Edip Akyol
Musul ve Halep civarında hüküm sürmüş olan bir hanedan olup adını büyük Tağlib kabilesine[1] mensup Hamdan b. Hamdun et-Tağlibî’ye nispet edilir. Hamdaniler Arap Tağlip kabilesinden[2], kuzey Arapları Adnanilere dayandırılır.[3]
Musul ve Halep civarında hüküm sürmüş olan bir hanedan olup adını büyük Tağlib kabilesine[1] mensup Hamdan b. Hamdun et-Tağlibî’ye nispet edilir. Hamdaniler Arap Tağlip kabilesinden[2], kuzey Arapları Adnanilere dayandırılır.[3]
1- Hamdanoğullarının Soy Kütüğü
Hamdân’ın nesebi özetle şöyledir:
Hamdan b. Hamdûn[4]
b. el-Hâris b. Nu’mân[5] b,
Râşid b. el-Müsenna b. Rafı’ b. el-Hars[6] b.
Atıf b. Mahrebe b. Harise b. Mâlik b, Ubeyd b. Adiy b. Usâme b. Mâlik b. Bekr
b. Habib b. Amr b. Ğanem b. Tağlib et-Tağlibî el- Adevî Adiy b. Rebi’a.[7]
İbn Hallikan’ın Vefayâtü’l-A’yân’ında
da bu şekildedir[8].
Bölgenin tarihinde önemli rol oynayan
Hamdânîler, Araplar’ın en büyük kabilelerinden Rebîa’nın Tağlib koluna
mensuptur.[9]
İslâmiyet’ten önce Hıristiyan (İslam’ın ilk döneminde bu dinlerini korumuşlardı
ve asrın sonuna kadar Hıristiyan olarak kalmışlardı) olan Tağlibîler Tihâme’den
kuzeye göç etmiş, sonraları kendi adlarını alan Diyârırebîa ve Musul bölgesine
yerleşmişlerdi. Tağliboğulları sağlam, kuvvetli ve sayıca çoktular.[10]
Cahiliye döneminde büyük bir etkiye sahiptiler. Bilakis Tebrizi onlar için: “Eğer İslam zuhur etmemiş olsaydı
Tağliboğulları Arapları tedirgin eder onların başlarını ağrıtırlardı.”[11]
Hz. Ömer zamanında cizyeye bağlanan kabile daha sonra Müslüman olmuştur.[12]
Hamdânîler güler yüzlü, edip ve fasih
dilli, cömert, ince zekâya sahip hükümdarlardı ve bu özellikleriyle temayüz
etmişlerdi. Tağlibîler asabiyetlerine çok bağlıydılar ve bunu isimlerine de
yansıtmışlardı. Emirlerin isimleri kabileye nispetle anılırdı. Ebu Zehir
Mühelhel, Ebu Vâil Tağlîb, Ebu Tağlib b. Nasırüddevle gibi.[13]
2- Hamdâniler’in Ortaya Çıkışları
Hamdan, aşireti
ile birlikte el-Cezîre ve Mavsıl bölgesinde sürekli yer değiştirerek dolaşıyordu.
Bu arada yapmış olduğu şeyler ile ün salmıştı. Hamdân’ın ilk ortaya çıkışı
Mu’tezz’in (el-Mu’tezz Billâh (857–902) )
hilafetinin son zamanlarında, 255 (868–869) yılında olmuştur. Mavsıl emirleri,
Müşavir, Harun eş-Şârî ve Muhammed b. Harzâd, Haricî gruplarına karşı ondan
yardım istiyorlardı. (Bunlar Sufriyye Haricîleri’nden olup ve her biri Mavsıl
emirleri ve ahalisine devamlı saldırılar düzenliyorlardı.)
Daha sonra,
Hamdan b. Hamdûn, el-Cezire’nin bazı şehirlerini ele geçirip Mardin
Kalesi’ne de sahip olana kadar sürekli güçlendi ve adını duyurdu. O, Mardin
Kalesi’nde kalıyor, Diyar Rebi’a şehirlerinin çoğuna, el-Cezire’nin batı
bölgesinin hemen hepsine hükmediyordu. Daha sonra, Haricî Harun eş-Şârî’ye
meylederek ve onunla, halka düşmanca davranmak, şehirlere musallat olmak, fesat
çıkarmak ve insanları adı geçen Harun’a itaate zorlamak üzere bir anlaşma
yaptı.
Halife Mu’tezid-Billâh şehri onun
elinden almak üzere bizzat sefere çıkıp kuşatma başlattıysa da muvaffak olamadı
(279/892).[14]
Halife, ikinci defa Türk kumandanlarıyla birlikte hareket ederek Mardin ve
Erdümüşt üzerine yürüyünce Hamdan yerine oğlu Hüseyin’i Erdümüşt Kalesi’nde
bırakıp kaçtı; Hüseyin ise kaleyi halifeye teslim etti.
282 (895–896) yılında Mu’tezid’e,
Hamdan b. Hamdûn’un Mavsıl’a döndüğü haberi ulaştı. Mu’tezid, Mavsıl Amili
İshak b. Eyyub b. Ömer b. El-Hattab el-Adevî et-Tağlibî’ye haber gönderip
Hamdan ile birlikte yanına gelmesini istedi. İshak gitti, ama Hamdan gitmeye
yanaşmadı. Elindeki kaleleri tahkim edip mallarını ve haremini buralara
yerleştirdi. Mu’tezid, Vasîf Mevşkîr ile beraber bir orduyu onun üzerine
gönderdi. Yola çıkan Vasîf, önce Mavsıl yakınlarında yer alan Deyru’l-
Za’ferân’da Hüseyin b. Hamdan ile karşılaştı. Hüseyin ondan eman diledi ve bu
isteği kabul edildi. Vasîf onu Mu’tezid’e gönderdi ve kalesini yıktı. Vasîf,
Sâserîn’de bulunmakta olan Hamdân’ı yakalamak için harekete geçti ve onunla
savaşa tutuştu. Yanındakilerin bir bölümü öldürülen Hamdân mağlup oldu. Bunun
üzerine Dicle Nehri’nde kendisi için bulundurulan bir bota binerek nehrin batı
tarafına geçti ve Diyarı Rebi’a bölgesine gitti. Ardından bir grup asker, onun
peşinden gitti ve konakladığı bir manastırda ona yetiştiler. Hamdan onları
gördüğü zaman mallarını bırakarak kaçmaya başladı. Malları alan askerler onun peşini
bırakmadılar. Bunun üzerine Hamdân, Mu’tezid ile beraber bulunan İshak b.
Eyyüb’ün çadırına yönelerek ona sığındı. İshak onu Mu’tezid’in huzuruna
çıkardı. Mu’tezid, onun tutuklanarak gözaltında bulundurulmasını emretti.[15]
Bir süre sonra Hamdân’ın oğlu Hüseyin
Haricî ordusunu bozguna uğratıp reisleri Harun’u esir alıncaya kadar (283/896)
hapiste kaldı.[16]
Hüseyin 283’te (896) Cibâl’de Bekir b. Abdülaziz b. Ebû Dülef’le savaştı ve
aynı yıl Karmatîler’e karşı sefere çıktı. 291’de (904) Suriye’de Sâhibü’l-hâl’e
karşı zafer kazandı.[17]
Ardından Abbâsîler’in başkumandanı Muhammed b. Süleyman’ın Mısır seferine
katılarak Tolunoğulları’nın yıkılıp bölgenin tekrar ele geçirilmesinde büyük
rol oynadı; bu arada halifenin: Mısır valisi olması için yaptığı
teklifi kabul etmedi. 295 (908) yılında tekrar Suriye’de Karmatîler’in üzerine
giden Hüseyin, 296’da (909) İbnü’l-Mu’tezz’i tahta çıkarmak üzere düzenlenen
başarısız tertibe katıldığı için kaçmak zorunda kaldı. 293 (905–906) yılında
Müktefî-Billâh tarafından Musul valiliğine getirilmiş olan kardeşi Ebü’l-Heycâ
Abdullah[18]
onu takiple görevlendirildi. Fakat Hüseyin diğer kardeşi İbrahim’in
aracılığıyla affedilerek Kum ve Keşan, daha sonra da Diyârırebîa valiliğine
tayin edildi (298/910). Ancak Hüseyin bağımsızlığını ilân edip topladığı
vergileri göndermedi. Bunun üzerine Halife Muktedir-Billâh, Emîrül-Ümerâ Ibn
Râik kumandasındaki büyük bir orduyu sefere çıkardıysa da başarı sağlanamadı.
Daha sonra Emir Munis el-Muzaffer’e yenilen Hüseyin esir düştü. Hamdânî
emirlerine güveni kalmayan halife onunla akrabalarını Bağdat’ta hapsettirdi.
Fakat Hüseyin halifeye karşı komplo düzenleme fikrinden ve bu yolda çalışmaktan
vazgeçmedi. Halife kendisine karşı yeni bir komplonun düzenlendiğini ve
elebaşların Hüseyin ile kendi veziri İbnü’l-Furât (Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed)
ve Azerbaycan’daki valisi olduğunu anlayınca Hüseyin’i öldürttü (306/918);
diğerlerini de görevlerinden azletti.[19]
Hüseyin’in kardeşleri Ebü’l-Heycâ
Abdullah, İbrahim ve Saîd halifeye sadık kalmış, Ebü’l-Heycâ 293’te (905–906)
Musul, İbrahim 307’de (919) Diyârırebîa ve Saîd 312’de (924) Nihâvend
valiliğine getirilmiştir.[20]
Bunlardan Ebü’l-Heycâ, bir yandan isyancı bazı grupları itaat altına alırken
öte yandan kardeşi Hüseyin’e karşı yürütülen operasyonları yönetti. Ebü’l-Heycâ
daha sonra Bağdat’ta kalmayı tercih ederek oğlu Hasan’ı yerine vekil bıraktı.
301’de (913) bilinmeyen bir sebeple Musul valiliğinden azledilen Ebü’l-Heycâ,
Emîrü’l-Ümerâ Mûnis’e itaat arz edince ertesi yıl aynı göreve tekrar getirildi;
307 (919)’de de âsi Azerbaycan valisi Yûsuf b. Ebü’s-Sâc’ı itaat altına almak
üzere Mûnis’in kumandasında gönderilen orduda görev aldı. Daha sonra Tarîk-i
Horasan ve Dînever valiliğine tayin edildi, 313’te (925) Musul ile Cizre
yöresindeki Bâzabdâ ve Karda da (Bâkırda) onun idaresine verildi. Kardeşi
İbrahim’in ölümünden sonra valisi olduğu Diyârırebîa’nın yönetimi yine
kardeşlerinden Davud’a bırakıldı. Ebü’l-Heycâ da kardeşi Hüseyin gibi
Karmatîler’le mücadele etti ve 315 (927)’te onlara karşı Bağdat’ı korudu. Fakat
bu sırada Dînever valiliğinden uzaklaştırılınca Bağdat’a giderek Munis ve
Sâhibü’ş-Şurta Nâzûk Hâdim’in yardımıyla Halife Muktedir-Billâh’ı indirip
yerine Kahir- Billâh’ı tahta çıkardı; yeni halife de Hulvân, Dînever, Hemedân
ve Kirmanşah’ın yönetimini ona verdi (317/929). Ancak kısa bir süre sonra
Kahir-Billâh halifelikten uzaklaştırılıp Muktedir-Billâh tekrar halife ilân
edildi. Hamdânîler’in gerçek kurucusu olan Ebü’l-Heycâ da bu karışıklıklar
sırasında öldü (17 Muharrem 317/2 Mart 929). Onun ölümünden sonra Hamdânîler
iki ayrı kol halinde varlıklarını sürdürdüler.[21]
3- Musul Kolu
Hanedanın Musul kolunun kurucusu
Ebu’l-Heycâ’nın oğlu Nâsırüddevle[22]Hasan’dır.
Başkentleri Mavsıl’dır. Valilikleri,
293 (905–906) senesinde başlar, 368 (970–971) senesinde son bulur.
Valiliklerinin müddeti 75 senedir.
Mavsıl ve el-Cezire'de
valilik yapanlar:
Bu valilerin ilki Ebu’l-Heycâ
Abdullah b. Hamdan b. Hamdun’dur. Nesebi yukarıda zikredilmiş olup daha önce de
ifade ettiğimiz gibi; Hüseyin b. Hamdân, 296’da (909) İbnü’l-Mu’tezz’i tahta
çıkarmak üzere düzenlenen başarısız tertibe katıldığı için kaçmak zorunda
kalmıştı. Bunun üzerine 293 (905–906) yılında Müktefî-Billâh Hüseyin’i takip
etmesi için kardeşi Ebü’l-Heycâ Abdullah’ı onu takip etmekle görevlendirmiş ve
Musul valiliğine tayin etmişti.[23]
Ebu’l-Heycâ, 308/920 yılından itibaren, buranın idaresini oğlu Hasan’a bırakmış
olmakla beraber, pek kısa fasılalar ile vefatına kadar (317/929) bu önemli
şehrin valisi olarak kaldı.
Daha sonra “Nasırüddevle” ünvanını alan Hasan bu
şehirde, 358/968 yılında meydana gelen vefatına kadar kalmaya ve Diyârırebîa
ile Diyârımudar’a kadar nüfuz ve iktidarını yaymaya muvaffak oldu.[24]
Babasının ölümünün ardından Halife
Muktedir-Billâh Musul’un yönetimini ondan alarak amcaları Nasr ve Ebü’1-Alâ
Saîd’e verdi; kendisine de Diyârırebîa’nın batısı ile Nusaybin, Sincar, Hâbûr,
Meyyâfârikin ve Erzen’i bıraktı. Ancak daha sonra Hasan Musul’u geri alıp
amcası Saîd’i öldürttü (323/935). Bu olaya kızan yeni halife Râzî-Billâh veziri
İbn Mukle’yi Musul’a sevk edip şehri ele geçirdi.[25]
Fakat aynı yıl içinde halifenin kuvvetlerini bozguna uğratan Hasan tekrar
Musul’u ve onunla birlikte Diyârırebîa, Diyârımudar ve Diyarbekir’i zapt etti.
Hasan 330’da (942), halifenin yetkilerini elinden almak ve bu arada kendisini
de Musul’dan uzaklaştırmak isteyen emîrü’l-ümerâ İbn Râik’i ortadan kaldırdı.[26]
Bunun üzerine halife onu “nâsırüddevle” unvanıyla emîrü'l-ümerâ tayin etti; bu
işe yardımcı olduğundan kardeşi Ali’ye de “seyfüddevle” unvanını verdi.[27]
Nâsırüddevle Hasan bir yıl kadar Bağdat’ta kaldıktan sonra yerini Türk
kumandanı Tüzün’e bırakıp Musul’a döndü. Tuzun ile anlaşamayan halife Musul’a
gidip Hamdânîler’e sığındı (332/943). Tuzun daha sonra Hamdânîler’in üzerine
yürüyerek onları Musul’u terk etmek mecburiyetinde bıraktı. Nâsırüddevle,
halifeyi daha emin bir yerde bulunması için Musul’dan Rakka’ya gönderdi. Bu
sırada Nâsırüd’devle ile Tuzun anlaşınca halife İhşîdîler’den Muhammed b.
Tuğç’tan yardım istedi. Ancak bu yardım gerçekleşmedi. Birkaç ay sonra Halife
Muttaki - Lillâh, Tüzün’ün kendisine sadık kalacağına dair sözüne aldanarak
Rakka’dan Bağdat’a doğru yola çıktı, fakat yolda gözleri oyularak halifeliğine
son verildi. Nâsırüddevle halifeye vaat ettiği vergiyi ödemeyince Tüzün ile
yeni halife Müstekfî- Billâh bir ordu ile Nâsırüddevle üzerine yürüyerek onu
vergisini ödemeye mecbur ettiler. Büveyhîler’den Muizzüddevle Bağdat’a hâkim
olur olmaz Hamdânîler’e karşı bir sefere girişti. Fakat İran’da çıkan
karışıklıklar yüzünden gayesine ulaşamadı ve Harndânîler’le bir anlaşma yaparak
geri döndü. Nâsırüddevle, Büveyhîler’e vergi ödemeye ve hutbede halifeden sonra
Büveyhî hükümdarlarının adını zikrettirmeye razı oldu. Muizzüddevle ile
Nâsırüddevle arasındaki mücadele 345’te (956–57) yeniden baş gösterdi,
Hamdânîler, Muizzüddevle’nin Bağdat’tan uzakta bulunmasından faydalanarak şehri
zapt etmeye kalkıştılar. Muizzüddevle onlardan verdikleri zarar ve ziyanı
ödemelerini istemekle yetindi. Ancak yıllık vergi konusunda Harndânîler’le anlaşamayınca
Musul ve Nusaybin’i ele geçirip Rahbe üzerine yürüdü. Nâsırüddevle Halep emîri
olan kardeşi Seyfüddevle’ye sığındı (347/958)[28];
kardeşinin bu parayı ödemeyi taahhüt etmesi üzerine de Musul’a geri döndü.
Ancak taahhüdün yerine getirilmemesi sebebiyle Musul Muizzüddevle tarafından
tekrar işgal edildi ve şehrin yönetimi Nâsırüddevle’nin oğlu Ebû Tağlib
Gazanfer’e verildi (353/964). Bu olaylardan sonra Erdümüşt’e sürülen
Nâsırüddevle Rebîülevvel 358’de (Şubat 969) orada öldü.[29]
Gazanfer Diyarbekir’i ele geçirmek
isteyen Bizanslılarla mücadele etti ve onları bozguna uğratarak Domestikos
Melias’ı esir aldı. Bunun üzerine Büveyhî Emîri Bahtiyâr’ın teklifiyle Halife
Mûti Lillâh tarafından kendisine “Uddetüddevle” lakabı verildi. Gazanfer ile
Bahtiyar Bağdat’ı ele geçirmek isteyen Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle’ye karşı
savaşa girdiler. Ancak mağlûp oldular ve Gazanfer Bizans’a sığınmak zorunda
kaldı. Daha sonra geri döndüyse de Remle Emîri Müferric b. Dağfel’e yenilerek
öldürüldü (369/979); onun ölümüyle de Hamdânîler’in el-Cezîre ve Musul’daki
hâkimiyetleri fiilen sona erdi. Gazanfer'in kardeşleri Ebû Abdullah Hüseyin ve
Ebû Tâhir İbrahim müttefikleri olan Ukaylîler tarafından bertaraf edildiler ve
Musul’a Ukaylî Ebü’z-Zevvâd Muhammed b. Müseyyib hâkim oldu (380/990).[30]
Böylece Hamdanilerin Mavsıl valileri kolu son buldu. Gazanfer’in diğer bir
kardeşi Zülkarneyn ise Fatımîler’in hizmetine girdi ve Dımaşk valiliğine tayin
edildi (401/1010).[31]
Hamdânîler sadece Musul ve Irak’ta
hüküm sürmeyip, 333/944 yılından itibaren hâkimiyetlerini Halep ve Kuzey
Suriye’ye kadar genişletmişlerdi.
4- Halep Kolu
Başkentleri Halep’tir. Valiliklerinin
başlangıcı 333 (944–945), çöküşleri ise yaklaşık 391 (1000–1001) senesinde
olmuştur. Valiliklerinin müddeti 58 yıldır. Bu valilerin ilki Seyfüddevle
Ebu’l-Hasan Ali b. Ebu’l-Heycâ Abdullah b. Hamdan b. Hamdûn’dur. O, 333
senesine kadar bazen Bağdat’ta, bazen Vâsıt’ta, son olarak da Mavsıl’de kardeşi
Nâsıruddevle’nin ve Halifelerin hizmetinde bulunmuş,[32] daha
sonra Halep’e giderek burayı ele geçirmişti.[33]
Nâsırüddevle Hasan, kardeşi
Seyfüddevle Ali’yi Nusaybin’e vali tayin etmişti. Fakat Seyfüddevle daha büyük
bir vilâyette bağımsız olarak hüküm sürmek istiyordu. Nâsırüddevle başlangıçta
tereddüt gösterdiyse de daha sonra onun Halep’i ele geçirip orada bağımsız bir
devlet kurmasına razı oldu.[34]
Halep o sırada Muhammed b. Tuğç el-İhşîdî'nin naibi Osman b. Saîd el-Kilâbî'nin
idaresinde bulunuyordu. Seyfüddevle, 8 Rebîülevvel 333'te (29 Ekim 944) şehre
girerek[35]
Halife Müstekfî-Billâh ve kendi kardeşi Nâsırüddevle adına hutbe okuttu;
ardından Dımaşk’ı aldı (Ramazan 333/; Mayıs 945).[36]
İhşîdîler’le Hamdânîler arasındaki mücadele Muhammed b. Tuğç’un ölümünden
(Zilhicce 334/Temmuz 946) sonra Kâfur[37] döneminde
de bir süre devam etti ve sonunda İhşîdîler yapılan anlaşma ile bütün Kuzey
Suriye’yi Hamdânîler’in tasarrufuna bıraktılar (Rebîülâhir 336/Kasım 947).[38]
Seyfüddevle bu tarihten sonra Bizans
ile devamlı bir mücadeleye girdi ve asıl şöhretini Bizanslılarla yaptığı
savaşlarla kazanmıştır. Başlangıçta başarılı olamadıysa da daha sonra birçok
başarı elde etti, özellikle 953’ten itibaren önemli zaferler kazandı ve
kumandan Bardas Phokas’ın oğlu Konstantinos’u esir aldı (Seyfüddevle’nin Bizans
ile yaptığı savaşlar, tezimizin asıl konusunu teşkil ettiği için ikinci bölümde
ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır).
Seyfüddevle Halep’te güçlü bir devlet kurmakla birlikte Nâsırüddevle’ye
bağlılığını sürdürdü. Musul Hamdânîleri Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya,
Halep Hamdânîleri ise önce İhşîdîler’e, sonra da Fâtımîler’e ve Bizans’a karşı
topraklarını korumaya çalışmışlardır. Bizans saldırılarının önlenmesinde ve
onlara karşı yapılan akınlarda Seyfüddevle’nin büyük emeği vardır. Hastalığı
yüzünden son Bizans seferinden geri dönmek zorunda kalan Seyfüddevle Şeyzer’e
çekildi ve 10 Safer veya 24 Safer 356 (25 Ocak veya 8 Şubat 967) tarihinde
Halep’te öldü; cenazesi Meyyâfârikin’de annesinin mezarının yanına defnedildi.[39]
Seyfüddevle’nin yerine geçen oğlu
Ebü’l-Meâlî Sa’düddevle iç isyanlar ve Bizans saldırılarıyla uğraşmak zorunda
kaldı. Onun 381 Şevvalinde (Aralık 991) ölümü üzerine yerine Ebü’l-Fezâil
Saîdüddevle geçti. Bu sırada Fâtımîler Halep’i kuşattılarsa da Bizans
İmparatoru II. Basileios’un yardıma gelmesi üzerine geri çekildiler. 392 (1002)
yılında, bir süreden beri Hamdânî tahtını ele geçirmeyi planlayan Hâcib Lü’lü’
damadı Saîdüddevle’yi zehirleyerek ortadan kaldırdı ve iki yıl kadar onun
oğulları adına devleti yönetti, Daha sonra onlardan Ebü’l-Hasan Ali ile
Ebü’l-Meâlî Şerîf'i Mısır’a sürdü; diğer kardeşleri Ebü’l-Heycâ ise ülkeyi terk
ederek Bizans imparatoruna sığındı (394/ 1004). Böylece Hamdânîler’in Halep
koluna son veren Lü’lü idareyi tek başına ele geçirmiş oldu. Onun 399 (1008)
yılında ölümünden sonra oğlu Mansur yerini aldı ve Fatımî halifesinin adına
hutbe okuttu; halife de ona “murtazaddevle” lakabını verdi.[40]
XII. yüzyılda bir Hamdânî grubunun Suriye’de
Dürzîler arasında nüfuz ve itibar sahibi olduğu görülür; Osmanlılar zamanında
ise Cebelidürûz’de emirlik yaptılar. IV. (X.) yüzyılın en zengin İslâm
hanedanları arasında yer alan Hamdânîler Arap edebiyatının hamileri olarak
şöhret kazandılar. Özellikle Seyfüddevle ve Nâsırüddevle âlim, edip ve şairleri
korur, onlara saygı gösterirlerdi. Yoğun savaşlarla dolu bir ömür geçirdiği
halde Seyfüddevle’nin sarayı büyük şairlerle dolup taşardı. Seyfüddevle’nin
ilgi ve himayesiyle şiir ve edebiyatta ciddi gelişmeler oldu. Fârâbî, Kitâbü’l-Eğânî
adlı eserini Seyfüddevle’ye takdim eden Ebü’l-Ferec el-Is-fahânî, saray
hatibi İbn Nübâte, şair Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî, şair Ebû Firâs el-Hamdânî,
şair Ebü’1-Alâ el-Maarrî ve Nâsırüddevle adına imamet hakkında bir risâle yazan
Kitâbü’l-İrsâd müellifi Şeyh Müfîd, Seyfüddevle’nin amcası Hüseyin’in
yakın dostlarından Hallâc-ı Mansûr, Hamdânîler nezdinde ilgi ve itibar görmüş
edip ve şairler arasında yer alır.[41]
Hamdânîler İmâmiyye Şiası’na mensup olmakla beraber Sünnîlere karşı hoşgörülü
davranmışlardır.[42]
Sonuç olarak Gerek
İslam tarihi gerekse Anadolu’nun tarihi için önemli bir dönemi ifade eden
Hamdânîler (905–1004) ve onların en güçlü siması olan Seyfüddevle (916–967), Yukarı Fırat Bölgesinde, Harput (Hısn Ziyad)
kalesi yakınında, 923 yılından itibaren Bizans İmparatoru Romanos I. Lekapenos
(920–944)’un Şark kuvvetleri Domestikos’u olan komutanı bozguna uğratarak,
meşhur Bizans Savaşlarını başlatan kişi olarak tarihe geçmiştir. Böylece Doğu
Anadolu’da yıllarca devam eden Bizans taarruzu durdurulmuş ve Müslümanların
atağa geçtiği bir dönem başlamıştır. Bundan dolayı bu dönem sadece Müslümanlar
açısından değil aynı zamanda Bizanslılar için de önem taşımaktadır
BİBLİYOGRAFYA
- ABDÜ’L-CÂBİR, Suud Mahmud, eş-Şi’r fi Rihâbi Seyfüddevle
el-Hamdânî, 1. baskı, Beyrut, 1981, s. 11.
·
AŞÛR, Said Abdulfettah, Tarihu’l-İslâm ve Hadaratîh, Kahire, 1987.
·
el-BELAZURÎ, Ebu’l-Abbas Ahmed B. Yahya b. Cabir (öl.
279/892) Fütühu’l-Büldan, neşr. R.M.
Rıdvan, Kahire, 1932.
- BROCKELMANN, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi,
çev. Neşet Çağatay, Ankara, 1992
- BAYTAR, Emine, Mevâkifü’l-Umerâü’l-Arab biş-Şâm ve’l-‘İrâki mine’l-Fâtimiyîn
(hicri 5. asrın sonuna kadar), bs. y.,trz.
·
BOWEN, Harold, “Nasırüddevle” mad., İA, IX, İstanbul, 1960, 79.
·
el-CÜMEYLÎ, Reşid Abdullah, Dirâsâtu fi Târihi’l-Abbâsiyye, Bağdat, 1984.
·
ed-DİNEVERÎ, Sa’id, Tarîhü’l-Mavsıl, Irak, 1982.
- GÜNER, Ahmet, “Büveyhîler Dönemi Çok Seslilik”, Dokuz Eylül Üniversitesi.
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: XII, İzmir, 1999, 47–72.
·
el- HAMEVİ,
Şihâbüddin Ebi Abdullah Yakut b. Abdullah el-Hamevi er-Rumî el-Bağdâdî, Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut 1986, 5 cilt.
·
HONIGMANN, Ernst, Bizans
Devletinin Doğu Sınırı, çev. Fikret Işıltan, İstanbul 1970.
·
HİTTİ, Philip K., Siyasi
ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980
·
HASAN, H.
İbrahim, İslam Tarihi, Mısır, 1964, 4
cilt.
·
HAMMÂŞ, Hatice, Dirasât
fi Târîhi’l-İslâm, 1. baskı, 1994.
·
HOUTSMA, M.
Th., “Abdullah” mad., İA, I,
İstanbul, 1950, 31-32.
- IŞILTAN, Fikret, “Seyfüddevle”, İA, X, İstanbul, 1966, 536–539.
- İBNÜ'L-ESİR, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali
B. Ebi’l-Kerem Muhammed El-Cezeri (Öl. 630/1233), el-Kâmil
fi't-Tarih, Nşr. J. Tornberg, Beyrut, 1966, 13 cilt.
- İBN KESİR, İmadu’d-Din ebu’l-Fida
İsmail b. Ömer (öl. 774/1377), el-Bidâye
ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, XI, İstanbul, 1995, 15 cilt.
·
İBN HALLİKÂN, Vefayâtü’l-A'yân, Kahire 1948.
- İBNÜ’L-ADÎM, Kemaleddin Ebu’l-Kasım Ömer (öl. 660/1262), Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, neş,
Halil Mansûr,Beyrut, trz.
·
el-IŞ, Yusuf, Tarihî
Asri’l-Hilâfeti’l-Abbasîyye, Beyrut, trz.
·
KEYYÂLİ, Sâmi, Seyfüddevle
ve ‘Asru’l-Hamdâniyyîn, Halep 1939.
·
KAEGI, Walter E., Bizans
ve İlk İslam Fetihleri, Çev. Mehmet Özay, İstanbul 2000.
- KARAARSLAN, Nasuhi Ünal, “Hamdânîler”, DİA, XV, İstanbul,
1997, 446–448.
·
LEWİS, Bernard, Tarihte
Araplar, Çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 2002
·
LAPIDUS, Ira M., İslam
Toplumları Tarihi (Hz. Muhammed’ten 19. Yüzyıla kadar), Çev. Yasin Aktay,
İstanbul 2002.
- MÜNECCİMBAŞI Ahmed b. Lütfullah, Cami’üd-Düvel veya Sahaifü’l-Ahbar fi Vekayi’i’l-A’sar,
Nuruosmaniye nüshası, I, (vr, 227a-235b), trz.
·
MERÇİL, Erdoğan, Müslüman-Türk
Devletleri Tarihi, İstanbul 1985
-------------------, “Büveyhîler”, DİA, VI, İstanbul, 1992,
496–500.
·
MEZ, Adam, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti, Çev.
Salih Şaban, İstanbul 2000.
·
en-NUVEYRÎ, Şehâbeddin Ahmed İbn Abdülvahhab, Nihayetü’l-Arab fi Fünunu’l-Edeb, Neş.
Muhammed Fevzi el-‘Antil, bs.y., trz.
·
NUHAYLİ, Derviş, Fethü’l-Fâtimiyyîn
li’ş-Şâm, İskenderiye 1979.
- OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret
Işıltan, Ankara 2006.
- Se’alebî, Yetîmetü'd-Dehr, (t.y.),
I.
- SÂMİR, Faysal, Ed-Devletü’l-Hamdâniyye fi Mavsıl ve Haleb, Bağdat 1970, I.
·
SOBERNHEİM, M., “Hamdânîler”
, İA, V, İstanbul, 1950,
179-182.
- ŞEK’A, Mustafa, Seyfüddevle el-Hamdanî veya Memleketü’s-Seyf ve Devletü’l-Eklâm, Kahire 1977.
- UÇAR, Şahin, Anadolu’da İslam-Bizans Mücadelesi, İstanbul 1990.
·
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Hamdân”, DİA,
I, İstanbul, 1988, 103.
·
YAZICI, Nesimi, İlk
Türk-İslam Devletleri Tarihi, Ankara, 2002
·
ZETTERSTEN, K. V.
“Büveyhîler”, İA, II, İstanbul 1961, 843–845.
[1] Arapların büyük kabilelerinden biri olan Rabia’nın
Tağlib kabilesi İslamiyet’ten önce Hıristiyan olup
Thame’den
kuzeye göç etmiş sonraları kendi adlarını alan Diyar-ı Rebia ve Musul bölgesine
yerleşmişlerdi. Hz.
Ömer zamanında
cizyeye bağlanan bu kabile daha sonra Müslüman olmuştur. Bkz. Abdullah
Ekinci-Kazım
Paydaş, Taş Devrinden Osmanlıya Urfa Tarihi,
İstanbul 2008, s. 83-90; N. Ünal Karaaslan,“Hamdanîler”, DİA,
XV, İstanbul
1997, s. 446.
[2]
Tağlip kabilesinin atası Disar olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir. Tağlip
kelimesi Disar’ın babası oğluna
sürekli “tağlip” yani “galip geleceksin”
temennisinde bulunması, Disar ve çocuklarının halk arasında bu
kavramın adlandırılmasına neden olmuştur.
Bkz. Ali b. Zafer el-Ezdî,
Ahbaru’d-Devleti’l-Hamdaniyye, çev.
Mehmet Akbaş, İstanbul 2011; H. Kindermann,
“Tağlip”, İA, XI, 620; Ömer Tokuş, Hamdaniler (Siyasi,
Sosyal
ve İlmi-Kültürel Hayat), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Harran Ün.
Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Şanlıurfa 2006, s. 7.
[3]
Marius Canard, Historie de la Dynastie
des H’amdanides de Jazira et de Syrie, Paris 1953, s. 287.
[4] Hamdânîler hakkında geniş bilgi için bkz. M. Sobernheim, “Hamdânîler” İA, İstanbul, 1950, IV/179–182.
[5]İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân, Kahire 1948, I/387, bu ismi
Lokman olarak kaydetmektedir.
[6] Bu isim
“el-Haris” şeklindedir, bkz. İbn
Hallikân,a.g.e., I/387.
[7]Müneccibaşı,
Câmi’üd-Düvel, I/ 232; Sa’id
ed-Dineverî, Tarîhü’l-Mavsıl, Irak,
1982, s. 86.
[8] Bkz.
İbn Hallikân, Vefayât, I/387.
[9] Şihâbeddin Ahmed İbn Abdülvahhab en-Nuveyrî, Nihayetü’l-Arab fi Fünunu’l-Edeb, trz., 123; Faysal Sâmir,
Ed-Devletü’l-Hamdâniyye fi
Mavsıl ve Haleb, Bağdat 1970, I/38; ed-Dineverî,
a.g.e., s. 86; Yusuf el-IŞ, Tarihi Asri’l-Hilâfeti’l-
Abbasîyye, Beyrut, trz., s. 199; Reşid Abdullah el-Cümeylî, Dirâsâtu fi Târihi’l-Abbâsiyye, Bağdat,
1984, s. 273.
[10]
Emine Baytâr, Mevâkifü’l-Umerâü’l-Arab,
bs.y., trz., s. 171.
[11] El-IŞ, Tarih, s. 199.
[12]Nasuhi
Ünal Karaarslan, “Hamdânîler”, DİA,
İstanbul, 1997,XV/446.
[13]Mustafa Şek’a, Seyfüddevle
el-Hamdanî veya“Memleketü’s-Seyf ve
Devletü’l-Eklâm”, Kahire 1977, s. 194.
[14]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VII/466.
[15]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VII/369–70; M.
Sobernheim, “Hamdânîler”, s. 179.
[16]Carl
Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri
Tarihi, Çev. Neşet Çağatay, Ankara 1992, 125; El-Cümeylî,
Dirâsât, 273; Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel,
I/233; M. Sobernheim, a.g.mad., s. 179.
[17]
El-Cümeyli, a.g.e., s. 273–274; Karaarslan, “Hamdânîler”,
s. 446.
[18]
İbnü’l-Esir, a.g.e., VII/538; Ayrıca bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Hamdân” DİA, I/103; M.
Th. Houtsma, “Abdullah” İA, I/31–31.
[19]
Karaarslan, “Hamdâniler”, s. 446.
[20]
Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ, s. 175.
[21]
Karaarslan, a.g.mad., s. 446.
[22]
Bkz. Harold Bowen, “Nasırüddevle” İ.A., İstanbul, 1960, IX/79.
[23]
Ed-Dineverî, Tarîhü’l-Mavsıl, s. 91.
[24]
M. Sobernheim, “Nâsırüddevle”, s.
179.
[25]
İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VIII/309–310.
[26]
Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ, s. 176.
[27]
Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/243;
ed-Dineverî, a.g.e., s. 102; Fikret Işıltan,
“Seyfüddevle”, İA,
İstanbul, 1966, X/537.
[28]
Şek’a, Seyfüddevle, s. 132. Ayrıca
Nâsırüddevle ile Muizzüddevle arasındaki ilişkiler hakkında geniş bilgi
için
Bkz. Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/247–250
[29]
Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 446–47; M.
Sobernheim, “Hamdânîler”, s. 179.
[30]
Bkz. Müneccimbaşı, a.g.e., I/257.
[31]
M. Sobernheim, “Hamdânîler”, s. 180; Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[32]
İbn Kesir, el-Bidâyeel-Bidâye ve’n-Nihâye,
Çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1995, XI/350.
[33]
Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/258.
[34]
Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ, s. 176.
[35]
Brockelmann, Uluslar Tarihi, s. 125;
Işıltan, “Seyfüddevle”, s. 537.
[36]
Işıltan, a.g.mad.,s. 537.
[37]Kâfur Ebu’1-Misk el-İhşidî (öl. 968). İhşidî hükümdarı Muhammed
b.Tuğc’un ölümünden bir müddet sonra
Mısır’ın hâkimiyetini eline geçiren onun
Nubyalı kölesi. Bkz. Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul
1985, s. 12–13.
[38] Suud
Mahmud Abdü’l-Câbir, eş-Şi’r fi Rihâbi
Seyfüddevle el-Hamdânî, Beyrut 1981, s. 18.
[39]
Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/266; krş. İbn Hallikân, Vefayât, III/82; Işıltan, a.g.mad., s. 537;
Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[40]
Karaarslan, a.g.mad., s. 447.
[41]
Işıltan, “Seyfüddevle”, s. 537;
Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[42]
Brockelmann, Uluslar Tarihi, s. 125;
Karaarslan, a.g.mad., s. 447.
0 yorum:
Yorum Gönder