâde, esas konuya gelerek tarihçiliğimizi de tenkit eder. Ona
göre, diğer milletlerle karşılaştırıldığı zaman, İslâm aleminde pek çok
tarihçinin yetiştiği ve sayısız tarih eserinin yazıldığı görülecektir. Ancak bu
eserler, tahlil ve tenkitten yoksun olmaları nedeniyle, birbirinin tekrarı mahiyetinde
olan kuru bilgi yığını, bazen de İsrailiyat ve hurafeler şeklinde karşımıza
çıkmaktadır. Bu çeşit tarih kitapları telif eden müelliflerin yanında Birunî,
İbn Haldûn gibi tarihçiler, tenkit ve tahlil usulüne göre eserler yazmışlarsa
da, onlar azınlıkta kalmışlardır. Bunun sebebi de, İslâm dünyasında tarih
felsefesi, tarih tenkit ve tahlil usulünün gelişmemiş olmasıdır. Hal böyle
olunca, metod yetersizliği ortada iken, müslüman müverrihlerden mükemmel tarih
eseri yazmalarını beklemek hayal olacaktır .[11]
Filibeli kendisinden önceki tarihçileri -istisnalar olmakla birlikte- olayların
sebep-sonuç ilişkileri üzerinde durmadan fasit dairede dolaşan, taklitçilik ve
nakilcilik yollarını takip eden kıssa-hikâye yazarları olarak görür. [12]
Ahmed Hilmi, tarihî malzeme ve kaynağın bolluğuna
rağmen, bir tarih metodolojisi oluşturamadığımızdan dolayı Müslümanların bu
alanda dikkate değer eserler veremediklerini; buna karşılık batılıların,
geliştirdikleri bilimsel metodlarla üstelik bizim kaynaklarımızdan
istifade ederek bir çok tarih kitabı
telif ettiklerini söyler ve Dozy'nin Abdullah Cevdet tarafından dilimize
çevrilen "İslâmiyet Tarihi" kitabını buna örnek gösterir.
Müslümanların, İslâm aleyhindeki fikirleriyle kendilerini rencide eden bu
eserden son derece rahatsız olduklarını, buna ancak reddiyelerle cevap vermeye
çalıştıklarını, fakat ilmi metodlardan uzak reddiyelerin birer tepki mahsulü
oldukları için istenilen neticeyi vermediklerini belirtir.[13]
Filibeli, Müslümanların genelde metodoloji, özelde de tarih metodolojisi
alanındaki eksikliklerini vurguladıktan sonra kendisinin de bu husustaki
noksanlıkları gidermeye yardımcı olacağını umduğu bu eseri yazmaya karar
verdiğini söyler. Ancak, eseri yazma aşamasında kendisinin büyük tenkitlerle
karşı karşıya kaldığını da ifade eder. "İctihat kapısı" kapandı diye
hüküm koyanların, her türlü yeniliğe engel olduklarını, bunun da Müslümanların
ilmen ve fikren geri kalmasına sebep olduğunu, kendisinin ise bu tenkitleri hiç
dikkate almadan, doğru bildiği şekilde eser yazacağım belirttikten sonra, ‘Hasbihal’ini
şu sözleriyle tamamlar: "Bu maruzatımızdan maksadımız, müctehidlik davası
veyahut şu eseri yazmak için mecburiyette kaldığımız değildir. Hiç olmazsa, ictimaiyyâta
ait hususâttan milli ittilaya saadet ve hayatımıza mütedâir maddelerde yavaş
yavaş seleflerimizin sözlerinden başka sözleri de işitmeye ve hazmetmeye
alışmalıyız”.[14]
Şehbenderzâde, metodolojinin önemini
"Hasbihal"inde vurguladıktan sonra, eserinin girişinde (Medhal) tarih
metodolojisi sisteminin önemli bir bölümü olan tarih kavramlarını açıklamaya
geçer. Kavramların başında tabii olarak tarih gelir. Müellif, tarihi
"İnsanların ilk zuhurundan itibaren nasıl yaşadıklarını ne yaptıklarını, ne düşündüklerini bildiren
malumat mecmuasıdır", şeklinde tarif eder. Ardından tarih ilmiyle ilgili
olan ve bazen birbirleriye karıştırılan esâtir ve hurâfât tabirlerini ve
bunların birbirleriyle olan benzerlik ve farklılıklarını izah eder. Esâtir=Mythe,
ona göre insanların hayallerinde icat ettikleri kaybolmuş timsalleridir. Esâtir,
insanoğlunun her şeyi bilmek istemesinden doğmuştur ve tarihi kıymeti yoktur.
Hurâfât ise, doğru vakaların hayal neticesinde tahrif edilmesiyle ortaya çıkar.
Hurâfâtın temeli tarihe dayandığı için, esatire göre tarih için daha önemlidir.
Bu kavramlara bir de Rivâyât-ı Akvâm=tradition, gelenek, an'aneyi de eklemek
gerekir.[15]
Tarih çalışmalarında konuların daha iyi anlatılabilmesi için tarih
dönemlerinin bölümlenmesine gidilmiştir. Tarih genelde tarih öncesi ve tarih
sonrası olarak ikiye ayrıldıktan sonra tarih öncesi, taş devri, tunç devri ve
demir devri olarak sıralanmakla beraber, bu sıralamanın kesin olduğu iddia
edilemez. Zira günümüzde dahi hala taş aletleri kullanan, yani medeniyette taş
devrini yaşayan insanların varlığına şahit oluyoruz. Tarih sonrası taksimat ise
Kadim zamanlar, Orta çağ ve Son çağ olarak yapılmaktadır. Bunun yanında Tarih-i
Enbiya, İslâm Tarihi gibi hususi anlamda tarih bölümlemeleri de yapılmaktadır.[16]
Filibeli, tarih
bölümlemesinden sonra, tarihin . kaynaklarından bahseder. Eski milletlerden
kalan eserler, mabetler, piramitler, levhalar, yazılı eserler, destan vs.
rivayetler tarihe kaynaklık etmektedir.[17]
Müellif, Giriş’in
ikinci bahsinde genel anlamda felsefeyi ele almaktadır. Şehbenderzâde, herhangi bir
eseri tetkik için veya bir tartışmaya girişmeden önce, gerek eserin müellifi,
gerekse muhatabın felsefî düşüncesini bilmenin gereğine işaret etmekte, “Böyle
olmazsa insanın elinde hakikat mi’yarı ve tedkik ölçüsü bulunmayacağından, zıt
fikirlerin oyuncağı olur, ya yazılan şeyi sebepsiz reddetmek, veyahut
muhakemesiz kabul etmek zorunda kalır” diyerek felsefe bilmenin lüzumunu
açıklamaktadır.[18]
Zamanımıza kadar geçen dönemde insanlar, neden-niçin sorularına cevap
vermeye çalışan felsefe alanında bir çok görüşler serdetmişler ve neticede materyalizm,
hümanizm, rasyonalizm, realizm gibi felsefî sistemler geliştirmişlerdir.
İnsanlar, az veya çok kendi fikirlerini bu sistemlerle ifade eder hale gelmişlerdir. Bu nedenle
insanların fikirlerini tespit ve tenkit
ederken, onların hangi felsefî düşünce
sistemine dahil olduklarının bilinmesi, bize
muhatabımızı tanımada önemli ipuçları vermekte ve karşımızdaki şahsı veya eseri
daha tutarlı bir şekilde tamına ve inceleme imkanı sağlamaktadır. Bundan
dolayı hayatın her yönüyle ilgilenen
felsefenin tüm ekolleri ve görüşlerinin detaylı bir şekilde bilinmesine ihtiyaç
vardır. Tarihçi de kuşkusuz bu bilgi alanında
yeterli donanıma sahip olmalıdır.[19] Görüldüğü
gibi Ahmed Hilmi, determinizm, pozitivizm, materyalizm gibi politik, ekonomik
ve sosyal ekolleri çağdaş mezhepleri ve sistemleri İslâm tarihinin konuları
arasına dahil ederek bu ilmi, muhteva metod bakımından yenilemeye çalışmıştır.[20]
Asırlardan
beri bize intikal eden ve ancak
ciltlerle kitapta anlatılabilecek bu felsefi birikimi ve felsefî sistemleri kısaca anlatmanın zorluğuna
işaret eden Filibeli özet de olsa
bir malumat aktarmanın gereğini duyduğundan, tarihçi için önemli bulduğu bazı felsefe sistemlerini kısaca tanıtmaktadır. Müellifin sadece ıstılah manalarıyla
açıkladığı felsefe sistemleri şunlardır: Akliyyûn, Akılcılar= Rasyonalizm;
Zihniyyûn=Zihinciler, İdealizm;
Hissiyyûn==
Sensualizm; Tenkitçiler
=Kritisizm; İsbat ve Tekamülcüler=Pozitivizm, Evolutionizm; Maddiyyûn ve
Ferdiyyûm=Materyalizm ve Monizm; Vücudiyyûn,
Ruhaniyyûn=Panteizm, Spritualizm; İlahiyyûn
=Deizm.[21]
Ahmed Hilmi,
felsefenin önemi ve
felsefi düşünce sistemlerinin bilinmesinin gereği gibi konulan aktardıktan sonra, din
konusuna geçerek din felsefe
ilişkilerini ele almakta, ardından dinin tarifi, din hissi, dinin lüzumu ve
dinin faidelerinden bahsetmektedir.[22]
Anlaşılan, insanı konu alan tarih, felsefe ve din ayrımının mümkün olmadığını
müellif burada vurgulamak istemiş, bu alanlardan herhangi birinin incelenmesi
esnasında diğerlerinden müstağni kalmanın mümkün olmayacağı düşüncesini ortaya
koymuştur. Filibeli dinin yeri ve önemini belirttikten sonra, dinsizliğin
toplum üzerindeki menfî tesirlerini ve ahlâkın ortadan kalkmasının
tehlikelerini izah eder.[23] Müellif din konusundaki görüşlerini dinlerin
tasnifi ve din münekkitlerinin fikirleriyle tamamlar. Din münekkitleri
başlığının altında Kant, Spinoza, Strauss, Bauer ve Renan’ın görüşlerini ele
alıp tenkidi bir şekilde değerlendirir.[24]
Filibeli tarih metodolojisiyle ilgili görüşlerine
gayr-i muslim tarih ve tenkitçilerin fikirlerini
zikrederek son vermektedir. Ona göre
tarihle bilimsel anlamda meşgul olan herkesin, bu müellifleri ve fikirlerini en
iyi derecede bilmesi onların İslâm
tarihi ile ilgili yaptıkları tahribatı
tespit ve tamir için lüzumludur. Müellif bu şahısların başında Volter’i zikreder.
Volter, “Mohammed ou le Fanatisme” (Muhammed ya da Taassub) isimli bir tiyatro
eseri yazmış, burada gerek İslâmiyet, gerekse Hz. Peygamber (sav) hakkında batı
insanına yanlış ve taraflı bilgiler vermiştir. Henri de Bornic de, Volter’in çalışmasına
benzer bir eser kaleme almıştır.[25]
Ahmed
Hilmi, daha sonra eserinde en çok eleştiriye
tabi tuttuğu müsteşrik olan Dozy'nin kitabı ve fikirlerini ele alır. Zaten Sehbenderzâde bu müsteşriğin eserine reddiye
yazmak niyetiyle oluşturulan komisyonun hedefini
gerçekleştirememesi neticesinde, tek başına böyle bir eser yazmaya
niyetlendiğini daha önce ifade etmişti.[26]
Ancak Filibeli'nin İslâm Tarihi, "Dozy öyle dedi, biz öyle diyoruz", şeklinde
bir reddiye değil, bu alanda sistemli ve orijinal olarak yazılmış bir tarih
çalışmasıdır. Bununla birlikte müellif, müsteşriklerin İslâm
tarihi konularındaki ithamlarına, Dozy'nin fikirleri çerçevesinde cevap da vermektedir.
Şehbenderzâde eserinin girişinde ünlü Filozof
Ernest Renan ve onun fikirlerinden
genişçe bahsetmektedir. Renan'ın
"Din Tarihi Hakkında Mutalaalar" isimli eserinde,
Hz. Peygamber'i (sav) son derece tarafsız bir şekilde
tedkik ettiğini ifade ettikten sonra, ancak onun bütün değerlendirmelerinde
tarafsız bir şekilde davrandığını söylemenin yanlışlığına işaret ederek
Renan’ın hatalı bulduğu yönlerini eleştirir.[27] Müellif,
Renan'dan sonra Carre de Vaux'un fikirlerini ele almakta ve bu müsteşriğin
cihad ve kadınların örtünmesi konularındaki eleştirilerine cevap vermektedir.[28]
Filibeli,
fikirleri hakkında izahat verdiği bu müsteşrikten sonra sırasıyla Garsain de Tassy, Caussin de Perceval, Weil, Muir,
Chante pide Ia Cosie gibi doğubilimcilerin
eserleri hakkında kısa
bilgiler vererek, "İslâm Tarihi" girişinde serdettiği metodolojiyle
ilgili görüşlerini tamamlamaktadır.[29]
Filibeli’nin tarih metodoljisiyle ilgili düşüncelerini şu şekilde
özetlemek mümkündür:
Müslümanların bilimsel anlamda en büyük eksikliklerinden birisi şüphesiz
metodolojidir. Tarih sahasında da bu eksikliğin olduğu açıktır. Tarih felsefesi
ve tarih tenkidi gelişmediği için, Müslümanlar tarih alanında önemli ve
orijinal eserler ortaya koyamamışlardır.
Tarih felsefesi, tarih tenkidi gibi usüllerin batıda bizden çok daha
ileride olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Bu nedenle bizlerin, bu metodları
alma ve istifade etme mecburiyetimiz vardır. Bu bahiste tutucu davranmanın veya
batı karşısında komplekse girmenin bir anlamı yoktur.
Tarih alanında inceleme yapacak kişinin, düşünce sistemlerini ortaya
koyan felsefe, bilhassa tarih felsefesi hakkında yeterli bilgi sahibi olması
lazımdır. Buradan biz, gerek tarih eseri yazacak müelliflerin, gerek tarih
ilmini talep eden öğrencilerin, gerekse bu ilme merak duyan insanların, bir
tarihi eser okumadan önce mutlaka belli düzeyde felsefi altyapıyı elde etmeleri
gerektiğini söyleyebiliriz. Tarihçi, tarih ilminin yanı sıra aynen tarih gibi
insanı konu alan dinler hakkında da gerekli ve yeterli bilgi donanıma sahip
olmalıdır. Bilhassa din konusunda yazılmış eserleri ve müelliflerin fikirlerini
iyi tanımalıdır.
Nihayet tarihçi, İslâm, Hz. Peygamber veya İslâm tarihinin herhangi bir
dönemi ya da şahsiyeti hakkında eser yazmış olan müsteşriklerin fikirlerini ve
onların eserlerini iyi tetkik etmeli, bir taraftan onların görüşlerinden
istifade etmeyi düşünürken, diğer taraftan da onların İslâm ve Hz. Peygamber
hakkında yaptıkları mesnetsiz ve haksız eleştirileri, yine onların da kabul
ettiği tarih tenkit usulleri çerçevesinde cevaplamalıdır .
Sonuç
Netice olarak ifade etmek gerekirse, İslâm tarihçiliği zaman içinde bir
yandan Birûnî ve İbn Haldûn gibi öncü tarihçilerin ortaya koydukları tarihçilik
ilkeleri, diğer yandan da onların takipçileri olan araştırmacıların
uyguladıkları yeni usüller çerçevesinde yaptıkları çalışmalarla önemli
gelişmeler göstermiştir. Kuşkusuz bu hususta geçen asırda İslam tarihi
metodoljisine önemli açılımlar kazandıran Filibeli Ahmed Hilmi’nin katkıları
inkar edilemez. Zira o, İslam tarihçiliğine, tenkit, analiz ve sentez
metodlarını yerleştiren ve bunların bizzat örneklerini sunan sayılı ilim
adamlarından biri olarak kabul edilmektedir.[30]
KAYNAKÇA
Bolay, Süleyman Hayri: Türkiye’ye Ruhcu ve Maddeci Görüşün
Mücadelesi, İstanbul
1979.
Bursalı
Mehmed Tahir: Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1972
Hizmetli, Sabri:
İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991.
Kara, İsmail: Türkiye’de İslâmcılık
Düşüncesi, I-III, İstanbul 1986.
Nur, Ziya: Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, İslâm Tarihi,
I-II, İstanbul 1982.
Paçacı,
Mehmet: İslâmi Bilimde Metodoloji Sorunu, Ankara 1991.
Özervarlı, M.
Sait: “Şehbenderzâde Ahmed Hilmi”, DİA, XXXVIII, 425-426.
Özlem, Doğan: Tarih Felsefesi, İstanbul
1992.
Uçman, Abdullah: “Şehbenderzâde Ahmed Hilmi”, DİA,
XXXVIII, 424-425.
Ülken, Hilmi Ziya: Türkiye 'de Çadaş Düşünce Tarihi,İstanbul 1979.
Yılmaz, Yasin:
Filibeli Ahmed
Hilmi'nin Hayatı ve
Tarihçiliği, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994.
[1] İslâmi Bilimde Metodoloji Sorunu, (Yay. Haz. Mehmet Paçacı),
Ankara 1991, s. 7-9,85.
[2] Özlem, Doğan, Tarih Felsefesi,
İstanbul 1992, s. 29-30.
[3] Özlem, Doğan, s. 32-33.
[4] Filibeli'nin
İbn Haldûn ile tarih
alanındaki
ortak yönleri hakkında bk. Yılmaz,
Yasin, Filibeli Ahmed Hilmi'nin Hayatı ve
Tarihçiliği, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994, s. 133-136.
[6] Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye 'de Çadaş Düşünce Tarihi,İstanbul 1979, s. 278; Bolay, Süleyman
Hayri, Türkiye’ye Ruhcu ve Maddeci Görüşün
Mücadelesi, İstanbul
1979, s. 136-137; Nur,
Ziya, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, İslâm
Tarihi, I-II,İstanbul 1982,
I, s. XIX-XXIII; Kara,
İsmail, Türkiye’de İslâmcılık
Düşüncesi, I-III, İstanbul 1986, I, 3-4; Yılmaz,
Yasin, Filibeli Ahmed Hilmi, s. 51-57
[7] Nur, Ziya,
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, İslâm
Tarihi, I-II,İstanbul 1982,
I, s. 24.Filibeli’nin
eserlerinin bir listesi için bk. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul
1972, II, 164.
[8] Bu eser, Mürnin
Çevik (İstanbul 1971-Doğan Güneş Yayınları) ve Ziya Nur tarafından (İstanbul 1982-Ötüken
Yayınları) sadeleştirilerek neşredilmiştir. Ziya Nur, ise eseri sadeleştirmekle
kalmayıp, giriş kısmında müellif ve eseri hakkında
tanıtıcı bilgiler vermiş, ayrıca gerekli gördüğü bölümlere de kıymetli ilaveler
yapmıştır.
[9] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I, 2.
[10] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I, 3.
[11] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I, 6-7.
[12] Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine,
s. 94.
[13] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,7.
[14] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,8-11.
[15] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,12-14.
[16] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,14-16.
[17] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,16.
[18] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,17.
[19] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,17.
[20] Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine,
s. 94.
[21] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,17-21.
[22] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,24-37.
[23] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,38-46.
[24] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,74-80.
[25] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,81-82.
[26] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,82-83.
[27] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,83-90.
[28] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,90-91.
[29] Şehbenderzâde, İslâm Tarihi, I,95-96.
[30] Bu konuda bk. Hizmetli, Sabri, İslam
Tarihçiliği Üzerine, s. 94-95; Uçman, Abdullah, “Şehbenderzâde Ahmed
Hilmi”, DİA, XXXVIII, 424-425; Özervarlı, M. Sait, “Şehbenderzâde Ahmed
Hilmi”, DİA, XXXVIII, 425-426.
0 yorum:
Yorum Gönder