22 Temmuz 2017 Cumartesi

Oryantalizm'e Bakış-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Köksal’ın Eleştirileri
İslam dünyasında, oryantalizm çalışmalarına karşı İslam’ı müdafaa türü yapılan çalışmalar çok eskilere kadar dayanır. Ülkemizde de bu konuda değişik çalışmalar yapılmıştır.[1] Bu çalışmaların başında -kendisini rahmetle andığımız- değerli araştırmacı M. Asım Köksal’ın İtalyan İslam tarihçisi Caetani’ye verdiği cevaplar gelir. Köksal eserinde, Caetani’ye yerinde/uygun cevaplar verdiği gibi zaman zaman da geleneğimizde yaygın olan anti-oryantalist ön yargının tesirinde kalarak şartlı bir tavır takınmış ve bunu çalışmasına yansıtmıştır.
Biz burada, onun Caetani’ye verdiği bazı cevapları eleştirel bir yöntemle tahlil etmek istiyoruz. Aşağıda Köksal’ın Caetani’ye vermiş olduğu cevaplardan bazı iktibaslar yaparak, bunların hem bilimsel değerleri hem de üslup bakımından sözünü ettiğimiz ön yargılarla ilişkisini göstermek istiyoruz. Bu tahlillere geçmeden önce, Caetani’nin yazımızın başında aktardığımız sınıflandırmaya göre II. dönem oryantalistlerinden; ön yargılı, fakat eserlerinde bir kısım tarihi gerçekleri de ifade eden bir tarihçi olduğu kanaatindeyiz.[2] Bu açıdan eseri incelenirse daha faydalı sonuçlara ulaşılacağı muhakkaktır.
Üslup Problemi
Köksal, Caetani’ye cevap verirken zaman zaman ilmi üslubu bırakıp hakarete varan ifadeler kullanmıştır. Aktaracağımız alıntılarda görüleceği üzere, müellif Caetani’ye bilimsel cevaplar vermekten daha ziyade, polemik türü bir üslup benimseyerek konuyu şahsiyet problemine dönüştürmüş ve yazarın fikirleri yerine şahsiyetini konu ederek zaman zaman İslam’ı savunma gayreti ile maalesef aşağıdaki ifadeleri kullanabilmiştir.
- … iddiasını yüzüne çarpmaya yeter… (XV, 374)
- … el aleme rezil rüsvay etmiştir (XV, 448).
- … ağzını açmaması gerekmez mi idi?(VIII, 41).
- … Caetani’nin ipliğini pazara dökeceğiz (XV,148).
- … kitabını safsatalarla doldurduğu … (XI, 101)
- … ona yaraşan inat ve inkarcı bir tutum … (XI,120)
- … ahlaki zaaf ve taassup … (XI, 254)
- … Caetani’nin şerefsiz vazifesi gerçekleri tahrip ve İslamiyeti kötülemektir (XI, 32).
- … Caetani olanı olmamış gibi göstermekten utanmamaktadır (XV, 375; XV, 100).
- … Müslümanları her şeyi ezberlemekle ayıplayan hafızasızlar … (XV, 553.
- … ahlaksızlıklarını ortaya koymuştur (XV, 563).
- … bunların hiçbirini yapabilecek karakterde değildir (VIII, 337).
- … azılı bir İslam düşmanı … (IX, 44)
- … onda ne ilmi mesuliyet ne ahlak kaygusu … (XI, 579)
- … Ebu Cehil dostu … (XII, 114)
- … onun bu çabası ne kadar boş ve çocukça … (XIII, 52)
- … garazkar, samimiyetsiz … (XIV, 103, 291; XVII, 29; 322; XV, 563)
- … edebiyata bigane bir aceminin … (XVII, 151)
Yukarıdaki ifadelerin bilimsel bir eserde yer alabilecek hitap şekli olmadığı gayet açıktır. Bu tür ifadeler, yapılan haklı eleştirileri de zedeler ve onların bilimsel değerlerini düşürür. Bir bilim adamının, her halükarda tepkisellikten ve gayr-i ilmi bir ifade tarzından uzak durması gerekir. İktibas ettiğimiz ve hiçbir şekilde tasvip edemeyeceğimiz bu ifadelerin Köksal’ın değerli çalışmasına da gölge düşürdüğü kanaatindeyiz. Köksal gibi bir araştırmacıdan beklenen bu tür hakaretamiz yaklaşımlar değil, Caetani’nin yanlışlarını ve saptırmalarını bilimsel bir yöntemle ortaya koymaktır.
Bilgi Eksikliği
Bilimsel objektiflik doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmeyi gerektirir. Gerçeklerin kabul edilmesi için bu gerçekleri ifade eden kişinin niyetlerine bakılmaz. Zaten araştırmalar niyetlere göre de yapılmaz. Aksi takdirde bilimsel gerçeklikler yerine ideolojik tarafgirlikler ön plana çıkar. Bu da bizi muhaliflerimizde gördüğümüz kimi doğruları reddetmeye götürür ki bu durum asla tasvip edilemeyecek bir durumdur. Maalesef Köksal, Caetani’yi eleştirirken sözü edilen olumsuz duruma düşmüş ve onun bazı doğrularını göz ardı etmeye veya savunmacı bir refleksle yanlış bilgiler aktarmaya yönelmiştir. Şimdi bu durumu gösteren bazı örnekler aktarmak istiyoruz.
a. Köksal, Caetani’nin Halid b. Velid için kullandığı “kan dökücü” şeklindeki sözünü sahabeyi savunma gayreti ile eleştirmektedir (XVII, 186). Fakat bizzat kendisi de eserinin başka bir yerinde, Halid’in Ben-i Cezimelere gönderilmesini anlatırken, Halid’in haksız yere kan dökmesinden dolayı Hz. Peygamber’in Halid’den Allah’a sığındığını, Hz. Ömer, Hz. Abdurrahman b. Avf gibi bazı sahabenin bu savaştaki aşırılığından dolayı Halid’i Cahiliyye dönemindeki babasının öcünü almakla ve yalancılıkla suçladıklarını aktarmaktadır.[3] Görüleceği gibi, aynı olayı bir oryantalist eserinde aktardığı zaman Köksal onu suçlamakta, fakat kendisi aktardığında ise hiçbir problem olmamaktadır. Bunun adil, kabul edilebilir, bir eleştiri yöntemi olmadığı aşikardır.
b. Caetani’nin eserinin bir yerinde İbn Abbas’tan gelen bir rivayeti eleştirmesi üzerine Köksal, İbn Abbas’ın ne kadar doğru bir kimse olduğunu ve sözlerinin yüzyıllar sonra bile gerçekleştiğini ortaya koymak adına, Caetani’ye karşı bazı rivayetleri delil saymıştır (IX, 49). İşte bu delillerden biri de Taberi’de geçen ve muhtemelen Abbasi dönemi siyasi olayları nedeniyle uydurulmuş bir haberdir. Fakat Köksal bu rivayeti, maalesef Caetani’ye karşı delil olarak getirebilmiştir.
Taberi’nin İbn Abbas’tan aktardığı bu habere göre, Şura suresinin ilk ayeti İbn Abbas’a sorulduğunda; o bu ayetin “Ehli Beyt’ten Abdullah ismindeki bir adamın, şark ırmaklarından bir ırmağın ikiye ayırdığı bir şehirdeki (Bağdat) mülk ve saltanatı sona erdireceğini bildirdiğini” söylemiştir.[4] Köksal, bu rivayetten hareketle, 1950’li yıllarda Bağdat’ta General Kasım’a karşı yapılan ihtilalin, on dört asır önceden İbn Abbas tarafından haber verilmiş olduğu şeklinde değerlendirmiştir. Köksal’ın anlayışına göre bu haber sayesinde İbn Abbas’ın ne kadar doğru söylediği ortaya çıkmaktadır (!) Halbuki bu rivayet kanaatimizce, Abbasi döneminde zulme uğrayan Ehl-i Beyt taraftarlarınca, Bağdat’ı merkez edinen Abbasilere karşı uydurulmuş bir sözdür. Çünkü rivayette şarktaki bir ırmağın ikiye ayırt ettiği şehir olarak işaret edilen yer Bağdat’tır. Köksal, savunmacı bir anlayışla getirmiş olduğu bu cevabıyla, delil aldığı rivayetleri tahkik etmeden kullandığı için adeta hadis literatüründe “Hatıbu’l-leyl” [5] benzetmesiyle ifade edilen bir duruma düşmüştür. Köksal’ın İbn Abbas’ı savunması doğru, hatta bu konuda haklı da olabilir. Fakat bir doğruyu, yanlış bir delille savunmak sonuç olarak o doğruyu da şüpheli hale düşürecektir.
c- Köksal, İbn İshak’ı güvenli bulduğunu belirten Caetani’nin yanlışlıklarını belirlemek için delillerini İbn İshak’tan aktarmış ve böylece onun çelişkisini ortaya koymaya çalışmıştır. Halbuki bir ilim adamının bir kitaba güven duyduğunu belirtmesi, o kitaptaki her şeyin yüzde yüz doğru olduğunu kabullendiği anlamına gelmez. Bu nedenle, güvenilir kaynaklardan biri olan İbn İshak’ta da yanlışlıklar olabilir. Bu kaynağın bazı bölümlerini delil olarak kullanmış olması Caetani’nin eleştirilmesi için bir neden sayılamaz. Dolayısıyla Köksal’ın, Caetani’nin yöntemine ilişkin yapmış olduğu eleştirisi ilmi değildir (XI, 13; VII, 387). Çünkü bugün yapılan bilimsel çalışmalarda da bir eser bazı bölümleriyle bir konuda delil sayılırken, bazı bölümleri itibarıyla da eleştiriye konu olabilmektedir.
d- Köksal, Caetani’nin; Hz. Peygamber’in bazı zamanlar abdestsiz kıldığı namaz hatıralarının bulunduğunu belirtmesine karşı cevap verirken kullandığı üslup ve ifadesinde yer alan bilgi son derece problemlidir (VII, 390). Köksal’a göre; Hz. Peygamber abdestsiz söz bile söylememiştir. Halbuki sahih rivayetlerde yer alan haberlerden öğrenmekteyiz ki Hz. Peygamber değil abdestsizlik, cünüp halde iken bile, hem söz söylemiş hem de söz söylenmesine müsaade etmiştir.[6] Dolayısıyla Hz. Peygamber savunulurken bu arada en temel İslami gerçeklerin göz ardı edilerek konunun takdim edilmesi ilmi bir üslup olarak kabul edilemez.
Batı Karşıtlığı
Caetani’nin İslam tarihinde yer alan şiddet olaylarını eleştirmesini, Köksal tepkisel bir tavırla değerlendirmiş ve Caetani’nin iddialarını bilimsel tespitlerle çürütmek yerine, müellifin mensubu olduğu İtalyanların gerek Libya’da gerekse başka yerlerde yapmış oldukları zulümleri zikrederek cevap verme gereği duymuştur. Köksal’ın bu tarz eleştirisi, eserinde yer alan bir başka handikaptır. İfade etmeye çalıştığımız husus için birkaç örnek vermek istiyoruz:
… Müslümanlara hürriyet dersi vereceğine Romalılara baksın (XV, 521).
… bu soysuzluğu Araplarda değil, Batı dünyasında arasa iyi eder. (XVII, 167)
… bu barbarlığı ve zalimane katliamları İslam tarihinde değil, İtalyan sömürgecilik tarihinde bulabilir (XII,374).
… bu soysuzluk Batılılardadır (XVII, 167).
Bizce, gerek Romalıların tarihteki barbarlıkları, gerekse Caetani’nin mensubu olduğu İtalyanların Libya’da yaptıkları zulümler, bizim tarihimizde yapılan yanlışlıkları savunmamızı gerektirmez. Böyle bir akıl yürütme kabul edilemez. Çünkü, böyle bir akıl yürütmeyi kabul ettiğimiz takdirde İslam tarihi içerisinde yer alan saltanat dönemlerindeki zulümleri ve haksızlıkları izah edebilmemiz zorlaşacaktır. Bu durumda yapılması gereken, Caetani’nin milletinin yaptıkları zulümleri sayarak bizim ne kadar iyi bir millete ve tarihe sahip olduğumuzu anlatmak değil, yanlışları ilmi bir üslup ile cevaplandırmaktır. Caetani’nin eserinde yer alan iddialar tamamen iftira olsa bile bu metotla yapılan bir eleştiri ve cevap verme şekli ilmi bir yöntem değildir diye düşünüyoruz.
Subjektiflik
Köksal’ın kendi değerlerini, eleştirdiği müsteşrikin görüşlerinde bulmak istemesi de ayrı bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözgelimi Köksal, eserinde Caetani’yi eleştirirken, şöyle bir yanılgıya düşebilmiştir: Eleştirilen müellif bir Hıristiyandır. Dolayısıyla tarihteki olaylara bir Müslüman gibi bakmayacaktır. Bu doğaldır da. Fakat Köksal, Caetani’nin de kendisi gibi düşünmesi gerektiğinden hareketle eleştiride bulunmuş ve bunun sonucunda yanlış yaklaşımlarda bulunmuştur. Örneğin, Hudeybiye Antlaşması sırasında vaki olan Peygamberimiz’in devesinin çökmesi ve ilerlememesi üzerine Hz. Peygamber’in “deveyi Allah çöktürdü” şeklindeki ifadesini, Caetani’nin “devenin ayağı sürçtü” şeklinde yorumlamasını onun mucize inkarcısı olduğu şeklinde değerlendirmiştir. Ayrıca Caetani’nin İncil’de yer alan mucizelere inanıp da Hz. Peygamber’in mucizelerine inanmamasını bir çelişki olarak değerlendirmektedir. Yine benzer tavrı, Hudeybiye Antlaşması sırasında vuku bulan kurumuş kuyunun suyunun Hz. Peygamber tarafından çoğaltılması olayında da ortaya koymaktadır (XIII, 237-239).
Halbuki Caetani, Müslüman bir bilim adamı değildir ve ondan Müslüman olmadığı halde bir Müslüman gibi inanmasını beklemek doğru da olmaz. İncil’deki mucizelere inanıp bu mucizeye inanmadığı için Caetani’yi yargılamak yanlıştır. Eğer bu mucizeyi Caetani kabul etse idi zaten Caetani ile yapılan bu tartışmalara gerek kalmayacaktı.
Kaldı ki Müslüman olan bir bilim adamı da bu rivayeti, rivayetlerin zayıf olduğu veya abartıldığı şeklinde bir yorumla kabullenmeyebilir. Bir Müslüman bilim adamının bile yapabileceği yorumdan dolayı Müslüman olmayan birisini suçlamanın uygun olmadığı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki; İslam Dünyası Batı’daki Oryantalizm kaynaklı çalışmalara karşı ön yargılarını bırakıp bu çalışmaları bilimsel bir süzgeçle inceleyip faydalanmalıdır. Eğer Batı’da yapılan çalışmalara karşı bakış açımızı düzeltebilirsek, onları şartlı bir şekilde değerlendirmezsek, bu çalışmaların yanlışlarını doğrularından ayırıp değerlendirebilirsek ilmi çalışmalarımızın daha bilimsel olacağı ve Batı’daki çalışmalardan daha iyi bir şekilde yararlanabileceğimizi düşünüyoruz.
(Bkz. Mehmet Azimli, Siyer Okumaları, Ankara 2017)




[1]      Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya 1989, 256.

[2]      Bkz. Leon Caetani, İslam Tarihi, çev. Hüseyin Cahit, İstanbul 1924.

[3]      Geniş bilgi için Bkz. Köksal, XV, 387.

[4]      Taberi, Camiu’l-Beyan, XIII, 10.

[5]      Bu tabir, hadis literatüründe her önüne gelen rivayeti hiçbir değerlendirmeye tabi tutmadan alan kişi anlamındaki gece karanlığında odun toplarken başka zararlı şeyleri de toplayan adama yapılan benzetmedir.

[6]      Bkz. Buhari, Gusl, 12, 24, 26.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar