Kıbrıs,
Akdeniz'in, Sicilya ve Sardunya'dan sonra üçüncü büyük adasıdır. Adanın
yüzölçümü, 9251 km² olup, doğu-batı ucu arasındaki maksimum uzunluğu 225 km ve
genişliği de 96,5 km’dir. KKTC’nin toplam yüzölçümü adanın üçte biri kadardır.
Bu da yaklaşık 3355 km² ye tekabül etmektedir. Buna karşılık ada sahillerinin
yaklaşık olarak yarısı KKTC sınırları içerisindedir.[2]
a.
Kıbrıs’ın Tarihçesi
Doğu
Akdeniz’de stratejik öneme ve doğal zenginliklere sahip olan ve tarihi M.Ö.
7000’lere kadar uzanan Kıbrıs, tarih boyunca çeşitli işgal, istila ve
saldırılara maruz kalmıştır. Değişik kavimlerin hâkim olduğu adada daha sonra
Romalılar (M.Ö. 58, M.S. 395), Bizanslılar (M.S. 395-1191 ), Luzinyanlar (M.S.
1192-1489), Venedikliler (M.S. 1489-1571 ), Osmanlılar(M.S. 1571-1878) ve
İngilizler(M.S. 1878-1960)hüküm sürmüştür.
Adada
Bizans dönemi, yaklaşık 800 yıl, Roma, Luzinyan ve Osmanlı dönemleri ise
yaklaşık 300’er yıl Venedik ve İngiliz hâkimiyetleri ise 80’er yıl kadar
sürmüştür.
Muaviye zamanında bazı akınlara maruz kalan, II.
Selim zamanında bütünüyle İslam hâkimiyetine giren (1571)
ada, 1 Temmuz 1878’de Ruslara karşı, İngiliz desteği sağlamak amacıyla ve
mülkiyeti Osmanlılarda kalmak şartıyla, Britanya İmparatorluğuna kiralanmıştır.
İngilizler, 1914’te adaya el koymuştur. 1923’te Lozan Barış Antlaşmasının 20.
maddesiyle, Osmanlı Devleti bu ilhakı resmen kabul etmiştir.
b.
Enosis
İngiliz
döneminde adadaki Rumlar, “Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak” diye özetlenebilecek
olan Enosis’i gerçekleştirmek için çeşitli faaliyetler sergilediler. 1931’de
Enosis isyanı başladı. Olaylar, İngilizler tarafından sert önlemler alınarak
bastırıldı.
1960’da
İngiliz vali Sir Hugh Foot, adayı terk etti. Böylece adada 82 yıl süren İngiliz
yönetimi sona erdi (15 Ağustos 1960).16 Ağustos 1960 tarihinde Yunanistan,
Türkiye ve Birleşik Krallığın imzaladıkları antlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti
kuruldu. Fakat Rumlar, ideallerinden vazgeçmediler. Makarios, Kıbrıs
Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı olduktan hemen sonra New York Herald Tribun’e yaptığı açıklamada: “Enosis ideali
ölmemiştir.” açıklamasını yaparken yaklaşık iki yıl sonra da doğduğu köy olan
Panaya’da yaptığı konuşmada: “Elenizm’in aşırı düşmanı Türk ırkının bir parçası
olan bu küçük Türk toplumu adadan kovulmadıkça EOKA kahramanlarının görevinin
tamamlanmış olduğu asla kabul edilemez.”[3]
açıklamalarını yaptı. Aynı dönemlerde, Rum liderliği, Türkleri adadan çıkararak
Enosis’i gerçekleştirmeyi öngören, siyasî ve askerî aşamaları içeren geniş
kapsamlı Akritas Planı’nı hazırladı.[4]
1955’te
Rumların Türklere karşı başlattıkları terör eylemleri 1963’e kadar aralıklı
olarak devam etti. 21 Aralık 1963’te Cumartesi gece saat 0210 da
Lefkoşa Türk bölgesinin girişinde iki Türk’ün öldürülmesiyle EOKA, Akritas
planının silahlı eylem safhasını uygulamaya başladı. Türk ve Rumların birlikte
kurdukları ve beraberce yönettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti, fiilen mevcut
olmakla birlikte devletin cumhurbaşkanı olan Makarios, asıl hedefi olan
Enosis’ten vazgeçmiş değildi. Makarios bu düşüncelerini açıkça ve her vesileyle
dile getirmekten de çekinmiyor,[5]
Enosis’ten vazgeçmediklerini ve bunun kendileri için kutsal bir hedef olduğunu
vurguluyordu.[6]
İngilizler
kendi dönemlerinde bu faaliyetleri yasaklamış ve çıkan isyanları bastırmışlarsa
da gerek o sıralarda gerekse adadan ayrıldıktan sonra yaptıkları bazı
uygulamalarla Rumların işlerini kolaylaştırmışlar, adanın Türklerden
arındırılması için aşamalı bazı planlar uygulamışlardır. Öncelikle Kıbrıs’tan
ayrılmak isteyen Türklere İngiltere’de[7]
veya Avustralya’da ev ve iş garantisi verilmiş, bu şekilde adadan ayrılanlar
olmuştur. Daha sonraki aşamada ise Rum yöneticilerin, bir arada yaşayan Türk ve
Rumların komşuluk duygularını suiistimal ettiklerini görüyoruz. Rum komşuları
Türklere gelerek “Rum milislerin kendi bölgelerindeki Türklere karşı bir
saldırı planladıklarını, dolayısıyla bir an önce bölgeden ayrılıp adayı terk
ederlerse bu tehlikeden kurtulabileceklerini” söylemişlerdir. Bazı Türkler de
bu tür dezenformasyonlar sonucu adadan ayrılmışlardır. Ardından da bütün
bunlara rağmen Kıbrıs’ı terk etmek istemeyen Türklere karşı korkunç bir
katliama girişilmiştir. 1963’te “Kanlı Noel” diye nitelenen 22-26 Aralık’ta
yüzlerce Türk katledilmiştir.[8]
Bütün
bunlara rağmen Rumların, Lefkoşa’yı üç saatte, Küçük Kaymaklı’yı[9]
altı saatte işgal etme hesapları[10]
tutmamış ve bu mücadele tam on bir yıl sürmüştür. Lefkoşa’nın Türk kesiminde
başlayan Rum saldırıları Küçük Kaymaklı, Kumsal, Ortaköy, Erenköy, Topçuköy,
Tuzla, Taşpınar, Muratağa, Sandallar, Atlılar, Türkeli, Arpalık, Poli, Baf,
Ozanköy, Hamitköy ve Larnaka’ya dalga dalga yayılarak devam etmiştir. Kısacası
Türklerin yaşadıkları yerleşim birimlerinin tamamı bu katliamdan nasibini
almıştır. Yapılan saldırılarda ve yaşanan çatışmalarda bu süre içerisinde üç
bin civarında insan şehit olmuştur. Öldürülen insanların önemli bir kısmı
hunharca muamelelere maruz kaldıktan sonra toplu mezarlara gömülmüş bu
mezarların bir kısmı daha sonraki dönemlerde BM’nin gözetiminde açılmıştır.[11]
c.
Kıbrıs Barış Harekâtı
Rumların
saldırılarına karşı adadaki Türkler, daha önceden teşkilatlanmasını tamamlamış
olan TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) şemsiyesi altında ve Dr. Fazıl Küçük’ün
önderliğinde mücadele vermeye devam etti. Ama yıllardır hazırlık yapmış olan
Rumlar karşısında silah, mühimmat ve diğer eksiklikler, Türklerin direncini
kırıyordu.
Bu
arada Türkiye de kritik zamanlarda adaya önemli müdahalelerde bulundu. Mesela 5
Haziran 1964’te Türk ordusu, adaya çıkmaya hazır hâle getirildi. Gelişmeler üzerine
bu müdahale, girişim aşamasında kaldı. Fakat Ağustos 1964’te Rum saldırıları
karşısında Erenköy’e sığınmış olan Türkler, yok olma tehlikesiyle karşılaşınca
Türkiye’den havalanan savaş uçakları Erenköy’deki Rum birliklerini bombalayarak
bir katliamı önlemiş oldu. Türk uçaklarının faaliyetleri 6 Ağustos’tan 10
Ağustos’a kadar devam etti.[12]
Şubat
1973’te Dr. Fazıl Küçük’ün yerine Rauf Denktaş geçti.15 Temmuz 1974’te ise
Yunan subayları ve EOKA, adada Makarios’a karşı bir darbe gerçekleştirdi. Makarios,
ada dışına kaçtı. Aynı gün Türkiye, 20 Temmuz’u çıkartma günü olarak belirledi
ve hazırlıklar yapıldı. Belirlenen tarihte Barış Harekâtı başladı. Türk ordusu,
adanın % 37’sini kontrol altına alarak harekâtı sonlandırdı.
Savaştan
yaklaşık yedi ay sonra bu harekâttan dolayı ABD, Türkiye’ye ambargo uygulamaya
başladı. Ambargodan sekiz gün sonra adadaki Türk tarafı, Kıbrıs Türk Federe
Devleti’ni ilan etti (13 Şubat 1975). 15 Kasım 1983’te de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti kuruldu.
1 Mayıs
2004’te adanın, Rumlar tarafından yönetilen güney kesimi, adanın bütününü ve
bizzat Makarios’un uygulamalarıyla kâğıt üzerinde sadece adı kalmış olan “Kıbrıs
Cumhuriyeti”ni temsilen Avrupa Birliğine alındı.
d.
Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların Sorunları:
Kıbrıs’ta
Türkiye’yi rahatsız edici, bir takım eylem ve söylemler var olagelmiştir.
Muhtemelen devam edecektir de. Kıbrıslıların bizzat kendilerinin de ifade
ettikleri gibi bu olayların müsebbibi olan marjinal grupları oluşturan
bireyler, Kıbrıslı Türk toplumunun ancak % 2’sini teşkil etmektedir. Fakat örgütlü
oldukları için sesleri çok çıkmaktadır. Türkiye’den de duyulan bu sesler, bütün
adaya teşmil edilir ve tümüne karşı tepki geliştirilirse, gönüllerinde
Türkiye’ye yer vermiş olan % 90’ın üstündeki kesime haksızlık edilmiş olur.
Büyük çoğunluğu teşkil eden bu kesim, Türkiye ile olan millî ve manevî
bağlarının farkındalar ve bu özellikleriyle de iftihar etmektedirler. Ancak
yaşadıkları olayların tahrifatından dolayı değerleriyle bağdaşmayan davranış
biçimleri içerisinde olduklarının da farkındadırlar. Bu durumun en önemli
sebeplerinden biri de özellikle din eğitimi alanında yıllardır yeterli ve
sağlıklı bilgi sahibi olamayışlarıdır.[13]
Kıbrıs’ta
dört yüz yılı aşkın bir süredir varoluş mücadelesi veren Türk toplumu günümüzde
ciddi bir takım sıkıntılar yaşamaktadır:
1. Kıbrıslılar
gelecek korkusu taşımaktadırlar, yarınlarından emin değiller, geçmişte
yaşadıkları kanlı olayların, tekrar edeceğine dair ciddi kaygıları
bulunmaktadır. Kendisiyle görüştüğümüz 60 yaşlarındaki bir Kıbrıslı aynen
şunları ifade etmiştir: “Çocukluğumuz ve gençliğimiz savaşlarla ve akıl almaz
sıkıntılarla geçti. Yaşanan gelişmeler öyle gösteriyor ki ahir ömrümüzde de bir
takım sıkıntılar yaşayacağız. Şu topraklarda huzur içerisinde ölemeyecek
miyiz?”[14]
2. Kıbrıs’ta
ciddi manada bir eğitim sorunu yaşanmaktadır. Kıbrıs’ın yerlileri[15]
maddî imkânları dolayısıyla bu sorunu bir nebze aşmışlardır. Onlar,
öğrencilerini özel kolejlerde okutmaktadırlar. Kolejleri yeterli bulmayan
Kıbrıslılar ise çocuklarını Rum kesimindeki okullara ya da İngiltere’ye
göndermektedirler. Fakat sayıları üç yüz binin üstünde olan 1974 sonrasında
Türkiye’den giden insanların çocukları son derece yetersiz şartlarda eğitim
görmeye çalışmaktadırlar.[16]
Bu konuyla bağlantılı olarak din eğitiminde önemli sıkıntılar olduğunu da ifade
etmeliyiz. Kıbrıs’ta din öğretimi yıllarca ihmal edilmiştir. Toplumun
ihtiyacını karşılayacak din görevlisi ve Din Kültürü öğretmenlerini
yetiştirecek kurumlar 2011 yılında bile adada mevcut değildir.[17]
Bu alandaki ihtiyaç Türkiye’den görevlendirilen Din görevlileri ve Din Kültürü
öğretmenleriyle karşılanmaya çalışılmaktadır.[18]
İlkokul, ortaokul[19]
ve liselerde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi haftada bir saattir. Bu ders
liselerde seçmeli, İlkokul 4-5’te ve ortaokullarda zorunludur. Ortaokullardaki
Din Kültürü derslerine DKAB öğretmenleri girerken, zorunlu olmasına rağmen
İlkokul 4 ve 5. sınıflardaki din derslerine branş öğretmenleri girememektedir.
Bu konudaki tek engel KTÖS ve KTOEÖS (Öğretmen) sendikalarıdır. Sendikalar
çeşitli sebeplerden dolayı okullarda grev yapabilmekte ve eğitim öğretim
günlerce aksayabilmektedir.[20]
Ayrıca okulların kütüphanelerinde Din Kültürü dersi için gerekli olan başta
Kur’an-ı Kerim olmak üzere diğer kaynaklar neredeyse hiç bulunmamaktadır.
3. Kuzey
Kıbrıs’ın en önemli sorunlarından biri de sağlıktır. Maddî durumu iyi olan
Kıbrıslılar ya özel kliniklerde muayene olmakta ya da Rum kesiminde tedavi
görmektedirler. KKTC vatandaşı olanlardan bir kısmı[21],
Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği almak şartıyla birkaç avro karşılığında sahip olabildikleri
sağlık karneleriyle Avrupa Birliğinin istedikleri her hangi bir ülkesinin
sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak faydalanabilmektedirler.[22]
Burada KKTC’de bulunan hastahanelerle ilgili bir tespiti zikretmeden
geçemeyeceğiz. 2010 yılının Aralık ve 2011 yılının Ocak aylarında Lefkoşa’da
kendileriyle müteaddit defalar görüştüğümüz Türkiye Cumhuriyeti Yardım Heyeti
yetkilileri adadaki sağlık sorununun mekân, tıbbî malzeme ya da yetişmiş uzman
sorunu olmadığını, problemin hastahanelerdeki yönetim zafiyetinden
kaynaklandığını belirtmişlerdir.
4. Osmanlı
döneminde Kıbrıs’a götürülenlerin soyundan geldikleri için kendilerini “Kıbrıs’ın
yerlileri” olarak niteleyen insanlarımız; “bir avuç” kaldıkları ve yakında yok
olup gidecekleri kaygısı taşıyorlar. Bundan dolayı da hesapsız ve kitapsız bir
şekilde adanın, Türkiye’den nüfus almasından rahatsız oluyorlar.
5. Türkiye’den
özellikle 1990’lardan sonra adaya gelenleri, kendi sosyo-kültürel yapılarına
katkı sağlamadığı gibi daha önce yaşamadıkları bir takım sorunları yaşamalarının
müsebbibi olarak görüyorlar.
6. İçinde
bulundukları barış ortamının geçici olduğunu düşündüklerinden “o vahim gün”
gelmeden önce maddî açıdan geleceklerini garanti altına almak ve bu
birikimlerini güvenilir ülkelerdeki hesaplarda bekleterek en azından
çocuklarının geleceği adına bir şeyler yapabilme düşüncesiyle hareket
ediyorlar.
7. Bir
Müslüman olarak temel dinî bilgilerinin yeterli olmadığını düşünenler de
bulunmaktadır.
8. Adadaki
Türklerin bir kısmı, sorunun çözüleceğine dair ümitlerini kaybetmişlerdir.[23]
9. 2002-2003’de
Rumlarla olan sınırlardaki kapıların açılması, oradaki toplumu olumsuz
etkilemiştir. KKTC’de önemli tarihî ve turistik yerler bulunmaktadır. Ancak Rum
rehberlerin kontrolünde Kuzeye gelen turistler öncelikle bilgi kirliliğine
maruz kalmaktadırlar. Çünkü rehberler, gezdirdikleri yerlerin Rumlara ait
olduğunu ancak Türk işgali altında bulunduğunu sürekli tekrarlamaktadırlar.
10. Ambargolardan
önce ürettikleri her türlü ürünü ve narenciyeyi ihraç ederek önemli bir gelir
elde eden Kıbrıslılar, günümüzde ürünlerini pazarlayamadıkları için büyük
mağduriyet yaşamaktadırlar. Çoğu zaman masrafını kurtarmadığı için ürünlerini
toplamamaktadırlar.
Şimdi
Kıbrıs’ta ne olacak?
Bu
sorunun cevabı 1997’de yazılmış bir
kitapta şu şekilde verilmekte, kitabın yazarı şu tahminlerde bulunmaktadır:
“Bana
göre Kıbrıs sorununa Rumların çözüm senaryosu şöyledir: Yakın bir zamanda Avrupa Birliği bütün ada
olarak Kıbrıs’ı oylayarak üyeliğe alacak.[24]
Fakat Türkiye aynı zamanda alınmayacak…[25]
Türkiye’yi dışarıda tutarken Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine girişini sağlamakla
Batılı güçlerin ve BM’in stratejisi, savaşa yol açabilecek bir çatışmaya
girilmeden Türk kuvvetlerinin adadan geri çekilmesini sağlamaktır. Eğer Kıbrıs,
Türkiye’den önce Avrupa Birliğine üye olursa, AB, BM’nin ve muhtemelen
Amerika’nın tam desteği ile KKTC’yi yasa dışı ilan edecek ve adadaki koruyucu
Türk kuvvetlerinin varlığını yabancı bir istila ordusu olarak tanımlayarak
derhal AB topraklarından çekilmesini isteyecektir…[26]
Türkiye AB’ye girmeden Kıbrıs’ın tümünün girişi durumunda Kıbrıs Türklerinin
elde edebilecekleri yaşam, sadece Kıbrıslı Rumların onlara vereceğidir. Eğer
geçmişe Rum soykırım planları egemen olmuşsa gelecek niye farklı olsun…”[27]
Kıbrıs’ta Soykırım kitabının
yazarı Harry Scot Gibbons, adanın geleceğini ve olayları çok iyi okumuş,
nerdeyse yüz de yüz isabet sağlayan öngörülerde bulunmuş ve tahminleri birebir
aynen gerçekleşmiştir. Bu durum zihnimizde bazı düşüncelerin doğmasına sebep
olmuştur: “Yazar, olayları iyi algılamış ve analiz etmiş, isabetli tahminlerde bulunmuştur.” demek
mümkün ve biz mevcut durumu böyle görmek istiyoruz. Fakat şöyle bir senaryo da
akla gelmiyor değil: Aslında yazar bu fikirleri ortaya atarken Kıbrıs sorunun
çözümü için Rum tarafına adeta ideale yakın bir çözüm önerisi getirmiştir. Böyle
bir senaryonun, yıllar önce dillendirilmesiyle, özellikle Türk tarafının,
kendini zihnen bu tür gelişmelere hazırlamasını sağlamak da hedeflenmiş
olabilir. Böylece belki de elde edilecek zihinsel hazırlık sayesinde, olması
muhtemel tepkilerin de önüne geçilmiş olacaktır.
Çözüm
olarak
- Türkiye
ile Kıbrıs arasındaki bağların kuvvetlenmesini sağlayacak ve çıkara dayanmayan
uzun vadeli programlar yapılmalıdır.
- Resmî politikaların
dışında vatandaşlar olarak Kıbrıs’a geziler düzenlemeli, tarihî yerler
gezilmeli, özellikle oradaki soydaşlarımızla kişisel dostluklar kurulmalıdır.
- Kıbrıslılar
eskiden olduğu gibi Türkiye’ye rahatlıkla gelebilmelidir. Kıbrıs’ta yaşanan ya
da yaşanması muhtemel gelişmeler ne olursa olsun onların faturası Türkiye’ye
ziyaret için, alış veriş ya da tedavi için gelen Kıbrıslılara kesilmemelidir.
- Rum
menfaatleri doğrultusunda hareket eden ve azınlıkta olan Kıbrıslılarla, onlar
gibi düşünmeyen ve onlara karşı olan çoğunluktaki Kıbrıslılar aynı kefeye
konulmamalıdır.
- Turizm
ve ticaret alanlarında kendilerine sağlanabilecek bütün imkânlar sağlanmalı ve
üretim kapasite ve kabiliyetlerinin gelişmesi, ürünlerini pazarlayabilme
imkânları sağlanmalıdır.
Bunların
yanı sıra akademik alanda:
- Konuyla
ilgili çalışmalar artırılmalıdır.
- Rum
katliamlarının canlı tanıkları hâlâ hayattayken sesli, görüntülü belgeseller
hazırlanmalıdır. Özellikle olayların birinci derece şahitleri olan komutan,
asker, mücahit (Kıbrıslılar, vatan savunmasına katılanları “mücahit” oşarak
nitelemektedirler.), gazeteci ve siviller, olayların
yaşandığı mekânlara götürülerek çekimler yapılmalıdır.
- Genelkurmayın
arşivlerinden de faydalanarak olayların mekânlarını da kapsayan bir program
çerçevesinde turist rehberi yetiştirme kursları düzenlenmelidir.
- Adada
yaşayan Türk halkının, adanın manevî mimarlarıyla ve şehitleriyle bağ kurması
sağlanmalıdır. İlginç bir uygulamayla adadaki sokaklara şehit isimleri
verilmiştir. Ama sokak sakinlerinin, sokaklarının adını taşıyan şehitler
hakkında hiçbir malumatı bulunmamaktadır.
- Metrekareye
beşten fazla şehidin düştüğü adanın şehit mekânlarının haritası çıkarılmalıdır.
Manevî
buhranın çözümü için:
- İlgi
çekici, düzenli toplumsal aktiviteler düzenlenmeli, toplantılar yapılmalıdır.
- Türkiye’den
giden görevlilerin ve öğretmenlerin kendi çabalarıyla ve bin bir zorlukla
yürütmeye çalıştıkları televizyon programları daha sistematik ve daha
profesyonelce devam ettirilmelidir.
- Haftada
bir saat olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri, haftada iki saate
çıkarılmalıdır. Özellikle ilkokullardaki DKAB derslerine DKAB öğretmenlerinin
girmesi mutlaka sağlanmalıdır.
- İlkokul
öğretmeni yetiştiren Lefkoşa’daki Atatürk Eğitim Akademisinde DKAB’la ilgili
bir bölüm açılmalıdır.
- Adada
sayıları az olan ama sesleri çok çıkan “Türkiye bizi Türkleştirmek ve
Müslümanlaştırmak istiyor”[28]
diyenlerin amaçlarının ne olduğu iyi anlaşılmalı ve onlara karşı stratejiler
geliştirilmelidir.
- Kıbrıs’taki
Din İşleri Başkanlığı “Vakıflar ve Din İşleri Dairesi Yönetim Kurulu” nun
vesayetinden kurtarılmalıdır.
- Yaz
kursları daha iyi organize edilmeli, farklı yaş gruplarına hitap edecek bir
yelpazede genişletilmelidir. Bu kurslarda Kur’an öğretimine de yer
verilmelidir.
[1] Bu yazı 2011 yılında tarafımızdan kaleme
alınmış ancak her hangi bir yerde yayınlanmamıştır. Burada Kıbrıs’la ilgili
olarak yer verilen bilgilerin bir kısmı 2010 yılında bir yıl süreyle görev
yaptığımız Kıbrıs’taki müşahedelerimize dayanmaktadır.
[2] Geniş bilgi için bkz. http://www.odtu.edu.tr/~kktctntm/KKTC_tarihi/adacogr.html.
09.05.2011
[3]Harry Scot Gibbons, Kıbrıs’ta Soykırım (The Genoside Files), terc. Alparslan Yılmaz,
Ankara: Özyurt Matbaası 2003, s.37, 38.
[4]Planın ayrıntıları için bkz. Mehmet S.
Emircan, Kıbrıs Türk Toprağıdır,
I-II, (Ankara: TÜRKAR yay. 2000), c.I, s.233-249; http://www.turkcebilgi.com/akritas_plan%C4%B1/ansiklopedi.
09.05.2011
[5]Örnek olarak Makarios’un 18 Ekim 1950’de
Kıbrıs Rum Başpiskoposu seçildiği zamanki konuşmasına, 1 Nisan 1960’da EOKA’nın
kuruluşunun 5. Yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmasına, 27 Eylül 1960’da
Cumhurbaşkanı olduktan hemen sonra New York Herald Tribün’e yaptığı açıklamaya,
4 Eylül 1962’de doğduğu köy olan Panaya’da yaptığı konuşmaya, 9 Nisan 1963’te
Londra’da yayınlanan Times gazetesine verdiği beyanata bakılabilir.
[7] 1990’larda İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı
Türklerin sayısının 120 bin olduğu tahmin edilmektedir. Gibbons, Soykırım, s.138.
[8] Bkz., Mehmet Salih Emircan, Ulusal Varoluş Mücadelemiz, Şiirler 1-3,
yy: Özveri Matbaası,tsz.
[9] Küçük Kaymaklı, Lefkoşa’da Kıbrıs Barış
Harekâtından önce yoğun olarak Türklerin yaşadıkları bir semttir.
[10]Gibbons, Soykırım, s.78.
[11] Bkz. Dr. Fazıl Küçük Kırk Yıl Halkın Sesi Olarak Dr. Fazıl Küçük
Makaleler (1942-1981),yay. Osman Yıldız-Güven Arıklı), I-IV, Lefkoşa: Ajans
Yayınları, tsz.
[12]Gibbons, Soykırım, s.250-270.
[13] Kıbrıs’ta din konusunda bkz. Talip
Atalay, Kuzey Kıbrıs’ta Yaygın Din
Eğitimi ve Cami Hizmetleri:
Kurumsal Yapılanma ve Din
Görevlilerinin Rolü,
(İstanbul: Seçil Ofset, 2007); Ahmet Akbulut, Kıbrıs’ta Din ve Hayat,Lefkoşa 2004.
[14] 18 Şubat 2011’de Lefkoşa/Kumsal, Köşklüçiftlik’te
Kıbrıslılarla yapılan görüşmelerde alınan notlardan.
[15] Kıbrıs’ta yaşayan insanlar arasında
“Kıbrıslı” ve “Türkiyeli” ayırımı keskin bir şekilde görülmektedir. Adanın
Osmanlılar tarafından fethinden sonra Anadolu’dan Kıbrıs’a taşınarak iskân ettirilenlerin
soyundan gelenler “Yerli, orijinal Kıbrıslı” diye isimlendirilirken 1974 Barış
Harekâtından sonra Türkiye’den gidip adaya yerleşenler, Kıbrıslılar tarafından
“Türkiyeli” diye nitelendirilmekte ve yaşanan bir takım sorunların kaynağı
olarak görülmektedirler. Bu ayırımın son derece olumsuz etkileri vardır.
Kıbrıs’taki Türk toplumunun mücadelesine kırk yıl liderlik yapmış olan Dr.
Fazıl Küçük de bu ayrıma şiddetle karşı çıkmakta ve Türk halkını birlik olmaya
çağırmaktadır. Bkz. Küçük, Makaleler,
c.I, s.223, 324, 326, 365, 383, 445, 493, 494, 499…
[16] KKTC’deki devlet okullarında yaşanan
sıkıntıların aşılabilmesi için Türkiye’den adaya başta Rehberlik ve Din Kültür
olmak üzere değişik branşlarda gönderilen yüzün üzerinde öğretmen Kıbrıs’ta
görev yapmaktadır.
[17] Bu makale yazıldığı sırada durum bu
merkezdeydi. Ancak Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde Lefkoşa’da bir İlahiyat
Fakültesi açıldı ve bu fakülte 2011-2012 Eğitim-Öğretim yılında öğrenci almaya
başladı. Ayrıca yine Lefkoşa’da açılan Hala Sultan İlahiyat Koleji,
eğitim-öğretime devam etmektedir.
[18]KKTC vatandaşlarından Türkiye’deki
İmam-Hatip Liselerine ve İlahiyat Fakültelerine gönderilen öğrenciler
tahsillerini tamamlayarak adaya dönüp görev almaya başlamışlardır. 2007
yılından itibaren Türkiye’den görevlendirilen DKAB öğretmenlerinin yanı sıra
KKTC vatandaşı olup Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinde eğitimlerini
tamamlayan öğretmenlerden üç tanesi ilk defa 2011 yılında adada görev yapmaya
başlamışlardır.
[19] Kıbrıs’ta ilkokullar ve ortaokullar
Türkiye’de olduğu gibi birbirinden ayrıdır.
[20] 2011 yılının Ocak ve Şubat aylarında
Lefkoşa Demokrasi Ortaokulu’nda ve Arap Ahmet İlkokulu’nda yapılan grevlerde,
araya Şubat tatilinin de girmesiyle öğrenciler yaklaşık kırk gün eğitim ve
öğretimden uzak kalmışlardır. Bu iki okulun öğrencilerinin tamamına yakınının
1974 sonrasında Anadolu’dan göç ederek adaya gelen insanların çocuklarından
müteşekkil olması da son derece dikkat çekicidir.
[21] Kıbrıs Rum Yönetimi, 1974’ten önce adada
yaşayan Türkleri, mülga “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” vatandaşı olarak kabul
ettiğinden dolayı onlardan, talep edenlere Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olma
hakkı tanımaktadır. Dolayısıyla onlar yeşil hat boyunca adanın değişik
yerlerinde bulunan kapılardan kimlik ibraz ederek Rum kesimine geçebilmekte ve
orada alış veriş yapabildikleri gibi Rum kesiminin sağlık ve eğitim
imkânlarından da faydalanabilmektedirler. Ancak hem KKTC hem de Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olanların sınır kapılarından Rum kesimine geçişlerine
izin verilmemektedir.
[22] Bu sağlık karnesini almak için
yatırılması gereken miktar 2010 yılında 2 € idi.
[23] 2017 yılında Rumlarını müzakere masasını
terk etmeleri de onların bu kaygılarını perçinlemiş olmalı.
[24] Kıbrıs Rum kesimi 2004’te Avrupa
Birliğine üye oldu.
[25] 2011 yılına gelindiğinde Türkiye hâlâ
Avrupa birliği üyeliğine kabul edilmedi.
[26] Kıbrıs’taki bazı basın yayın
organlarında ve gerçekleştirilen mitinglerde bu görüşler sık sık dile getirilir
oldu.
[27]Gibbons, Soykırım, s.402, 403, 405.
[28] Bu ifade Kıbrıs’ta yayınlanan bir
gazetenin bir köşe yazarına aittir. “Eskiden Laftaydı, Ayetlere Girdik Şimdi”
başlığını taşıyan yazıda yazar Türkiye’nin adaya Kıbrıslılardan kat kat fazla
nüfus göndererek adayı Türkleştirdiğini ve Müslümanlaştırdığını ifade
etmektedir. Devamında da “Müslümanlaştırmış dediysem ‘Zaten Müslüman değil
miydik?’ diye sormayın. O laftaydı bizim
için ve kuraldan ibaretti…”ifadelerini kullanmaktadır. Şener Levent,
“Eskiden Laftaydı, Ayetlere Girdik Şimdi”, Afrika
Gazetesi, 2 Ekim 2010 Cumartesi Yıl: 9 Sayı: 3208.
0 yorum:
Yorum Gönder