İslam öncesi Arabistan’da çetin hayat şartları ve geçim zorluğu
sebebiyle Araplar arasındaki öncelikli irtibat
şekli düşmanlıktı. Buna göre aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan iki Arap
kabilesi tabiî olarak birbirlerine düşman kabul edilmiştir. Dolayısıyla kabile
savaşları İslam öncesi Arabistan’ından toplumda rutin hale gelmişti. Öyle ki, Arap
câhiliyye hayatında en önemli sosyal hadiseler olarak Eyyâmü’l-Arab adı verilen kabile savaşları
kabul edilir. Savaş halinin devamlı geçerli olduğu bu şartlarda Araplar, hac ve
ticaret gibi zorunlu faaliyetlerini îfâ edebilmek için güvenli zaman
dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır ki, onlara bu imkânı İbrahim (as) zamanında tespit
edilmiş bulunan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem Receb gibi savaşın yasak kabul
edildiği haram aylar sağlamıştır. Nitekim Araplar Hac vazifesini de bu dönemde
gerçekleştiriyorlar; savaşsız geçen bu dönemde Arap kabileleri her taraftan
Mekke’ye geliyorlar, buralarda birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor,
mallarını takas ediyor, gece sohbeti ve eğlenceler tertip ediyorlar, daha sonra
da güvenlik içinde yurtlarına dönüyorlardı. (Bakara, 2/197-198). Bu sebeple
cahiliye dönemi Arapları adı geçen ayları en mübarek, muteber ve makbul aylar
olarak kabul ediyorlardı.
İslâm dini de yukarıda zikri geçen haram ayları tanıdı ve kutsal
saydı. Bu aylarda her türlü şiddet hareketini yasakladı. Ayrıca Müslümanlar
için hac yine bu dönemde farz kılındı. İslâm’ın gelmesiyle Araplar arasındaki aylar
konusundaki en büyük farklılık Ramazan ayında kendini gösterdi. Zira Ramazan
ayı İslâm öncesi geçmişle mukayese edildiğinde ayların en üstünü ve muteberi
haline geldi. Öyle ki, Müslüman toplumlar arasında zamanla bu ay on bir ayın
sultanı olarak ilan edildi. İslâmî dönemde Ramazan’ın diğer ayların fevkinde görülmesinin
en bariz özelliği ise bin aydan daha faziletli olan Kadir gecesinin bu ayda mevcut
olmasıdır. Kadir gecesini bin aydan daha faziletli hale getiren hususiyet ise insanlığın
son hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in bu gecede yeryüzü semasına inmeye
başlamasıdır. Dolayısıyla fazilet açısında Ramazan ayını diğer ayların önüne
geçiren en mühim hususiyet, bu ayda Allah’ın bütün insanlık için son mesajı ve
nuru olan Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasıdır. Ramazan için bu fazilete İslâm
dininin beş temel esasından olan oruç ibadetinin bu ayda yerine getiriliyor
olmasını da ilave etmemiz gerekir.
Ramazan
ayı gerek Müslüman fert, gerekse Müslüman toplumların hayatında büyük etkiler
bırakan müstesna bir zaman dilimini temsil eder. Gerçekten de bu ay geldiğinde
insanların gönüllerinde ve sosyal hayatlarında bir heyecan ve yenilenme,
toplumların manevî dünyalarında da bir canlanma, neticede de bir olgunlaşma
işaretlerine şahit olunur. Öyle ki, oruç ibadetinin de etkisiyle bütün Müslüman
toplumlar üzerine adeta bir melekût sukûneti hakim olur. İnananların hal, söz
ve davranışlarında müspet anlamda muazzam gelişmeler meydana gelir.
İnsanlığın
son rehberi ve önderi Hz. Peygamber (sav) insanı ve Müslüman toplumları pek çok
cihetten etkileyen Ramazan ayına hususi olarak hazırlanır, sahâbesine de aynı
hususta hazırlık yapmalarını tavsiye ederdi. Nitekim bir Ramazan arefesinde
Medine mescidinde ashabına hitabet şu minvalde bir konuşma yapmıştır ki, burada
dile getirilen ifadeler, Ramazan’ın Müslüman üzerindeki olumlu etkilerini en
güzel bir şekilde ortaya koyar:
“Ey
insanlar, Mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu ayın içinde bin aydan daha
hayırlı kadir gecesi vardır. Orucu farz, kıyamı (teravihi) sünnettir. Bu ayda
yapılan nafile bir ibadet, farz bir ibadete; farz bir ibadet ise onun yetmiş
katı sevaba denktir. Ramazan, karşılığı cennet olan sabır ve ihsan ayıdır. Öyle
ki, Müminlerin rızkı ramazanda çoğalır. Bir oruçlu, orucunu açtığı esnada
günahları Allah tarafından bağışlanır. Bir hurma ve bir avuç su ile iftar
açtırana da Allah aynı sevabı verir. Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve
sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin işini
hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder. Ey insanlar!
Ramazan ayında dört şeyi çok yapın. Bunlardan ikisi ile Rabbinizi razı
edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var. Rabbinizi razı edeceğiniz
şeyler; kelime-i şahadet ve tevbe-i istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey
ise, Allah'tan cenneti ister, cehennemden O'na sığınırsınız. Kim oruç tutan bir
mümine su ikram ederse, Allah da onu benim Kevser havuzumdan içirir. Bu
havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz." (İbn Huzeyme, Sahih,
(Thk. M. M. A’zamî), III, 191-192,). Allah Rasûlü (sav) yukarıdaki
konuşmasında ifade ettiği hususların tamamını ramazanda bizzat yaşamıştır. Onun
hutbesinde dile getirdiği hususları başlıklar altında ele almak mümkündür:
Ramazan: Kur’an ayı Allah
Rasulü (sav) her şeyden önce içinde nazil olmaya başlaması sebebiyle bu ayı
Kur’ân ayı olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla bir taraftan gündüz saatlerinde
sahabeyle birlikte Kur’ân okur; diğer taraftan da gece saatlerinde Cebrail ile kendisine
o zamana kadar nazil olmuş âyetleri mukabele ederdi. Müslümanlar bu “mukabele geleneği”
ni Ramazan ayında günümüze kadar devam ettirmektedirler. Ramazan aylarında
sadece hatm-i şerifler okumak suretiyle Kur’ân’dan gerçek anlamıyla istifade
etmiş olunamaz. Kur’ân’ın bize ne demek istediğini anlamaya çalışmak, tabiî ki
asıl hedef olarak Kur’ân’ın bizden istediği şekilde yaşamaya çalışmak hususunda
gayret göstermemiz de gerekir.
Ramazan: Oruç ayı Ramazan
Kur’ân ayı olduğu kadar aynı zamanda oruç ayıdır da. Çünkü farz olan oruç
ibadeti bu ayda yerine getirilir. Hz. Peygamber (sav)
farz olan ramazan orucuna çok ehemmiyet verirdi. Oruç ibadeti oruç tutan
insanları yeme, içme ve bir takım bedeni ihtiyaçları karşılamayı erteleme
yönüyle adeta nefisleri olmayan bu sebeple günah işlemeyen meleğe çevirir. Oruç
ibadeti Müslümanın kendi heva ve hevesiyle mücadele etmesini, genel anlamda nefsini
tezkiye etmesini sağlar. Bunu başarabilen oruçlunun mükâfatı iftar yemeğidir.
Tabii ki, bu maddi mükâfattır. Gerçek mükâfat ise Allah’ın rızasıdır. Zira
Allah Rasûlü (sav) inanarak ve karşılığını sadece Allah’dan bekleyerek tutulan
orucun, kişinin geçmiş günahlarının tamamının kefaretine vesile olacağını
garanti eder. Hz. Peygamber (sav) iftarda acele edilmesini, sahurda ise imsaka
uzanan geç vakte kadar yemeyi tavsiye ederdi (Müslim, Sıyâm 48-50).
Ayrıca Allah Rasûlü (sav) sahur yemeğinde bereket olduğunu söyler, oruç söz
konusu olduğunda Ehl-i kitap'la Müslümanlar arasındaki farkın sahur yemeği
olduğunu ifade ederdi (Müslim, Sıyâm, 46).
Ramazan:
Teravih ayı : Ramazan denildiğinde bazıları için direkler
arasındaki gece eğlenceleri akla gelir. Günümüzde de benzer şekilde Ramazan
geceleri adeta eğlence faaliyetlerine sahne olmakta, dolayısıyla bu eğlence
meclisleriyle oruç tutanların bir kısmı camiden ve tabiatıyla teravihten
alıkonulmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, Ramazan’ın geceleri ancak teravih
ile ihya edildiğinde Ramazan gecesi olur. Zira Ramazan ayı aynı zamanda bu aya
has kılınan Teravih namazıyla bir anlam kazanır. Öyle ki Allah Rasûlü (sav) bu
ayda teravihi asla ihmal etmemiştir. O ilk üç gün bunu sahabeyle birlikte
cemaatle kılmış; daha sonra ümmetine farz olacağı endişesiyle evinde yalnız
kılmaya devam etmiştir. Bu namaz Halife Hz. Ömer dönemine kadar da çoğunlukla
münferit kılınmıştır. Ancak o, halife olduğu zaman görevlendirdiği şehir
öğretmenlerine halka teravihi cemaatle kılmalarını emretmiş, böylece onun
başlattığı teravih uygulaması günümüze kadar ulaşmıştır.
Ramazan: İtikâf ayı: Ramazan ayı,
yine bu aya mahsus olan itikâf ibadeti ile de ayrı bir hususiyet kazanır. Ancak
zamanla bu ibadet Müslümanların neredeyse terk ettiği ve adeta ehemmiyeti
unutulan bir sünnet haline gelmiştir. Halbuki Hz. Peygamber (sav) her ramazanda bir de
itikâfa girerdi. Bu hususta Hz. Aişe’den
gelen rivayette şöyle buyrulur: "Rasûlullah (sav) vefat edinceye kadar
Ramazan'ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini
Ramazan'ın son on gününde arayın". (Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr 3,
İtikâf 1,14; Müslim, İtikaf 5). Aynı konuda Ebu Saîd’den gelen
rivayet ise şöyledir: "Biz Hz. Peygamber (sav) ile birlikte Ramazan'ın
orta on gününde i'tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı
(evlerimize) taşıdık. Rasûlullah (sav) bir hutbe irad etti ve sonra şunu söyledi:
"İtikafa girmiş olanlar, itikâf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana
Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son on
günde ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde
eder gördüm." Rasûl-i Ekrem (sav) itikâf mahalline dönünce, o günün sonuna
doğru hava bozdu. Mescid o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak
şeklindeydi. Hz. Peygamber’in (sav) burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve
çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece idi." (Buhârî, Fadlu
Leylet'l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyâm 213). Ebu
Hüreyre’den gelen rivayette ise bu konuda şöyle bildirilir: "Hz. Peygamber
(sav) her Ramazanda on gün i'tikafa girerdi. Vefat ettiği yılda ise yirmi gün
i'tikafa girdi." (Buhârî, İ'tikaf 17; Ebu Dâvud, Savm 78,
(2466). İbnu Mâce, Sıyâm 58).
Ramazan: İkram ayı: Ramazan Müslümanlar
için cömertlik ayıdır. Bu hususta Allah Rasulü (sav) bütün Müslümanlar için en
güzel örnekliği sunar. Öyle ki Hz. Peygamber (sav) sofrasını ramazanda herkese,
özellikle de fakirlere açardı. O, hayır ve yardımlaşma konusunda insanların en
cömerdi idi. Özellikle de Ramazan ayı geldiği zaman Hz. Cebrail ile
görüştüğünde bu cömertliğin sınırı olmazdı. Hz. Cebrail ile görüşmesi Ramazan
ayı boyunca her gün gerçekleşirdi. Onun hayır-hasenattaki cömertliği esen rüzgâra
benzerdi. (Buhârî, Savm 7).
Sonuç
olarak, Hz. Peygamber’in (sav) Ramazanı ayını manevî anlamda bir arınma ve
temizlenme ayı olarak gördüğünü ve bir taraftan kendisini arındırmaya gayret
ederken, diğer taraftan da çevresini buna göre şekillendirmeye çalıştığını da
ifade etmemiz gerekir. Müslümanlara düşen de bu hususta Allah Rasûlü’nü (sav)
kendilerine örnek almak olmalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder