Meselenin bu boyutlara gelmesinin sebebi, Hz. Peygamber’in
hanımlarının çok ileri düzeydeki kıskançlıkları ve yaygara koparmalarıdır.
Mariye, Mısır Mukavkısı tarafından Hz. Peygamber’e hediye olarak gönderilmiş
iki kız kardeşten biriydi.[1] Beyaz
tenli, dolgun vücutlu, kıvırcık saçlı, Hz. Peygamber’in çok beğendiği güzel bir
kadındı.[2] Cariye
olmasına rağmen Hz. Peygamber onu hicaba sokmuştu.[3] Üstelik bir de Hz.
Peygamber’e çocuk doğurmuştu. Bütün bunlar yüzünden, başta Hz. Aişe olmak üzere
Hz. Peygamber’in diğer eşleri onu çok kıskanıyordu. Hz. Aişe,
Mariye kadar hiçbir kadını kıskanmadım. Hz.
Peygamber, önce onu bizim evimize yakın bir yere yerleştirmişti ve gece gündüz
ona uğruyordu. Buna tahammül edemedim ve Hz. Peygamber onu (Medine dışındaki)
Aliye denen yere götürdü ve oraya gidip gelmeye devam etti. Bu durum bizim
ağırımıza gidiyordu. Üstelik Allah ona bir de çocuk verdi. Biz ise mahrum
bırakıldık.
Hz. Peygamber’in, bir gün oğlu İbrahim’i boynuna alıp gelerek
Aişe’ye ”Bana benziyor mu?” diye sorması üzerine Aişe “Benzerlik göremiyorum”
demiş, zevceleri de bu söze katılmışlardı.[6] Bu söz, Mariye hakkında bazı
dedikoduların dolaştığı dönemde oluyordu[7] ve Hz. Peygamber’in
zevceleri Heykel’in tabiriyle; “Neredeyse Mariye’yi töhmet altında bırakacak
kadar ileri gidiyorlardı.”[8] Kıskançlık
bu boyutlarda olunca, Hz. Aişe ve Hz. Peygamber’in önde gelen hanımlarının
Mariye’ye karşı ikinci rivayetteki şekilde bir zafer kazanmaları ve bunu şenlik
içerisinde yaymalarını da düşünürsek mesele daha iyi anlaşılabilir.
Ancak Hz. Peygamber’in bu tür işlerle uğraşacak durumu yoktu. O,
insanlığa gönderilmiş bir peygamberdi. Ne kadar meselenin büyümemesine çalışsa
da bunu engelleyememişti. Sonunda bu şekilde bir tedbir almak zorunda kaldı ve
ayetler bu durumu izah sadedinde indi.
Hz. Peygamber’in Sırrı
Yukarıda aktardığımız birinci rivayeti tercih
eden bilginler, Tahrim suresindeki “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir
söz söylemişti. O, bunu Peygamberin diğer bir eşine haber verince…”[9]
şeklinde geçen ayetteki gizli sır konusunu net olarak izah edemeyince, bunu
izah sadedinde “burada bahsedilen sırrın, Hz. Peygamber’in Hafsa’ya kendisinden
sonra ilk halifenin Ebu Bekir, sonra da Ömer olacağını” söylediği şeklindeki
rivayeti[10]
kullanarak izah etmeye çalışmışlardır.[11]
Esasen bal rivayetinde, sır olacak bir şey olmayınca, bilginlerimizin bu izah
tarzına yöneldikleri söylenebilir.
Bal olayı ile hilafetin nasıl bir alakası olabilir? diye düşünmek
gerekir. Hz. Peygamber’in kendinden sonra halife olacak kimseyi işaret bile
etmediği nettir.[12] Eğer
böyle bir işaret verseydi, sahabenin Sakife olayını yaşamasına gerek kalmaz ve
Hz. Peygamber’in işareti doğrultusunda halifeyi kolayca seçerlerdi. Bu tür
rivayetler, Şia’nın Hz. Ali’nin halife olacağı konusunda Hz. Peygamber’den
gelen rivayetler olduğu iddiasına karşın, uydurulmuş aktarımlardır.
Esasen “sır” denen bu sözün buraya siyasi gerekçelerle adapte edildiği
kolaylıkla anlaşılabilir. Bu sebeple bu rivayetleri itibara almak uygun
değildir. Ayrıca ayette geçen “…Peygamber bunu ona haber verince
eşi, bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber, Bilen, her şeyden haberdar olan
Allah bana haber verdi, dedi.” şeklindeki ibareden Hz. Peygamber’in Kur’an
dışı vahiy aldığına örnek vermek çok doğru olmasa gerektir.[13] Burada eşinin Hz.
Peygamber’e yaygaranın kulağına nasıl ulaştığını sorması, onun da söylemek
istemediğinden dolayı bu şekilde cevap vermesi şeklinde anlaşılmalıdır
kanaatindeyiz. Zaten her şeyi çekip çeviren, hakim olan, bilen Allah’tan
başkası değildir. Vurgu bunadır.
Sonuç olarak Tahrim olayı olarak anılan olay hakkında iki rivayet
bulunmaktadır. Bunlardan Müslüman müelliflerin ısrarla ön plana çıkarmak
istedikleri bal ile ilgili rivayette sonraki yıllarda mezhepler arası
tartışmaları hedefleyen birtakım siyasi gaye ile yapılan müdreçler
bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in bir yiyeceği yememesini saklaması gibi
bir durum pek tutarlı gözükmemektedir.
İkinci rivayet ise olayın gerçekleşmesini destekleyen rivayetler
çerçevesinde daha tercih edilebilir ve Hz. Peygamber’in hayatının insani yönünü
yansıtması açısından daha kabul edilebilir rivayet olarak gözükmektedir. Ayrıca
meselenin büyümemesi için uğraşan Hz. Peygamber’in Kur’an’a yansıyan çabalarına
da ışık tutmaktadır. Kur’an’daki ifadelere de uygundur.[14] Bu açıdan da tercih
edilebilir bir rivayet olduğu kanaatindeyiz.
[1] Diğeri Sirin ise, Hasan b. Sabit’e
verildi. İbn Sad, VIII, 214.
[2] İbn Kesir, VII, 122.
[3] Belazuri, I, 538, 539.
[4] İbn Sad, VIII, 212.
[5] Vakıdi, 378.
[6] Yakubi, I, 411; İbn Kesir, IV, 293.
Üstelik bunu İfk hadisesi başından geçmiş olan Hz. Aişe diyordu.
[7] Mariye’nin yanına kendisi gibi Mısırlı
olan zenci bir köle gelip gidiyordu. İnsanlar dedi kodu yapmaya başlayınca
meseleyi öğrenmek için Hz. Ali görevlendirildi. Hz. Ali bu köleyi sıkıştırınca
onun iktidarsız olduğunu gördü ve mesele böylece kapanmış oldu. Bkz. İbn Sad,
VIII, 214; ayrıca geniş bilgi için bkz. Azimli, Hz. Safvan b. Muattal,
56.
[8] Heykel, II, 311.
[9] Tahrim, 3.
[10] Belazuri, I, 510.
[11] Bkz. Razi, Taberi, ilgili ayetin tefsiri.
[12] Bu konuda geniş değerlendirmeler için bkz.
Azimli, Halifelik Tarihine Giriş, 78.
[13] Allah’ın Kur’an dışı vahiy gönderip
göndermediği konusu tartışılırken, Tahrim 3’teki ifade, tartışma konusu
yapılmaktadır. Bu konu ayrı bir çalışmanın konusu olduğundan girmiyoruz. Bu
konuda bkz. Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, IV, 391; ayrıca değişik örnekler
için bkz. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara 2000,
234-235.
[14] Tahrim suresinde ifade edilen sır olayını
izah ettiği için de rivayet tercihe şayandır.
0 yorum:
Yorum Gönder