Prof. Dr. Mehmet Azimli
Köksal’ın Eleştirileri
İslam
dünyasında, oryantalizm çalışmalarına karşı İslam’ı müdafaa türü yapılan
çalışmalar çok eskilere kadar dayanır. Ülkemizde de bu konuda değişik
çalışmalar yapılmıştır.[1] Bu çalışmaların başında
-kendisini rahmetle andığımız- değerli araştırmacı M. Asım Köksal’ın İtalyan
İslam tarihçisi Caetani’ye verdiği
cevaplar gelir. Köksal eserinde, Caetani’ye yerinde/uygun cevaplar verdiği gibi
zaman zaman da geleneğimizde yaygın olan anti-oryantalist ön yargının tesirinde
kalarak şartlı bir tavır takınmış ve bunu çalışmasına yansıtmıştır.
Biz
burada, onun Caetani’ye verdiği bazı cevapları eleştirel bir yöntemle tahlil
etmek istiyoruz. Aşağıda Köksal’ın Caetani’ye vermiş olduğu cevaplardan bazı
iktibaslar yaparak, bunların hem bilimsel değerleri hem de üslup bakımından
sözünü ettiğimiz ön yargılarla ilişkisini göstermek istiyoruz. Bu tahlillere
geçmeden önce, Caetani’nin yazımızın başında aktardığımız sınıflandırmaya göre
II. dönem oryantalistlerinden; ön yargılı, fakat eserlerinde bir kısım tarihi
gerçekleri de ifade eden bir tarihçi olduğu kanaatindeyiz.[2]
Bu açıdan eseri incelenirse daha faydalı sonuçlara ulaşılacağı muhakkaktır.
Köksal,
Caetani’ye cevap
verirken zaman zaman ilmi üslubu bırakıp hakarete varan ifadeler kullanmıştır.
Aktaracağımız alıntılarda görüleceği üzere, müellif Caetani’ye bilimsel
cevaplar vermekten daha ziyade, polemik türü bir üslup benimseyerek konuyu
şahsiyet problemine dönüştürmüş ve yazarın fikirleri yerine şahsiyetini konu
ederek zaman zaman İslam’ı savunma gayreti ile maalesef aşağıdaki ifadeleri
kullanabilmiştir.
- … iddiasını yüzüne çarpmaya yeter… (XV, 374)
- … el aleme rezil rüsvay etmiştir (XV, 448).
- … ağzını açmaması gerekmez mi idi?(VIII, 41).
- … Caetani’nin ipliğini pazara dökeceğiz (XV,148).
- … kitabını safsatalarla doldurduğu … (XI, 101)
- … ona yaraşan inat ve inkarcı bir tutum … (XI,120)
- … ahlaki zaaf ve taassup … (XI, 254)
- … Caetani’nin şerefsiz vazifesi gerçekleri tahrip ve
İslamiyeti kötülemektir (XI, 32).
- … Caetani olanı olmamış gibi göstermekten
utanmamaktadır (XV, 375; XV, 100).
- … Müslümanları her şeyi ezberlemekle ayıplayan
hafızasızlar … (XV, 553.
- … ahlaksızlıklarını ortaya koymuştur (XV, 563).
- … bunların hiçbirini yapabilecek karakterde değildir
(VIII, 337).
- … azılı bir İslam düşmanı … (IX, 44)
- … onda ne ilmi mesuliyet ne ahlak kaygusu … (XI,
579)
- … Ebu Cehil dostu … (XII, 114)
- … onun bu çabası ne kadar boş ve çocukça … (XIII,
52)
- … garazkar, samimiyetsiz … (XIV, 103, 291; XVII, 29;
322; XV, 563)
- … edebiyata bigane bir aceminin … (XVII, 151)
Yukarıdaki
ifadelerin bilimsel bir eserde yer alabilecek hitap şekli olmadığı gayet
açıktır. Bu tür ifadeler, yapılan haklı eleştirileri de zedeler ve onların
bilimsel değerlerini düşürür. Bir bilim adamının, her halükarda tepkisellikten
ve gayr-i ilmi bir ifade tarzından uzak durması gerekir. İktibas ettiğimiz ve
hiçbir şekilde tasvip edemeyeceğimiz bu ifadelerin Köksal’ın değerli
çalışmasına da gölge düşürdüğü kanaatindeyiz. Köksal gibi bir araştırmacıdan
beklenen bu tür hakaretamiz yaklaşımlar değil, Caetani’nin
yanlışlarını ve saptırmalarını bilimsel bir yöntemle ortaya koymaktır.
Bilimsel
objektiflik doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmeyi gerektirir. Gerçeklerin
kabul edilmesi için bu gerçekleri ifade eden kişinin niyetlerine bakılmaz.
Zaten araştırmalar niyetlere göre de yapılmaz. Aksi takdirde bilimsel gerçeklikler
yerine ideolojik tarafgirlikler ön plana çıkar. Bu da bizi muhaliflerimizde
gördüğümüz kimi doğruları reddetmeye götürür ki bu durum asla tasvip
edilemeyecek bir durumdur. Maalesef Köksal, Caetani’yi
eleştirirken sözü edilen olumsuz duruma düşmüş ve onun bazı doğrularını göz
ardı etmeye veya savunmacı bir refleksle yanlış bilgiler aktarmaya yönelmiştir.
Şimdi bu durumu gösteren bazı örnekler aktarmak istiyoruz.
a.
Köksal, Caetani’nin Halid b. Velid için
kullandığı “kan dökücü” şeklindeki sözünü sahabeyi savunma gayreti ile
eleştirmektedir (XVII, 186). Fakat bizzat kendisi de eserinin başka bir
yerinde, Halid’in Ben-i Cezimelere
gönderilmesini anlatırken, Halid’in haksız yere kan dökmesinden dolayı Hz.
Peygamber’in Halid’den Allah’a sığındığını, Hz. Ömer, Hz. Abdurrahman b. Avf
gibi bazı sahabenin bu savaştaki aşırılığından dolayı Halid’i Cahiliyye dönemindeki
babasının öcünü almakla ve yalancılıkla suçladıklarını aktarmaktadır.[3] Görüleceği gibi, aynı olayı
bir oryantalist eserinde aktardığı zaman Köksal onu suçlamakta, fakat kendisi
aktardığında ise hiçbir problem olmamaktadır. Bunun adil, kabul edilebilir, bir
eleştiri yöntemi olmadığı aşikardır.
b.
Caetani’nin eserinin bir yerinde İbn Abbas’tan gelen
bir rivayeti eleştirmesi üzerine Köksal, İbn Abbas’ın ne kadar doğru bir kimse
olduğunu ve sözlerinin yüzyıllar sonra bile gerçekleştiğini ortaya koymak
adına, Caetani’ye karşı bazı rivayetleri delil saymıştır (IX, 49). İşte bu
delillerden biri de Taberi’de geçen ve
muhtemelen Abbasi dönemi siyasi olayları nedeniyle uydurulmuş bir haberdir.
Fakat Köksal bu rivayeti, maalesef Caetani’ye karşı delil olarak
getirebilmiştir.
Taberi’nin İbn Abbas’tan
aktardığı bu habere göre, Şura suresinin ilk ayeti İbn Abbas’a sorulduğunda; o
bu ayetin “Ehli Beyt’ten Abdullah ismindeki bir adamın, şark ırmaklarından bir
ırmağın ikiye ayırdığı bir şehirdeki (Bağdat) mülk ve
saltanatı sona erdireceğini bildirdiğini” söylemiştir.[4]
Köksal, bu rivayetten hareketle, 1950’li yıllarda Bağdat’ta General Kasım’a karşı
yapılan ihtilalin, on dört asır önceden İbn Abbas tarafından haber verilmiş
olduğu şeklinde değerlendirmiştir. Köksal’ın anlayışına göre bu haber sayesinde
İbn Abbas’ın ne kadar doğru söylediği ortaya çıkmaktadır (!) Halbuki bu rivayet
kanaatimizce, Abbasi döneminde zulme uğrayan Ehl-i Beyt taraftarlarınca, Bağdat’ı
merkez edinen Abbasilere karşı uydurulmuş bir sözdür. Çünkü rivayette şarktaki
bir ırmağın ikiye ayırt ettiği şehir olarak işaret edilen yer Bağdat’tır. Köksal,
savunmacı bir anlayışla getirmiş olduğu bu cevabıyla, delil aldığı rivayetleri
tahkik etmeden kullandığı için adeta hadis literatüründe “Hatıbu’l-leyl” [5] benzetmesiyle ifade edilen
bir duruma düşmüştür. Köksal’ın İbn Abbas’ı savunması doğru, hatta bu konuda
haklı da olabilir. Fakat bir doğruyu, yanlış bir delille savunmak sonuç olarak
o doğruyu da şüpheli hale düşürecektir.
c-
Köksal, İbn İshak’ı güvenli
bulduğunu belirten Caetani’nin yanlışlıklarını belirlemek için delillerini İbn İshak’tan aktarmış
ve böylece onun çelişkisini ortaya koymaya çalışmıştır. Halbuki bir ilim
adamının bir kitaba güven duyduğunu belirtmesi, o kitaptaki her şeyin yüzde yüz
doğru olduğunu kabullendiği anlamına gelmez. Bu nedenle, güvenilir kaynaklardan
biri olan İbn İshak’ta da yanlışlıklar olabilir. Bu kaynağın bazı bölümlerini
delil olarak kullanmış olması Caetani’nin
eleştirilmesi için bir neden sayılamaz. Dolayısıyla Köksal’ın, Caetani’nin
yöntemine ilişkin yapmış olduğu eleştirisi ilmi değildir (XI, 13; VII, 387).
Çünkü bugün yapılan bilimsel çalışmalarda da bir eser bazı bölümleriyle bir
konuda delil sayılırken, bazı bölümleri itibarıyla da eleştiriye konu
olabilmektedir.
d-
Köksal, Caetani’nin; Hz. Peygamber’in bazı zamanlar abdestsiz
kıldığı namaz hatıralarının bulunduğunu belirtmesine karşı cevap verirken
kullandığı üslup ve ifadesinde yer alan bilgi son derece problemlidir (VII,
390). Köksal’a göre; Hz. Peygamber abdestsiz söz bile söylememiştir.
Halbuki sahih rivayetlerde yer alan haberlerden öğrenmekteyiz ki Hz. Peygamber
değil abdestsizlik, cünüp halde iken bile, hem söz söylemiş hem de söz
söylenmesine müsaade etmiştir.[6] Dolayısıyla Hz. Peygamber
savunulurken bu arada en temel İslami gerçeklerin göz ardı edilerek konunun
takdim edilmesi ilmi bir üslup olarak kabul edilemez.
Batı Karşıtlığı
Caetani’nin İslam tarihinde yer alan şiddet olaylarını
eleştirmesini, Köksal tepkisel bir tavırla değerlendirmiş ve Caetani’nin
iddialarını bilimsel tespitlerle çürütmek yerine, müellifin mensubu olduğu
İtalyanların gerek Libya’da gerekse başka yerlerde yapmış oldukları zulümleri
zikrederek cevap verme gereği duymuştur. Köksal’ın bu tarz eleştirisi, eserinde
yer alan bir başka handikaptır. İfade etmeye çalıştığımız husus için birkaç
örnek vermek istiyoruz:
… Müslümanlara hürriyet dersi vereceğine Romalılara
baksın (XV, 521).
… bu soysuzluğu Araplarda değil, Batı dünyasında arasa
iyi eder. (XVII, 167)
… bu barbarlığı ve zalimane katliamları İslam
tarihinde değil, İtalyan sömürgecilik tarihinde bulabilir (XII,374).
… bu soysuzluk Batılılardadır (XVII, 167).
Bizce,
gerek Romalıların tarihteki barbarlıkları, gerekse Caetani’nin mensubu olduğu
İtalyanların Libya’da yaptıkları zulümler, bizim tarihimizde yapılan
yanlışlıkları savunmamızı gerektirmez. Böyle bir akıl yürütme kabul edilemez.
Çünkü, böyle bir akıl yürütmeyi kabul ettiğimiz takdirde İslam tarihi
içerisinde yer alan saltanat dönemlerindeki zulümleri ve haksızlıkları izah
edebilmemiz zorlaşacaktır. Bu durumda yapılması gereken, Caetani’nin milletinin
yaptıkları zulümleri sayarak bizim ne kadar iyi bir millete ve tarihe sahip
olduğumuzu anlatmak değil, yanlışları ilmi bir üslup ile cevaplandırmaktır.
Caetani’nin eserinde yer alan iddialar tamamen iftira olsa bile bu metotla
yapılan bir eleştiri ve cevap verme şekli ilmi bir yöntem değildir diye
düşünüyoruz.
Subjektiflik
Köksal’ın
kendi değerlerini, eleştirdiği müsteşrikin görüşlerinde bulmak istemesi de ayrı
bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözgelimi Köksal, eserinde Caetani’yi
eleştirirken, şöyle bir yanılgıya düşebilmiştir: Eleştirilen müellif bir
Hıristiyandır. Dolayısıyla tarihteki olaylara bir Müslüman gibi bakmayacaktır.
Bu doğaldır da. Fakat Köksal, Caetani’nin de kendisi gibi düşünmesi
gerektiğinden hareketle eleştiride bulunmuş ve bunun sonucunda yanlış
yaklaşımlarda bulunmuştur. Örneğin, Hudeybiye Antlaşması
sırasında vaki olan Peygamberimiz’in devesinin çökmesi ve ilerlememesi üzerine
Hz. Peygamber’in “deveyi Allah çöktürdü” şeklindeki ifadesini, Caetani’nin
“devenin ayağı sürçtü” şeklinde yorumlamasını onun mucize inkarcısı olduğu
şeklinde değerlendirmiştir. Ayrıca Caetani’nin İncil’de yer alan
mucizelere inanıp da Hz. Peygamber’in mucizelerine inanmamasını bir çelişki
olarak değerlendirmektedir. Yine benzer tavrı, Hudeybiye Antlaşması sırasında
vuku bulan kurumuş kuyunun suyunun Hz. Peygamber tarafından çoğaltılması
olayında da ortaya koymaktadır (XIII, 237-239).
Halbuki
Caetani, Müslüman bir bilim adamı değildir ve ondan Müslüman olmadığı halde bir
Müslüman gibi inanmasını beklemek doğru da olmaz. İncil’deki mucizelere inanıp
bu mucizeye inanmadığı için Caetani’yi yargılamak yanlıştır. Eğer bu mucizeyi
Caetani kabul etse idi zaten Caetani ile yapılan bu tartışmalara gerek kalmayacaktı.
Kaldı
ki Müslüman olan bir bilim adamı da bu rivayeti, rivayetlerin zayıf olduğu veya
abartıldığı şeklinde bir yorumla kabullenmeyebilir. Bir Müslüman bilim adamının
bile yapabileceği yorumdan dolayı Müslüman olmayan birisini suçlamanın uygun
olmadığı kanaatindeyiz.
Sonuç
olarak anlaşılmaktadır ki; İslam Dünyası Batı’daki Oryantalizm kaynaklı çalışmalara
karşı ön yargılarını bırakıp bu çalışmaları bilimsel bir süzgeçle inceleyip
faydalanmalıdır. Eğer Batı’da yapılan çalışmalara karşı bakış açımızı düzeltebilirsek,
onları şartlı bir şekilde değerlendirmezsek, bu çalışmaların yanlışlarını
doğrularından ayırıp değerlendirebilirsek ilmi çalışmalarımızın daha bilimsel
olacağı ve Batı’daki çalışmalardan daha iyi bir şekilde yararlanabileceğimizi
düşünüyoruz.
(Bkz.
Mehmet Azimli, Siyer Okumaları, Ankara 2017)
[1] Mehmet Aydın, Müslümanların
Hristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya 1989,
256.
[2] Bkz. Leon Caetani, İslam Tarihi, çev.
Hüseyin Cahit, İstanbul 1924.
[3] Geniş bilgi için Bkz. Köksal, XV, 387.
[4] Taberi, Camiu’l-Beyan, XIII, 10.
[5] Bu tabir, hadis literatüründe her önüne
gelen rivayeti hiçbir değerlendirmeye tabi tutmadan alan kişi anlamındaki gece
karanlığında odun toplarken başka zararlı şeyleri de toplayan adama yapılan
benzetmedir.
[6] Bkz. Buhari, Gusl, 12, 24, 26.
0 yorum:
Yorum Gönder