Ali
Abdurrazık’ın 1925 yılında yayınladığı İslam ve Usulu’l-Hukm adlı kitabı[1]
İslam dünyasında, özellikle de Mısır’da büyük bir tartışma meydana getirmişti.
Halifeliğin kaldırılmasının hemen akabinde meydana gelen bu tartışma, sonraki
yıllarda da uzun süre devam etti. Ezher uleması, kendisi de bir Ezherli olan
Ali Abdurrazık ve kitabına sert bir şekilde cevap verip, yazarı Ezher’den
atarak, alimlik yetkisini elinden almıştı. Bu da tartışmaların daha da
alevlenmesine ve uluslararası boyut kazanmasına sebep olmuştu. Şimdi yazarın
hayatı ve kitabı hakkındaki tartışmalardan bahsettikten sonra kitabı kısaca
değerlendirmeye çalışacağız.
Ali
Abdurrazık
Mısır’ın
Minye
kasabasında 1888 yılında doğan Ali Abdurrazık, Kur’an’ı ezberledikten sonra, 10
yaşındayken Ezher üniversitesi’ne intisab etmiştir. O dönemde Ezher’de ders
veren Abduh, aynı zamanda Ali Abdurrazık’ın babasının arkadaşlarındandı.
Öğrenimini Ezher’de tamamlayan Abdurrazık, bunun yanında Batı tarzı bir eğitim
almak için yeni kurulan Mısır (Kahire)
Üniversitesi’ne de devam etmişti. Buradaki yabancı hocalardan Nallino’nun
edebiyat derslerini, Santillana’nın
tarih derslerini takip etmişti.[2]
Abdurrazık
öğrenimini tamamlayıp, Ezher’de bir müddet tarih dersleri okuttuktan sonra,
1912 yılında İngiltere’ye gitti ve Oxford
Üniversitesi’nde iktisat ve siyaset bilimleri alanında çalıştı. Fakat I. Dünya
Savaşı’nın başlaması üzerine öğrenimini yarıda bırakarak Mısır’a dönmek zorunda
kaldı. 1915 yılında Mansura
mahkemesi kadılığına getirildi. Kitabının yayınlanmasına kadar da bu görevde
kaldı.[3] Bu
görev sırasında İslam’da yargı tarihi konusunda yoğun düşünme fırsatı bulan
yazarın kitabı bu dönemin bir ürünüdür.
Yazarın
İslam ve Usulu’l-Hukm adlı kitabını yayınladığı 1925’li yıllarda I.
Dünya Savaşı’nın bitimiyle İslam dünyasının büyük bölümü, Batılı sömürgeciler
tarafından ele geçirilmiş ve İslam dünyasının her tarafına kan, gözyaşı, ihanet
hakim olmuştu.
İşte
tam bu dönemde 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye’de hilafetin meclisin uhdesine
devredilmesiyle yani bir anlamda kaldırılmasıyla, İslam dünyası tamamen başsız
kalmış, bu da Müslümanları hilafet konusunda bir duygusallığa itmişti.
1920’lerde Mısır’da ve Hindistan’da
başlayan tartışmalar, hilafetin kurulduğu dönemden bu tarafa en yüksek seviyeye
çıkmıştı. Hindistan’daki hareketler, hilafetin yeniden tesisi için sesini
yükseltirken, Mısır’da Menar dergisi çerçevesinde hararetli tartışmalar
yapılıyordu.[4]
Bu
arada İslam dünyasında siyasi, sosyal, iktisadi ve düşünce planında yoğun bir
çöküş ve çözülme yaşanıyordu. Savaşta mağlup olan Müslüman dünya, bütün
modernliği ve siyasi ideolojisi ile İslam dünyasını sömürgeleştirmeye başlayan Avrupa’nın
tahakkümü ile karşı karşıya kalmıştı. Benzer olumsuzluklara rağmen bu kötü şartlardan
kurtulmayı düşünen Müslümanlar, yoğun çabalar sarf ediyorlardı. İslam’ın
kendisi ile yaşıt sayılan hilafet müessesesini tekrar başka topraklarda
diriltmek adına çeşitli kongreler tertip etmeye çalışıyorlar, İslam dünyasını
bu karışıklıktan kurtarmanın yollarına kafa yoruyorlardı.
Bu
yoğun çabaların somut bir sonuç vermemesi, Batı’nın İslam dünyasındaki
baskılarının ve sömürgelerinin artması, İslam dünyasında her alandaki çöküşün
ilerlemesi, Müslümanların gözünde hilafeti iyice kutsallaştırmış ve ulaşılması
gereken bir ideal noktasına getirmişti. Birkaç istisna dışında İslam dünyası bu
konuda adeta bir fikir birliğindeydi.
İşte
tam bu ortamda, Abdurrazık’ın
yazdığı kitap, İslam dünyası üzerinde büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Yazarın
kitapta hilafetin İslamî uygulamada hiçbir mesnedinin olmadığı iddiası,
özellikle dini çevrelerde büyük bir fırtına kopardı. Yazar, kitabını özetle iki
temel teze dayandırıyordu. Birincisi; geleneksel hilafet sistemi ne zorunludur,
ne de şeriate dayalıdır. İkincisi; İslam her ne şekilde olursa olsun hiçbir
siyasi ilke ortaya koymamıştır.[5] Bu
olay hilafetin kaldırılmasından sonra, çok cüretkârca olan ilk radikal
yönelimdi ve bunu yapan da klasik gelenekten gelen bir Ezherliydi.[6]
Kitabın
yayınlanmasıyla birlikte yazar, İslam dünyasında belki de şimdiye kadar hiçbir
müellifin karşılaşmadığı bir tepkiyle karşılaştı. Klasik sünni ulemanın
hakarete varan saldırıları sonucu birkaç ay geçmeden Ezher diploması iptal
edilerek, alimlik sıfatı elinden alındı. Karşılaştığı sert tepkiler sonucu
Abdurrazık, susmayı yeğlemek zorunda kaldı. Fikirlerini reddedenlerle, kendisi
değil, onu savunanlar tartıştı. 1967 yılındaki ölümüne kadar da bu
tartışmaların içine fiilen girmedi.
Ezher’den
atılmasından sonra İngiltere’ye dönüp yarıda kalan tahsilini tamamlayan
Abdurrazık, birkaç yıl sonra hukuk diplomasıyla Mısır’a döndü. Bir müddet
avukatlık yaptıktan sonra seçimlere girerek milletvekili oldu. Tarihin garip
bir cilvesi sonucu 1948-1949 yıllarında kendisini kadılık görevinden ihraç eden
Ezher’den sorumlu Evkaf
bakanlığına getirildi ve Ezher’in üstünde bir mevkiye yerleşti. Bu dönemde
Ezher şeyhi Meraği, bazı
alimlerin isteği üzerine Abdurrazık’a iade-i itibar sağladı.[7]
Abdurrazık
için, İslam dünyasında kriz döneminde ortaya çıkmış bir teorisyendi
diyebiliriz. İlginç olan onun Ezher mezunu ve klasik bir gelenekten gelmesine
karşın, gerek Ezher ve gerekse Reşit Rıza gibi reformcu kabul edilen ulema
tarafından da eleştirilmesiydi. Abdurrazık’ın
kitabı küçük bir risale olmasına rağmen muhtevasından çok, serüveni ile meşhur
olmuştu. Şimdi bu kitap sebebiyle ortaya çıkan tepkiler ve sonuçlarını
incelemeye çalışalım.
0 yorum:
Yorum Gönder