Öğr. Gör. Cuma
Karan
Zor bir itiraf oldu bu başlık… Şimdiye Kadar bunu itiraf
edemeyişimden utanıyorum.
Nerden başlasam bilmiyorum… O kadar kendimle çelişen, dinimle
örtüşmeyen ayıplarım, kusurlarım var ki, içim dışıma çevrilse ortaya çıkacak
olan ilahi kameradaki kayıtlarımdan utanıyorum.
Mümin; “güvenen, güven verendir, vefakârdır”[1]
diyen bir peygamberin, güven vermeyen, vefasız bir ümmeti oluşumdan utanıyorum.
Sulh, selamet, barış anlamına gelen bir dinin mensubu olarak,
yaşadığım coğrafyamı kan-revan gölüne çevirişimden utanıyorum.
“İslam barıştır, Müslümanlar kardeştir”, diyorum fakat kardeşimi
öldürdüğüm, ya katil ya da maktul olma ile yüz yüze kaldığım bir ortamın insanı
olmaktan utanıyorum.
“İslam’ı yücelt” diyen bir dinin mensubu olarak, milletimi,
cemaatimi, mezhebimi yüceltmenin gayretiyle hareket edişimden utanıyorum.
“Müslümanlar kardeştir, o halde aralarını düzeltin diyen ilahi emir”[2]
ortada iken, menfaat, ırk, mezhep ve buna benzer arızı yapıların savunucusu
oluşumuzdan utanıyorum.
Ortadoğu coğrafyasının mazlum, mağdur insanlarının kendi Müslüman kardeşinden
kaçıp, Hristiyan coğrafyasının merhametine sığınma yolunda karanlık dipsiz
denizlere açılarak boğulan cesetlerini saymaktan, seyretmekten utanıyorum.
Kışın, donmuş, soğuk karların altında, bezden yapılmış çadırda,
kendi vücut ıssılarıyla ayakta kalma mücadelesi veren o mülteci kardeşlerimin
donmuş yüzlerini, hareketsiz bedenlerini[3],
klimalı, kaloriferli odalarımızda, kahve içerken hasbel kader ekrana gelen o
görüntüleri değiştirmekten utanıyorum.
Kapıların, sınırını açmayan batıya küfretmekten, “niye bu hale
geldik, ne oldu bize, bu işte payımız nedir”diye sorgulamayan anlayışımızdan,
vurdumduymaz tavrımızdan utanıyorum.
Barış eylemcisi Rachel Corrie’nın, bir Filistinlinin evini yıkılmasını
engellediği sırada İsrail buldozerleri altında ezilip can veren[4]
ölüm yıldönümlerini duymaktan, hiçbir şey yapmamaktan utanıyorum.
İslam’ın ilk şehidesi, müminlerin medarı iftiharı olan Sumeyye
annemizin, bir kadın olarak, asrın Firavun’una karşı tevhid mücadelesini
unuttup, dört kadın ile evlenmeyi dört dörtlük Müslümanlık alameti olarak gören
Müslüman erkeklerimizden utanıyorum.
Örtü için nice bedeller ödenmişken bu gün bu farzı bir “tarz” olarak
gören Müslüman kadınımızdan, örtmeyen örtüsünden utanıyorum.
Eşarbıyla ayakkabının uyumunu düşündüğü kadar, yaşantısıyla inancı
bir biriyle ne kadar uyumlu diye dert edinmeyen Müslüman bacımdan utanıyorum.
Dinimi kaynağından, ehlinden öğrenme, bunu çevremdeki insanlara
ehli olarak anlatma, irşad amacı yerine; “hocam diplomamız elimizde olsun, ne
olur ne olmaz, erkeğe güven olmaz,” diyen diploma amaçlı 5 senesini harcayan,
evlenmeden evleneceği kişiye güvenmeyen öğrencimden utanıyorum.
“Bu dönemde tek maaşla geçim olmaz” deyip ahlak, iffetten önce
evlenecek kızın maaş ve babasından kalacak mirası soran, bu evlilikten de huzur
ve saadet bekleyen zavallı gencimden ve onu bu gafletten uyandıramayan
hocalığımdan utanıyorum.
Dışarı çıkarken güzel görünme adına, giyim kuşamına verdiği vakit
kadar Kutsal kitabına vakit ayırmayan Müslümanlığımdan utanıyorum.
Herkese nasihat ederken kendi ailemi unutan sözde fedakârlığımdan
utanıyorum.
Evladımı kucakladığımda Aylan Kürdi’nin denize vurmuş yüz üstü
yatan görüntüsünden,[5]
hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğim o yüzsüzlüğümden utanıyorum.
Bilal’in okuduğu ezanı duyduğum halde, Bilal’in davet ettiği
mescide gitmeyen Müslümanlığımdan utanıyorum.
Beni sabah namazına, camiye götürmeyen zayıf imanımdan, ahkâm
kesip, devlet kurup devlet yıkan mücahitliğimden utanıyorum.
Ortadoğu, Filistin söz konusu olduğunda; “bırak onları be kardeşim,
onlar bizleri arkada vurmuş, toprakları satmış diyen Yahudi tuzaklı tarihsel
birikimimizden utanıyorum.
Ahir
zaman hastalığının İman kaybıyla can çekişen bunca genç varken her Ramazanda,
Hilal muhabbeti, Teravih tartışmalar duymaktan, boş kalan camilerin dolmayan
saflarını görmekten utanıyorum.
Siyaset
tartışmasının bütün ülke sathına yayılışından, siyasilere bu konuda söz sırası gelmeyişinden, her konuda ahkâm kesmekten, sözde her şeyi
bilip ama hiçbir şey yapmamaktan utanıyorum.
Ramazan yardımı ismi altında verdiğimiz yardım paketinden daha çok
çektiğimiz resimlerden, açlık acısından daha çok o kardeşimize yaşattığımız
mahcubiyetten utanıyorum.
Zenginlerle dolup taşan, fakirlere yer kalmayan, Peygamberin
kötülediği[6]
halde vazgeçmediğimiz bu “Ramazan Sofralarımızdan” utanıyorum.
Komşusu aç iken tok yatan bizden değil[7]
diyen bir Peygamberin ümmeti olarak; açlıktan inleyen komşusunun iniltisini
horlama sesimizle bastıran kardeşliğimizden utanıyorum.
“Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir”[8]diyen
bir peygamberin ümmeti olarak Müslüman kardeşimin derdini, dert edinmediğim,
tuttuğum takım kadar ilgilenmediğim, yazın geçireceğim tatil kadar düşünmediğim
için utanıyorum.
“Kendi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman
etmiş olamaz”[9]
dediği halde Hz. Peygamber, “Rabbena! Hep bana” dediğim için, kendimi; dünyevi ve
uhrevi isteklerde kardeşimin yerine koyamadığım için, empatiden yılandan kaçar
gibi kaçtığım için utanıyorum.
Kâbe’de Allah’ın
evinde bütün benliğimizle günahımıza gizliden gizliye ağlayıp sızlama varken
canlı, görüntülü selfilerden vakit bulamadığımız tavafımızdan, umremizden hatta
haccımızdan utanıyorum.
Kalacak yerleri
dahi olmayıp ancak bin bir zorlukla Kâbe’ye ulaşmanın gözyaşını döken
Müslümanları görürken, 5 yıldızlı otelinden, klimalı otobüsten, sık sık çıkan
etli yemekten şikâyet eden asık suratlılardan utanıyorum.
Faceebook’a
bakmaktan, günlük okumalarını, virtlerini, tefekkürünü yapmaya vakit bulamayan,
Müslümanların derdini dert edinmeyen Müslümanlığımdan utanıyorum.
Dizi, maç günü deyip Müslüman kardeşini ağırlamaktan imtina eden,
ziyaretine vakit bulamayan çok önemli işlerle meşgul olan insanlığımdan
utanıyorum.
Müslüman kardeşimizin cenazesine, acısına iştirak etmek ile
mükellef iken[10]
facebooktan kısa mesajlı- hatta o anlama gelen şekil gönderen -elektronikleşmiş
taziye kültürümüzden utanıyorum.
Hakkı tavsiye yerine[11]
gıybeti, ibadet yerine gafleti, ümmet yerine kendini, adalet yerine menfaatini,
takva yerine dünyalığı tercih eden nefsinden
utanıyorum.
Peygamber ve sahabe üzerinden açlık hikâyeleri anlatarak köşe olan
ekran hocalarını görmekten, onlarla aynı karede görünmeye çalışan toplumumuzdan
ve bu konuda yarışan ulemamızdan utanıyorum.
Ölmüş 6 tonluk bir fili, 1 saat 47 dakikada tüketen Zimbabve halkının
yoksulluk, açlık fotoğrafını çeken David Chancellor’ın görüntülerinden, dertlerini
derdim olarak göremeyişimden ve dahası insanlığımdan, Müslümanlığımdan
utanıyorum.[12]
Japonya’da yılda ortalama 25 İsviçre’de 10, Fransa’da 7 kitap
okunurken, Türkiye’de ise 10 yılda 1
kitap okuyuşumuzdan utanıyorum.[13]
Ecdat ile övünüp, tarihimi kutsadığım halde, dedemin mezar taşını, hayratı
olan çeşme yazısını okuyamadığım için utanıyorum.
Tarihimi, geçmişimi, dizilerden öğrendiğim için utanıyorum.
Ve en küçük bir fuarı bile kaçırmayan, ancak büyük emek zorluklarla
hazırlanan kitap fuarlarına rağbet etmeyen, açılışlarına dahi katılmaya vakit
bulamayan; siyasetçilerden, idarecilerden, kitabı ve kâtibi öksüz bırakan[14],
toplumu okumaya teşvik etmeyenlerden utanıyorum.
Fakirin, derme çatma, evi imar kanunuyla yıkılırken, güçlü ve
zenginin; sahillerimde, yeşilliklerimde ve dahası geleceğim olan tarım
arazilerimde imar kanunlarını delerek orada yükselttikleri gökdelenleri
gördükçe utanıyorum.
“Emr olunduğun gibi dost doğru ol”[15]diyen
bir dinin mensubu olarak; eğrilerin, zikzakların kavşağı haline gelişimimizden,
ikiyüzlü duruşumuzdan utanıyorum.
Her konuda uzman olup ekranlarda yer bulanların çok olduğu, işin
ehlinin ekrana çıkarılmadığı, yok sayıldığı bir medyanın varlığından
utanıyorum.
Kadınından erkeğine, yediden yetmişe herkesin gündeminde dinden,
haktan, adaletten ve ahlaktan daha çok öncelik verildiği futbol fanatizminden
utanıyorum.
Din olarak gördüğümüz mezhebin, kültür olarak gördüğümüz dini
anlayışımızdan utanıyorum.
Dini değerlerimizi yok sayan bir sistemin muhibbi ve aşığı olmaktan
utanıyorum.
Kadının erkekleştiği, erkeğin kadınlaştığı bir kıyamet alametine[16]
şahitlik edişimden utanıyorum.
Bankadaki paranın, faiz karının zekâtını soran, duyarlı (!)
Müslümanlığımızdan utanıyorum.
Müslüman olarak görünüp Müslümanca yaşamayışımdan, İman ettiğim
halde gereğini yerine getirmeyişimden, hakkı, hakkaniyeti hakkıyla dile
getirmeyişimden, bütün bunlara rağmen en iyi Müslüman söylemimden utanıyorum.
“Keşke dindarları ve âlimleri onların çirkin söz söylemlerine,
haram yemelerine engel olmaya çalışsalardı”.[17]
Diyen Rabbimin emri ortada iken, engel
olamadığım bunca çirkinlikten utanıyorum.
Affet Allah’ım bizi! Bütün bu yüzsüzlüğümüze rağmen, hak
etmediğimiz bunca lütfettiğin nimetlerin varlığından UTANIYORUM.
7.6.2017
Öğr. Gör. Cuma KARAN
[1] İbn Hanbel, III/134
[2] Hucurat 49/10
(Erişim:
7.6.2017)
(Erişim:
7.6.2017)
[6] Buhari, Nikah 72
[7] Buharî, Edeb, 12
[8] Buhârî, Îmân 42
[9] Buhârî, Îmân 7
[10] Buhari, Cenâiz 2
[11] Asr, 103/ 1-3
[14] İhsan Sureyya Sırma, “Kitap Yine
Öksüz Yine Garip Kaldı”, bkz: http://www.islamtarihi.info/2017/05/kitap-yine-oksuz-yine-garip-kald.html (Erişim: 7.6.2017)
[15] Hud, 11/112
[16] Ebû Dâvûd, Libas, 28
[17] Maide 5/63
Allah razı olsun kardeşim. Utanabilenlerin olduğu dünyada umut da var dedirttiniz.
YanıtlaSilKötülük çoksa, iyiler yattığı ve kendine iyi olduklarındandır. Bu da kötülüğe imkan hazırlamaktan başka bişey değil maalesef.
Allah gayretlerinizi rahmetiyle desteklesin diliyorum. Selam ile. Nesibe şenatlı.