Yrd. Doç. Dr. İbrahim Barca
İslam tarihi göz önüne getirildiğinde iman-amel uyuşmazlığı
bağlamında altı grup insan karşımıza çıkmaktadır.
Birinci grup Münafıklar: Münafıklar
için, aslında bir iman-amel uyuşmazlığından söz edilemez. Çünkü onlar diğer
Müslümanların iman ettiklerine hiçbir zaman iman etmemişlerdi, amelleri de sözü
edilen inanmama doğrultusundaki inançlarıyla tutarlıydı.
İkinci Grup Mecbur Bırakılan Müslümanlar: Müslüman kimselere imanlarına aykırı sayılabilecek eylem ve sözler
başkaları tarafından cebren yaptırılmış ve söyletilmişse, onlarda iman ve amel
uyuşmazlığı olduğu söylenemez.
Üçüncü Grup Mazurlar:
Kalemin kendisinden kaldırıldığı kimselerin yapıp ettikleri iman-amel uyuşmazlığı
sayılmaz. Mecnunlar, baygınlar ve onlar gibi kabul edilebilecek olanlar bu
kapsamda düşünülebilir.
Dördüncü Grup Müslüman
Sorumlular ve Erk Sahipleri: Zahiren imana ters gibi görünen ancak siyaset
gereği yapılan bazı uygulamalar Müslüman sahipleri için bir iman-amel
uyuşmazlığı sayılamaz. Zira onlar imanın, siyaset gereği yapılacak olan -bu
zülüm olsun olmasın- şeylere bir alan bırakmış olduğuna iman etmişlerdi. Daha
büyük bir fitne çıkmasın, devletin ve/veya saltanatın bekası için tarih boyunca
yapılmış zalimane icraatlar veya İslami hükümlerin askıya alınması veya
hafifletilip ağırlaştırılması buna örnek olarak verilebilir. Hz. Osman’ın
Ubeydullah b. Ömer’e, Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın katillerine kısas uygulamamış
olması, İslam tarihi boyunca Müslüman devletlerin başka Müslüman devletlerle
savaşmaları, günümüzde bazı sözde İslami parti ve cemaatlerin; mensuplarının
gayrı imani ve İslami hareket ve söylemlerini onaylamaları bu kapsamda
düşünülebilir. İslâm’a pragmatist yaklaşan veya onu rasyonalize eden birey ve
yönetimler de Müslüman olduklarına inanıyor ve bunu dillendiriyorlarsa bu
kapsamda düşünülebilir.
Beşinci Grup Günahlarından
Pişmanlık Duyan Müslümanlar: İslam tarihi boyunca Müslümanlarda görülen
iman ve amel uyuşmazlığı gerçekte sadece bu kısımda ele alınabilir. Bu kimseler,
iman ettikleri halde bireysel veya toplu halde heva ve heveslerine
uyduklarından dolayı Allah’ın emrettiklerini yapmayıp nehyettiklerine
yönelenlerdir. Bu Müslümanlar yanlış yaptıklarını bilir, bundan pişmanlık
duyar, tövbe eder ve etmişlerdir veya en azından pişmanlık yaşamışlardır. Toplumsal
bazda, Hz. Hüseyin’e ihanet edip onu yarı yolda bırakan Küfelilerin durumu buna
örnek olabilir. Zira onlar Kerbela’da yaşananlardan sonra Muhtar es-Sekâfî ve
Tevvâbȗn hareketleri öncülüğünde toplanıp mücadele etmekle bu günahlarının
acısını azaltmaya çalışmışlardır. Bireysel olarak her mezheb ve meşrepten, her
farklı statü ve seviyeden Müslüman bu sınıfa dâhil olmuştur ve/veya olabilir. Kur’anda
ve hadislerde bu sınıftaki Müslümanlardan ve onların çeşitli günahlarından söz
edilmiştir.
Altıncı Grup Anakronizm Yaşayan ve Yaşatan Müslümanlar: Bu kategoride olduğu kabul edilebilir olan İşid ve benzeri
örgütlere mensup Müslümanlarda görüldüğü varsayılan iman-amel uyuşmazlığı
gerçekte bir iman-amel uyuşmazlığı değildir.
Olsa olsa var olan durumu ve şartları bilinçli olarak kabul etmemekten/edememekten
kaynaklanan anakronizm yani tarih dışılık/tarih yanılgısı olarak ifade
edilebilecek bir durumdur. Bugün varolan bu örgütlere mensup Müslümanlar,
yaklaşık 1400 yıl öncesinde yaşamış dört halifenin yapmadıklarını/yapamayacak
olduklarını yapmaktalar. Devletlerin istihbarat güçlerinin elinde bir oyuncak
gibi kullanılan, gerekirse İsrail ve diğer işgalci güçlerle bile anlaşabildiği
halde kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları en ufak bir söylem ve eylemle
mürted ilan edip öldürülmelerini helal gören bu insanlar, savaştıkları insanların kızlarını cariye diye
alıp köle pazarlarında satar, kendileri ile aralarında çok ufak farklı bakış
açısına sahip Taliban ve el-Kaide gibi örgütleri bile tekfir ederler ve
insanları canlı canlı ekranlarda yakar ve yüksek yerlerden aşağıya atarlar.
Halbuki bundan yaklaşık 1400 yıl önce
örneğin Hz. Ömer yanında Kuran ve beraber yaşadığı Hz. Peygamber’in söz
ve fiilleri olduğu halde değişen siyasal, sosyal ve ekonomik şartlara ve yeni
doğan ihtiyaçlara göre birçok yenilik yapmış, önceki bazı uygulamaları kaldırmış,
sınırlandırmış veya yeni bazı uygulamalar ihdas etmiştir.
İslam tarihinin ilk dönemlerinde de İşid vb. örgütler gibi aşırı ve
marjinal Müslüman oluşumlar var olmuştur. Ancak İşid vb. örgütler için söz
edilen anakronizm onlar için geçerli değildir. Onlar, kendi zamanlarında ortaya
çıkan siyasi-dini ayrılık ve çatışmaların ürünüdürler ve yaptıklarıyla kendi
tarihsel koşullarının sınırları çerçevesinde hareket etmişlerdir. Onların kendi
tarihsel koşulları içinde yaptıkları –aşırı da olsa- bir yere kadar
anlaşılabilirdir. Hasımları olan Müslüman gurup, mezhep ve meşrep tarafından
onların yanlış görülen amelleri ise -zulüm veya fısk sayılsa bile- aslında
imanlarıyla tam bir uyum içerisindeydi.
İşid vb. örgütlere mensup olan insanların yapıp ettiklerinin anlaşılması
için aslında ilk dönemlerden başlamak üzere Müslümanların Kuran ayetlerine ve
hadislere bakış açılarının net bir şekilde ortaya konması da gerekmektedir.
Bugünde dahil olmak üzere tarihleri boyunca Müslümanlar Kuran’a üç
değişik şekilde iman etmişlerdir. Birinci kısımdaki Müslümanlar -Her
dönem sayıca büyük çoğunluğu oluşturmuşlardır- onun bütün ayetlerinin evrensel olduğuna ve
her zaman aynı şekilde onların anladıkları gibi -yorumlamaları birbirinden
farklı olsa da- geçerliliğini koruduğuna ve içinde geçen her şeyin olduğu gibi
her şartta ve koşulda uygulanması gerektiğine iman etmişlerdir. Bu gruptakiler
doğal olarak hadislere de bu şekilde yaklaşmışlardır. Onlardan bazıları açıkça
çelişkili görünen hadisleri bile uzlaşı yoluna gitmişlerdir.
İkinci kısımdaki Müslümanlar,
onun tarihsel olduğuna ve tarihi bilgileri içeren ayetleri dışındaki medeni,
cezai vb. hükümlerin değişebileceğine iman etmişlerdir. Bunlar hadislere de bu
doğrultuda yaklaşıp sözü edilen konulara ait hükümler içeren hadisleri tarihsel
kabul etmişlerdir ve onların da değişebileceğine inanmışlardır.
Üçüncü kısımda yer alanlar ise
onun tümden tarihsel olduğuna iman etmişlerdir. Bu kimseler doğal olarak hadislere
de öyle yaklaşmışlardır. 2. ve 3. gruptakiler tarihin bazı dönemlerinde ve
coğrafyalarında görüşlerini net ortaya koymamış/koyamamış bunun yerine 1.
sınıftakilerin tepkisini çekmemek için Kuran’ın yorumlanması yoluyla
kendilerini ifade etmişlerdir. Az da olsa bazı Müslümanlar ise hadis özelinde
senetlerden ve cerh ve tadil âlimlerinin hadis ve hadis ricali hakkındaki
farklı görüşlerinden yola çıkarak neredeyse bütün hadisleri inkâra
yönelmişlerdir. Şia gibi mezheplerin hadise ve hadislere bakış tarzı da her
dönemde İslam âleminin çoğunluğu oluşturan Ehl- Sünnet’ten farklıdır.
Elbette birinci gruptakilerin tümü İşid gibi hareket
etmemektedirler. Onların içinde İşid vb. örgütlerin ilk örnekleri sayılabilecek
gruplar yer aldığı gibi, Sünni ve Şiilerin büyük çoğunluğu da yer almaktadır.
Kuran’ın tarihsel olmadığına iman etmekle beraber 1. gruptakilerin tümünün İşid
gibi hareket etmemelerinin en büyük nedeni, onların yorum üst başlığı altında
toplanabilecek külli fıkıh kaideleri, siyaset-şeriyye, mesalih-ı mürsele, kıyas,
ictihad, istihsan ve takiyye gibi hukuki kavramsallaştırmalarda bulunmaları
ve bu kavramları yere ve zamana göre uygun bir şekilde işletebilmeleridir. Onlar
bu şekilde hareket ederek hem Kuran’ın evrensel olduğuna iman etmiş hem de
kendilerini korumuş ve devamlılıklarını sağlamış oldular. Ancak bugün gelinen
noktada İslam medeniyeti ve ümmeti bağlamında içinde bulunulan düşünsel ve
pratik kaos artık onları da etkilemektedir. Çünkü onlar içinde de her zaman
İşid vb. örgüt ve hareketlerin çıkma potansiyeli bulunmaktadır. Zira beraberinde
tutarsızlık ve çelişkiyi de barındırabilen sayısız yorumların zamandan zamana, mekândan
mekâna ve kişiden kişiye değişebilmesi olgusu; her zaman İşid gibi aynı kaynaktan
beslendiği halde 1. gruptaki diğer Müslümanlar gibi sözü edilen o kavramları
işletemeyen/işletmeyen yani yorumlamayı ve tarihselliği bir tarafa bırakıp güya
özcü davranan hareketlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bugünkü Müslümanlar genel manada içinde bulundukları halin kriz
hali olduğunda ittifak etmekteler. Ancak bu kaos halinin asıl nedenlerini bir
türlü doğru bir şekilde ortaya koyamayan Müslümanlar, bırakın bu durumdan
çıkmanın özgün yollarını bulmayı ve bunu gerçekleştirmeyi birbirleriyle aralarındaki
ayrılık ve çatışmaları uzun bir süre daha sürdüreceğe benziyor ve kendi
medeniyetlerinin kurdu olmaya teşne görünmekteler. Bizler söz ve görüntümüzle
birbirimize ne kadar iyi Müslüman olduğumuzu göstere duralım içinde bulunduğumuz
bu kaos ortamının en büyük müsebbibi Batıdır ve Siyonistlerdir retoriği artık biz
Müslümanlara da pek inandırıcı gelmemektedir. Bugünkü durumumuz bağlamında
onların hiçbir etkisi yoktur denilemese de bu kaosun önemli sebeplerinden
bazılarının kökleri İslam tarihin bazı dönemlerinde yaşanmış bazı siyasi-akidevi
olaylarda ve İslam medeniyetine ait değişik ilim dalına ait bazı eserlerde
yatmaktadır. Örneğin Şiiler ile Sünniler bu yüzyılda her iki taraftan tutucu ve
fundamentalist olanların engellemelerine rağmen bir çok defa bir araya geldiler
takrib, diyalog ve tekarub konularında onlarca toplantı, konferans ve sempozyum
düzenlediler. Bu bağlamda kurumlar açtılar üniversitelerde bölümler
kurdular. Fakat gelinen noktada Şiicilik
ve Sünnicilik hala İslam ümmeti arasında geçer akçe ve kullanılabilen değerli
bir ayrışma aracıdır.
Kaosun önemli sebeplerin başında ise Kuran ve hadise kaynak-içerik,
anlama-yorum ve evrensellik açılarından bakış açısı dolayımındaki farklılıklar,
onların çok değişik şekillerde yorumlanmış olması ve yorumlanabilmesi gelmektedir.
Ayrıca iç bünyeye ve yapıya bakmaksızın düşmanı daima dışarıda aramak tarih boyunca
hiçbir bir fayda sağlamamış ve düşünsel ve pratik sorun, tutarsızlık ve
çelişkilerimizin artarak katmerleşmesine sebep olmuştur. Hz. Osman’ın katli, Sıffın,
Cemel, Nehrevan savaşları, Kerbela Vakası, Harre Vakası, İbn Zübeyr ve Muhtar
es-Sakafi’nin Emevi devleti ile olan savaşları, Abbasiler döneminde yaşanan Fah
vakası, Ebü’l-Abbas es-Saffah’ın Emevi ailesine yönelik katliamları, Fatımi-Abbasi
savaşları, Eyyübi-Fatimi savaşları, Endülüs’te vali ve emirler, Murabıtlar ve Muvahhidler
ile bağımsız beyliklerin aralarında meydana gelmiş savaşlar, Memlüklü-Osmanlı
Savaşları, Osmanlı-Safevi savaşları ile günümüzde yaşanan Suriye savaşı; tarih
boyunca değişik zaman dilimlerinde ve coğrafyalarda bulunan ameli ve itikadi
mezheplerin, cemaatlerin ve partilerin birbirleriyle çatışmaları ve
çatıştırılabilmeleri böyle olmadığını göstermektedir. Bu olayların tümünde az
veya çok o günkü siyasetin etkisi olsa da neye inanıldığı, nasıl inanıldığı ve neyin
nasıl anlamlandırılıp yorumlandığı gibi sebepler de her zaman kullanışlı ve önemli
inanç ve düşünsel sebepler arasındadır.
Bu kaos haline bir dur denilmezse İslam aleminde her geçen gün
ateist Müslüman, deist Müslüman, gnostik Müslüman ve nihilist Müslüman gibi
kendi içlerinde çok derin çelişki ve tutarsızlıklar taşıyan huzursuz bireylerin
sayısının artması kaçınılmazdır. Hayatın her alanda sözüedilen bu Müslümanlarla
diğer Müslümanlar arasında bir çatışma, gerginlik ve ayrışma hali yaşanabilir.
Bu ilerisi için yeni bir tehlike arz etmektedir.
Yukarıda zikredilen durumların üstesinden gelinir mi gelinemez mi
bilinmez ama her sorumluğunun bilincinde Müslüman bireye şöyle bir öneride
bulunulabilir: Müslümanların bir an önce ellerini birbirlerinin yakasından
önkoşulsuz çekmeleri hem bireyler hem cemaatler hem de devletler olarak birlikte
tarihleri ve bugünleri üzerine, imanları ve bu imanları doğrultusunda gerçekleştirdikleri
eylemleri; kutsal metinleri ve onların yorumları üzerine dürüstçe kafa
yormaları ve ardından bunun sonucu olarak kendi kendilerine ve beraber yaşamak
zorunda oldukları kendileri dışındaki diğer insanlara ve devletlere bugün için ne
söyleceklerini belirlemeleri ve bunu net bir biçimde tutarlıca ve beraberce ifade
etmeleri gerekmektedir. Eğer bugün görüldüğü üzere İslam devletleri, kendi
ulusal çıkarlarını; İslami partiler partilerinin geleceğini, İslami cemaatler
cemaatlerinin geleceğini, Müslüman bireyler ise kendi huzur ve rahatlıklarını
İslam medeniyeti ve varlığına önceliyorlarsa yapılacak şey global ölçekte İslam
medeniyetini önceleyen birey, cemaat, parti ve devletlerle bu uğurda
birlikteliklerin sağlanmasıdır. Aslında ulus–devlet anlayışının, liberal
kapitalist ekonomik sistemin, demokratik yönetimlerin, bireyselleşmenin ve
konformizmin insan ve doğa için en iyisi olmadığının net bir biçimde ortaya
çıktığı bugünkü postmodern dönem bunun tam zamanıdır. Bu İslam aleminin belki
de son şansı. Yoksa bazılarının çalıştığı ve beklediği gibi İslam’da bir Batı’daki
gibi Protestanlık çıkmayabilir, çıksa çıksa eskiden İslam dinine mensup olup
gelecekte girecek din bulamayan veya girdiği tüm dinlerde huzuru bulamayan, medeniyetini
yitirmiş mutsuz milyonlar yığını çıkabilir. Yahut eskiden mezhep ve meşrep ayrılığı
şeklindeki sonuç, din ayrılığı bağlamına evrilebilir. Yani ortaya geçmişte
olduğu gibi İslam kaynaklı tek tük değil, kökünü İslam’dan alan birçok yeni güya
din çıkabilir.
BAKIŞ
YanıtlaSilHayat; paylaşmaktır. Maalesef emperyalistlerin rüyası ise biriktirmek olduğu için, negatif dediğimiz bütün olumsuzluklarda bundan kaynaklanmaktadır. Adalet ve huzur dediğimiz kavramlarda, biriktirmeye esir olmuş durumdadır. Bunun farkında olmalıyız.
Daima dün, bugün ve yarınların bir birleriyle bağlantısı vardır. Huzur, geçmişten geleceğe yaşanan tecrübelerden meydana gelen dün, bugün ve gelecektir. Huzur, adalet ve ahlaklı yaşamayı kültür haline getirelim ve sahip çıkalım. Kutsal olan insandır farkında olalım.
"Haksızlık karşısından, hakkından vaaz geçen, hakkıyla birlikte şerefini de kayb eder." (Hz.Ali (r.a.)) Zulme, zalime, haksızlığa, hukuksuzluğa asla teslim olmayacağız. Yaşamak, direnmektir şiarı ile hareket etmeliyiz. Çünkü hayat doğumdan ölüme kadar kesintisiz devam ediyor. Ölümden sonrada, bu dünyada yaptıklarımızın hesabı doğrultusunda ödül veya ceza verilecektir. Bilelim ve ona göre düşünelim!...
Yaratana kul olmayı bırakıp, maddiyata ve güce kul olmaya başlayanlar, kişilikleri ile birlikte her şeyini kayb etmiştir. "Rızık Allah'tandır." Unutmayalım!...
Yeter ki bir şeyler yapalım, çaba harcayalım.
Her ne olursa olsun, hislerden önce düşünce ile hareket edilmesi gerekir. Sebep ve sonuç ilişkisini sorgulayarak meselelere yaklaşmak lazımdır. Aksi durum, Şeytan ayrıntılarda gizlidir.
Özlü, kendisinin farkında ve sorumlulukların de bilinci olup, ilkeli yaşamdır. Bu tür hayat yaşayanların felsefesi, liyakat ve işin ehli kuralı gereğince "mekanları güzelleştirin ve çirkinleştiren insandır" bilinci ile hareket ederler. Düşünelim...
Beni bırakıp, biz kavramın içeriğini işlevsel hale getirelim, dünya ve berzah menfaatimizi onda arayalım. O zaman herkes huzurlu ve adaletli yaşam sürer.
Başımıza ne geldiyse, mal biriktirmekten kaynaklanan hırs ile nefsani emarenin hüküm sürmesinden vasıflı dır. Akıllı ve empatili hareket edelim, rezil yerine vezir olalım. Bilelim....