Ebu’l-Beşer
el-Ebyazî
İnsanoğlu bir tezatlar
dünyasında yaşamaktadır. Belki de bu tezatlar dünyanın kuruluş gayesini de
açıklamaktadır. İyiliğe karşı kötülük,
güzelliğe karşı çirkinlik, doğruya karşı yanlışlık, ahlaka karşı ahlaksızlık, sağlığa
karşılık hastalık vs. bahsettiğimiz tezatlar zincinirin sadece birkaç
halkasıdır.
Dünyada sık sık
karşılaştığımız tezatlardan biri de sevinç ve keder ikilemidir. İnsanoğlunu
sevinç içinde bırakan bir çok neden sayabileceğimiz gibi, onu hüzne, ümitsizliğe
ve kedere garkeden pek çok olaydandan bahsedebiliriz. İşte insana dünya
hayatını zindan eden acı ve ümitsizliklerin tek ilacı sabırdır. Gözyaşlarının
bollaştığı, hastalıkların fazlalaştığı, hüsranların çoğaldığı felaket, acı ve
ızdırapların peş peşe geldiği dünyamızda sabır insanlar için sığınılacak yegane
limandır.
Hak yolunda yürümek, bu
yürüyüş esnasında karşılaşılan sıkıntı ve meşakkatler hep sabrı
gerektirir. Bu kadar sıkıntılarla dolu
dünya ile baş edebilmek için bize verilen sabır, Allah’ın kullarına bahşettiği
en hayırlı nimetlerden birisidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav), “Kimseye
sabırdan daha bol ve daha hayırlı nimet verilmemiştir”[1],
diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir.
Sabrın iki çeşidi vardır:
Birincisi ilme ve ibadetlere devam ederek, hastalık ve ölüm gibi tabiî afetleri
olgunlukla karşılamak ve güzel amellerin meşakkatlerine tahammül etmektir. Bela
ve sıkıntılara sabretmek, aynı zamanda Allah’ın hükmünü kabul etme ve ona
teslim olmak demektir. Böyle durumlarda sabırsızlık, Allah’ın hükmüne karşı
gelme ve O’na şikâyet anlamına gelir. Bir bakıma Allah’ın tasarrufunu
beğenmemek ve O’nu tenkit etmek olur ki, böyle bir tavır Allah’a isyana hatta
şirke bile dönüşebilir. Başına gelen bir acı veya musibetten sonra, “Ben ne
yaptım ki Allah bana bu musibeti verdi”, “Allah’ım bu belayı verecek benden
başka kimse bulamadın mı?”, gibi sözler gerçek bir müminin sözleri olmamalıdır.
İnsanın dünyaya imtihan
için gönderildiğine inanıyoruz. Bu nedenle Allah çeşitli vesilelerle kullarını
çeşitli imtihanlara tabi tutmaktadır. İnsanları sürekli olarak imtihana tabi
tutulacağı hususu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir: “Andolsun ki
biz, korku, açlık, mallardan, nefislerden ve ürünlerden bir miktar eksiltme ile
sizi imtihan edeceğiz. Sabredenleri
müjdele”[2].
Burada insanın imtihanı ile sabır peş peşe ifade edilmekte, imtihanı ancak
sabreden kulların kazanabileceği beyan edilmektedir. Ardından gelen âyet-i
kerimede ise herhangi bir musibete düçar olanların nasıl davranmaları gerektiği
de açıklanmaktadır: “O müminler, kendilerine bir bela geldiği zaman biz dünyada
Allah’a teslim olmuş kullarız ve ahirette de ancak O’na dönücüyüz diyenlerdir.
Onlar Rableri tarafından mağfiret edilmişlerdir ve rahmet onların üzerinedir,
onlar doğru yola erenlerin ta kendileridir”[3].
Başka bir âyet-i kerimede başlarına gelen musibetlere karşı sabredenlerin
mükafatlandırılacağı ve ecirlerinin hesapsız verileceği beyan edilmektedir[4].
Hiç bir müslüman, başta
peygamberler olmak üzere, hastalık ve sıkıntılardan uzak olmamışlardır. Hatta dünyevi sıkıntılarla en çok
peygamberler karşı karşıya kalmışlardır. Mesela Hz. Peygamber’in ömrünün
neredeyse tamamı ızdırap ve sıkıntılarla geçmiştir. Peygamberlerin ümmetleri de
dünyevi sıkıntılardan nasiplenmişlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber (sav)”, “Hiç
bir müslüman yoktur ki, kendisine hastalık isabet etmemiş olsun. Nasıl ki,
hazan vakti ağacın yaprakları dökülürse, Allah o müminin hatalarını,
günahlarını döker” diyerek, hem hastalığın insan için tabiî bir durum olduğunu
ifade etmekte, hem de bu durumun metanetle sabırla karşılanması halinde
günahların affına vesile olacağını belirtmektedir. “ Sabrın sonu selamettir”
diyen ecdadımız da bu hususu dile getirmektedir.
Sabır, sadece felaket ve
musibetlere karşı dayanıklı olmak değildir. İkinci tür sabır, şeytanın ve
nefsin yönlendirme ve telkinlerine, Allah’a ibadeti terketmeye yönelik
tavsiyelerine karşı direnmek şeklinde bir sabırdır. Başka bir ifadeyle Allah’ın
emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da sakınma konusunda ısrarlı olmak da
sabrın bir çeşididir.
Yukarıda zikretmeye
çalıştığımız âyet ve hadislerde methedilen ve tavsiye edilen sabır, bir
musibete katlanmak, tahammül etmek, başa gelene karşı endişelenmeden ve
ümitsizliğe düşmeden sükunetle beklemektir. Yoksa yapılan haksızlıklara sükut
etmek, her kötülüğe seyirci kalmak, zillete boyun eğmek, batıla ve fenalığa
teslim olmak sabır değil, mesuliyetten kaçmaktır, yaratılış gayesi hilafına
yönelmedir. Sabır, geri çekilme ve pasif
bir davranış değildir. Sabır, hareket alanının en kısıtlı olduğu zaman dahi bu
sıkıntılardan kurtulma çareleri aramak, çözüm bulmaya çalışmaktır.
Allah’ın insana teklif
ettiği bütün ibadetler, karşılaştığı musibetler, düyevî sıkıntıların hepsi bir
imtihan gereğidir. Bu imtihanı geçmenin
en güzel yolu ise sabırdır. Sabır, insanı her türlü sıkıntılardan koruyan bir
kalkandır. İnsan, hem sıkıntılardan
kurtulmak hem de imtihanı başarmak istiyorsa sabır sığınağına sarılmalı ve bu
konuda gayret sarfetmelidir. Hz. Peygamber (sav), “Bir kimse sabretmek isterse,
Allah ona sabır ihsan eder”[5]
buyurmaktadır. Öyleyse mümin samimiyetle ilk önce Allah’tan kendisine sabır
ihsan etmesini isteyecek ve sabır silahıyla her türlü sıkıntıyla mücadele
edecektir. Sözlerimizi sabır ile ilgili
şu güzel deyişle tamamlayalım: “Sabreden zafere ulaşır”.
0 yorum:
Yorum Gönder