Şehba YAZICI*
GİRİŞ
İslâm Devletinin II. Halifesi Hz.
Ömer zamanında başlayan Afrika fetihleri, İslâm devletlerinin izlediği fetih
politikasının stratejik bir ayağı olmuştur. Yıllarca bu bölgeye yapılan
seferler neticesinde İslâm Afrika’da yayılma imkânı bulmuş ve dağınık yaşayan
kabileler İslâm’ı kabul ederek İslâm devletlerine bağlanmışlar ve merkezî bir
idareye tabi olmuşlardır.
Emevî hanedanının takip etmekte
olduğu Arapçı politika sebebiyle gayri Arap unsurlardan Müslüman olsalar bile
cizye alınması, devlet idaresinde söz sahibi olmalarına imkân verilmemesi ve
onların âdeta ikinci sınıf tebaa muamelesi görmesi, doğuda İranlılar ve Türkler,
batıda da Berberîler arasında hoşnutsuzluk meydana getirmiştir.[1]
Zamanla İslâm devletlerinin tek elden yönetilmelerinin getirdiği problemler neticesinde Abbasî Devleti zamanında bağımsız İslâm devletleri kurulmaya başlanmıştır. Hicrî V. yüzyılda bu zeminde kurulan devletlerden biri Murâbıtlar Devleti’dir.
Zamanla İslâm devletlerinin tek elden yönetilmelerinin getirdiği problemler neticesinde Abbasî Devleti zamanında bağımsız İslâm devletleri kurulmaya başlanmıştır. Hicrî V. yüzyılda bu zeminde kurulan devletlerden biri Murâbıtlar Devleti’dir.
Murâbıt isimlendirmesi hakkında birçok
mülahaza söz konusudur. Bazı tarihçiler bu
isimlendirmeyi, ıslah hareketinin başında Abdullah b. Yâsin’in (ö. 451/1059) Senegal
nehri havzasının yükseklerinde inşa ettirmiş olduğu ribatla[2] alakalandırırlar. Murâbıtlar,
davetleri esnasında muarız kabilelerle savaşmak için ribatta yetiştirilmiş ve
cihat hareketleri buradan başlatılmıştır. Murâbıtlar davet merhalesine geçmeden
önce ise bu ismin Veccâc b. b. Zellû (Zelvî) el-Lamtî’nin medresesinde bulunan
Malikî liderler topluluğuna verilen isim olduğu kaydedilmiştir. Murâbıtların
kurucusu olarak bilinen Abdullah b. Yâsin de bu medreseden çıktığı için Murâbıtlar
isimlendirmesini bu şekilde izah edenler olmuştur.[3]
Ayrıca devleti kuran kabilelerden Lemtûne’ye nispetle ed-Devletü’l-Lemtûniyye,
mensupları yüzlerini bir peçeyle örttükleri için el-Mütelessimûn, el-Mülessimûn
diye de isimlendirilmişlerdir.[4]
A. MURÂBITLAR DEVLETİ’NİN EMİRLERİ VE DÖNEMLERİ
1.
Abdullah
b. Yâsin Ve Kuruluş Dönemi
Kuzey
Afrika’da bulunan Berberîler III. (IX) yüzyılda İslâm’ı kabul etmişlerdi. Ancak
İslâmî hükümlere ve hayat tarzına vakıf değillerdi. İdarî olarak da bir
bütünlüğe sahip olmayan Berberîler, Murâbıtların kurulma sürecinde, yani V.
(XI) yüzyılın ilk çeyreğinde Zenâte kabilesinden müstakil emirlikler tarafından
yönetiliyorlardı. Bu emirliklerden biri olan Cüdale’nin reisi Yahyâ b. İbrâhim (ö.
259/873), hac ziyaretinin dönüşünde, Kayrevan’da Mâlikî fakihi Ebû İmrân
el-Fâsî (ö. 430/1039) ile görüşerek Müslüman olmalarına rağmen halkın
dinî bakımdan zayıf bir hayat yaşadığını anlattı. Bunun üzerine Ebu İmrân,
talebesi Veccâc b. Zellû’nun kendisine yardımcı olabileceğini söyledi. Veccâc
ise Kuzey Afrika bölgesinde tebliğ faaliyetlerini yürütmek üzere Abdullah b. Yâsin’i
görevlendirdi. Abdullah b. Yâsin, Yahyâ b. İbrâhim ile birlikte ilk olarak
Senhâce’nin Cüdâle koluna giderek tebliğ faaliyetlerine başladı. Ancak olumlu
bir sonuç elde edemedi. Namaz kılmayı ve zekât vermeyi kabul eden halk kısas,
recm ve hırsızlık sebebiyle el kesilmesi gibi cezaları reddediyordu. Bunun
üzerine Lemtûne bölgesine yönelen Abdullah b. Yâsin burada da davetine karşılık
bulamadı. Yahyâ b. İbrâhim’in yardımıyla arkadaşlarıyla beraber Senegal’de bir
adaya sığınarak burada bir ribat kurdu. Gönüllü olarak ribatta bir araya
gelenler eğitime tabi tutulmaya başlandı ve Murâbıt toplumunun temelleri burada
atıldı.[5]
Abdullah
b. Yâsin davetini ve derslerini buradaki öğrencileriyle sınırlamadı.
Yetiştirdiği ve görevlendirdiği öğrencilerini muhtelif kabilelere gönderdi.
Zamanla taraftar buldular ve sayıları artınca kendilerine Murâbıtlar denmeye
başlandı. Böylece Abdullah b. Yâsin ve destekçileri, teorik bir eğitim sürecini
geride bırakıp tatbik ve icra dönemine geçtiler. Abdullah b. Yâsin, öncelikle emr-i
bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker ilkesinin tatbikinin zorunlu olduğunu ilan
etti. Cihadın önemini vurguladı. Öğrencilerini, kendi kabilelerini Allah’ın
cezalandırmasıyla uyarmakla ve onlara Allah’ın emirlerini ulaştırmakla yükümlü
kıldı. Daveti kabul edenlere dokunulmayacağını, reddedenlerle ise mücadele
edileceğini ilan etti. Böylece Murâbıtlar’ın üç bin kişiden teşekkül ettiği
rivayet edilen ordusu, emredildiği gibi önce davette bulunup, kabul
etmeyenlerle savaşmaya başladılar. Başta Lemtûne kolu olmak üzere büyük Senhâce
kabilesinin tamamını itaat altına aldılar.[6]
Abdullah
b. Yâsin idareyi elinde bulundurmakla beraber askerî liderlik işini Yahyâ b. İbrâhim’e
bırakmıştı. O vefat edince Abdullah b. Yâsin, askerî liderliği Cüdâle
kabilesinden alarak Lemtûne’ye tevdi etti. Yahyâ b. Ömer el-Lemtûnî (ö. 448/
1056-1057) idaresindeki Murâbıt ordusu Mağrip’te siyasî ve dinî birliği sağlama
gayretlerine devam etti.
Dir’a
ve Sicilmâse âlimleri bir araya gelerek, kendilerini zalim Zenâte yöneticisi
Mesut b. Vândîn’in elinden kurtarmasını istedikleri bir mektubu Abdullah b. Yâsin’e
gönderdiler. İbn Yâsin bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve Dir’a ve Sicilmâse bölgelerinde
hâkimiyet sağlayarak Sahra’ya geri döndü. Bu esnada vefat eden Yahyâ b. Ömer’in
yerine kardeşi Ebu Bekir b. Ömer (ö. 469/1076) komutan tayin edildi. 448/1056
yılında Murâbıtlar, Ebu Bekir’in amcasının oğlu Yûsuf b. Tâfşîn’in (ö.
500/1106) komuta ettiği orduyla Sûs şehrinde bulunan Masmûdeliler üzerine
sefere çıktılar. Yûsuf, burada putperest ve Yahudi gruplarlar savaşarak bölgede
ehl-i sünnet inancının benimsenmesinin önünü açtı. 449/1057-58 yılında Murâbıtlar,
Ağmat bölgesini ele geçirdiler.[7] 451/1059 yılında putperest
Bergavatâ’nın elinde bulunan Tamesna üzerine yürüdüler ve burada yapılan
savaşlardan birinde yaralanan Abdullah b. Yâsin hayatını kaybetti. Cenazesi
Kerîfle adıyla bilinen yüksek bir yere defnedildi. Kabrinin yanına, bugün hala
ayakta olan bir mescit inşa edildi.[8]
Bundan
sonra Murâbıtların dinî ve siyasî liderliğini Ebu Bekir b. Ömer’in yürüttüğü
bilinmektedir. Bir rivayete göre Ebu Bekir’in liderliği İbn Yâsin’in vasiyetine
dayanmaktadır. Bir rivayete göre ise İbn Yâsin vefat etmeden önce dinî
liderliği Süleyman b. Harva isimli birine bırakmıştır. Ancak böyle birinin
varlığı kabul edilse bile, onun ancak iktidarı tam manasıyla eline alan ve
kendi adına para bastırdığı rivayet edilen Ebu Bekir’in yanında tali bir rol
oynamış olabileceği kabul edilmiştir.[9]
Murâbıtlar,
ortaya çıkmalarından itibaren çevrelerindeki Müslümanlar için kurtarıcı rolü üstlendiler.
Onlar, bulundukları bölgeleri çöküntü ve dini anlamdaki cehalet ve yarılış
uygulamalardan kurtarma misyonunu edindiler. Ahlakî anlamda oldukça zayıf olan
bölgede Murâbıtlar, zina, hırsızlık ve gasp gibi çeşitli suçları önlemeye
çalıştılar. Bu hususta had cezalarını yürürlüğe koydular. İbadetlerin yerine
getirilmesi için eğitim faaliyetlerinde bulundular. Bölgede üç asırdan beri
varlığını sürdüren Bergavatâ[10] Hanedanlığına ve
Fatimîlere bağlı Şii Cebeliyye emirliğine son verdiler. Bölgede Malikî fıkhını
tesis etmeye gayret ettiler.[11]
Hakkında
sınırlı bilgi olmakla beraber Abdullah b. Yâsin’in Berberî olduğu
bilinmektedir. Abdullah b. Yâsin'in Murâbıtlar devletinin doğduğu Sahra'ya
geçmeden önceki hayatı ile ilgili olarak verilen önemli bir bilgi, eğitim
amacıyla Mulüku't-Tavaif[12] döneminde Endülüs'te yedi
yıl kalmış olmasıdır.[13]
Tebliğ
gayesiyle başlayan Murâbıtlar akımının devletleşmeye giden sürecinde etkisi
olan dinî ve siyasî liderlerini şöyle sıralamak mümkündür: Yahyâ b. İbrâhim
el-Cudalî, Yahyâ b. Ömer el-Lemtûnî, Abdullah b. Yâsin, Ebu Bekir b. Ömer
el-Lemtûnî.
2. Yûsuf b. Tâfşîn Dönemi
(465-500/1073-1106)
Lemtûne
ile Cüdâle arasında çıkan bir ihtilaf üzerine Ebu Bekir, Fas bölgesinin
yönetimini Yûsuf b. Tâşfîn’e bırakarak Sahrâ’ya gitti. Yûsuf,
Ebû Bekir’in dönüşüne kadar geçen sürede onun 454’te
(1062) başlattığı Merakeş şehrinin yapımını büyük ölçüde tamamladı.
Ebû Bekir adına para bastırdı. Orduyu yeniden düzenledi.[14] Tanca’yı ele geçirdi ve
Cezayir’e kadar ulaştı. Ayrıca bu esnada bazı malî düzenlemelerde bulundu.
Ebu
Bekir ise gittiği bölgelerdeki ihtilafları çözmeye, fetih ve tebliğ
hareketlerini devam ettirmeye gayret etti. Geri döndüğünde Yûsuf onu ihtişamlı
ordusuyla karşıladı. Yûsuf’un bulunduğu bölgede güçlendiğini ve bir lider
olarak kabul edildiğini görünce Ebu Bekir, adamlarıyla yaptığı görüşmelerin
neticesinde liderliği tamamen Yûsuf’a bırakarak Sahra’ya çekildi. Büyük
Sahra’nın doğusunu boydan boya geçerek o sıralarda başkenti Gâne olan Sudan’da
ve Malî’de bulunan kabilelerin arasında İslâm’ın yayılması için çalıştı.[15] Lemtûne kabilesine dönen
Ebu Bekir’in burada 468/1076 yılında zenci kabileleriyle girdiği çatışmalardan
birinde hayatını kaybettiği rivayet edilmiştir. Yûsuf b. Tâfşîn’e savaş açarak
bu esnada öldürüldüğü de rivayet edilmiştir.[16]
Yûsuf
b. Tâfşîn, idaresi döneminde bazı isyanlarla uğraştı ve fetihlere önem verdi. Marakeş’i
başkent haline getirdi. Rîf bölgesinden Tanca’ya bütün Kuzeybatı Mağrip’i
fethetti. Tilimsan bölgesine sığınmış olan Zenâte kabilesini kontrol altına
aldı. Cezayir’e girdi ve orada imar faaliyetlerinde bulundu. Yaklaşık otuz yıl
devam eden mücadelelerinin neticesinde Mağrip’te birliği sağlamayı başardı.[17] Mağrib-i Aksâ ve Mağrib-i
Evsat, Büyük Sahrâ ile birlikte tarihte ilk defa Murâbıtlar Devleti’nin
egemenliği altında birleşmiş oldu.[18] Uzun bir muhasaradan
sonra Sebte’yi fethetti ve Murâbıt ülkesini Atlas Okyanusundan Tunus’a kadar
genişletti.[19]
Kastilya
ve Aragon Krallıkları karşısında zor durumda kalan Endülüs Müslümanları Yûsuf
b. Tâfşîn’den yardım istediler. On üç Endülüs emirinin imzasının bulunduğu
davet mektubuna kayıtsız kalmayan Yûsuf, Endülüs’e geçti ve 479/1086 yılında
Kastilya Kralına karşı kesin bir zafer kazandı.[20] Zellâka denen yerde
meydana geldiği için bu ismi alan savaşta elde edilen büyük başarı Endülüs
Müslümanlarını yok olmaktan kurtardı. Bu zafer, XII. yy gibi erken bir dönemde
başarıya ulaşabilecek olan “reconquista” hareketinin iki yüzyıl
gecikmesini sağlayan bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir.[21]Ancak Müslümanların bu
zaferi iyi değerlendiremedikleri kaydedilmiştir. Yûsuf’un oğlunun ölümü üzerine
Endülüs’ten hemen ayrılması, başarısını ileri götürememesine gerekçe olarak
gösterilmiştir. Bir görüşe göre Zellâka zaferinin değerlendirilmiş olsaydı, bugün
dahi tüm Avrupa müslüman olabilirdi.[22]
Bu
zaferin ardından Abbasi halifesi Muktedî Billah tarafından Yûsuf b. Tâfşîn’e
menşur verilmiş ve “Nasır Lidinillah” ile “Emîru’l-Müslimîn” unvanları tevdi
edilmiştir. Bundan sonra iki defa daha Endülüs’e geçen Yûsuf, Sarakusta
Hûdîleri hariç tüm Endülüs beyliklerinin topraklarına hâkim oldu. Son Endülüs
seferinde, oğlu Ali’yi veliaht tayin ederek Marakeş’e döndü ve 500/1106 yılında
burada vefat etti.[23]
Yûsuf
b. Tâfşîn’i Murâbıtlar devletinin kurucusu olarak kabul edenler mevcuttur.
Bazılarına göre ise onun dönemi Murâbıtlar’ın genişleme ve gelişme dönemidir. Yûsuf,
İslâm Tarihi’nin iz bırakan önemli liderlerinden biridir. Tamamen parçalanmış,
anarşinin hüküm sürdüğü topraklarda düzeni tesis etmiş ve Endülüs emirleri olan
Müslümanlara uyguladığı şiddete rağmen kendisine bir mücahit ve asileri tedip
eden bir hükümdar gözüyle bakılmıştır. Yûsuf, ulemâya değer vermiş ve onları
başta istişare meclisi olmak üzere devletin önemli kademelerinde
bulundurmuştur. Yûsuf b. Tâşfîn’in isteği üzerine Ebû Bekir
İbnü’l-Arabî’nin babası Ebû Muhammed İbnü’l-Arabî tarafından bizzat Gazzâlî (ö.505/1111) ile görüşülerek fetva sorulduğu ve
Gazzâlî’nin bu fetvaya, el-Fetâvâ adlı eserinde yer verdiği kaydedilmiştir.[24] Gazzâlî’nin onun şöhretini duyarak Mağrip’e
yerleşmek istediği, ancak vefatını duyunca vazgeçtiği rivayet edilmiştir.[25]
3.
Ali b. Yûsuf b. Tâfşîn Dönemi (500-537/1106-1143)
Yûsuf
b. Tâfşîn’in sağlığında Ali b. Yûsuf’a (ö. 537/1143) yapılan biat Kurtuba
şehrinde 496/1102 yılında tamamlanmıştı. Ali b. Yûsuf’un, en büyük çocuk
olmadığı halde liyakati hasebiyle babası tarafından seçildiği rivayet
edilmiştir. Yûsuf b. Tâfşîn ona, Atlas Okyanusu sahillerinde ve içerilerinde
yaşayan Mesamide kabilelerine kötü davranmamasını, Saragossa’da Hudîlerle[26] sulh yapmasını ve Kurtuba
halkına iyi davranmasını vasiyet etmiştir. O da babası gibi “Emiru’l-Müslimîn”
unvanını aldı. Hristiyan tehlikelerine karşı mücadele ederek babasının
siyasetini izledi. Bir taraftan VI. Alfonso liderliğindeki Hristiyanlara, diğer
taraftan Mehdi b. Tumart (ö. 524/1130) tarafından kurulan Muvahhidler’e karşı
mücadele verdi. Ikliş (Ucies) savaşında Hristiyanları hezimete uğrattı.
Hristiyanları Endülüs’ten temizlemeyi hedefledi ve bu doğrultuda Tuleytula’yı
muhasara etti. Ancak Hristiyanlar Endülüs’ün en sağlam kalelerinden Eyüp
kalesini istila etmişler ve Saragossa’yı ele geçirmişlerdi. Ali b. Yûsuf Kurtuba
halkı ile Murâbıtlar ordusu arasında çıkan büyük kargaşa ile de uğraştı ve
onlarla savaşmaya karar verdi. Ancak araya girenlerin çabalarıyla sulh
sağlandı.[27]
Muvahhidler’e
karşı bu dönemde zaman zaman zafer kazanılmışsa da Ali b. Yûsuf’un son yıllarında
Mağrip’teki merkezlerin büyük bir kısmı Muvahhidler’in eline geçti. Otuz yedi
yıl hüküm süren Ali, büyük ölçüde Mâlikî fakihlerinin tesiri altında kalarak
kelâm ve felsefeyi yasakladı. Bu dönemde Malikî mezhebine mensup fakihlerin
içtihat dolu kitaplarına aykırı düşen fikrî mütalaalar taşıdıkları gerekçesiyle
bazı kitapların yakıldığı, Yûsuf b. Tâfşîn taraftarlığıyla bilinen Doğu âlimlerinin
kabul ettiği Gazzâlî’nin eserlerinin dahi Mağrip ve İspanya’da kara listelere dâhil
edildiği ve bazen de meydanlarda yakıldığı rivayet edilmiştir. Ali b. Yûsuf
imar işlerine önem vermiş, Marakeş şehri genişletip büyük bir başşehir haline
dönüştürmüştür.[28]
4.
Tâfşîn b. Ali b. Yûsuf Dönemi (537-541/1143-1146)
Ali
b. Yûsuf ölünce yerine oğlu Tâfşîn geçerken diğer oğlu Marakeş tahtına oturdu. Tâfşîn
Muvahhidlerin o sıralardaki lideri Abdülmümin b. Ali ile karşı karşıya geldi ve
Tâfşîn Vehran şehrine çekilmek zorunda kaldı. Onu takip eden Muvahhidler
Vehran’ı kuşattılar. Tâfşîn şehrin dışında bir dağın tepesinde bulunan ribata saklandı.
Ancak Muvahhidler onun orada olduğunu öğrendiler ve ribatın kapısını yaktılar. Tâfşîn
kaçmaya çalışırken atıyla beraber uçuruma yuvarlandı. Muvahhidler Tâfşîn’in
arkadaşlarını öldürdüler ve başını merkezleri olan Tinmal’a götürdüler.
539/1144-1145 yılında Tâfşîn’in ölümü üzerine kardeşi İshak b. Ali b. Yûsuf
başa geçti.[29]
5.
Murâbıtların Yıkılışı (541/1146-1147)
Tâfşîn’in
ölümünün ardından oğlu İbrâhim’e biat edildi. İbrâhim küçük yaşta olduğu için
amcası İshak liderliğini tanımadı. Bunun üzerine Merakeş’te iç savaş başladı.
İyiden iyiye güçlenen Muvahhidler, karışıklıktan da faydalanarak başta Fas
olmak üzere bazı şehirleri ele geçirdiler. İbrâhim b. Tâfşîn ve İshak b. Ali’yi
öldürerek 541/1147 yılında Murâbıtlar’ı ortadan kaldırdılar. Endülüs’te Murâbıt
hâkimiyetini tekrar kurmaya çalışan Benî Gāniye’den Endülüs Valisi Yahyâ b. Ali
el-Messûfî’nin 543’te (1148) Gırnata’da ölümüyle Endülüs’teki Murâbıt
hâkimiyeti de sona ermiş oldu. Murâbıtlar Devleti’nin çöküş süreci yirmi beş
yıl gibi kısa bir süreye yayılmıştır.[30]
Endülüs’te
yoğun Hristiyan akınlarının ve Muvahhidler’in aleyhlerindeki faaliyetlerinin
Murâbıtlar'ın yıkılma sürecinin en önemli iki amili olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle
Sarakusta’nın düşüşünden sonra Murâbıtlar’ın üst üste aldıkları yenilgiler,
onların Müslümanlarn nezdindeki imajlarını büyük ölçüde zedelemiştir. Önceleri
Murâbıtlar “kurtarıcı” olarak görülürken bu yenilgi sonrasında Endülüslü
Müslümanlar tarafından “istilacı” olarak anılmaya başlamışlardır.[31] Dış işlerde Muvahhidler
ve Endülüs Hristiyanlarıyla uğraşan Murâbıtlar’ın iç işlerinde de durum kötüye
gitti. Yûsuf b. Tâfşîn döneminde başlayan idare sistemi zamanla bozuldu ve
ulema ve asker sınıflarında bulunanlar görevlerini suistimal etmeye başladılar.
Bu durum toplumda güvenlik zafiyeti meydana getirdi. Mal ve hürriyetleri
tehlike altına giren halk her an isyana hazır hale gelmişti. Bu gergin ortamda
Murâbıtlar Devleti daha fazla dayanamadı. Bugün Cezayir’in güneyindeki Tavârig
(Tuareg) denen halk toplulukları Murâbıtların torunlarıdır.[32]
B. MURÂBITLAR DEVLETİ’NDE İDARE VE SOSYAL HAYAT
1. Devlet Ve Toplum İdaresi
Murâbıtlar
Devleti Berberîlerin dünya tarihinde iz bırakan ilk büyük siyasî
yapılanmalarıdır.[33] Bu Devlet, Batı Sahra’lı
Berberler’le dinî doktrin ve liderliğin birleşmesinden ortaya çıkan bir
oluşumdur.[34]
Murâbıtlar Devleti, tebliğ ve ıslah gayesine matuf faaliyetlerle başlamış,
askerî hareketle devam etmiş, daha sonra devletleşme sürecine girmiştir.
Dolayısıyla onlar, idare sistemlerini tebliğ ve cihat zemini üzerine
kurmuşlardır. Özellikle ilk dönemlerde yapılan savaşlar İslâm’ın cihat prensibi
çerçevesinde yapılmıştır. Özellikle Abdullah b. Yâsin ve Yûsuf b. Tâfşîn’in
döneminde gerçekleşen birçok savaşta siyasî hedeflerden ziyade dinî hedeflerin
ön planda olduğu görülmektedir. Yûsuf b. Tâfşîn’in gayesinin Allah rızası
olduğu göstermesi amacıyla kazandığı Zellâka Savaşı’nın ganimetlerini Marakeş’e
nakletmemesi bu bağlamda örnek gösterilebilir. Savaşlarda elde edilen ganimetler
İslâm hukukuna göre taksim edilmiştir.
Yûsuf
b. Tâfşîn, Abbasî Halifesinden “Emîrü’l-Müslimîn” unvanını alana kadar Murâbıt
hükümdarları “Emîr” olarak anılmışlar ve sikkelere isimlerini böyle
basılmıştır.[35]
Murâbıtlar bağımsız bir devlet olmalarına rağmen Abbasî halifelerine manevî
bağlılık ve saygı göstermişlerdir. Hatta bazı kaynaklara göre, Yûsuf, Hz.
Peygamber’in soyundan olan Abbasîler ve Emevîler kullandığı için
“Emîrü’l-Mü’minîn” unvanını kullanmaktan imtina etmiştir. İdarî işlerinde
Murâbıtlar’ın kendi hükümdarları söz sahibi olmakla beraber manevî otoritede
nihaî merci olarak Abbasî Halifesini kabul etmişlerdir.
Yûsuf
b. Tâfşîn’in oğlunu veliaht tayin etmesiyle verasete dayalı saltanat usulüne
geçilmiştir. En büyük çocuğun seçilmesi şart değildir. Emir, devlet adamlarıyla
yaptığı istişare çerçevesinde en liyakatli oğlunu veliaht tayin eder. Seçilen
yeni Emir’e sırasıyla hanedana mensup erkekler, emirler, kabile reisleri ve
devlet memurları biat ederler, sonra devletin Mağrip ve Endülüs’teki
merkezlerine bu biatı ihtiva eden bir ahitname gönderilirdi. Bu ahidname
camilerde okunur, bu yolla halktan da biat alınırdı. Abbasi halifesi ile yazışma
yapılır, biatı onayladığını bildiren ve yeni hükümdarı tebrik eden menşur
alınırdı.[36]
İstişarî
meclis devlet ricalinden oluşuyordu. Oldukça nüfuzlu olan Fıkıh âlimleri meclisin
en seçkin üyelerindendi.[37] Siyasî ve askerî görevler
genellikle Lemtûne ve Cüdâle kabilesi liderlerine verilirdi. Vezir
unvanı taşıyan divan kâtiplerinin bir kısmı askerî sınıftan ve sultanın yakın
akrabaları arasından, Dinî, adlî görevlerle divanlarda umumiyetle Endülüslü
ilim adamları istihdam edilirdi. Merkez teşkilâtında görevli emîrlerin başında
yer alan el-vezîrü’l-kebîr çeşitli devlet işlerini yürüten ve vezir unvanı
taşıyan divan kâtiplerinin başkanıydı. Bu divanlardan Dîvân-ı İnşâ devlet
yazışmalarını, Dîvân-ı Ganâim ve Nafakāt-ı Cünd askerî işleri, Dîvân-ı Darâib
malî işleri yürütür, Dîvân-ı Müstahlas devlet arazilerinin yönetimiyle
ilgilenirdi.[38]
Kadılık,
devletin önemli müesseselerindendir. Devlet başkalarınca önemsenen ve itibar
gören âlimler, bu kadrolarda görevlendirilmiştir. Kadı, Beytülmalden harcama yapma
hakkına sahiptir. Harcama yetkisi genellikle camilerin onarımı ve bakımı gibi
giderler çerçevesindedir. Kadı, savaşlarda mutlaka askerler beraber bulunur,
tüm cihat faaliyetlerine katılırdı. İstişare meclisinin üyesiydi. Emir ile kadı
arasındaki halkayı vezir/Emir’in kâtibi teşkil ederdi. Fiilî idare kadılar
aracılığıyla icra edilmekteydi. Kadı gücünü kanunlardan almaktaydı. Kanunlardan
ayrılırsa kendisi de yargılanırdı.[39]
Ehlisünnete
önem veren Murâbıtlar, Kuran, hadis ve Malikî fıkhına
odaklanmıştır. Katı bir disiplinle,
Kur’an’ın hukukî cezalarının yeniden tesisine gayret etmişlerdir. Murâbıtların
cezaları uygulamada kararlı ve katı olmaları, fikrî altyapılarının dayandığı
Abdullah b. Yâsin ile ilişkilendirilebilir. Abdullah b. Yâsin’in, dinî
hükümlere sıkıca bağlı ve uygulamalarında tutucu olduğu anlaşılmaktadır. Abdullah
b. Yâsin çöle doğru Yahyâ b. İbrâhim’e ilk defa katıldığında fıkhî olarak
mülkleri helal olmayabilir diye Senhâce’deki ev sahiplerinin ikram ettiği sütü
ve eti reddetmiş ve kendini henüz ıslah edilmemiş olan mahallî İslâm’dan tecrit
etmiştir. Yalnız yabanî yiyeceklerle beslenmiş ve yün elbise giymiştir. Senhâce
kabilesinin mallarının üçte birini alarak onları helal hale getirmeyi
amaçlamıştır. Kurduğu Aratnanna şehrinde, evlerden hiçbirinin boyu diğerlerinden
daha yüksek değildir.[40]
Cezalandırma hususunda da Abdullah b. Yâsin’in taviz vermediği ve sert bir
tutum takındığı nakledilmiştir. O, başarılı komutanı Yahyâ b. Ömer’i savaşta,
komutanın vazifesine aykırı olarak çarpışmaya girdiği gerekçesiyle 20 kırbaçla
cezalandırmıştır. Yahyâ cezayı kabul etmiştir ki bu aynı zamanda,
taraftarlarının Abdullah b. Yâsin’e olan bağlılıklarını göstermesi bakımından
mühim bir örnektir.[41]
Murâbıtlar’ın ilk tebliğ dönemlerinden itibaren yalan söyleyen ve
içki içen yetişkinler cezalandırılmaya başlandı. Ribata girenler önce eski
günahlarının cezasını çekiyordu. Namaza geç gelmek, namazın bir kısmını
kılmamak, birinin camide sesini yükseltmesi kırbaçla cezalandırılmaya başlandı.
Müzik aletleri kırıldı ve yasaklandı, şarap dükkânları ve tavernalar kapatıldı.
İslâm hukukunca emredilmeyen vergiler kaldırıldı.[42] Dört
eşe kadar evlilik yürürlüğe koyuldu.[43]
Murâbıtlar’ın izledikleri cihat politikası iç ve dış olmak üzere
iki yönlüydü. Özellikle ilk zamanlarda cihat faaliyetleriyle Müslüman
kabilelerin din anlayışlarının ve yaşantılarının ıslah edilmesi hedefleniyordu.
Söz konusu kabilelere tebliğ yapılsa da genellikle onlarla Murâbıtlar arasında
çatışmalar meydana geliyordu. Murâbıtlar’ın diğer müslüman kabilelere karşı
oldukça sert bir politika izledikleri, şiddet ve baskı uyguladıklarına dair
birçok rivayete rastlamak mümkündür. Mesela Avadagast şehri fethedildiğinde
(446/1054-1055) yerleşik halka ait mülklere el konulduğu, kadınlarına tecavüz
edildiği ve âlim bir hacının öldürüldüğü kaydedilmiştir. Yûsuf b. Tâfşîn’in
462/1070 yılında Fez’i aldığı zaman üç bin Zenâte mensubunun camilerde öldüğü
söylenir.[44]
Hitti, XII. asrın başlarında görülen mutaassıp müslümanların dinî hiddet ve
gayretlerinin bir patlama gösterdiğini ve bu nedenle birçok Hristiyan, Yahudi
ve hatta liberal düşünceli bir takım Müslümanların eziyet çektiğini iddia
etmektedir.[45]
Buna göre Yûsuf b. Tâfşîn, fakihlerinden aldığı bir fetva üzerine Granada
(Gırnata) şehrinde Mozarab’ların[46]
elindeki oldukça güzel bir kiliseyi yıktırmıştır. Aynı zümreye dâhil Granadalı
Hristiyanlar, kuzeydeki Hristiyan hükümdarlar ile haberleştikleri gerekçesiyle
ya kılıçtan geçirilmişler ya da Mağrib’e sürgün edilmişlerdir.[47]
2.
Ekonomik Hayat
Murâbıtların
yerleşim bölgelerinde suya erişim imkânı kısıtlıydı. Kurak bölgelerde yetişmesi
ve az su istemesi nedeniyle arpa ekimine ağırlık veriyorlardı. Hurma önemli
ürünlerdendi ve özellikle Sicilmâse hurma yetiştiriciliğinde önemli bir
şehirdi. Ayrıca kabak, karpuz, salatalık, mısır, pamuk ve şeker kamışı üretimi
yapılıyordu. Tarımda develerin çektiği saban kullanılıyordu. Bölgede yetişen en
önemli ürün ise tuzdu. Tuz ekonomik hayatta önemli bir yere sahipti. Tuzu
kayalar halinde çıkardıkları tuzları küçük parçalar halinde kesiyor ve altın
veya gümüşler değiş tokuş ediyorlardı. Evlîl ve Tefârî gibi bölgelerden
çıkarılan tuz Gana ve Sudan’a taşınmaktaydı. Bitkilerin kabuklarından çıkardıkları
yağı yemek pişirmede ve kandilleri yakmada kullanıyorlardı. Elde ettikleri yağı
kumla karıştırarak evlerin duvarlarını sıvıyorlardı. Bunun sebebi evin içine
şiddetli sıcağın geçmesine mani olmaktı. Bu yöntemin bir tür yalıtım yöntemi
olduğunu söyleyebiliriz. Kabak kabuklarından kaplar yaparak bunları tuzluk ve
baharatlık olarak kullanıyorlardı. Hayvanlardan başta deve olmak üzere, inek,
koyun, keçi, at, katır ve eşekten faydalanılıyordu. Balını almak ve mum
yapımında faydalanmak gayesiyle arılara önem veriyorlardı. Tüy, pamuk ve yünden
elbise yapıyorlardı.[48]
Murâbıtlar
Dînâr adını taşıyan mâdeni para kullanırlardı. Bu paraların bir yüzünde Murâbıtlar’dan
Emîrü’l-Müslimîn, diğer yüzünde Abbasî halifelerinden İmam unvanıyla bahseden
basılmış sikkeler bulunmaktaydı. Kastil ve Leon Kralı VIII. Alfonso bu
sikkeleri kendi ülkesinde kullanmış ve üzerine Hristiyanlıkla ilgili bir takım
kelimelere darp ettirmekle birlikte Arap harfleriyle yazılı bazı cümleleri
yerinde bırakmıştır.[49]
3. Sosyal Hayat
İlk
Murâbıt liderleri sade ve gösterişsiz bir hayat tarzı benimsemişlerdi. Ancak
zamanla gelişen ekonomi sayesinde toplumda zengin bir sınıf meydana geldi ve
kölelerin sayısı arttı. Murâbıtların yaşam standartlarını değiştirmek
istemelerinde Endülüs’e yaptıkları seferlerde oradaki yaşamın ihtişamını ve
konforunu görmelerinin etkisinden söz edilir.
Toplumun
temeli aile olmakla beraber çok eşliliğin yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle Abdullah b. Yâsin’in çok eşliliği özendirmek gayesiyle sık sık
evlenip boşandığına dair rivayetler mevcuttur. Dört eş uygulamasının
getirilmesi, daha önce mevcut olan dörtten fazla kadınla evliliği yasaklamaya
yönelik olabileceği gibi kadınların bekâr kalmalarının istenmemesiyle de
alakalı olabilir. Nitekim dinamik bir biçimde sürdürülen savaşlar nedeniyle
toplumda kadın nüfusunun erkek nüfusundan daha kalabalık olduğu kaydedilmiştir.[50]
Çölde
ve taşrada yaşayan kabilelerin geleneklerinin bir yansıması olarak kadın, özel
ve sosyal hayatta seçkin bir konuma sahiptir. Kadın, özellikle ziraat ve
hayvancılık gibi işlerde çalışmak için hareket özgürlüğüne sahiptir. Zengin
kadınların örtünmeleri daha önemliyken diğer kadınların peçesiz dışarı
çıkmaları ayıplanan bir tutum değildir. Görüşleri isabetli ve akıllı kadınların
varlığından söz edilir. Bunlardan biri Yûsuf b. Tâfşîn’in eşi Zeyneb bt.
İshak’tır. Onun Yûsuf b. Tâfşîn’in hükümdarlığını kurmasında ve güçlenmesinde
önemli bir payı olduğu kaydedilmiştir. Murâbıtlar’ın çöküşünde kadınların etkin
bir role sahip olduğuna dair görüş tenkit edilmiştir.[51]
Âlimlerin
ve fakihlerin önemi haiz olan Murâbıtlar toplumundan birçok ilim adamı
yetişmiştir. Kıraat ilminde Ebü’l-Hasan İbnü’l-Bâziş, oğlu Ebû Ca‘fer
İbnü’l-Bâziş, İbn Azîme el-İşbîlî, Ebû Abdullah Muhammed b. Saîd el-Makkarî ve
Ahmed b. Muhammed el-Lahmî ile tefsirde İbn Atıyye el-Endelüsî ve Ebû Bekir
İbnü’l-Arabî bunların en önemlileridir. Devrin hadis âlimlerinin başında
Endülüs muhaddislerinin imamı sayılan Ebû Ali es-Sadefî, Ebû Ali el-Gassânî,
Ebû Abdullah Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî, Ebü’l-Velîd İbnü’d-Debbâğ, Ebû Bekir
İbnü’l-Arabî, Kādî İyâz, Abdullah b. Ali er-Ruşâtî, Ebü’l-Kāsım Ahmed b. Ömer
et-Temîmî ve İbnü’s-Sakr el-Hazrecî gelmektedir.[52]
Bunların dışında Coğrafya ve Tıp bilimlerinde yetişen âlimlerden ve onların
kaleme aldıkları bazı önemli eserlerden söz edilir.[53]
4. Mimarî Ve Sanat
Özellikle
Emevîlerin güçlü motiflerinden sonra Murâbıtlar’ın sanatı oldukça zayıf
kalmıştır. Murâbıtlar müsrif/israfa kaçan süslemelerden sakındılar. Bunda
tercih ettikleri zahit ve münzevi ribat hayatının etkisinden söz edilebilir.
Görkemli saray ve anıtlar yapmaktan kaçınmışlardır. Bu dönemin temel/main
mimarî motifi at nalı kemerlerdir. Kare şeklinde ve seyrek süslenmiş minareler
genellikle mihrabın köşesine konumlandırılmıştır. Murâbıtların döneminden
ayakta kalabilen/günümüze ulaşan en önemli yapı Cezayir’in Tlemsen şehrinde
bulunan Büyük Cami’dir. 1082 yılında inşa edilen caminin 1136 yılında yapılan
restorasyonunda Murâbıt mimarisine sadık kalınmamıştır. Mihrabının oldukça
süslü olması bundan kaynaklanmaktadır.[54]
Şiir,
toplum hayatında önem verilen bir sanat dalıdır. Emirlerin desteği sayesinde
şairler itibar kazanmışlardır. Murâbıt Emirlerinden özellikle Ali b. Yûsuf’un
şiire önem verdiği ve şairlerin eserlerini ona sunmak için yanına Murâbıtların
içinde yetişen hattat, şair ve mimarlar, himaye yoluyla Kuzey Afrika
medeniyetinin filizlenmesine zemin oluşturmuştur.[55]
KAYNAKÇA
Adıgüzel,
Adnan, “Abdullah B. Yasin Ve Murabıtlar Hareketi”, İslâmî İlimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 13, s. 49-67.
Altundağ,
Şinasi, “Murâbıtlar”, MEB İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1979, Cilt: 8, s.
580-586.
Butşiş,
İbrâhim el-Kadiri, el-Magrib ve'l-Endelüs fî Asri'l-Murabıtin, Beyrut,
Dârü't-Talia, 1993.
Dendeş,
İsmet, Hizmetli, Mustafa, “Murabıtlar Döneminde Kadınların Siyasi Rolleri”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XLI, s. 473-484.
Esposito,
John L, Oxford İslam Sözlüğü, çev. Nurullah Koltaş, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2013.
Fisher,
Humphrey, “Batı Ve Merkezi Sudan İle Doğu Afrika”, İslâm Tarihi Kültür Ve
Medeniyeti, çev. Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997.
Hasan,
Hasan Ali, el-Hadaretü’l-İslâmiyye fî’l-Magrib ve’l-Endelüs:
Asrü’l-Murabıtin ve’l-Muvahhidin, Kahire, Mektebetü’l-Hanci, 1980.
Hasan,
İbrahim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail
Yiğit, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 1992.
Hitti,
Philip K, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul,
İFAV Yayınları, 2011.
İnan,
Muhammed Abdullah, Asrü'l-Murabıtin ve'l-Muvahhidin fi'l-Magrib
ve'l-Endelüs, Kahire, Lecnetü't-Telif ve't-Terceme ve’n-Neşr, 1964.
Karlığa,
H. Bekir, “Gazzâlî (Eserleri)”, DİA, 1996, Cilt: 13, s. 518-530.
Mahmûd,
Hasan Ahmed, Kıyamu Devleti'l-Murabıtin, Kahire,
Dârü'l-Fikri'l-Arabi, t.y.
Özaydın,
Abdülkerim, “Abdullah b. Yâsîn”, DİA,
1998. Cilt: 1, s. 142.
Özdemir,
Mehmet, “Yûsuf b. Tâfşîn”, DİA, 2013,
Cilt: 44, s. 30-32.
Özdemir,
Mehmet, “Zellâka Savaşı”, DİA, 2013,
Cilt: 44, s. 222-223.
Sallâbî,
Ali Muhammed, Abbasiler Dönemi
Murabıtlar Devleti, çev. Ayhan Ak, İstanbul, Ravza Yayınları, 2010.
Şahin,
Seyhun, Sansar, Fatih, “Endülüs’ün Düşüşünde Aragon Krallığı’nın Rolü”, http://cahij.com/Makaleler/34982928_Seyhun%20%C5%9EAH%C4%B0N,%20Fatih%20SANSAR-s.165-178..pdf
(15.06.2017)
Yıldız,
Hakkı Dursun, “Berberîler”, DİA,
1992, Cilt: 5, s. 478-483.
Yiğit,
İsmail, “Murâbıtlar”, DİA, 2006, c.
31, s. 152-155.
*İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi Ve
Sanatları Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.
[1] Hakkı Dursun
Yıldız, “Berberîler”, DİA, 1992,
Cilt: 5, s. 478.
[2] Ribât: Sınır
boylarında ve stratejik mevkilerde askerî amaçlı müstahkem yapılara verilen
addır. Ribatlar askerî eğitimin yanı sıra ibadetlerin ver ilmî faaliyetlerin
icra edildiği mekânlardır ve buradan yetişen askerlere “Murâbıt” denmiştir.
(Bkz. İsmail Yiğit, “Ribât”, DİA,
2008, Cilt: 35, s. 76-79.)
[3] İbrâhim
el-Kadiri Butşiş. el-Magrib ve'l-Endelüs fî Asri'l-Murâbıtin, Beyrut,
Dârü't-Talia, 1993, s. 7.
[4] İsmail Yiğit,
“Murâbıtlar”, DİA, 2006, c. 31, s.
152.
[5] Abdülkerim
Özaydın, “Abdullah b. Yâsîn”, DİA,
1998, Cilt: 1, s. 142; Yiğit, “Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 52.
[6] Hasan Ali
Hasan, el-Hadaretü’l-İslâmiyye fî’l-Magrib ve’l-Endelüs: Asrü’l-Murâbıtin
ve’l-Muvahhidin, Kahire, Mektebetü’l-Hanci, 1980, s. 20-22.
[7] Ali Muhammed
Sallâbî, Abbasiler Dönemi Murâbıtlar
Devleti, çev. Ayhan Ak, İstanbul, Ravza Yayınları, 2010, s. 79, 80.
[8] Özaydın,
“Abdullah b. Yâsîn”, Cilt: 1, s. 142.
[9] Şinasi
Altundağ, “Murâbıtlar”, MEB İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1979, Cilt:
8, s. 581.
[10] Bergavatâ:
Bölgede zuhur eden yeni dinlerden biri olarak kabul edilmiştir. Mensupları
Yakuş adı verilen bir tanrıya tapıyor ve Sâlih adlı birini de peygamber olarak
kabul ediyorlardı. (Bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Berberîler”, DİA, 1992, Cilt: 5, s. 482.)
[11] Adnan Adıgüzel,
“Abdullah B. Yâsin Ve Murâbıtlar Hareketi”, İslâmî İlimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 13, s. 51.
[12]
Mülûkü’t-Tavâif: Endülüs’te 1031-1090 yılları arasında hüküm süren emirlikler
(Bkz. Mehmet Özdemir, “Mülûkü’t-Tavâif”, DİA,
2006, Cilt: 31, s. 553-556).
[13] Adıgüzel, “Abdullah
B. Yâsin Ve Murâbıtlar Hareketi”, s. 57.
[14] Mehmet
Özdemir, “Yûsuf b. Tâfşîn”, DİA, 2013,
Cilt: 44, s. 30.
[15] Muhammed
Abdullah İnan, Asrü'l-Murâbıtin ve'l-Muvahhidin fi'l-Magrib ve'l-Endelüs, Kahire,
Lecnetü't-Telif ve't-Terceme ve’n-Neşr, 1964, s. 38.
[16] Altundağ,
“Murâbıtlar”, Cilt: 8, s. 581.
[17] Sallâbî, s.
89-93.
[18] Özdemir,
“Yûsuf b. Tâfşîn”, Cilt: 44, s. 30.
[19] Altundağ,
“Murâbıtlar”, Cilt: 8, s. 581.
[20] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 152.
[21] Mehmet
Özdemir, “Zellâka Savaşı”, DİA,
2013, Cilt: 44, s. 223.
[22] Hasan İbrâhim
Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit,
İstanbul, Kayıhan Yayınları, 1992, Cilt: 5, s. 151.
[23] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 152.
[24] H. Bekir
Karlığa, “Gazzâlî (Eserleri)”, DİA, 1996, Cilt: 13, s. 518.
[25] Altundağ,
“Murâbıtlar”, Cilt: 8, s. 583.
[26]
1039-1146yılları arasında Sarakusta (Saragossa) merkez olmak üzere Endülüs’ün
kuzeyindeki Sağrüla‘lâ (Aragon) bölgesinde hüküm süren bir Arap hânedanı. Bkz.
Mehmet Özdemir, “Hûdîler”, DİA, 1998, Cilt: 18, s. 301-302.
[27] Hasan,
Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, Cilt: 5, s. 156-159.
[28] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 153; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam
Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İFAV Yayınları, 2011, s. 741.
[29] Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal
İslâm Tarihi, Cilt: 5, s. 160.
[30] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 153.
[31] Seyhun Şahin,
Fatih Sansar, “Endülüs’ün Düşüşünde Aragon Krallığı’nın Rolü”, http://cahij.com/Makaleler/34982928_Seyhun%20%C5%9EAH%C4%B0N,%20Fatih%20SANSAR-s.165-178..pdf (15.06.2017)
[32] Hitti, s. 739.
[33] Hitti, s. 740.
[34] John L.
Esposito, Oxford İslam Sözlüğü, çev. Nurullah Koltaş, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2013, s. 257.
[35] Hasan Ahmed
Mahmûd, Kıyamu Devleti'l-Murabıtin, Kahire, Dârü'l-Fikri'l-Arabi, t.y,
s. 337.
[36] Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal
İslâm Tarihi, Cilt: 5, s. 147
[37]Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal
İslâm Tarihi, Cilt: 5, s. 348.
[38] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 152, 153.
[39] Mahmûd, Kıyamu
Devleti'l-Murabıtin, s. 370-374.
[40] Humphrey
Fisher, “Batı Ve Merkezi Sudan İle Doğu Afrika”, İslâm Tarihi Kültür Ve Medeniyeti,
çev. Kemal Kahraman, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1997, Cilt: 3, s. 234.
[41] Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal
İslâm Tarihi, Cilt: 5, s. 349.
[42] Fisher, “Batı
Ve Merkezi Sudan İle Doğu Afrika”, Cilt: 3, s. 234, 235; Esposito, s. 257.
[43] Bazı
rivayetlere göre Murâbıtlar kurulmadan önce toplumda dörtten fazla kadınla
evlenme yaygındı. Dolayısıyla bu kuralı dört eşle sınırlama olarak
değerlendirmek mümkündür.
[44]Fisher, “Batı
Ve Merkezi Sudan İle Doğu Afrika”, Cilt: 3, s. 235.
[45] Hitti, s. 741.
[46] Mozarab (Ar:
Musta’rab): Endülüs’te Hristiyan kalmakla beraber Müslüman yaşayış ve kültürünü
benimseyen zümredir.
[47] Hitti, s. 743.
[48] Sallâbî, s.
15-17.
[49] Hitti, s. 741.
[50] Butşiş. el-Magrib
ve'l-Endelüs fî Asri'l-Murâbıtin, s. 22.
[51] İsmet Dendeş,
Mustafa Hizmetli, “Murabıtlar Döneminde Kadınların Siyasi Rolleri”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XLI, s. 473-484.
[52] Yiğit,
“Murâbıtlar”, Cilt: 31, s. 153.
[53] Sallâbî, s.
286-291.
[55] Esposito, Oxford
İslam Sözlüğü, s. 257.
0 yorum:
Yorum Gönder