Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
İnsanı yeryüzünün en
üstün varlığı olarak yaratan Cenab-ı Allah, onu diğer canlılardan ayırmak için
akıl gibi bir özellikle donatmıştır. Akıl sayesindedir ki insanoğlu yeryüzünün imkanlarından
faydalanmakta yararlanmakta ve karşılaştığı problemleri çözebilmektedir.
Kendisine akıl nimeti verilen insan, bunun karşılığında sorumlu tutulmakta ve
dünyada çalışmakla mükellef olmaktadır. Gerçekten de kişinin kendisi ve
ailesinin hayatını sürdürebilmesi, ülkesi ve milleti için faydalı bir fert
olması için de çalışıp çaba göstermesi gerekir. Bu gerçeği, Kur’ân “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey
yoktur” (Necm,81/ 38) şeklinde ifade eder.
İslâm dini inananlara hem
dünya hem de ahiret için çalışmayı emretmekte ve onlardan her iki alem için
hazırlık yapılmalarını istemektedir. Buna göre dünya için ahireti, ahiret
hayatı için dünyayı terk etmek, uygun görülmemekte ve her iki dünya için denge
kurulması tavsiye edilmektedir. (Bakara,2/ 201) Gerek dünya, gerekse öbür
alemle ilgili görevlerini ifa ettikten sonra insanın sorumluluğu ortadan kalkar. Bundan sonra insan için tevekkül devresi
başlar. Tevekkül, meşru anlamda bir maksada ulaşmak amacıyla, bir işi başarmak
için her türlü çalışmayı yapıp gayret gösterdikten sonra, Allah’a güvenip gayretinin
sonucunu ondan beklemektir. Başka bir
ifadeyle, sebeplere sarıldıktan sonra neticeyi Allah’a havale etmektir. Böyle bir durum her şeyden önce ferdi, ruhen
de rahatlatır. Çünkü insan, hedefe ulaşmak için her türlü gayreti göstermiş,
tedbirini almış ve sonucunu en güvenilen varlık olan Allah’a sevketmiştir.
Böyle bir ruh haliyle işini tamamlayan kişi hedefinin sonucu konusunda da
herhangi bir endişe duymaz. Zira her şey Allah’ın kontrolü altındadır, O
dilemezse hiçbir şey gerçekleşmez, O dilediğinde de buna kimse engel olamaz.
Dolayısıyla Allah’a tevekkül eden mümin, isteği gerçekleşmez, hedefine
ulaşamazsa dahi, bunda hayal kırıklığına uğramaz, zira Allah böyle bir sonucu
kendisi için daha hayırlı kılmıştır, diye düşünür. Gerçekten de kendi
hayatımızda da örnekleyebileceğimiz gibi, bazen gayretlerimize rağmen bir
hedefe ulaşamadığımızda üzüldüğümüz, ümitsizliği kapıldığımız olmuştur. Ancak
zaman geçtikçe bu işin istediğimiz gibi gerçekleşmemiş olmasının kendimiz için
daha hayırlı olduğunu görmüşüzdür.
Her anlamda model insan
olan Hz. Muhammed’in (sav) tevekkül konusunda da güzel bir örneklik
göstermiştir:
Hz. Peygamber’in (sav)
Mekke müşrikleriyle imzaladığı Hudeybiye anlaşmasının maddelerinden birinde,
şâyet Medine’den Mekke’ye dönmek isteyen bir kişi olursa ona izin verilecek,
ancak Mekke’den Müslüman olup Medine’ye gitmek isteyen kişi çıkarsa buna
müsaade edilmeyecekti. Daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan Mekke delegasyonu
başkanı Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Müslüman olduğunu ilan ederek
Medinelilerin arasına karıştı. Mekke müşrikleri bunun anlaşmaya aykırı olduğunu
söyleyerek onu geri istediler. Hz. Peygamber’de (sav) ashabın tüm rica ve
ısrarlarına rağmen, anlaşma hukukuna dayanarak Ebû Cendel’i Mekkelilere teslim
etti. Bu hadise karşısında müteessir kalan bazı sahabiler, Hz. Peygamber’e
(sav) karşı kırgınlıklarını belirtir şekilde, onun emirlerine karşı kayıtsız ve
isteksiz davranmışlardır. Allah Rasûlü (sav) ise tüm gayretleri göstermiş,
tedbirleri almış ve Allah’a tam tevekkül içinde Medine’ye geri dönmüştü.
Müslümanlar ile birlikte Medine’ye dönemeyen Ebû Cendel, babasının yanında
barınamadı ve Mekke ile Medine arasında Mekke-Şam ticaret yolu üzerinde bir
vadiyi mekan tuttu. Daha sonra Müslüman olup da iki şehre de giremeyen başka
insanlar ona katıldılar ve hep birlikte kendilerini bu hale getiren
Mekke’lilerden intikam almaya karar vererek, Şam’a giden Mekke ticaret
kervanlarını yağmalamaya ve Mekke’nin en önemli geçim kaynağı olan ticareti
engellemeye başladılar. Bu durum karşısında Mekkeliler kendi istekleriyle
anlaşmaya koydurdukları maddenin kaldırılması için bizzat Hz. Peygamber’e (sav)
müracaat etmek zorunda kaldılar. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-IV, (thk.
Ömer Abdüsselam ed-Tedmüri), Kahire 1987, III, 263-266). Böylece başlangıçta Müslümanlar
aleyhine görülen bu durum, daha sonra onların lehine gerçekleşmiş, Hz.
Peygamber’in (sav) tevekkülü Müslümanlar için büyük imkanlar sağlamıştır.
Tevekkülde aslolan, bütün
gayret gösterildikten ve çalışma yapıldıktan sonra Allah’a güvenmektir. Yani
tevekkül gayretin ikinci safhasıdır. Yoksa hiç bir emek harcanmadan, sebeplere
müracaat edilmeden işleri Allah’a havale etmek, tevekkül değil, tembelliktir
ki, tembellik yüce dinimizin ruhuna aykırıdır. Kur’ân’da da tembellik
yerilmekte, bunun yerine çalışmak, insanlara yardım etmek övülmektedir. (Yûnus,
109/9; Nahl,76/ 92)
Merhum Mehmet Akif,
Safahat’ın Fatih Kürsüsünde kısmında, çalışmayıp tembellik edenleri tenkit
ettikten sonra bir tembelliğini tevekkül olarak adlandıran müminleri şöyle
hicvetmektedir:
“Çalış dedikçe din,
çalışmadın, durdun.
Onun hesabına birçok
hurafe uydurdun!
Sonunda bir de
“tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin
maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret
oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya
Rabbin hizmetçin iken!
Yazıp sabahleyin evden
çıkarken işlerini.
Birer birer yazıp
tamamlayınca listesini;
Bütün işleri Rabbim
görür: Vazifesidir.
Yükün hafifledi... Sen
şimdi doğru kahveye gir.
... Ya sen nesin
Mütevekkil, yutulmaz artık bu!
Biraz saygı gerekir,
ne saygısızlık bu!
Hüda’yı kendine kul
yaptı, kendi oldu Hüda,
Utanmadan da tevekkül
diyor bu cür’ete ha!
...Tevekkül böyle emir
vermek mi demektir Allah’a
Kur’ân’ın kimin için
indiğini hiç düşündüğü yok..
Sorsalar Kur’ân’ın
muhatabı Allah’tır diyecek!
...En ufak işinde
başvurmazsan gayeye ulaştıracak vasıtalara,
O işi başarmanın
imkanı var mıdır acaba?...” ( Safahat)
Sonuç olarak ifade etmek
gerekirse, tevekkül; insanın bir işte muvaffak olabilmesi için çalışması,
kendisini başarıya ulaştıracak metodu doğru bir şekilde uygulaması ve bunun
sonunda istediğine ulaşabilmesi için Allah’a sığınması ve onun yardımını,
kararını beklemesidir. Son sözü Kur’an’ın yüce tavsiyesine bırakalım:
“Ey Muhamed de ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla
erişmez. O bizim Mevlamızdır. O’nun içim mü’minler yalnız Allah’a dayanıp
güvensinler”. (Tevbe,
104/51).
0 yorum:
Yorum Gönder