9 Temmuz 2017 Pazar

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Dünya-Ahiret Dengesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 Dünyaya bakışları açısında insanları üç grupta değerlendirmek mümkündür. Birinci kısım hayatı sadece bu dünya ile sınırlı kabul eden ve bütün enerjisini dünyaya hasreden insanlardan oluşur. Bu insanlar hayatın gerçekleri konusunda düşünmeyen, tamamen sorumsuzca bir hayat sürmeye ve sadece gününü gün etmeye çalışan insanlardır ki, bunlar Allah ve ahiret inancını ya kabu etmeyen, ya da bu konuda gafil davranan kişilerdir. İkinci gruba dahil olan insanlar, tam tersi olarak bu dünyanın boş ve anlamsız olduğuna inanan, bütün çabalarını ahirete yönelten ve dünyaya iltifat etmeyenlerdir ki, bu gruba giren insanların oranı cemiyette az düzeydedir. Üçücü olarak da, her iki yurdun da, yani hem dünya hem de ahiretin önemine inanan ve her iki alemin gereğini yerine getirenler, dünya ahiret dengesini en iyi şekilde sağlayanlardır. 

Yüce dinimiz İslâm, bu üç grub içinden özellikle birinci grubu açıkça tenkit etmekte ve bu gruba dahil olanların dünyaya ait amellerinin boşa gideceği uyarısını yapmaktadır. “İnsanlardan kimileri ‘Rabbimiz bize nasibimizi dünyada ver’ derler ki, onun ahirette bir nasibibi yoktur”[1] âyeti, yaptıkları işin karşılığını sadece dünyada görmek isteyenlerin durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekten de kimi insanlar dünyaya düşkündürler, hep dünya için çalışırlar ve Allah’tan sadece dünyalık isterler. Çoğu zaman bu insanlar dünyadaki isteklerini de elde ederler.  Ancak onların ahiretleri hüsrandır.
İslâm dini sadece ahiret için çalışılmasını, daha doğru bir ifadeyle dünya ile bağın kesilmesini de hoş görmez. Zira insanın dünyadan bağımsız olarak hayatını devam ettirmesi mümkün değildir.  İnsan yemeden, içmeden, sıcak bir yuvaya sahip olmadan, diğer insanlarla ilişkiler kurmadan yaşayamaz. Bu nedenle insanın çalışması, üretmesi gerekmektedir. Aksi takdirde maddî sıkıntı geçim darlığı insanı sadece maddî yönden değil, manevî yönden de derin bir şekilde etkilemektedir. Hz. Peygamber’in de “Fakirlik neredeyse küfür olayazdı” şeklinde ifade ettiği gibi, ihtiyaç sahibi olmak müminin manevî hayatını tehdit etmektedir.  Bu nedenle müminlerin sağlıklı bir hayat yaşayabilmeleri için varlıklı ve iktisadî yönden güçlü olmaları gerekmektedir. Ayrıca zekât ve hac gibi ibadetlerin ancak zengin olan müminler tarafından yerine getirilmesi gerektiği göz önünde bulundurulursa, dünyadan el-etek çekmenin yanlışlığı daha açık bir şekilde ortaya çıkar. 
Yüce dinimiz İslâm bizlere, her iki dünyanın öneminin bilincinde olarak iki alem arasında bir denge kurmamızı emretmekte, birisi için diğerinin gözden çıkarılmasının yanlışlığını ortaya koymakta, her ikisi için de gayret sarfedilmesini istemektedir. Mâide sûresinin 87 âyetinde, “Ey iman edenler, Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın.  Doğrusu Allah, haddi aşanları sevmez”[2], buyurulurken, Bakara sûresinde de “Allah’ın sana verdiği ile ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini almayı unutma, Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik et...”[3] denilerek her iki alemin de vazgeçilemeyecek kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır. 
Yukarıdaki âyetlerle pararel bir şekilde Hz. Peygamber de (sav) : “Sizin en hayırlınız dünya için ahiretini, ahireti için de dünyasını terketmeyen ve başkasına yük olmayandır”[4] buyurarak ilk iki gruba giren insanları tenkit etmekte ve bir orta yol tavsiye etmektedir.
Hz. Peygamber’in de ifade ettiği gibi müslümanın maddî-manevî ihtiyaçlarını ve görevlerini bir arada yürütmesi, mütedil ve dengeli bir yol takip etmesi, yani hem dünya hem de ahiret için çalışması; her iki alem için Allah’tan talepte bulunması mümkündür. Bu hususu şu Kur‘ân âyeti veciz bir şekilde ortaya koyar:  “İnsanlardan bazıları ‘Rabbimiz bize dünya da da, ahirette de güzellikler ver, bizi cehennem azabından koru’ derler. İşte onların, kazandıklarından nasipleri vardır...”[5]
Âyet ve hadislerden anlaşılıyor ki, ahiret saadetini kazanmak için dünyadan vazgeçmek gerekmemekte, aynı şekilde dünya ile meşgul olmak, ahireti unutmak olarak görülmemektedir. Dünya ile ahiret birbirini takip eden ve tamamlayan iki zaman dilimidir. Bu durumda dünya işi, ahiret işi gibi bir ayrım yapmanın da anlamsızlığı ortaya çıkar. Müminin sadece yapması gereken işi vardır ve bunu yaptığı takdirde hem dünyası mamur hem de ahireti mesud olacaktır. “Dünya ahiretin tarlasıdır” diyen ecdadımız, dünya-ahiret ayrılmazlığını, başka bir ifadele dünya-ahiret bütünlüğünü ne güzel dile getirmişlerdir. İnsan ahiretini kazanmak için bile dünyada çalışmak zorundadır, yani ahiret dahi dünyada hak edilmektedir. Böyle olunca dünya ile bağı en aza indirmek ve dünyadan kaçmanın ne kadar yanlış olduğu gün gibi ortaya çıkar. 
Ne mutlu her iki alemin de hakkını veren ve dünyasını da ahiretini de mamur kılanlara







[1] Bakara, 2/201
[2] Mâide, 5/87
[3] Bakara, 2/201
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, Hadis no: 1253
[5] Barara, 2/201

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar