25 Haziran 2017 Pazar

Hamdâniler (905–1004)

Edip Akyol
Musul ve Halep civarında hüküm sürmüş olan bir hanedan olup adını büyük Tağlib kabilesine[1] mensup Hamdan b. Hamdun et-Tağlibî’ye nispet edilir. Hamdaniler Arap Tağlip kabilesinden[2], kuzey Arapları Adnanilere dayandırılır.[3]

1- Hamdanoğullarının Soy Kütüğü

Hamdân’ın nesebi özetle şöyledir: Hamdan b. Hamdûn[4] b. el-Hâris b. Nu’mân[5] b, Râşid b. el-Müsenna b. Rafı’ b. el-Hars[6] b. Atıf b. Mahrebe b. Harise b. Mâlik b, Ubeyd b. Adiy b. Usâme b. Mâlik b. Bekr b. Habib b. Amr b. Ğanem b. Tağlib et-Tağlibî el- Adevî Adiy b. Rebi’a.[7]
İbn Hallikan’ın Vefayâtü’l-A’yân’ında da bu şekildedir[8].

Bölgenin tarihinde önemli rol oynayan Hamdânîler, Araplar’ın en büyük kabilelerinden Rebîa’nın Tağlib koluna mensuptur.[9] İslâmiyet’ten önce Hıristiyan (İslam’ın ilk döneminde bu dinlerini korumuşlardı ve asrın sonuna kadar Hıristiyan olarak kalmışlardı) olan Tağlibîler Tihâme’den kuzeye göç etmiş, sonraları kendi adlarını alan Diyârırebîa ve Musul bölgesine yerleşmişlerdi. Tağliboğulları sağlam, kuvvetli ve sayıca çoktular.[10] Cahiliye döneminde büyük bir etkiye sahiptiler. Bilakis Tebrizi onlar için: “Eğer İslam zuhur etmemiş olsaydı Tağliboğulları Arapları tedirgin eder onların başlarını ağrıtırlardı.”[11] Hz. Ömer zamanında cizyeye bağlanan kabile daha sonra Müslüman olmuştur.[12]
Hamdânîler güler yüzlü, edip ve fasih dilli, cömert, ince zekâya sahip hükümdarlardı ve bu özellikleriyle temayüz etmişlerdi. Tağlibîler asabiyetlerine çok bağlıydılar ve bunu isimlerine de yansıtmışlardı. Emirlerin isimleri kabileye nispetle anılırdı. Ebu Zehir Mühelhel, Ebu Vâil Tağlîb, Ebu Tağlib b. Nasırüddevle gibi.[13]

2- Hamdâniler’in Ortaya Çıkışları

Hamdan, aşi­reti ile birlikte el-Cezîre ve Mavsıl bölgesinde sürekli yer değiştirerek dola­şıyordu. Bu arada yapmış olduğu şeyler ile ün salmıştı. Hamdân’ın ilk ortaya çıkışı Mu’tezz’in (el-Mu’tezz Billâh (857–902) ) hilafetinin son zamanlarında, 255 (868–869) yılında olmuştur. Mavsıl emirleri, Müşavir, Harun eş-Şârî ve Muhammed b. Harzâd, Haricî gruplarına karşı ondan yardım istiyorlardı. (Bunlar Sufriyye Haricîleri’nden olup ve her biri Mavsıl emirleri ve ahalisine devamlı saldırılar düzenliyorlardı.)
Daha sonra, Hamdan b. Hamdûn, el-Cezire’nin bazı şehirlerini ele geçirip Mardin Kalesi’ne de sahip olana kadar sürekli güçlendi ve adını duyurdu. O, Mardin Kalesi’nde kalıyor, Diyar Rebi’a şehirlerinin çoğuna, el-Cezire’nin batı bölgesinin hemen hepsine hükmediyordu. Daha sonra, Haricî Harun eş-Şârî’ye meylederek ve onunla, halka düşmanca davranmak, şehirlere musallat olmak, fesat çıkarmak ve insanları adı geçen Harun’a itaate zorlamak üzere bir anlaşma yaptı.
Halife Mu’tezid-Billâh şehri onun elinden almak üzere bizzat sefere çıkıp kuşatma başlattıysa da muvaffak olamadı (279/892).[14] Halife, ikinci defa Türk kumandanlarıyla birlikte hareket ederek Mardin ve Erdümüşt üzerine yürüyünce Hamdan yerine oğlu Hüseyin’i Erdümüşt Kalesi’nde bırakıp kaçtı; Hüseyin ise kaleyi halifeye teslim etti.
282 (895–896) yılında Mu’tezid’e, Hamdan b. Hamdûn’un Mavsıl’a döndüğü haberi ulaştı. Mu’tezid, Mavsıl Amili İshak b. Eyyub b. Ömer b. El-Hattab el-Adevî et-Tağlibî’ye haber gönderip Hamdan ile birlikte yanına gelmesini istedi. İshak gitti, ama Hamdan gitmeye yanaşmadı. Elindeki kaleleri tahkim edip mallarını ve haremini buralara yerleştirdi. Mu’tezid, Vasîf Mevşkîr ile beraber bir orduyu onun üzerine gönderdi. Yola çıkan Vasîf, önce Mavsıl yakınlarında yer alan Deyru’l- Za’ferân’da Hüseyin b. Hamdan ile karşılaştı. Hüseyin ondan eman diledi ve bu isteği kabul edildi. Vasîf onu Mu’tezid’e gönderdi ve kalesini yıktı. Vasîf, Sâserîn’de bulunmakta olan Hamdân’ı yakalamak için harekete geçti ve onunla savaşa tutuştu. Yanındakilerin bir bölümü öldürülen Hamdân mağlup oldu. Bunun üzerine Dicle Nehri’nde kendisi için bulundurulan bir bota binerek nehrin batı tarafına geçti ve Diyarı Rebi’a bölgesine gitti. Ardından bir grup asker, onun peşinden gitti ve konakladığı bir manastırda ona yetiştiler. Hamdan onları gördüğü zaman mallarını bırakarak kaçmaya başladı. Malları alan askerler onun peşini bırakmadılar. Bunun üzerine Hamdân, Mu’tezid ile beraber bulunan İshak b. Eyyüb’ün çadırına yönelerek ona sığındı. İshak onu Mu’tezid’in huzuruna çıkardı. Mu’tezid, onun tutuklanarak gözaltında bulundurulmasını emretti.[15]
Bir süre sonra Hamdân’ın oğlu Hüseyin Haricî ordusunu bozguna uğratıp reisleri Harun’u esir alıncaya kadar (283/896) hapiste kaldı.[16] Hüseyin 283’te (896) Cibâl’de Bekir b. Abdülaziz b. Ebû Dülef’le savaştı ve aynı yıl Karmatîler’e karşı sefere çıktı. 291’de (904) Suriye’de Sâhibü’l-hâl’e karşı zafer kazandı.[17] Ardından Abbâsîler’in başkumandanı Muhammed b. Süleyman’ın Mısır seferine katılarak Tolunoğulları’nın yıkılıp bölgenin tekrar ele geçirilmesinde büyük rol oynadı; bu arada halifenin: Mısır valisi olması için yaptığı teklifi kabul etmedi. 295 (908) yılında tekrar Suriye’de Karmatîler’in üzerine giden Hüseyin, 296’da (909) İbnü’l-Mu’tezz’i tahta çıkarmak üzere düzenlenen başarısız tertibe katıldığı için kaçmak zorunda kaldı. 293 (905–906) yılında Müktefî-Billâh tarafından Musul valiliğine getirilmiş olan kardeşi Ebü’l-Heycâ Abdullah[18] onu takiple görevlendirildi. Fakat Hüseyin diğer kardeşi İbrahim’in aracılığıyla affedilerek Kum ve Keşan, daha sonra da Diyârırebîa valiliğine tayin edildi (298/910). Ancak Hüseyin bağımsızlığını ilân edip topladığı vergileri göndermedi. Bunun üzerine Halife Muktedir-Billâh, Emîrül-Ümerâ Ibn Râik kumandasındaki büyük bir orduyu sefere çıkardıysa da başarı sağlanamadı. Daha sonra Emir Munis el-Muzaffer’e yenilen Hüseyin esir düştü. Hamdânî emirlerine güveni kalmayan halife onunla akrabalarını Bağdat’ta hapsettirdi. Fakat Hüseyin halifeye karşı komplo düzenleme fikrinden ve bu yolda çalışmaktan vazgeçmedi. Halife kendisine karşı yeni bir komplonun düzenlendiğini ve elebaşların Hüseyin ile kendi veziri İbnü’l-Furât (Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed) ve Azerbaycan’daki valisi olduğunu anlayınca Hüseyin’i öldürttü (306/918); diğerlerini de görevlerinden azletti.[19]
Hüseyin’in kardeşleri Ebü’l-Heycâ Abdullah, İbrahim ve Saîd halifeye sadık kalmış, Ebü’l-Heycâ 293’te (905–906) Musul, İbrahim 307’de (919) Diyârırebîa ve Saîd 312’de (924) Nihâvend valiliğine getirilmiştir.[20] Bunlardan Ebü’l-Heycâ, bir yandan isyancı bazı grupları itaat altına alırken öte yandan kardeşi Hüseyin’e karşı yürütülen operasyonları yönetti. Ebü’l-Heycâ daha sonra Bağdat’ta kalmayı tercih ederek oğlu Hasan’ı yerine vekil bıraktı. 301’de (913) bilinmeyen bir sebeple Musul valiliğinden azledilen Ebü’l-Heycâ, Emîrü’l-Ümerâ Mûnis’e itaat arz edince ertesi yıl aynı göreve tekrar getirildi; 307 (919)’de de âsi Azerbaycan valisi Yûsuf b. Ebü’s-Sâc’ı itaat altına almak üzere Mûnis’in kumandasında gönderilen orduda görev aldı. Daha sonra Tarîk-i Horasan ve Dînever valiliğine tayin edildi, 313’te (925) Musul ile Cizre yöresindeki Bâzabdâ ve Karda da (Bâkırda) onun idaresine verildi. Kardeşi İbrahim’in ölümünden sonra valisi olduğu Diyârırebîa’nın yönetimi yine kardeşlerinden Davud’a bırakıldı. Ebü’l-Heycâ da kardeşi Hüseyin gibi Karmatîler’le mücadele etti ve 315 (927)’te onlara karşı Bağdat’ı korudu. Fakat bu sırada Dînever valiliğinden uzaklaştırılınca Bağdat’a giderek Munis ve Sâhibü’ş-Şurta Nâzûk Hâdim’in yardımıyla Halife Muktedir-Billâh’ı indirip yerine Kahir- Billâh’ı tahta çıkardı; yeni halife de Hulvân, Dînever, Hemedân ve Kirmanşah’ın yönetimini ona verdi (317/929). Ancak kısa bir süre sonra Kahir-Billâh halifelikten uzaklaştırılıp Muktedir-Billâh tekrar halife ilân edildi. Hamdânîler’in gerçek kurucusu olan Ebü’l-Heycâ da bu karışıklıklar sırasında öldü (17 Muharrem 317/2 Mart 929). Onun ölümünden sonra Hamdânîler iki ayrı kol halinde varlıklarını sürdürdüler.[21]

3- Musul Kolu

Hanedanın Musul kolunun kurucusu Ebu’l-Heycâ’nın oğlu Nâsırüddevle[22]Hasan’dır.
Başkentleri Mavsıl’dır. Valilikleri, 293 (905–906) senesinde başlar, 368 (970–971) senesinde son bulur. Valiliklerinin müddeti 75 senedir.
Mavsıl ve el-Cezire'de valilik yapanlar:
Bu valilerin ilki Ebu’l-Heycâ Abdullah b. Hamdan b. Hamdun’dur. Nesebi yukarıda zikredilmiş olup daha önce de ifade ettiğimiz gibi; Hüseyin b. Hamdân, 296’da (909) İbnü’l-Mu’tezz’i tahta çıkarmak üzere düzenlenen başarısız tertibe katıldığı için kaçmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine 293 (905–906) yılında Müktefî-Billâh Hüseyin’i takip etmesi için kardeşi Ebü’l-Heycâ Abdullah’ı onu takip etmekle görevlendirmiş ve Musul valiliğine tayin etmişti.[23] Ebu’l-Heycâ, 308/920 yılından itibaren, buranın idaresini oğlu Hasan’a bırakmış olmakla beraber, pek kısa fasılalar ile vefatına kadar (317/929) bu önemli şehrin valisi olarak kaldı.
Daha sonra “Nasırüddevle” ünvanını alan Hasan bu şehirde, 358/968 yılında meydana gelen vefatına kadar kalmaya ve Diyârırebîa ile Diyârımudar’a kadar nüfuz ve iktidarını yaymaya muvaffak oldu.[24]
Babasının ölümünün ardından Halife Muktedir-Billâh Musul’un yönetimini ondan alarak amcaları Nasr ve Ebü’1-Alâ Saîd’e verdi; kendisine de Diyârırebîa’nın batısı ile Nusaybin, Sincar, Hâbûr, Meyyâfârikin ve Erzen’i bıraktı. Ancak daha sonra Hasan Musul’u geri alıp amcası Saîd’i öldürttü (323/935). Bu olaya kızan yeni halife Râzî-Billâh veziri İbn Mukle’yi Musul’a sevk edip şehri ele geçirdi.[25] Fakat aynı yıl içinde halifenin kuvvetlerini bozguna uğratan Hasan tekrar Musul’u ve onunla birlikte Diyârırebîa, Diyârımudar ve Diyarbekir’i zapt etti. Hasan 330’da (942), halifenin yetkilerini elinden almak ve bu arada kendisini de Musul’dan uzaklaştırmak isteyen emîrü’l-ümerâ İbn Râik’i ortadan kaldırdı.[26] Bunun üzerine halife onu “nâsırüddevle” unvanıyla emîrü'l-ümerâ tayin etti; bu işe yardımcı olduğundan kardeşi Ali’ye de “seyfüddevle” unvanını verdi.[27] Nâsırüddevle Hasan bir yıl kadar Bağdat’ta kaldıktan sonra yerini Türk kumandanı Tüzün’e bırakıp Musul’a döndü. Tuzun ile anlaşamayan halife Musul’a gidip Hamdânîler’e sığındı (332/943). Tuzun daha sonra Hamdânîler’in üzerine yürüyerek onları Musul’u terk etmek mecburiyetinde bıraktı. Nâsırüddevle, halifeyi daha emin bir yerde bulunması için Musul’dan Rakka’ya gönderdi. Bu sırada Nâsırüd’devle ile Tuzun anlaşınca halife İhşîdîler’den Muhammed b. Tuğç’tan yardım istedi. Ancak bu yardım gerçekleşmedi. Birkaç ay sonra Halife Muttaki - Lillâh, Tüzün’ün kendisine sadık kalacağına dair sözüne aldanarak Rakka’dan Bağdat’a doğru yola çıktı, fakat yolda gözleri oyularak halifeliğine son verildi. Nâsırüddevle halifeye vaat ettiği vergiyi ödemeyince Tüzün ile yeni halife Müstekfî- Billâh bir ordu ile Nâsırüddevle üzerine yürüyerek onu vergisini ödemeye mecbur ettiler. Büveyhîler’den Muizzüddevle Bağdat’a hâkim olur olmaz Hamdânîler’e karşı bir sefere girişti. Fakat İran’da çıkan karışıklıklar yüzünden gayesine ulaşamadı ve Harndânîler’le bir anlaşma yaparak geri döndü. Nâsırüddevle, Büveyhîler’e vergi ödemeye ve hutbede halifeden sonra Büveyhî hükümdarlarının adını zikrettirmeye razı oldu. Muizzüddevle ile Nâsırüddevle arasındaki mücadele 345’te (956–57) yeniden baş gösterdi, Hamdânîler, Muizzüddevle’nin Bağdat’tan uzakta bulunmasından faydalanarak şehri zapt etmeye kalkıştılar. Muizzüddevle onlardan verdikleri zarar ve ziyanı ödemelerini istemekle yetindi. Ancak yıllık vergi konusunda Harndânîler’le anlaşamayınca Musul ve Nusaybin’i ele geçirip Rahbe üzerine yürüdü. Nâsırüddevle Halep emîri olan kardeşi Seyfüddevle’ye sığındı (347/958)[28]; kardeşinin bu parayı ödemeyi taahhüt etmesi üzerine de Musul’a geri döndü. Ancak taahhüdün yerine getirilmemesi sebebiyle Musul Muizzüddevle tarafından tekrar işgal edildi ve şehrin yönetimi Nâsırüddevle’nin oğlu Ebû Tağlib Gazanfer’e verildi (353/964). Bu olaylardan sonra Erdümüşt’e sürülen Nâsırüddevle Rebîülevvel 358’de (Şubat 969) orada öldü.[29]
Gazanfer Diyarbekir’i ele geçirmek isteyen Bizanslılarla mücadele etti ve onları bozguna uğratarak Domestikos Melias’ı esir aldı. Bunun üzerine Büveyhî Emîri Bahtiyâr’ın teklifiyle Halife Mûti Lillâh tarafından kendisine “Uddetüddevle” lakabı verildi. Gazanfer ile Bahtiyar Bağdat’ı ele geçirmek isteyen Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle’ye karşı savaşa girdiler. Ancak mağlûp oldular ve Gazanfer Bizans’a sığınmak zorunda kaldı. Daha sonra geri döndüyse de Remle Emîri Müferric b. Dağfel’e yenilerek öldürüldü (369/979); onun ölümüyle de Hamdânîler’in el-Cezîre ve Musul’daki hâkimiyetleri fiilen sona erdi. Gazanfer'in kardeşleri Ebû Abdullah Hüseyin ve Ebû Tâhir İbrahim müttefikleri olan Ukaylîler tarafından bertaraf edildiler ve Musul’a Ukaylî Ebü’z-Zevvâd Muhammed b. Müseyyib hâkim oldu (380/990).[30] Böylece Hamdanilerin Mavsıl valileri kolu son buldu. Gazanfer’in diğer bir kardeşi Zülkarneyn ise Fatımîler’in hizmetine girdi ve Dımaşk valiliğine tayin edildi (401/1010).[31]
Hamdânîler sadece Musul ve Irak’ta hüküm sürmeyip, 333/944 yılından itibaren hâkimiyetlerini Halep ve Kuzey Suriye’ye kadar genişletmişlerdi.

4- Halep Kolu

Başkentleri Halep’tir. Valiliklerinin başlangıcı 333 (944–945), çöküşleri ise yaklaşık 391 (1000–1001) senesinde olmuştur. Valiliklerinin müddeti 58 yıldır. Bu valilerin ilki Seyfüddevle Ebu’l-Hasan Ali b. Ebu’l-Heycâ Abdullah b. Hamdan b. Hamdûn’dur. O, 333 senesine kadar bazen Bağdat’ta, bazen Vâsıt’ta, son olarak da Mavsıl’de kardeşi Nâsıruddevle’nin ve Halifelerin hizmetinde bulunmuş,[32] daha sonra Halep’e giderek burayı ele geçirmişti.[33]
Nâsırüddevle Hasan, kardeşi Seyfüddevle Ali’yi Nusaybin’e vali tayin etmişti. Fakat Seyfüddevle daha büyük bir vilâyette bağımsız olarak hüküm sürmek istiyordu. Nâsırüddevle başlangıçta tereddüt gösterdiyse de daha sonra onun Halep’i ele geçirip orada bağımsız bir devlet kurmasına razı oldu.[34] Halep o sırada Muhammed b. Tuğç el-İhşîdî'nin naibi Osman b. Saîd el-Kilâbî'nin idaresinde bulunuyordu. Seyfüddevle, 8 Rebîülevvel 333'te (29 Ekim 944) şehre girerek[35] Halife Müstekfî-Billâh ve kendi kardeşi Nâsırüddevle adına hutbe okuttu; ardından Dımaşk’ı aldı (Ramazan 333/; Mayıs 945).[36] İhşîdîler’le Hamdânîler arasındaki mücadele Muhammed b. Tuğç’un ölümünden (Zilhicce 334/Temmuz 946) sonra Kâfur[37] döneminde de bir süre devam etti ve sonunda İhşîdîler yapılan anlaşma ile bütün Kuzey Suriye’yi Hamdânîler’in tasarrufuna bıraktılar (Rebîülâhir 336/Kasım 947).[38]
Seyfüddevle bu tarihten sonra Bizans ile devamlı bir mücadeleye girdi ve asıl şöhretini Bizanslılarla yaptığı savaşlarla kazanmıştır. Başlangıçta başarılı olamadıysa da daha sonra birçok başarı elde etti, özellikle 953’ten itibaren önemli zaferler kazandı ve kumandan Bardas Phokas’ın oğlu Konstantinos’u esir aldı (Seyfüddevle’nin Bizans ile yaptığı savaşlar, tezimizin asıl konusunu teşkil ettiği için ikinci bölümde ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır).  Seyfüddevle Halep’te güçlü bir devlet kurmakla birlikte Nâsırüddevle’ye bağlılığını sürdürdü. Musul Hamdânîleri Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya, Halep Hamdânîleri ise önce İhşîdîler’e, sonra da Fâtımîler’e ve Bizans’a karşı topraklarını korumaya çalışmışlardır. Bizans saldırılarının önlenmesinde ve onlara karşı yapılan akınlarda Seyfüddevle’nin büyük emeği vardır. Hastalığı yüzünden son Bizans seferinden geri dönmek zorunda kalan Seyfüddevle Şeyzer’e çekildi ve 10 Safer veya 24 Safer 356 (25 Ocak veya 8 Şubat 967) tarihinde Halep’te öldü; cenazesi Meyyâfârikin’de annesinin mezarının yanına defnedildi.[39]
Seyfüddevle’nin yerine geçen oğlu Ebü’l-Meâlî Sa’düddevle iç isyanlar ve Bizans saldırılarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Onun 381 Şevvalinde (Aralık 991) ölümü üzerine yerine Ebü’l-Fezâil Saîdüddevle geçti. Bu sırada Fâtımîler Halep’i kuşattılarsa da Bizans İmparatoru II. Basileios’un yardıma gelmesi üzerine geri çekildiler. 392 (1002) yılında, bir süreden beri Hamdânî tahtını ele geçirmeyi planlayan Hâcib Lü’lü’ damadı Saîdüddevle’yi zehirleyerek ortadan kaldırdı ve iki yıl kadar onun oğulları adına devleti yönetti, Daha sonra onlardan Ebü’l-Hasan Ali ile Ebü’l-Meâlî Şerîf'i Mısır’a sürdü; diğer kardeşleri Ebü’l-Heycâ ise ülkeyi terk ederek Bizans imparatoruna sığındı (394/ 1004). Böylece Hamdânîler’in Halep koluna son veren Lü’lü idareyi tek başına ele geçirmiş oldu. Onun 399 (1008) yılında ölümünden sonra oğlu Mansur yerini aldı ve Fatımî halifesinin adına hutbe okuttu; halife de ona “murtazaddevle” lakabını verdi.[40]
XII. yüzyılda bir Hamdânî grubunun Suriye’de Dürzîler arasında nüfuz ve itibar sahibi olduğu görülür; Osmanlılar zamanında ise Cebelidürûz’de emirlik yaptılar. IV. (X.) yüzyılın en zengin İslâm hanedanları arasında yer alan Hamdânîler Arap edebiyatının hamileri olarak şöhret kazandılar. Özellikle Seyfüddevle ve Nâsırüddevle âlim, edip ve şairleri korur, onlara saygı gösterirlerdi. Yoğun savaşlarla dolu bir ömür geçirdiği halde Seyfüddevle’nin sarayı büyük şairlerle dolup taşardı. Seyfüddevle’nin ilgi ve himayesiyle şiir ve edebiyatta ciddi gelişmeler oldu. Fârâbî, Kitâbü’l-Eğânî adlı eserini Seyfüddevle’ye takdim eden Ebü’l-Ferec el-Is-fahânî, saray hatibi İbn Nübâte, şair Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî, şair Ebû Firâs el-Hamdânî, şair Ebü’1-Alâ el-Maarrî ve Nâsırüddevle adına imamet hakkında bir risâle yazan Kitâbü’l-İrsâd müellifi Şeyh Müfîd, Seyfüddevle’nin amcası Hüseyin’in yakın dostlarından Hallâc-ı Mansûr, Hamdânîler nezdinde ilgi ve itibar görmüş edip ve şairler arasında yer alır.[41] Hamdânîler İmâmiyye Şiası’na mensup olmakla beraber Sünnîlere karşı hoşgörülü davranmışlardır.[42]
Sonuç olarak Gerek İslam tarihi gerekse Anadolu’nun tarihi için önemli bir dönemi ifade eden Hamdânîler (905–1004) ve onların en güçlü siması olan Seyfüddevle (916–967), Yukarı Fırat Bölgesinde, Harput (Hısn Ziyad) kalesi yakınında, 923 yılından itibaren Bizans İmparatoru Romanos I. Lekapenos (920–944)’un Şark kuvvetleri Domestikos’u olan komutanı bozguna uğratarak, meşhur Bizans Savaşlarını başlatan kişi olarak tarihe geçmiştir. Böylece Doğu Anadolu’da yıllarca devam eden Bizans taarruzu durdurulmuş ve Müslümanların atağa geçtiği bir dönem başlamıştır. Bundan dolayı bu dönem sadece Müslümanlar açısından değil aynı zamanda Bizanslılar için de önem taşımaktadır

 

BİBLİYOGRAFYA


  • ABDÜ’L-CÂBİR, Suud Mahmud, eş-Şi’r fi Rihâbi Seyfüddevle el-Hamdânî, 1. baskı, Beyrut, 1981, s. 11.
·         AŞÛR, Said Abdulfettah, Tarihu’l-İslâm ve Hadaratîh, Kahire, 1987.
·         el-BELAZURÎ, Ebu’l-Abbas Ahmed B. Yahya b. Cabir (öl. 279/892) Fütühu’l-Büldan, neşr. R.M. Rıdvan, Kahire, 1932.
  • BROCKELMANN, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Ankara, 1992
  • BAYTAR, Emine, Mevâkifü’l-Umerâü’l-Arab biş-Şâm ve’l-‘İrâki mine’l-Fâtimiyîn (hicri 5. asrın sonuna kadar), bs. y.,trz.
·         BOWEN, Harold, “Nasırüddevle” mad., İA, IX, İstanbul, 1960, 79.
·         el-CÜMEYLÎ, Reşid Abdullah, Dirâsâtu fi Târihi’l-Abbâsiyye, Bağdat, 1984.
·         ed-DİNEVERÎ, Sa’id, Tarîhü’l-Mavsıl, Irak, 1982.
  • GÜNER, Ahmet, “Büveyhîler Dönemi Çok Seslilik”, Dokuz Eylül Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: XII, İzmir, 1999, 47–72.
·         el-  HAMEVİ, Şihâbüddin Ebi Abdullah Yakut b. Abdullah el-Hamevi er-Rumî el-Bağdâdî, Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut 1986, 5 cilt.
·         HONIGMANN, Ernst, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev. Fikret Işıltan, İstanbul 1970.
·         HİTTİ, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980
·         HASAN, H. İbrahim, İslam Tarihi, Mısır, 1964, 4 cilt.
·         HAMMÂŞ, Hatice, Dirasât fi Târîhi’l-İslâm, 1. baskı, 1994.
·         HOUTSMA, M. Th., “Abdullah” mad., İA, I, İstanbul, 1950, 31-32.
  • IŞILTAN, Fikret, “Seyfüddevle”, İA, X, İstanbul, 1966, 536–539.
  • İBNÜ'L-ESİR, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali B. Ebi’l-Kerem Muhammed El-Cezeri (Öl. 630/1233),  el-Kâmil fi't-Tarih, Nşr. J. Tornberg, Beyrut, 1966, 13 cilt.
  • İBN KESİR, İmadu’d-Din ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (öl. 774/1377), el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, XI, İstanbul, 1995, 15 cilt.
·         İBN HALLİKÂN, Vefayâtü’l-A'yân, Kahire 1948.
  • İBNÜ’L-ADÎM, Kemaleddin Ebu’l-Kasım Ömer (öl. 660/1262), Zübdetü’l-Haleb min Târîhi Haleb, neş, Halil Mansûr,Beyrut, trz.
·         el-IŞ, Yusuf, Tarihî Asri’l-Hilâfeti’l-Abbasîyye, Beyrut, trz.
·         KEYYÂLİ, Sâmi, Seyfüddevle ve ‘Asru’l-Hamdâniyyîn, Halep 1939.
·         KAEGI, Walter E., Bizans ve İlk İslam Fetihleri, Çev. Mehmet Özay, İstanbul 2000.
  • KARAARSLAN, Nasuhi Ünal, “Hamdânîler”, DİA, XV, İstanbul, 1997, 446–448.
·         LEWİS, Bernard, Tarihte Araplar, Çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 2002
·         LAPIDUS, Ira M., İslam Toplumları Tarihi (Hz. Muhammed’ten 19. Yüzyıla kadar), Çev. Yasin Aktay, İstanbul 2002.
  • MÜNECCİMBAŞI Ahmed b. Lütfullah, Cami’üd-Düvel veya Sahaifü’l-Ahbar fi Vekayi’i’l-A’sar, Nuruosmaniye nüshası, I, (vr, 227a-235b), trz.
·         MERÇİL, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985
-------------------, “Büveyhîler”, DİA, VI, İstanbul, 1992, 496–500.
·         MEZ, Adam, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti, Çev. Salih Şaban, İstanbul 2000.
·         en-NUVEYRÎ, Şehâbeddin Ahmed İbn Abdülvahhab, Nihayetü’l-Arab fi Fünunu’l-Edeb, Neş. Muhammed Fevzi el-‘Antil, bs.y., trz.
·         NUHAYLİ, Derviş, Fethü’l-Fâtimiyyîn li’ş-Şâm, İskenderiye 1979.
  • OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 2006.
  • Se’alebî, Yetîmetü'd-Dehr, (t.y.), I.
  • SÂMİR, Faysal, Ed-Devletü’l-Hamdâniyye fi Mavsıl ve Haleb, Bağdat 1970, I.
·         SOBERNHEİM, M., “Hamdânîler” , İA, V, İstanbul, 1950, 179-182.
  • ŞEK’A, Mustafa, Seyfüddevle el-Hamdanî veya Memleketü’s-Seyf ve Devletü’l-Eklâm, Kahire 1977.
  • UÇAR, Şahin, Anadolu’da İslam-Bizans Mücadelesi, İstanbul 1990.
·         YILDIZ, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Hamdân”,  DİA, I, İstanbul, 1988, 103.
·         YAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Ankara, 2002
·         ZETTERSTEN, K. V.  “Büveyhîler”, İA, II, İstanbul 1961, 843–845.




[1] Arapların büyük kabilelerinden biri olan Rabia’nın Tağlib kabilesi İslamiyet’ten önce Hıristiyan olup   
  Thame’den kuzeye göç etmiş sonraları kendi adlarını alan Diyar-ı Rebia ve Musul bölgesine yerleşmişlerdi. Hz.  
  Ömer zamanında cizyeye bağlanan bu kabile daha sonra Müslüman olmuştur. Bkz. Abdullah Ekinci-Kazım  
  Paydaş, Taş Devrinden Osmanlıya Urfa Tarihi, İstanbul 2008, s. 83-90; N. Ünal Karaaslan,“Hamdanîler”, DİA,  
  XV, İstanbul 1997, s. 446.
[2] Tağlip kabilesinin atası Disar olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir. Tağlip kelimesi Disar’ın babası oğluna  
   sürekli “tağlip” yani “galip geleceksin” temennisinde bulunması, Disar ve çocuklarının halk arasında bu  
   kavramın adlandırılmasına neden olmuştur. Bkz.  Ali b. Zafer el-Ezdî, Ahbaru’d-Devleti’l-Hamdaniyye, çev.  
   Mehmet Akbaş, İstanbul 2011; H. Kindermann, “Tağlip”, İA, XI, 620; Ömer Tokuş, Hamdaniler (Siyasi,  
  Sosyal ve İlmi-Kültürel Hayat), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Harran Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü,  
  Şanlıurfa 2006, s. 7.
[3] Marius Canard, Historie de la Dynastie des H’amdanides de Jazira et de Syrie, Paris 1953, s. 287.
[4] Hamdânîler hakkında geniş bilgi için bkz. M. Sobernheim, “Hamdânîler” İA, İstanbul, 1950, IV/179–182.
[5]İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân, Kahire 1948, I/387, bu ismi Lokman olarak kaydetmektedir.
[6] Bu isim “el-Haris” şeklindedir, bkz. İbn Hallikân,a.g.e., I/387.
[7]Müneccibaşı, Câmi’üd-Düvel, I/ 232; Sa’id ed-Dineverî, Tarîhü’l-Mavsıl, Irak, 1982, s. 86.
[8] Bkz. İbn Hallikân, Vefayât, I/387.
[9] Şihâbeddin Ahmed İbn Abdülvahhab en-Nuveyrî, Nihayetü’l-Arab fi Fünunu’l-Edeb, trz., 123; Faysal Sâmir,
   Ed-Devletü’l-Hamdâniyye fi Mavsıl ve Haleb, Bağdat 1970, I/38; ed-Dineverî, a.g.e., s. 86; Yusuf el-IŞ, Tarihi Asri’l-Hilâfeti’l- Abbasîyye, Beyrut, trz., s. 199; Reşid Abdullah el-Cümeylî, Dirâsâtu fi Târihi’l-Abbâsiyye, Bağdat, 1984, s. 273.
[10] Emine Baytâr, Mevâkifü’l-Umerâü’l-Arab, bs.y., trz., s. 171.
[11] El-IŞ, Tarih, s. 199.
[12]Nasuhi Ünal Karaarslan, “Hamdânîler”, DİA, İstanbul, 1997,XV/446.
[13]Mustafa Şek’a, Seyfüddevle el-Hamdanî veya“Memleketü’s-Seyf ve Devletü’l-Eklâm”, Kahire 1977, s. 194.
[14] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VII/466.
[15] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VII/369–70; M. Sobernheim, “Hamdânîler”, s. 179.
[16]Carl Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Çev. Neşet Çağatay, Ankara 1992, 125; El-Cümeylî, 
    Dirâsât, 273; Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/233; M. Sobernheim, a.g.mad., s. 179.
[17] El-Cümeyli, a.g.e., s. 273–274; Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 446.
[18] İbnü’l-Esir, a.g.e., VII/538; Ayrıca bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Hamdân”  DİA, I/103; M. 
    Th. Houtsma, “Abdullah”  İA, I/31–31.
[19] Karaarslan, “Hamdâniler”, s.  446.
[20] Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ, s. 175.
[21] Karaarslan, a.g.mad., s. 446.
[22] Bkz. Harold Bowen, “Nasırüddevle”  İ.A., İstanbul, 1960, IX/79.
[23] Ed-Dineverî, Tarîhü’l-Mavsıl, s. 91.
[24] M. Sobernheim, “Nâsırüddevle”, s. 179.
[25] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VIII/309–310.
[26] Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ,  s. 176.
[27] Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/243; ed-Dineverî, a.g.e., s. 102; Fikret Işıltan, “Seyfüddevle”, İA,
    İstanbul, 1966, X/537.
[28] Şek’a, Seyfüddevle, s. 132. Ayrıca Nâsırüddevle ile Muizzüddevle arasındaki ilişkiler hakkında geniş bilgi için 
    Bkz. Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/247–250
[29] Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 446–47; M. Sobernheim, “Hamdânîler”,  s. 179.
[30] Bkz. Müneccimbaşı, a.g.e.,  I/257.
[31] M. Sobernheim, “Hamdânîler”,  s. 180; Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[32] İbn Kesir, el-Bidâyeel-Bidâye ve’n-Nihâye, Çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1995, XI/350.
[33] Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/258.
[34] Baytâr, Mevâkifü’l-Ümerâ, s. 176.
[35] Brockelmann, Uluslar Tarihi, s. 125; Işıltan, “Seyfüddevle”, s. 537.
[36] Işıltan, a.g.mad.,s. 537.
[37]Kâfur Ebu’1-Misk el-İhşidî (öl. 968). İhşidî hükümdarı Muhammed b.Tuğc’un ölümünden bir müddet sonra
    Mısır’ın hâkimiyetini eline geçiren onun Nubyalı kölesi. Bkz. Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 12–13.
[38] Suud Mahmud Abdü’l-Câbir, eş-Şi’r fi Rihâbi Seyfüddevle el-Hamdânî, Beyrut 1981, s. 18.
[39] Müneccimbaşı, Câmi’üd-Düvel, I/266; krş. İbn Hallikân, Vefayât,  III/82; Işıltan, a.g.mad., s. 537; Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[40] Karaarslan, a.g.mad., s. 447.
[41] Işıltan, “Seyfüddevle”, s. 537; Karaarslan, “Hamdânîler”, s. 447.
[42] Brockelmann, Uluslar Tarihi, s. 125; Karaarslan, a.g.mad., s. 447.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar