Çalışma, insanın bir
varlık şartı, başka bir deyişle onsuz varolamayacağı belli başlı
görünüşlerinden biridir. İnsanın aletler
yapan ve dünya kuran canlı olması, yaşamanın bütün alanlarında ortaya koyduğu
bütün başarılar, onun çalışan bir varlık olmasına dayanır.
İnsan, hayvanlarla ortak
görünüşleri olan beslenme, barınma, korunma gibi ihtiyaçlarını karşılamak
bakımından bile çalışmak zorundadır.
Hayvanların, tabiatta yaşamaları için çeşitli vasıta ve kabiliyetlerle
donatılmış olmalarına, dünyaya böyle donatımla gelmelerine karşılık, insanın
yaşamasını sürdürebilmesi, elde edebildiği ve ortaya koyduğu her şey
çalışmasına bağlıdır. İnsan, gerek kendisine verilmiş bulunan kabiliyetler ve
büyük potansiyeli, gerekse içinde doğduğu alemi, ancak çalışarak
değerlendirmekle varolabilir.
Çalışmakta olan kişi,
birşey yapmak, birşey elde etmek için uğraşmakta, emek çekmekte, güç
harcamakta, vakit sarfetmektedir. Demek
ki, çalışma, amaçsız-anlamsız bir eylem, bir meşgale değil, insanın özel bir
eylem biçimidir.
Eski çağ Asya ve
Avrupasında çalışma bir zül olarak telakki edilmiş, kölelik sisteminin
gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan aristokratlar, sahibi oldukları kölelerin
emekleriyle geçinmişlerdir. Ruhanî bir
din olan Hristiyanlık çalışmaya önem vermemektedir, ancak Reform hareketleri
çalışma konusunda yeni bir zihniyet kendisini göstermiştir. Mesela reformcu Kalvin’e göre, ebedi
mutluluğu elde etmek; kişinin aynı zamanda, dünya işlerinde başarılı olmasıyla
ölçülür.
Yüce dinimiz İslâm,
çalışmayı ve bir iş sahibi olmayı emir ve tavsiye etmektedir. Kur’ân’ın
kendisine indiği Hz. Peygamber (sav) bir meslek sahibiydi. Doğmadan önce
babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesi Abdülmuttalib’i kaybetti.
Gençlik yıllarında ücretle çobanlık yaptı, amcalarıyla ticari seferlere iştirak
etti. 25 yaşlarına doğru başarılı bir tüccar sıfatıyla Hz. Hatice’nin
kervanının başında birçok arap beldelerinde ticaret yaptı. Geçmiş peygamberler
de hayatlarını çalışma ve çaba göstermekle geçirmişler, birer iş ve meslek
sahibi olmuşlardır. Mesela Hz. Nuh gemi inşa etmiş, İdris (as), terzilik, Hz.
Mûsâ çobanlık yapmıştır. Hz. Peygamber
(sav) de, kendisi dahil bütün peygamberlerin çobanlık yaptığını ifade etmiştir.
Kur’ân’da çalışmaya karşı
herhangi olumsuz bir tavır alındığı değil, ona kayıtsız kalındığını bile
göremiyoruz. Üstelik Allah, insanları kendisinin halifesi kılmış, ve çalışmaya,
insanların çalışmasına öylesine belirgin bir biçimde önem vermiştir ki,
insandan yaratanına inanmadan sonra çalışmasını istemiştir. Nitekim “Allah,
geceyi dinlenesiniz diye diye yaratan, çalışıp kazanasınız diye gündüzü
aydınlık kılandır”[1] âyetiyle gündüzün
insanların çalışmaları için yaratıldığı ifade edilmektedir. Yine Kur’ân’da,
insanın çalışmasının karşılıksız bırakılmayacağı ve yaptığını mutlaka göreceği
beyan edilmektedir[2].
Allah, çalışmayı
emrederken bazı insanların bencil davranarak, sadece kendileri adına çalışıp
çevrelerini ihmal etmelerinini tenkit etmekte, başkalarını gözetmemelerini,
haksız yere mal elde etmelerini, yetim ve yoksula aldırış etmemelerini, övünüp,
gösterişe dalmalarını kendi tatminlerine bağlı bir yaşayışa dalmalarını
kınamaktadır: “Kim cimrilik eder, kendisini müstağni görürse, en güzeli yalan
sayarsa, biz de onun güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız, düştüğü zaman malı ona
fayda vermez” [3]. “Yetime karşı cömert davranmıyorsunuz.
Yoksulu yedirmek için birbirinizi uyarmıyorsunuz, mirası gözetmeden yiyorsunuz.
Malı pek çok seviyorsunuz”[4]
Allah, kullarından
çalışmalarını isterken, onlardan iyi işler yapmalarını kötü amellerden
sakınmalarını kastetmekte ve yeryüzünde emredildiği şekilde yaşayan ve iyi iş
yapanları müjdelemektedir: “İnananları ve yararlı iş yapanları, imanlarına
karşılık Rableri doğru yola eriştirir; nimet cennetlerinde onların altında
ırmaklar akar”[5]., “Kadın erkek, inanmış
olarak kim iyi iş işlerde, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile
ödeyeceğiz”[6]
Yine Kur’ân sadece
dünyalık isteyenleri, dünya malı isteyenleri kınamakta, buna karşılık her iki
alem için isteyen ve çalışanları
övmektedir: “Rabbimiz bize dünyada ver diyen insanlar vardır, öylesine,
ahirette bir pay yoktur. Rabbimiz, bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver,
bizi ateşin azabından koru diyenler vardır.
İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır.”[7]
Mü’minler her gün namazlarının sonunda bu duayı ederler, ve Rablerinden hem bu
dünya hem de ahiret için pay isterler.
Sonuç olarak ifade etmek
gerekirse, Yüce Allah Kur’ân’da kullarından çalışmalarını ve hayırlı işler
yapmalarını istemekte, onların sadece dünya için çalışmamaları tavsiyesinde
bulunmakta, ahiretlerini kurtaracak amellerini de unutmamaları uyarısında
bulunmakta, sadece dünya nimetleri için çalışmanın insanı hüsrana
sürükleyeceğini bildirmektedir. Kur’ân’a
göre mü’min için yegane kurtuluş, hem bu dünyayı mamur etmek, hem de ebedi alem
olan ahiret yurdu için hazırlık yapmaktır, ki gerçek mü’minin asıl hedefi, fani
olan dünyadan bâki olan ahirete en kârlı bir şekilde ulaşmak olmalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder