21 Temmuz 2017 Cuma

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Sabır

 Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 İnsanoğlu bir tezatlar dünyasında yaşamaktadır. Belki de bu tezatlar dünyanın kuruluş gayesini de açıklamaktadır.  İyiliğe karşı kötülük, güzelliğe karşı çirkinlik, doğruya karşı yanlışlık, ahlaka karşı ahlaksızlık, sağlığa karşılık hastalık vs. bahsettiğimiz tezatlar zincinirin sadece birkaç halkasıdır.

Dünyada sık sık karşılaştığımız tezatlardan biri de sevinç ve keder ikilemidir. İnsanoğlunu sevinç içinde bırakan bir çok neden sayabileceğimiz gibi, onu hüzne, ümitsizliğe ve kedere garkeden pek çok olaydandan bahsedebiliriz. İşte insana dünya hayatını zindan eden acı ve ümitsizliklerin tek ilacı sabırdır. Gözyaşlarının bollaştığı, hastalıkların fazlalaştığı, hüsranların çoğaldığı felaket, acı ve ızdırapların peş peşe geldiği dünyamızda sabır insanlar için sığınılacak yegane limandır. 
Hak yolunda yürümek, bu yürüyüş esnasında karşılaşılan sıkıntı ve meşakkatler hep sabrı gerektirir.  Bu kadar sıkıntılarla dolu dünya ile baş edebilmek için bize verilen sabır, Allah’ın kullarına bahşettiği en hayırlı nimetlerden birisidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav), “Kimseye sabırdan daha bol ve daha hayırlı nimet verilmemiştir”[1], diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir.
Sabrın iki çeşidi vardır: Birincisi ilme ve ibadetlere devam ederek, hastalık ve ölüm gibi tabiî afetleri olgunlukla karşılamak ve güzel amellerin meşakkatlerine tahammül etmektir. Bela ve sıkıntılara sabretmek, aynı zamanda Allah’ın hükmünü kabul etme ve ona teslim olmak demektir. Böyle durumlarda sabırsızlık, Allah’ın hükmüne karşı gelme ve O’na şikâyet anlamına gelir. Bir bakıma Allah’ın tasarrufunu beğenmemek ve O’nu tenkit etmek olur ki, böyle bir tavır Allah’a isyana hatta şirke bile dönüşebilir. Başına gelen bir acı veya musibetten sonra, “Ben ne yaptım ki Allah bana bu musibeti verdi”, “Allah’ım bu belayı verecek benden başka kimse bulamadın mı?”, gibi sözler gerçek bir müminin sözleri olmamalıdır.
İnsanın dünyaya imtihan için gönderildiğine inanıyoruz. Bu nedenle Allah çeşitli vesilelerle kullarını çeşitli imtihanlara tabi tutmaktadır. İnsanları sürekli olarak imtihana tabi tutulacağı hususu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir: “Andolsun ki biz, korku, açlık, mallardan, nefislerden ve ürünlerden bir miktar eksiltme ile sizi imtihan edeceğiz.  Sabredenleri müjdele”[2]. Burada insanın imtihanı ile sabır peş peşe ifade edilmekte, imtihanı ancak sabreden kulların kazanabileceği beyan edilmektedir. Ardından gelen âyet-i kerimede ise herhangi bir musibete düçar olanların nasıl davranmaları gerektiği de açıklanmaktadır: “O müminler, kendilerine bir bela geldiği zaman biz dünyada Allah’a teslim olmuş kullarız ve ahirette de ancak O’na dönücüyüz diyenlerdir. Onlar Rableri tarafından mağfiret edilmişlerdir ve rahmet onların üzerinedir, onlar doğru yola erenlerin ta kendileridir”[3]. Başka bir âyet-i kerimede başlarına gelen musibetlere karşı sabredenlerin mükafatlandırılacağı ve ecirlerinin hesapsız verileceği beyan edilmektedir[4].
Hiç bir müslüman, başta peygamberler olmak üzere, hastalık ve sıkıntılardan uzak olmamışlardır.  Hatta dünyevi sıkıntılarla en çok peygamberler karşı karşıya kalmışlardır. Mesela Hz. Peygamber’in ömrünün neredeyse tamamı ızdırap ve sıkıntılarla geçmiştir. Peygamberlerin ümmetleri de dünyevi sıkıntılardan nasiplenmişlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber (sav)”, “Hiç bir müslüman yoktur ki, kendisine hastalık isabet etmemiş olsun. Nasıl ki, hazan vakti ağacın yaprakları dökülürse, Allah o müminin hatalarını, günahlarını döker” diyerek, hem hastalığın insan için tabiî bir durum olduğunu ifade etmekte, hem de bu durumun metanetle sabırla karşılanması halinde günahların affına vesile olacağını belirtmektedir. “ Sabrın sonu selamettir” diyen ecdadımız da bu hususu dile getirmektedir.
Sabır, sadece felaket ve musibetlere karşı dayanıklı olmak değildir. İkinci tür sabır, şeytanın ve nefsin yönlendirme ve telkinlerine, Allah’a ibadeti terketmeye yönelik tavsiyelerine karşı direnmek şeklinde bir sabırdır. Başka bir ifadeyle Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da sakınma konusunda ısrarlı olmak da sabrın bir çeşididir. 
Yukarıda zikretmeye çalıştığımız âyet ve hadislerde methedilen ve tavsiye edilen sabır, bir musibete katlanmak, tahammül etmek, başa gelene karşı endişelenmeden ve ümitsizliğe düşmeden sükunetle beklemektir. Yoksa yapılan haksızlıklara sükut etmek, her kötülüğe seyirci kalmak, zillete boyun eğmek, batıla ve fenalığa teslim olmak sabır değil, mesuliyetten kaçmaktır, yaratılış gayesi hilafına yönelmedir.  Sabır, geri çekilme ve pasif bir davranış değildir. Sabır, hareket alanının en kısıtlı olduğu zaman dahi bu sıkıntılardan kurtulma çareleri aramak, çözüm bulmaya çalışmaktır.
Allah’ın insana teklif ettiği bütün ibadetler, karşılaştığı musibetler, düyevî sıkıntıların hepsi bir imtihan gereğidir.  Bu imtihanı geçmenin en güzel yolu ise sabırdır. Sabır, insanı her türlü sıkıntılardan koruyan bir kalkandır.  İnsan, hem sıkıntılardan kurtulmak hem de imtihanı başarmak istiyorsa sabır sığınağına sarılmalı ve bu konuda gayret sarfetmelidir. Hz. Peygamber (sav), “Bir kimse sabretmek isterse, Allah ona sabır ihsan eder”[5] buyurmaktadır. Öyleyse mümin samimiyetle ilk önce Allah’tan kendisine sabır ihsan etmesini isteyecek ve sabır silahıyla her türlü sıkıntıyla mücadele edecektir.  Sözlerimizi sabır ile ilgili şu güzel deyişle tamamlayalım: “Sabreden zafere ulaşır”.





[1]    Tecrid-i Sarih terc., V, 258
[2]    Bakara, 2/155
[3]    Bakara, 2/156-157
[4]    Zümer, 39/10
[5]    Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 437

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar