Eyüp Elkoca
Özet
İslam dünyasına
siyasi ve kültürel anlamda önemli katkıları bulunan Selahaddin Eyyûbi’nin
kurduğu Eyyûbiler devleti, 1169 ile 1260 yılları arasında bugünkü Ortadoğu
topraklarında hüküm sürmüştür. Mısır, Suriye, Filistin, Güneydoğu-Doğu Anadolu,
Kuzey Irak, Hicaz, Yemen ve Libya’ya sahip olan Eyyûbiler, konumu itibariyle
Haçlılar’la mücadelede önemli roller üstlenmişlerdir. 1187 yılında yapılan Hıttin
savaşı ile Selahaddin Eyyûbi Haçlılar’ın yaklaşık bir asır işgal ettiği Kudüs’ü
almış, bu kutsal şehri tekrar bir İslam beldesi haline getirmiştir. Bu fetih İslam
dünyasında Selahaddin Eyyûbi’ye ve onun kurduğu devlete olan sevginin en temel
kaynağıdır.
I.
XII. Yüzyıl Ortadoğu Coğrafyası ve Eyyûbilerin Kuruluşu
Avrupa
devletlerinin ve din adamlarının birlikte organize ettiği Haçlı orduları, kendileri
için de kutsal kabul edilen Kudüs şehrini ele geçirme, doğunun zenginliklerine
sahip olma gibi çeşitli amaçlarla 1096 yılından başlayarak İslam coğrafyasına
seferler düzenlemişlerdi. O dönem itibariyle bu coğrafyada onları durduracak
etkili bir güç yoktu. Anadolu’ya sahip olan Selçuklular taht kavgalarıyla
uğraşırken Mısır’daki Fâtimiler de çöküş süreci içerisine girmişti. Güçlü bir
karşı koyuş bulmadıkları için geçtikleri her yeri yakıp yıkan Haçlı ordusu
İslam topraklarına gelerek buralara yerleşmiş, Urfa, Antakya, Kudüs ve
Trablusşam’da küçük Haçlı devletleri kurmuşlardı.
Müslümanlar
arasında ise beyliklerin kendi aralarındaki mücadele ve mezhep çatışması devam
ediyordu. O dönem İslam dünyasının ortak bir halifesi yoktu. Mısır’da Şii
Fâtimîler hüküm sürüyor, zor durumda kaldıklarında Haçlılardan yardım isteyip
onlarla iş tutuyorlardı. Bununla beraber bir de Haşhaşi tehlikesi ortaya
çıkmıştı. Bu bâtıl hareketin fedaileri yaptıkları suikastler ile yönetimleri
sarsabiliyorlardı.
İslam
coğrafyasında durum bu iken 1128 yılında Selçuklu Devleti’nin Musul
atabeyliğine İmâdüddin Zengi’nin atanması bu coğrafyada birliği sağlayacak
önemli bir adım oldu. Musul Atabegi İmâdüddin Zengi bugünkü Kuzey Irak-Kuzey
Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da siyasi bir birlik meydana getirdi. Bu birliği
sağladıktan sonra birinci Haçlı seferinde Haçlılar’ın kurmuş olduğu
kontluklarla mücadele etti ve 1144 yılında Urfa’yı Haçlılar’ın elinden tekrar
aldı.[1] Onun
ölümünün sonra yerine geçen oğlu Nureddin Zengi (1146-1174) ise bu toprakları
daha da genişletti. Haçlılar’a karşı çok çetin mücadele veren Nureddin Zengi,
Hıristiyanların en çok korktukları kimse haline gelmişti.[2] Urfa’nın
Haçlıların elinden alınması ikinci Haçlı seferinin en önemli gerekçesi oldu.
Çünkü bu şehrin alınması bu bölgeye yerleşen Haçlılar ile Batı arasındaki
teması engelleyecek ve sadece deniz yolu ile bağlantı kurulabileceklerdi.
Dolayısıyla Urfa’nın Müslümanlar tarafından geri alınması ikinci Haçlı seferini
başlatan en önemli faktördü.[3]
a.
Eyyûbiler Devleti’nin Kurucusu Selahaddin Eyyûbi
Eyyûbi Devleti’nin
kurucusu olan Selahaddin Eyyûbi’nin asıl adı Melik Nâsır Ebû’l-Muzaffer Yûsuf
b. Eyyub olup Hezbâniye Kürtleri’nin Revadiye kolundandır.[4]
Selahaddin Eyyûbi’nin dedesi Şadî b. Mervan Azerbeycan’da bulunan Duvin
şehrinden Irak’a göç etmiş ve zamanla Tikrit valiliğine getirilmişti. Şadi’nin
ölümünden sonra yerine oğlu Necmeddin Eyyûb tayin edilmiş ve kardeşi Esedüddin
Şirkuh da onun yardımcısı olmuştu.[5]
İmdüdüddin Zengi
1132 yılında siyasi nedenlerden dolayı Tikrit yakınlarında Abbasi halifesiyle
savaştı. Yenilip düşmanlarından kaçarken Dicle’yi geçmek için şehrin valisi
Necmeddin Eyyûb’un yardımını istedi. O da Zengi’yi himaye etti. Bundan sonra
Zengi ile Eyyûbiler arasındaki dostluk gelişse de bu yardımı ihanet sayan
Abbasi halifesi Necmeddin Eyyûb’u görevinden azlederek onu ve ailesini şehirden
çıkarttı. Rivayetlere göre 1137 yılında Selahaddin Eyyûbi'nin doğduğu yıl Eyyûbiler
Tikrit’ten sürülüp Musul’a giderek İmadüddin Zengi’nin hizmetine girdiler. Ve
orada Haçlılara karşı önemli mücadelelerde bulundular. 1139 yılında Ba’lebek’i
ele geçirilince bu hudud şehrinin valiliğine Necmeddin Eyyûb tayin edildi.
Kardeşi Şikruh da Zengi’nin önemli kumandanlarından biri oldu. Eyyûbiler bundan
sonra İmadüddin Zengi’nin, daha sonra da oğlu Nureddin Mahmud Zengi’nin
hizmetinde başarılı görevler üstlendiler. 1154 yılında Nureddin Zengi,
Eyyûbiler’in yardımıyla Dımaşk’ı ele geçirmesi sonucunda bu önemli şehrin
valiliğine Necmeddin Eyyûb’ü getirdi. [6]
b.
Eyyûbiler’in Mısır’a Gelişi
O dönem itibariyle
Şii Fâtimiler’in elinde olan Mısır zengin bir ülke idi. 1163 yılında siyasi
kavgalar sonucu Fatımi veziri Şâver koltuğundan indirildi. Bunun üzerine Şâver
Dımaşk’a gelip Nureddin’den yardım istedi. Karşılığında bazı toprakları ve
gelirlerin bir kısmını Nureddin’e vermeyi ayrıca Şikruh’un orada komutan olarak
kalması konusunda anlaştılar. Nureddin Zengi, Şikruh’un komuta edeceği bir
birliği Mısır’a gönderdi. Yapılan bu seferde yirmi yedi yaşında olan Selahaddin
amcası Şikruh’un yardımcısı olarak yer aldı.[7]
1164’de Şikruh’un
yardımıyla Şaver’i koltuğundan eden Dirgam öldürüldü ve Şâver yeniden vezir
oldu. Ancak Nureddin’e verdiği sözde durmayarak iktidarı için tehlikeli gördüğü
Şikruh’un tekrar Dımaşk’a dönmesini emretti. Bunu kabul etmeyen Şikruh Mısır’ın
bazı topraklarını işgal etti. Bunun üzerine Şaver Şikruh’a karşı Kudüs Haçlı
Kralı Amaury’dan yardım isteyip Şikruh’u topraklarından çıkardı.[8]
Ancak Mısır’daki
Dirgam taraftarları yeniden isyan etti ve Şaver Şikruh’tan tekrar yardım
istedi. Selahaddin’in yine yardımcı komutan olarak bulunduğu 2000 kişilik
Şikruh ordusu, 1167 yılında tekrar Mısır’a gitti. Ancak bu sefer yardım
etmekten ziyade Haçlılarla iş tutan Şaver’i etkisiz hale getirip topraklarını
yönetmek için gidiyorlardı. Mısır’daki Sünni’ halkın desteğiyle Şikruh ülkenin
bir kısmını idare etmeye başladı. Buna karşı Şaver Haçlıların yardımını alarak
Şikruh’un ordusuna saldırdı. 18 Mart 1167 tarihinde Babeyn’de gerçekleşen savaş
sonrasında Şikruh ve Selahaddin ordusu Mısır ve Haçlı kuvvetlerine karşı zafer
kazandı. Ancak o sıralar Dımaşk civarında topraklarını genişleten Nureddin’e
yardım etmek için ayrılmak zorundaydılar. Savaşta mağlup ettikleri Şaver’den
bir miktar tanzimat alarak Dımaşk’e geri döndüler.[9]
Yaptıkları
seferlerle Mısır’ın zenginliklerini gören Haçlı ordusu, bu toprakları kendi
hükmü altına almak istedi. Bu amaçla 1168 yılında Mısır’ı kuşattılar. Buna
karşın Fâtımi Halifesi Âdıd-Lidinillah Haçlı ordusuna karşı Nureddin’den yardım
istedi. Ordu komutanı Şikruh, 7000 süvariyle birlikte üçüncü kez Mısır’a gönderildi.
Durumdan haberdar olan Haçlı ordusu Kahire kuşatmasını kaldırarak Kudüs’e geri
döndü.[10]
Haçlılarla iş tutan Fâtımi halifesi veziri Şaver de tutuklanıp öldürüldü.[11] Daha
sonra Selahaddin’in amcası Şikruh, Fâtımi Halifesi el-Âdıd Lidinillah’ın veziri
oldu ve Selahaddin’i kendisini yardımcısı olarak atadı.[12]
Eyyûbi ailesinin
bu hakimiyeti Mısır’da Şii Fâtimi hilafetinin kaldırılmasının ilk büyük
adımıydı. Mısır halkının kurtarıcı olarak baktığı Şikruh’a Fâtımi halifesi
elbise giydirip onu onurlandırdı. Ancak birkaç ay sonra Şikruh da vefat edince
yerine yardımcısı olan Selahaddin geçirildi. Halife onu “el-Meliku’n-Nâsır”
olarak isimlendirip taltifte bulundu. 26 Mart 1169’da otuz iki yaşında olan
Selahaddin hem Nureddin Zengi’nin ordu kumandanı hem de Fâtimi halifesinin
veziri idi.[13]
Sünni bir kumandan
olan Selahaddin Eyyûbi’nin Mısır veziri olması buradaki bazı Şiiler’in isyanına
neden oldu. Ancak Selahaddin bu isyanları bastırdı. Mısır’ı Selahaddin’e
kaptıran Haçlılar ise Bizanslılar’ın da yardımını alarak donanmalarla sahil
şeridindeki Dimyat’ı kuşattılar. Selahaddin Dımaşk’teki Nureddin’den yardım
alarak onları başarısızlığa uğrattı. Selahaddin, babasını ve akrabalarını
Mısır’a çağırarak oradaki hâkimiyetini daha da kuvvetlendirmişti.[14]
c.
Şii Fâtımi Hilafetinin Kaldırılışı ve Mısır’daki Reformlar
Mısır’da yaşayan
halkın büyük çoğunluğu Sünni olmasına rağmen hilafet Şii idi. Şii tarzda ezan
okunuyor, kadılar Şii esaslara göre hüküm veriyordu. Cuma hutbeleri de Şii Fâtimî
halifesi adına okunup ona dua ediliyordu. Bu durum Sünni olan halkta
rahatsızlık meydana getirmişti. Yönetimde kendileri gibi Sünni olan bir lider
istiyorlardı. Ayrıca Mısır’ın Şii yönetiminde olması Haçlılar karşısındaki tam
ittifakı da zedeliyor, yeri geldiğinde Sünniler’e karşı onlardan yardım
alıyorlardı. Selahaddin hem Haçlılar karşısında İslam birliğini sağlamak hem de
Sünnilikle bağdaşmayan uygulamalara son vermek için bazı düzenlemeler yaptı.
Şii usulü ezanı kaldırıp Sünni kadılar atadı. O dönemde en önemli Şii ilim
merkezi olan Câmiu’l-Ezher’i kapattı ve Sünni medreseler açtı. Fâtımiler’in
hapishane olarak kullandıkları binaları boşaltarak oraları Şafii ve Maliki
fıkhının tedris edildiği medreseler haline getirdi. Hutbe de artık Fâtımi
halifesi adına değil Abbasi Halifesi adına okutuluyordu.[15]
1171’de zaten
hasta olan Fâtımi Halifesi de ölünce Mısır’da Fâtımi hilafeti sona erdi.
Halife’nin elindeki bütün hazineler Selahaddin’in tasarrufuna geçti.[16] Böylece
İslam dünyası iki başlılıktan kurtularak Haçlılar’la bir bütün halinde mücadele
edebilecek tek bir otoriteye kavuştu. O dönemde Bağdat’da bulunan Abbasi
halifesi Sünni memleketlerin gerçek hâkimi kabul ediliyor, hükümdarlar
meşruiyet kazanmak için onun onayını alması gerekiyordu.
d.
Toprakları Genişletme ve Muhalefetin Ortadan Kaldırılışı
Mısır’da tamamen
yer edinen Selahaddin dağınık halde bulunan diğer İslam ülkelerine de seferler
düzenledi. Kardeşi Turan Şah’ı, hutbeyi Abbasi halifesi adına okumayan Şii
idarecilerin bulunduğu Yemen’e gönderdi.[17] 1173
yılında kara ve deniz yoluyla başlayan bu seferler ile Turan Şah Hicaz ve Yemen’i
kontrol altına aldı. Selahaddin başka bir kumandanını Trablusgarp ve Tunus’a
gönderdi. Böylece bugünkü Yemen ve Libya onun kontrolüne girmişti.[18]
Halep’ten başlayıp
büyük bir devlet kuran Nureddin Zengi 1173 yılında Dımaşk’ta öldü. Onun yerine on bir yaşındaki oğlu geçince
büyük kumandanlar atabeyliği ele geçirmek için birbirine girdiler. Selahaddin
de Nureddin’in ölümü üzerine oğluna tabi oldu ve Mısır’da adına sikke bastırıp
hutbe okuttu.[19]
Ancak bu genç hükümdarın etrafındakiler onun Selahaddin’e karşı tavır almasını
sağladı. Bunun üzerine Selahaddin Halep’i kuşattı. Haçlılar Selahaddin’in
topraklarına saldırınca kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.[20] Bu
süreçte yer yer Haşhaşi fedailerinin saldırısına da maruz kalıyordu.
Selahaddin tüm bu
zorluklara rağmen topraklarını genişletiyor, anlaşmalarla otoritesini
güçlendiriyordu. 1182 yılında çıktığı seferde Birecik, Urfa, Rakka, Habur ve
Nusaybin şehirlerini almıştı. 1183 yılında güçlü surları olan Âmid’i, Ayıntab’ı
ve önemli bir şehir olan Haleb’i ele geçirdi. Artık el-Cezire onun hakimiyeti
altındaydı.[21]
Buralar
fethedildikçe Haçlılar önemli müttefiklerini kaybediyor, böylece Selahaddin’e
karşı Müslümanlar arasındaki muhalefet de gittikçe azalıyordu. Haçlılar’la
işbirliği yapacak Müslüman muhalefet ortadan kalkıyor, Kudüs’ün fethinin yolu
açılıyordu.[22]
Halep’in fethi üzerine Antakya Kontluğu barış istemişti. Onunla da anlaşan
Selahaddin Kudüs Haçlı Krallığı’nı iyice sıkıştırmıştı.[23] 1185 yılında
Ahlat tarafına sefer düzenleyen Selahaddin’e yol güzergahındaki Bitlis ve Erzen
şehirleri de bağlılıklarını bildirdi. 1186 yılında ise Musul ile Harran’da
anlaşma sağladı. Onlar da sultan adına hutbe okutup para bastırmayı ve
Haçlılar’a karşı seferlerde onun emrine asker vermeyi kabul ettiler.[24]
Selahaddin Eyyûbi bu günlerde ağır bir hastalığa yakalandıysa belki de yapacağı
fetihler ile İslam’a hizmet etme arzusu ve motivesi bu hastalığı yenmesini
sağladı. Nitekim ailesinden çoğu bu hastalıktan dolayı vefat etmişti.
Selahaddin Eyyûbi
İslam coğrafyasındaki bu birliği sağlarken aynı zamanda zaman zaman Haçılara
karşı seferler düzenliyordu. 1183 yılında Haçlıların önemli müstahkem
kalelerinden olan Kerek’i kuşatmıştı ama Haçlılar onunla meydan savaşını göze
alamıyorlardı.
e.
Hittîn Savaşı
Müslümanları
birleştirip siyasi bir birlik kuran Selahaddin’e karşı Ortadoğu’da tek rakip
Haçlılar kalmıştı. Kudüs onların elindeydi ve her fırsatta Müslümanlara eziyet
edip kervanlarına saldırıyorlardı. Böylece Müslümanların önünü kesiyor,
soygunculuk yapıyorlar ve muhafızları esir olarak alıyorlardı. Yine bir
defasında Hacc kervanına saldıran Kudüs Haçlı Krallığı kervan muhafızlarını ve
mallarını alıp Kerek’e götürdü.[25]
Bu şehrinin kralı
Renaud aynı zamanda Müslümanları tehdit etmiş, onlara Mekke ve Medine’yi de
alacağını söylemişti. Bunun üzerine Selahaddin Kerek’e büyük bir sefer
düzenlemeye karar verdi. 1187 yılında Mısır, Musul, Diyarbekir, el-Cezire ve
Halep emirlerini ve Müslümanları cihada çağırdı. 12000 süvari toplanmıştı.
Selahaddin orduyu savaş nizamına koyup kumandanlığı kendisi aldı. Askerlere
bahşiş dağıttı ve savaşa teşvik etti. Haçlılar ise meydan savaşına pek
yanaşmıyor, etrafları kuşatılmış olarak yavaş yavaş ilerliyorlardı. Hittin
civarına varıp geceyi orada geçiren Haçlılar sabah tekrar yola koyuldular.
Ancak Selahaddin’in ordusu saldırıya geçip onları ok yağmuruna tuttu. Savaş çok
kanlı olmuştu. Haçlı komutanları savaştan kaçtı. Düşmanın çoğu ya öldürüldü ya da esir edildi.
Bu rakam 20000’lerle ifade edilmektedir.[26]
Selahaddin, esir edilen Renaud’u bizzat kendi kılıcıyla öldürdü.[27] Hıttin
de kazanılan bu zafer Kudüs’ün fethini müjdeleyen en büyük zaferdi.[28]
Bu savaşın
ardından Haçlılar müdafaasız kalınca Selahaddin hiç vakit kaybetmeyerek onlar
için hayati öneme sahip olan Taberiye Kalesini ve Akka’yı kuşattı. Kudüs
yolunda ilerleyerek Halil, Gazze, Dârum gibi şehirleri amanla kendisine
bağladı.[29]
f.
Kudüs’ün Fethi
Selahaddin Eyyûbi
Mısır donanmasıyla kıyı şeridini emniyete aldıktan sonra Kudüs’e fetih yolu
açılmış oldu. Bu yolculukta Allah yolunda cihat etmek ve kutsal şehri tekrar İslam
beldesi yapmak için çok sayıda gönüllü Müslüman sefere katıldı. İçlerinde fakihler,
sufiler ve alimlerin bulunduğu bir çok grup gönüllü olarak ona katıldılar.
Selahaddin Eyyûbi devlet geleneğindeki ikta sistemini bu gibi seferlerde asker
temin etmekle beraber Haçlılar karşısında İslam birliğini sağlamak için bir
araç olarak da kullanıyordu. Etraftaki meliklere yazdığı mektupta; Kafirlere
karşı cihadda sultanın yanında savaşmak ve onun askeri ve yardımcısı olmak için
gelene beldesini geri vereceğim” demişti. Ayıntab atabeği ona mektup
göndererek emrine girdiğini bildirmiş, Selahaddin de ona ikta vermişti.[30]
Müslümanların
fetih için yola çıktığı Kudüs şehrini ise Hittîn’den kaçan şövalyeler müdafaa
ediyordu. Selahaddin Eyyûbi 20 Eylül 1187 yılında Kudüs surlarının önüne gelip
şehri kuşattı. Beş gün boyunca Kudüs surunun etrafını keşfederek çok güçlü bir
sura sahip olan bu kaleye nereden girmesi gerektiğini belirlemeye çalıştı.
Nihayet mancınıklarla şehrin kuzeyindeki surları dövmeye başladı.[31]
Bu şehir her iki
taraf içinde de kutsaldı. Haçlılar bazen surun dışına çıkıp savaşıyorlardı.
Müslümanlar ise onların kazdığı savunma hendeklerine kadar ilerliyor, Kudüs’ün
surlarına ulaşmaya çalışıyorlardı.[32] Sonunda
mancınıklara dayanamayan surların bir kısmı çöktü. Şehrin düşeceğini anlayan
Haçlı kumandanı Selahaddin’e gelerek aman istedi. Ancak Selahaddin şehri
yaklaşık bir asır evvel onların aldığı gibi savaşarak fethetmek istiyordu.
Onlara; “Kötülüğün karşılığı ancak misliyledir. Siz burayı 491 senesinde
aldığınızda ne yaptıysanız onu göreceksiniz” diye karşılık verdi. Haçlı
kumandanı Selahaddin ile bizzat görüşme talebinde bulundu. Ve eğer aman
vermezse ailelerini, çocuklarını ve ellerindeki Müslüman esirleri öldürüp
mallarını ve kutsal olan ne varsa oraları tahrip edeceklerini söyledi. Sonra da
canını ölüme adamış olarak sonuna kadar savaşacaklarını bildirdi. Bunun üzerine
Selahaddin fidye ödemek şartıyla savaşçılara ve halka aman vermeyi kabul etti. Kudüs, 2 Ekim 1187 yılında Cuma günü miraç
gecesine rastlayan günde teslim oldu.[33]
Selahaddin
Kudüs’te şehrin kutsal yerlerini onarıp idaresini düzenledi. Yüz yıldan beri
Haçlı komutanlarının kendisine ve İslam toplumuna çokça zarar vermelerine
rağmen bu kumandanların çocuklarına, eşlerine dokunmaması ve halkın tamamına
insanca yaklaşımı yabancıların bile taktir ettiği bir hadisedir. Öldürülen Hıristiyan
Krallar’ın dul kalan eşlerinin hazinelere dahi dokunmadı. Onlara; “İstediğiniz
gibi yaşayın; ister Kudüs’te kalın, ister emniyet içerisinde dilediğiniz yere
gidin” dedi.[34]
Bundan dolayı Batılılar onu Büyük Selahaddin olarak anar ve Haçlıların yaptıklarına
hiç benzemeyen âlicenaplığından dolayı hâla ona saygı duyarlar. Bir gün önce
savaşıp yendiği insanlara, şaşırtıcı bir şekilde iyi muamele ediyordu.[35] Ancak
bu tutumu sadece bir tercih değil bilakis bir sorumluluktu. İnandığı ve uğruna
savaş verdiği dini, aman verdiği halka karşı kendisine böyle davranmayı
emretmişti.
Kudüs fethedilince
civar bölgelerde yaşayan Müslümanlar yaklaşık bir asır ayrı kaldıkları bu
kutsal beldeye tekrar gelip yerleştiler. Haçlıların, Kubbetu’s-Sahra üzerine
yerleştirdikleri büyük altın haç oradan sökülüp yere atılınca, Müslümanlar
tekbir getiriyor, Hıristiyanlar ise ağıt yakıyorlardı.[36]
Haçlılar
kararlaştırılan fidyeyi ödedikten sonra Sûr şehrine gittiler ancak burada da
rahat durmayıp aldıkları takviye ile yeni bir oluşum içine girerek Selahaddin’e
tehlike oluşturmaya başladılar. Nitekim burası III. Haçlı Seferi’nin ana üssü
olarak kullanılacaktı.[37]
g.
III. Haçlı Seferi
Kudüs’ün düşmesi
ve doğudaki toprakların tekrar Müslümanların eline geçmesi 1189 yılında yeni
bir Haçlı hazırlığı başlattı. Avrupa’daki birçok hükümdar yüzbinlerce ordusuyla
bu sefere katıldı. İngiliz, Fransız ve Alman İmparatorları gerek donanmalarıyla
gerekse kara kuvvetleriyle yola koyuldu. Selahaddin ise etrafa gönderdiği
yardım çağrılarına rağmen çağrısına pek cevap veren olmamış, Haçlıların büyük
donanmalarına karşı Muvahhidler’den donanma yardımını beklese de istediği
yardımı görmemişti. İki yıl süren Haçlı kuşatmasına karşı mücadele edildi ve
liman şehri olan Akka 1191’de tekrar Haçlılar’ın eline geçti.[38]
Akka’yı tekrar
alan Haçlıların yeni hedefi ebetteki Kudüs’tü. Ancak Fransa kralı tekrar
ülkesine dönmüş Haçlı kuvvetlerinin başında İngiltere Kralı Aslan Yürekli
Richard kalmıştı. Büyük bir donanmaya sahip olan bu ordu Kudüs’e yürümüş fakat
mevsimin kış olmasından dolayı yiyecek kıtlığı çekmeye başlamışlardı. 16 Ocak
1192 tarihinde Remle’ye çekildiler. Richard yanındakilere; “Selahaddin sağ
olduğu müddetçe ve Müslümanlar bu şekilde birlik halindeyken, asla Kudüs’ü
alamayız” diyordu.[39] Bu uzun
mücadelelerden sonra 1 Eylül 1192’de iki taraf arasında üç yıl, sekiz ay karada
ve denizde geçerli olmak üzere bir barış anlaşması imzalandı. Buna göre Akka
ile Yafa arasında bulunan Haçlıların ele geçirdiği sahil şeridi onlara
bırakıldı. Frenklerin Kudüs’te Hac yapmalarına da müsaade edildi. Bir ay sonra
da İngiltere Kralı Richard ülkesine geri döndü.[40]
h.
Selahaddin Eyyûbi’nin Vefatı
Selahaddin
Haçlılarla yapılan barış anlaşmasından sonra hâkimiyetinde olan toprakların
idari işlerini düzenleyip hudut kalelerini teftiş etti. Daha sonra Dımaşk’a
gitti. Orada bulunduğu sırada etraftaki hükümdarın gönderdikleri elçileri kabul
ediyor, hac yolunun güvenliğini sağlayarak onları karşılıyordu. Fakat ara ara
artan rahatsızlığı giderek şiddetleniyordu. Nihayet bu büyük komutan 4 Mart
1193’de Dımaşk Kalesi’ndeki sarayında öldü.[41]
Ömrünü savaşlarda
geçiren bu komutan, Hz. Ömer’den sonra Kudüs’ü yeniden fethetmiş, bu yolda
birçok farklı grupla savaşmak zorunda kalmıştı. Yanında yetiştiği Nureddin
Zengi’nin ölümüyle dağılmaya yüz tutan devleti yeniden toparlamış ve yüce bir
amaç uğruna kendi etrafında tekrar örgütlemişti. Birçok Haçlı kalesini tek tek
ele geçirmiş, Kudüs’ün fethiyle sonuçlanacak mücadelesini ve heyecanını hep
canlı tutmuştu. Haçlı karşısında günden güne ümidini kaybeden Müslümanların
dağınıklığına karşı, Ortadoğu’da adım adım fetihler yaparak onları bir araya
getiren Selahaddin Eyyûbi bu coğrafyada yeni bir umut kaynağı olmuştu.
i.
Selahaddin’in Kişiliği
Dindar bir sultan
olan Selahaddin manevi hayatında da çok titiz davranırdı. Namazlarına dikkat
eder, hasta olduğu zamanlarda bile olsa imam getirterek cemaatle namazı terk
etmemeye çalışırdı. Kur’an dinlemeyi çok sever, kendisine muhafızlık yapmak
için gelenlerden Kur’an okumalarını isterdi. Umumi toplantılarında da yirmi
ayetlik ya da daha fazla Kur’an okuturdu.[42]
Hadisler nakledildiğinde onlara hürmeten insanların oturmalarını emreder, kimi
zaman da kendisi okuyup ağlardı.[43] Bazen
sabaha kadar uyumayıp planlar yapardı. Haçlıların tekrar Kudüs’e geldiğini
öğrenince çevresindekiler ümmetin selameti için onun şehir dışına çıkması gerektiğini
söylemişti. Selahaddin ise diğer insanlara örnek olmak amacıyla bizzat
kendisinin kalması gerektiği konusunda ısrarcı olmuştu. Sabah olunca Mescid-i
Aksa’ya giderek namaz kılmıştı. Daha sonra aldığı şehri koruyabilmek için
Allah’a yönelmiş ve ellerini açarak; “Allahım, Senin dininin muzafferiyeti
için yapabileceğim her şeyi yaptım. Geriye ancak sana yönelmek, senin kudretine
ve lütfuna sarılmak kaldı. Sen bana yetersin, Sen ne güzel vekilsin”
diyerek dua etmişti. [44]
Fetihler onu
rehavete itmemiş, Kudüs’ün alınmasıyla harekete geçen III. Haçlı ordusuna karşı
inatla direnmiş, aldığı tedbirlerle kazandığı toprakları korumayı da bilmişti.
Dini hassasiyeti, siyasi tecrübesi ve gösterdiği kahramanlıkları İslam
dünyasında her dönem anlatılagelmiş, Müslümanlar en zor zamanlarda bile onun
destanlarıyla mücadele azmi ve gayreti göstermişlerdi. Sahip olduğu asaletini
ise düşmanları bile taktir etmiş, Mehmet Akif Ersoy’un tanımladığı gibi “Şarkın
en sevgili Sultanı” olarak tarih kitaplarında yer almıştı.
II. Selahaddin’den Sonra Eyyûbiler Devleti
Hemedan’dan
Trablusgarp’a, Muş’tan Yemen’e kadar geniş bir coğrafyayı topraklarına katan
Selahaddin Eyyûbi’nin ölümüyle yerine oğlu el-Melikü’l-Efdal geçti. Dımaşk ve
Filistin toprakları onun iktasıydı. Mısır’da ise ikinci oğlu el-Melikü’l-Aziz
vardı. Ürdün, Urfa, Harran ve Ca’ber’in bulunuduğu el-Cezire toprakları ise
kardeşi el-Melikü’l-Âdil’in elindeydi. Halep ve etrafı ise üçüncü oğlu
el-Melikü’z-Zâhir’e aitti. Diğer topraklar da yine başka ordu kumandanlarına
aitti. Selahaddin’in ölümüyle beraber Eyyûbiler’e tabi Musul, Artuklu ve Ahlat
beylikleri gibi fırsat bulduklarında ayrılmak isteyen hükümdarlıklar vardı.[45]
Bir devlet
geleneği olarak toprakların bu şekilde paylaştırılması güçlü olan bir devlet
için iyi bir sistem olsa da saygı duyulan bir otoritenin yokluğunda yıkılışı
hızlandıran önemli bir neden haline dönüşmekteydi. Selahaddin Eyyûbi güçlü ve
saygı duyulan bir ordu komutanı olduğu için ona karşı herhangi bir ayaklanma
olmamıştı. Ancak onun ölümüyle o birleştirici güç bozulmuş, hanedana mensup
melikler birbirlerine düşmüşlerdi. Fırsat kollayan Musul, Mardin ve Ahlat
beylikleri bağlılıklarını sonlandırdılar. Selahaddin’in büyük oğlu el-Melikü’l-Efdal
ile el-Melikü’l-Aziz arasında taht kavgası yaşandı. Mardin ve Ahlat zaptedilmek
istendi ancak başarılı olunamadı. Devam eden Haçlı seferleri de devleti daha da
zayıflattı. Daha sonraki yıllarda Anadolu Selçukluları ile hakimiyet
mücadelesi, beyliklerin çıkarlarına göre yer değiştirip birbiriyle mücadele
etmesi, sultanlara duyulan güvensizlik devleti gittikçe daha kötüye götürdü.
Selahaddin Eyyûbi’nin kardeşleri ve oğulları arasında paylaştırılan ülke
değişik kollara ayrılmış, devam eden Haçlı seferlerine karşı mücadelede
zayıflamıştı. Artık onlarla mücadele edip savaşmak yerine anlaşmalar yapmak
zorunda kalarak bazı şehirleri onlara bıraktılar.[46]
a.
Eyyûbiler’in yıkılışı ve Memlükler
Köle olarak satın
alınıp asker olarak yetiştirilen memlükler ülkenin idaresinde önemli rol
oynuyorlardı. Askeri gücü ellerinde bulundurdukları için kimi zaman sultanlar
onlara boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. Eyyûbiler’in Haçlılar’a karşı
zayıflayan mücadelesinde memlük komutanlarının yıldızı parladı. Öte yandan
Mısır’daki son dönem Eyyûbi sultanı Turan Şah memlükleri tehdit ediyor, onlara
iyi davranmıyordu. Nihayet 2 Mayıs 1250 tarihinde Eyyûbi Sultan’ı bir ziyafet
esnasında memlükler tarafından öldürüldü. Böylece Mısır’da Eyyûbiler devri
sonra erip Memlükler dönemi başladı.[47]
O dönemde
Eyyûbileri zayıflatan, Memlükleri ise verdikleri mücadelelerle daha etkili
yapacak olan yeni bir tehlike ortaya çıkmıştı. Orta Asya’dan çıkıp Ortadoğu’ya
gelen İlhanlı Moğolları 1258 yılında Bağdat’ı almış, şehri yağmalayarak camileri,
medreseleri ve kütüphaneleri harap haline getirmişlerdi. Bağdat ulemasının çoğu
bu saldırıda katledildi.[48] Öyle ki
tarihçi İbnü’l-Esîr, Moğollar’ın başta Bağdat olmak üzere İslam beldeleri
üzerindeki tahribâtını anlatırken; “keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu
büyük felaketten önce ölüp gitseydim de bu olayla karşılaşmasaydım” der.[49] 1258
yılında İslam dünyasının maruz kaldığı bu saldırıda Moğollar Bağdat Abbâsî
Hilâfeti’ni yıkmışlar, İslam medeniyete en ihtişamlı yılları yaşatan bu şehirde,
medeniyetten eser bırakmamışlardı. Sadece Müslümanları değil bütün insanlık
medeniyetini tehdit eden bu tehlikeyi durdurma vazifesi ise Eyyûbi ordusu
içerisinde yetişen ve yeni yeni Mısır’da kurulan Memlükler’e nasip olacaktı.
Cengizhan’ın
torunu olan Moğol hükümdarı Hülagü Musul’u zaptetdikten sonra Eyyûbiler’in de
itaat etmesini istiyordu. O dönemki Eyyûbi Sultanı el-Melikü’n-Nasır Selahaddin
onu yatıştırmak istediyse de Hülagü 1259’da Tebriz’den yola çıktı. Moğollar’dan
kaçan halk Şam ve Mısır’a gitti. Moğollar Mardin, Urfa, Halep, Dımaşk gibi
şehirleri alarak Gazze’ye kadar olan toprakları işgal etti.[50]
Sultan
el-Melikü’n-Nasır Selahaddin de Baybars liderliğindeki Bahri Memlükleriyle
Mısır’a gitmek istemişti fakat yolda tutuklanıp Hülagü’ye gönderildi. Bahrî
Memlükleri Mısır’a ulaşmayı başardı. Moğollar Gazze’den sonra Mısır üzerine
yürüyeceklerdi. Mısır’daki Memlükler kaçmak yerine Moğollarla savaşmaya
kararlıydılar. Bu istilacı ve önü alınamayan tehlikeyi durdurmak isteyenler
Baybars etrafında birleşmişlerdi. Ordu komutanı Kutuz ile öncü birliği kumandanı
Baybars Gazze’ye yöneldi. 3 Eylül 1260 sabahı Aynicâlût’da iki ordu karşılaştı.
Bu savaşta çok sayıda Moğol öldürüldü. Bir kısmı ise kaçtılar. Takviye alarak
tekrar toparlanmaya çalışsalar da Baybars Moğolları yendi ve onları Fırat’ın
doğusuna attı.[51]
Hülagü hezimet haberini alınca kendisine bağlamak istediği Şam
Eyyûbiler Sultanı el-Melikü’n-Nasır Selahaddin’i öldürttü. Böylece bazı kolları
varlık gösterse de Eyyûbiler devleti resmen sona ermiş, yerine ise Mısır’da ve
daha sonra Şam’da Memlük Devleti kurulmuş oldu.[52]
III. Eyyûbi
Devlet Teşkilatı ve Kurumları
Dört halife
döneminde devletin adı İslam devletiyken sonraki süreçte İslam coğrafyasında
kurucu hanedanlarla anılan birçok devlet ortaya çıktı. Kurulan diğer İslam
devletlerinde olduğu gibi Eyyûbiler de devletin kurucu hanedanın adıyla anıldı.
Bu devlet merkeze bağlı müstakil eyaletlerden oluşan federal bir sultanlıktı.[53]
XI. yüzyıldan
itibaren Türk ve İslam devletlerinde devletin başında bulunan hükümdar “Sultan”
ya da “Melik” unvanıyla anılıyordu.[54]
Hükümdarın halkın canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı yoktu. Haksız bir
tasarruf vâki olduğunda şikayetler sultanın, kadıların, fakihlerin ve ulemanın
hazır bulunduğu Mezalim Mahkemeleri’nde görüşülürdü.[55]
Devlet hukuki
gelenek, şer’i hukuk ve sultanların çıkardıkları fermanlar ile yönetiliyor,
kendisine bağlı emirliklerin yönetimi genelde babadan oğula geçiyordu.
Bulunduğu coğrafya itibariyle Sünniler çoğunlukta olsa da bu toplumda Şii,
Hristiyan ve Yahudi unsurlar da vardı. Devlet genel yapısıyla askerî bir devlet
olup Dımaşk ve Kahire’den yönetiliyordu. Daimi askerlerin çoğu ise köle olarak
satın alınıp yetiştirilen Memlükler’di.[56]
Eyyûbiler kurucu
hanedanı Kürt olsa da siyasi ve askeri yapı olarak bir Türk devleti idi. İlim,
kültür ve bürokrasi bakımından ise Araplar hâkim unsurdu. Devletin bayrağı,
üzerinde kartal resmi bulunan sarı renkli bir bayraktı. Sultanlar devleti saray
teşkilatı, ordu teşkilatı ve divanlar yardımıyla yönetirdi. Devlet müesseseleri
Zengiler Devleti ile Fâtımi Devleti’nin müesseselerinin karışımından meydana
gelmişti. Aynı şekilde Zengiler vasıtasıyla Selçuklular’dan da etkilenmişti.[57]
Merkez
teşkilatının önemli unsurlarından olan divanlar resmi yazışmaların yapıldığı
divanü’l-inşâ, vergiler ve mali işlerin yürütüldüğü divanü’l-mal, askeri
işlerin görüldüğü düvanü’l-ceyş, hukuki konuların ele alındığı divanü’l-kaza,
posta ve haberleşme işlemlerinin gerçekleştiği divanü’l-berid gibi kısımlara
ayrılmıştı. [58]
Diğer İslam
Devletlerinde olduğu gibi Eyyûbiler de para birimi olarak dinar (altın), dirhem
(gümüş) ve fels (bakır para) kullanırlardı. Günlük hayatta en çok bakır para
kullanılıyordu. Paralar üzerinde sultanın ve halifenin adları bulunurdu.
Eyyûbiler devrinde birçok darphane olup isteyenler belli bir ücret karşılığında
ellerindeki altın ve gümüşü paraya çevirebiliyorlardı.[59]
İpek ve baharat
yolu Eyyûbiler’in hâkim olduğu topraklardan geçiyor, ticari mallar buralardan
taşınıyordu. Eyyûbiler bu güzergahtan geçen tâcirlerden gümrük vergisi
alıyordu. Onlar için çeşitli hanlar ve konaklama mekanları da inşa edilmişti.
Selahaddin Eyyûbi ve diğer sultanlar ticareti geliştirmek için Avrupa ve Haçlı
devletleriyle ikili anlaşmalar yapmışlardı. Aynı zamanda kılıç, kap kaçak,
kuyumculuk gibi el sanatları yaygındı. Verimli topraklardan çeşitli mahsuller
elde ediliyordu. Bunlardan alınan üçte bir kadar haraç ile onda birlik öşür
vergileri vardı. Zımmilerden alınan cizye de önemli bir gelir kaynağıydı. Bunların
takibini ise devletin belirlediği memurlar yapardı. [60]
a.
İmar Faaliyetleri
Daima savaş
halinde olan Eyyûbiler Devleti’ninin en çok gideri orduya oluyordu. Bunun
yanında kale, sur, saray, medrese, cami, yol, hamam, posta teşkilatı gibi
giderleri de vardı. Savaşlarda zarar gören surlar onarılmış, Kudüs baştan başa
restore ettirilmişti.
Eyyûbiler
döneminde en önemli kurumlardan biri hastanelerdi. Selahaddin Kahire,
İskenderiye’ye ve Kudüs’e hastaneler kurdurmuştu. Bu hastanelerde kadınlar,
erkekler ve akıl hastaları için ayrı kısımlar oluşturulmuştu. Bu dönemde
hastaneler aynı zamanda bir eğitim kurumu olarak hizmet görürdü. Hocalar
öğrencilere buralarda tıp eğitimi vererek tedavi usullerini öğretirdi.[61]
En yaygın eğitim
kurumları ise camiler ve medreselerdi. Eyyûbiler’in sonuna doğru Kahire’de on
beş, Dımaşk’ta kırk, Halep’te ise yirmi civarında medrese vardı. Buralarda
Hanefi ve Şafii fıkıhları okutulur, dil, tefsir, hadis ve tasavvuf eğitimleri
verilirdi. Derslerde genelde klasikleşmiş müelliflerin eserleri okutulurdu.[62]
Medreselerin yaygınlaştırılmasın maksatlarından biri de Ortadoğu’da Şiilik
tehdidine karşı Sünni öğretiyi hâkim kılmak ve devlet memuru ihtiyacını
eğitimli Hristiyan ya da Şiiler yerine Sünni olanlardan karşılamak içindi.[63]
Dımaşk, Halep,
Âmid gibi büyük şehirlerin camilerinde kitap koleksiyonları vardı. Selahaddin
Mısır’da Fâtımi sarayının 125 bin ciltlik kütüphanesini miras bırakmıştı. Ancak
bunların çoğu yağmalanmış ve kitap tüccarlarına satılmıştı. Sadece Selahaddin’in
baştabibinin bile 10 bin ciltlik bir kütüphanesi olduğundan bahsedilir.[64]
b.
İlim ve Kültür Hayatı
Sultanların ilim
ve edebiyata olan merakları bu alanlara canlılık kazandırmıştı. Ülkedeki siyasi
istikrar ve Sultanlar’ın ilim adamlarını himaye etmeleri bu canlılığı daha da arttırmıştı.
Bu devirde büyük fikir adamları, dilciler, muhaddisler, müfessirler, tarihçiler
yetişmiştir. İzzeddin İbnü’l-Esir’in (ö.1233) el-Melikü’l-Kamil fi’t-târih’i,
İbnü’l-Cevzi’nin (ö.1257) Mir’âtü’z-zamân adlı eserleri bu dönemde
ortaya çıkmış önemli İslam tarihi kaynaklarıdır. Ebu Şame’nin Kitabü’r-Ravzateyn’i
ile İbn Vâsıl’ın Müferricü’l-kürûb adlı eseri bu dönemdeki olayları
yakından takib eden müelliflerin önemli eserlerindendir.[65]
Tıp, felsefe,
mantık, matematik alanlarında da önemli eserler verilmiştir. Aristo ve İbn Sina
felsefesini iyi bilmekle beraber bunlara keşf ve ilhamı katan İşrâkiyyun’un
kurucusu Sühreverdi (ö.1191) bu dönemde yetişti. Yine Endülüs Yahudilerinden
olan ünlü felsefeci İbn Meymun (ö.1204) oradaki baskıdan dolayı gelip Kahire’ye
yerleşti. Büyük kelam âlimi Seyfeddin el-Âmidi (ö.1233) sultanlardan himaye
görmüş, önemli eserler kaleme almıştır. Büyük bilgin İbn Yunus (ö.1242) ise
Nasîrüddini Tûsî, Esîrüddin el-Ebheri, Katibî gibi ünlü metamatikçilerin ve
felsefecilerin hocasıdır. Yetiştirdiği bu öğrenciler XIII. yüzyılın önemli bilginlerinden
olmuşlardır.[66]
Eyyûbiler devrinde
fizik alanında yetişmiş, bugün bile çokça önemli kabul edilen teorileriye
Ebü’l-îz b. Rezzâz e-Cezerî (ö.1206) o dönemde yetişmiş, onun otomatlarla ilgili
eseri birçok dile tercüme edilmiştir. İçerisinde otomotların resimlerini
çizdiği bu eser Batı’yı da etkilemiştir.[67]
XI. yüzyılın
başlarında tarihi malzemeler bulmak oldukça zor iken Nureddin ve Selahaddin
dönemine ait bol miktarda kaynak ve malzeme vardır. Bunun sebebi Selahaddin
Eyyûbi’nin âlimleri himaye etmesi ve bu konudaki teşvikidir. İlme ve ilim
adamına verilen değer Eyyûbiler devleti boyunca devam etmiş, bu sayede büyük
bilginler yetişmiştir.[68]
Sonuç
Haçlılar’a karşı İslam
dünyasını bir araya getiren Selahaddin Eyyûbi’nin kurduğu Eyyûbiler devleti Zengiler’in
devamı olup İslam dünyasının koruyucusu olmuştur. Selahaddin Eyyûbi sürgün
yemiş bir ailede doğmuş, babasının ve amcasının Haçlılar’la olan mücadelesine
şâhit olmuştur. Nureddin Zengi’den aldığı ilmi ve manevi eğitim ile amcasıyla
birlikte tecrübe ettiği idari ve askeri işleri onu önce Mısır vezirliğine sonra
da kendi topraklarını yönetmeye taşımıştır. Kendisi dışında gelişen hadiseler
ve güçlükler karşında durup beklemek yerine bedel ödeyerek onları fırsata
çevirmeyi bilmiş, zor şartların büyük kahramanlar yetiştireceğini kendi
hayatında tecrübe etmiştir. İslam coğrafyasındaki Şii Sünni çift başlılığını
kaldırmış, civardaki beylikleri anlaşmalarla kendisine bağlayarak Haçlılar
karşısında ilk defa güçlü bir İslam birliğini sağlamıştır. Böylece yenilmez
zannedilen orduyu hezimete uğratarak Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ü Hz.
Ömer’den sonra ikinci kez fethetmişti. Bu fetih aynı zamanda İslam dünyasının
kalplerini de fetheden büyük bir zafer olmuştur.
Arapça, Fasça,
Türkçe ve Kürtçe bilen Selahaddin iyi bir tarih ve edebiyat bilgisine sahipti. Medreselere
büyük önem verir, alimleri kendi sarayında ağırlayarak ilmi ve edebi sohbetlere
katılırdı. Ahlat’tan Aden’e, Hemedan’dan Trublusgarp’a kadar uzanan bir alana
hükmederek medreselerin yaygınlaşmasını sağlamış, İslam’ın kutsal mekanlarının
koruyuculuğunu üstlenmişti.
Selahaddin Eyyûbi
imar faaliyetlerinden dolayı “Salahu’d-dünya ve’d-din” lakabını almış, kurduğu
Eyyûbiler devleti ile Ortadoğu’da baştan başa silinmez izler bırakmıştı. Büyük
dinlerin ve medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu’daki bu inşa ve onarım Eyyûbiler’den
sonra Memlükler’le devam etmiş, daha sonra Osmanlı Devleti devralarak günümüze miras
olarak bırakmışlardır.
Eyüp
Ensar ELKOCA
KAYNAKÇA
Ayşe DUDU KUŞÇU, Eyyûbî Devleti Teşkilatı, Türk Tarih Kurmu
Yayınları, Ankara, 2013
Abdul Rahman Azzam, Selahaddin Eyyubi, çev. Pınar Arpaçay,
Alfa Yaınları, İstanbul, 2015
David Nicolle, İkinci Haçlı Seferi 1148, İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2014
DİA, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XII. cilt
Ebu Şâme, Kitabü’r-Ravzateyn, (nşr. M. Hilmi Muhammed)
Mısır, 1988
Ebü’l-Fida, el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer, Kahire 1986
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fî’t-târih, Beyrut, 1966
İbn ü’l-Esir, el-Kâmil
fi’t-Târih Tercümesi”(çev.A. Ağırakça-A. Özaydın), İstanbul, 1987
İbn Şeddâd, en-Nevâdirü’s-sultâniyye (nşr.Cemâleddin
eş-Şeyyâl), Kahire 1964
İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb fî ahbâri mülûki Beni Eyyûb,
(Nşr: Haseneyn Rebi) Kahire 1972
İhsan Süreyya
Sırma, Müslümanların Tarihi, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014
John Man,
Geçmişin ve Geleceğin Hükümdarı Selahaddin Eyyubî, (Çev. Ekin Duru) Say
Yayınları, İstanbul 2016
Makrîzî, Kitâbü’s-Sülûk
(nşr. M. Mustafa Ziyâde), Kahire 1942-53
Önder Kaya (Ed.), Eyyubiler (Yönetim-Diplomasi-Kültürel Hayat),
Küre Yayınları, 2012
Ramazan Şeşen, Salâhaddîn
Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul,
……, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbiler Devleti, İstanbul Üniv.
Edebiyat Fakültesi Yay.1983
……., Salâhaddin Eyyûbi ve Devri, İstanbul, İSAR, 2000.
……., Salâhaddin’den Baybars’a, Eyyûbiler-Memluklar,
İstanbul, İSAR, 2007
Steven
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1986-87
Haçlı Seferlerinin 900. Yıldönümünde Uluslararası Selâhaddin-Eyyûbî
Sempozyumu 23-24 Kasım 1996, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Diyarbakır
[1]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 98-102
[2] Steven
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, II, s.200
[3] David
Nicolle, İkinci Haçlı Seferi 1148, s.5; John Man, Selahaddin Eyyûbi,
s.46
[4]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 341
[5] Ramazan
Şeşen, Selahaddin Eyyûbi ve Devri, s.25
[6] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.19-23
[7] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.24
[8] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.24
[9] Şeşen, Eyyûbiler (1169-1260), s.25
[10] İbnü’l-Esir,
el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 338
[11]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 340, S. Runciman, Haçlı
Seferleri Tarihi, II, s.319
[12]
El-Makrizî, İt’azu’l-Hunefâ, III, 302
[13]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 342
[14]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 351
[15]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 366-68
[16]
El-Makrizî, İt’azu’l-Hunefâ, III, 331
[17]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 396-397
[18] Şeşen, Selahaddin
Eyyûbi ve Devri, s.53
[19]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 405
[20]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 419
[21]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 482-496
[22] Erdoğan
Merçil, “Sultan Salahaddin Eyyubi’nin Anadoludaki Türk Devletleriyle Münasebetleri”,
Eyyubiler (Yönetim-Diplomasi-Kültürel Hayat), Ed.Önder Kaya, s.179
[23] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.41
[24]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 518; Şeşen, Salahaddin Eyyûbi
ve Devri, s.84
[25] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.54
[26] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.54-56; Makrîzi, Kitabü’s-Sülûk, I, 218
[27]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 534-538
[28] İhsan
Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi, c.4. s.378
[29] İbn
Vâsıl, Müferricü’l-kurûb, V, s.135
[30] İbn
Vasıl, Müferricü’l-kurûb, II, 139
[31]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 547
[32]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 547-548
[33]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 549
[34]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 550
[35] İhsan
Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi, c.4. s.384
[36]
bnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XI, 51
[37] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.59
[38]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XII, 67; Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.64-66
[39]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XII, 75
[40] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.69
[41]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XII, 98
[42] Ebu Şâme,Kitâbü’r-
Ravzeteyn, IV, 224-226
[43] İbn
Şeddâd, en-Nevâdirü’s-Sultâniyye, s.37
[44] İbn
Şeddâd, en-Nevâdirü’s-Sultâniyye, s.39-40
[45] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.79
[46]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, XII, 482-483
[47] Şeşen, Salahaddin’den
Baybaras’a, s.395
[48]
Ebu’l-Fida, el-Muhtasar, III, 233
[49] İbn
ü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih Tercümesi”(çev.A. Ağırakça-A. Özaydın),
XII, 316-317
[50] Şeşen, “Eyyûbiler”,
DİA, XII, s.24
[51] Makrîzi,
Kitabü’s-Sülûk, I, 366-378
[52] Şeşen,
“Eyyûbiler”, DİA, XII, s.24
[53] Şeşen, Salahaddin
Devrinde Eyyûbiler Devleti, s.99
[54] Ayşe
Dudu Kuşçu, Eyyûbi Devleti Teşkilatı, s.185
[55] İbn
Şeddâd, en-Nevâdirü’s-Sultâniyye, s.41
[56] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.169-171
[57] Şeşen, Salahaddin
Devrinde Eyyûbiler Devleti, s.99
[58] Bkz. Ayşe Dudu Kuşçu, Eyyûbi Devleti
Teşkilatı, s.255-399
[59] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.186
[60] Şeşen, Salahaddin
Eyyûbi ve Devri, s.314-317
[61] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.188
[62] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.190
[63] Abdul
Rahman Azzam, Selahaddin Eyyûbi, s. 50
[64] Şeşen, Salahaddin’den
Baybars’a, s.328-335
[65] Bkz.
Ayşe Dudu Kuşçu, Eyyûbi Devleti Teşkilatı, s.11-30; Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.202-206
[66] Şeşen, Eyyûbiler
(1169-1260), s.207-221
[67] Şeşen, Salahaddin Eyyûbi ve Devri,
s.546
[68] Şeşen,
“Eyyûbiler Devletinde Kültür Hayatı”, Uluslararası Selâhaddin Eyyûbi
Sempozyumu, s.198
0 yorum:
Yorum Gönder