15 Haziran 2017 Perşembe

Emevîlerin Irak Siyaseti

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ

Emevîler Devleti, Hulefâ-i Râşidîn döneminin ardından Muaviye b. Ebû Süfyan tarafından Dımaşk merkezli olarak kurulmuş ilk Müslüman hanedan devletidir. Hz. Ömer zamanından beri Şam valisi olan Muaviye b. Ebû Süfyan, devletin kuruluş sürecinde Şam’da yaşayan kabilelerden büyük destek almıştır. Diğer taraftan halîfe Hz. Ali’nin etrafında toplanan Iraklılar ile Şamlılar Sıffin’de karşı karşıya gelmişlerdir. Herhangi bir netice alınamadan savaşın ardından tespit edilen hakemlerin görüşmeleri herhangi bir neticeye ulaşılamadan tamamlanmıştır. İki tarafın yeni bir savaş hazırlıkları yaptıkları esnada Hz. Ali’nin yine kendi ordusu içinden çıkan isyancı Hâricîler tarafından öldürülmesi, Muaviye’yi siyasî alanda rakipsiz bırakmış, Iraklıların sadakatsizliğini tecrübeleri ile bilen Hz. Hasan’ın halîfeliği Muaviye’ye bırakmasıyla Müslümanların yönetimi resmen Şam’ın kontrolüne geçmiştir.

Muaviye, Müslümanların idaresini üstlenmekle birlikte, Iraklıların Emevîlere karşı muhalefeti sadece onun zamanında değil, bütün Emevîler devleti sürecince hiçbir zaman sona ermemiştir. O kadar ki, Irak devletin varlığını tehdit eden en önemli isyan merkezi olma hüviyetini sürdürmüştür. Irak’ın bu hususiyeti sebebiyle devletin kurucusu Muaviye b. Ebû Süfyan’dan itibaren Emevî halîfeleri Irak’a mahsus olmak üzere çeşitli siyasî, askerî ve ekonomik tedbirler almışlar, şartlara göre değişen özel politikalar geliştirmişlerdir.

 

A. KURULUŞ DÖNEMİ

Hz. Hasan’ın halîfeliği Muaviye’ye devretmesiyle birlikte Müslümanlar yeniden tek bir siyasî birlik altında toplandılar. Ancak bu birlik gerek Hâricîler, gerekse Hz. Ali taraftarlarının Irak’ta gerçekleştirdikleri yönetim karşıtı faaliyetlerle zaman zaman sekteye uğradı. Muâviye, bölgedeki muhalif hareketleri Irak’a olağanüstü yetkileri haiz valiler tayin etmek suretiyle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim onun döneminde Irak’ın iki büyük merkezi olan Kûfe ve Basra’da dönemin Arap siyaset dâhileri kabul edilen Mugîre b. Şu‘be[1] ve Ziyâd b. Ebîh[2] ile Ziyad’ın oğlu Ubeydullah[3] valilik yapmışlardır.  
Muaviye’yi yönetimi süresince Irak’ta en fazla meşgul eden muhalif grup Hâricîler oldu. Onlara karşı Şam’dan gönderilen ordular başarı sağlayamadılar.[4] Bunun üzerine mücadele metodunu değiştiren Muaviye, Iraklı yönetim muhaliflerini bizzat Iraklılar eliyle etkisiz hale getirmeye karar verdi. Öncelikli olarak Iraklıları Hâricîlere karşı ortak mücadeleye çağırdı, aksi takdirde onların devletten aldıkları maaşları kesme tehdidinde bulundu. Muaviye’nin geliştirdiği taktik başarılı oldu; kısa süre sonra Irak halkı Haricîler üzerine saldırı başlattılar.[5] Abdullah b. Ebul-Havsâ[6] ile Sehm b. Ğâlib b. el-Huceymî tarafından başlatılan Hâricî isyanları çoğunluğunu Hz. Ali taraftarlarının teşkil ettiği Iraklılar tarafından etkisiz hale getirildi.[7] Onun bu siyasetindeki diğer bir kazancı ise yönetime karşı birleşme ihtimali olan iki grubu birbirine kırdırmak suretiyle muhalefetin zayıflamasını sağlamak oldu.
Muaviye Hicretin 45 (M.665) yılında Abdullah b. Âmir’i görevinden alarak yerine Arap siyaset dâhilerinden kabul edilen Ziyâd b. Ebîh’i Basra valiliğine tayin etti.[8] Bundan beş yıl sonra (H.50/M.670) ise Irak’ın diğer önemli merkezi Kûfe valisi Muğîre b. Şu‘be’nin ölümüyle bu şehrin idaresi de Ziyâd’a bağlandı. Dolayısıyla Irak’ta yönetim tek elde toplanmış, olağanüstü yetkileri haiz Irak valiliği uygulaması başlamış oldu.[9]
Ziyâd’ın öncelikli görevi Irak’ta sükûneti sağlamak, bunun için de isyancı Hâricîleri etkisiz hale getirmekti. Vali, bu amaçla baskıcı ve şiddete dayalı bir yönetim sergilemeye karar verdi. Öncelikli olarak halîfe Muaviye’nin genel Irak politikasına uygun bir şekilde Hâricî problemini yine Iraklılara çözdürmeye çalıştı. Onun valiliği döneminde Basra’da Kureyb ve Zehhâf idaresindeki Hâricîler tarafından başlatılan ayaklanma bizzat şehir halkı tarafından etkisiz hale getirildi.[10] Hicretin 52. (M672) yılında Kûfe’de patlak veren Ziyâd b. Hırrâc ile Muâz et-Tâî isyanları Iraklılarca bastırıldı.[11]
Ziyâd b. Ebih’in ölümü üzerine (H. 53/M.673) Basra’ya vali tayin edilen oğlu Ubeydullah[12] zamanında da Hâricî isyanları başladı. Babasının yolunu takip ederek Irak’ta muhalifleri takibata tabi tutan vali, (H.58/M.678) yılında ortaya çıkan Urve b. Üdeyye, Tavvâf b. Allâk, Evs b. Kâ‘b ve Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdeyye liderliğinde başlatılan Hâricî isyanlarını bastırdı.[13]
Başlangıçtan itibaren Irak’ta Emevî yönetimine muhalefet eden diğer bir topluluk ise Hz. Ali taraftarlarıdır. Ancak Muaviye’nin halîfeliği sürecinde yönetim ile Hz. Ali taraftarları arasındaki ihtilâf ve çatışma Hâricîlerdeki şiddet boyutuna ulaşmadı. Bunda Muaviye’nin Hâricîlere kıyasla Hz. Ali taraftarına daha yakın davranmasının, ayrıca Irak’taki Hz. Ali taraftarları ile isyancılara karşı ortak mücadele etmesinin büyük rolü vardı. Bununla birlikte Hz. Ali taraftarlarının Şam idaresine karşı husumeti hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Hatta bu süreçte yönetime karşı küçük çaplı Şii isyanlarına şahit olunmuştur. Humrân b. Ebân’ın Basra’da gerçekleştirdiği isyan buna örnek verilebilir. Bu hadisede muhalifler şehrin yönetimini ele geçirerek Hz. Hüseyin’i halîfeliğe getirmek istediklerini ilân etmişlerdir. Buna karşılık Büsr b. Ebû Ertat komutasında Şam’dan gelen ordu Basra’daki isyanı kısa sürede bastırmıştır.[14]
Emevîlerin başlangıç döneminde Muaviye ile Hz. Ali taraftarlarını Irak’ta karşı karşıya getiren en önemli hadise şüphesiz Kûfeli Hucr b. Adî ve arkadaşlarının öldürülmeleridir. Olayın görünen sebebi olarak Emevî bürokratlarının sürekli olarak Hz. Ali’ye lânet okumaları gösterilir.[15] Bilhassa Irak’ın iki büyük merkezi Kûfe ve Basra’da yaygın olarak sergilenen bu faaliyet, Hz. Ali taraftarlarını rencide etmiştir.[16] Kûfe valisi Muğîre b. Şu‘be’nin bir gün şehir mescidinde Hz. Ali ve taraftarları aleyhine konuştuğu esnada, Irak’taki Ehl-i Beyt taraftarları öncülerinden Hucr b. Adî valinin konuşmasına müdahale etmesi, yönetime muhalefeti faal hale getirmiştir. Bununla birlikte Muğîre, daha büyük hadiselere meydan vermemek için onlara karşı herhangi bir takibatta bulunmamıştır. Onun ölümünden sonra şehrin yönetimini üstlenen Ziyâd b. Ebîh ise beklenildiği şekilde muhalifler üzerine şiddetle gitmiş, hareketin öncüleri kabul edilen Hucr ve arkadaşlarını tutuklayarak Muaviye’ye göndermiştir. Bu şahıslar kısa süre sonra halîfenin emriyle idam edilmişlerdir.(H.51/M.671).[17] Bu hadise sadece Irak’taki Hz. Ali taraftarları arasında değil, bütün İslâm coğrafyasında büyük bir infiale sebep olmuştur.[18]
Muaviye döneminde Irak’taki hadiselerin devletin en önemli iç politika problemini teşkil ettiği açıktır. Ancak burası aynı zamanda doğu ülkenin doğusunda gerçekleştirilen fetihlerin de merkezi olmuştur. Başka bir ifadeyle kılıçlarının bir tarafıyla Emevî yönetimine karşı mücadele etmeye hazır bekleyen Iraklılar, diğer taraftan da bölgenin doğusunda yeni fetih dalgası başlatmışlardır. Muaviye’nin girişimleri hem yeni topraklar Müslümanların idarecesine geçerken, hem de yönetim muhalifi Iraklıların dikkati ve enerjisi iç politikadan dışarıya yöneltilerek onların devlete dirençleri büyük oranda kırılmıştır.
Muaviye’nin ilk yıllarında Basra valisi Abdullah b. Âmir, Hicretin 41. (M.661) yılında Horasan ve Sicistan üzerine yürüdü.[19] Diğer bir komutan Abdurrahman b. Semure ise Kâbil, Belh ve Büst şehirlerini ele geçirdi.[20] Mühelleb b. Ebû Sufra (H.44/M.664-665) yılında ise Sind topraklarını kontrol altına aldı.[21] Basra valisi Abdullah b. Âmir, Abdullah b. Sevvâr komutasındaki orduyu Hind sınırına gönderdi.[22] Abdullah b. Âmir’in azlinden sonra yerine geçen Ziyâd b. Ebîh zamanında ise Sinan b. Seleme aynı bölgede Mükran ve Kîkan’ı ele geçirirken, Abbâd b. Ziyâd ise Kandahar’a hâkim oldu.[23]
Muaviye’nin emriyle Irak orduları tarafından gerçekleştirilen seferler Ziyâd b. Ebîh’in Basra’ya vali tayin edilmesiyle daha etkin hale gelmeye başladı.[24] Özellikle Mâverâünnehr’i hedef alan askerî faaliyetlerin netice verebilmesi için ordugâh merkezleri Kûfe ve Basra’dan Horasan’da yer alan Merv’e[25] taşıdı. Müslümanlar kısa süre sonra Merv’e yakın mesafelerde bulunan Herat, Tus, Nisabur ve Belh gibi şehirlere ulaştılar.[26] Ziyâd b. Ebîh tarafından Horasan valisi tayin edilen Rebi‘ b. Ziyâd el-Hârisî, (H.51/M.671) yılında Belh’i barış yoluyla ele geçirdikten sonra Kûhistan üzerine yürüyerek Âmul ve Zam şehirlerin fethetti. Bu şekilde Araplar Toharistan ve Kuhistan’dan sonra Ceyhun nehrini aşıp Buhara ve ve Semerkand’ı da kontrol altına alarak Mâverâünnehr’e yerleşmeye başladılar. [27]
Emevîler hanedanının kurucusu Muaviye b. Ebû Süfyan, halîfeliğinin son yıllarında yerine oğlu Yezid’i veliahd tayin etmeye karar verdi. Bu konuda kendisine teşvikte bulunan ve cesaretlendiren ise Kûfe valisi Muğîre b. Şu‘be’dir.[28] Muaviye’nin en güvendiği, aynı zamanda da çekindiği bürokratı olan Basra valisi Ziyâd b. Ebîh ise buna karşı çıktı. Ziyâd’ın olurunu almadan Irak’ın tamamından destek alamayacağını bilen Muaviye kararını Ziyâd’ın ölümünden sonraya erteledi.[29] Ziyâd’ın ölümünden sonra Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliahd tayin etme uygulaması Şamlılarla birlikte Iraklılar tarafından da kabul gördü.[30]
Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid’in halîfe olmasıyla birlikte Kûfe’deki yönetim muhalifleri derhal harekete geçerek Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet ettiler.[31] Hz. Hüseyin bunun üzerine şehir halkına hitaben yazdığı mektupta çağrılarıyla ilgileneceğini, kendisin harekete geçmeden Kûfe’nin hazır hale getirilmesi için amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i göndereceğini bilirdi.[32]
Yönetime karşı mücadele için Hz. Hüseyin’e davet mektuplarının Kûfelilerden gelmiş olması esasında beklenmeyen bir durum değildir. Zira burası hem babası Hz. Ali, hem de ağabeyi Hz. Hasan’ın siyasî merkez olarak kabul ettiği şehirdi. Üstelik Hz. Ali taraftarlarının büyük bir kısmı burada yaşıyordu. Daha yakın zamanda Muaviye’nin gerek Ziyâd, gerekse oğlu Ubeydullah eliyle onlara yaptıkları da zihinlerde canlılığını devam ettiriyordu. Bu durumda Irak halkı nazarında Emevî halîfeliği İslâm toprakları ve eski başkent Kûfe’nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak görülmüştür. Netice olarak Iraklılar, Hz. Ali döneminde elde etmiş oldukları avantajları Muaviye eliyle Şamlılara kaptırmaları sebebiyle Hz. Hüseyin vasıtasıyla bu eski imkânlarını geri alabilmek için tekrar şanslarını denemeye karar vermişlerdir.[33] Ancak Ehl-i Beyt adına başlangıçta coşkun bir heyecan yaratan, ancak kısa sürede saman alevi gibi parlayan kıyamlar Emevîlerin gücü karşısında kısa sürede sönmüştür. Bu faaliyetlerin pek çoğu hareketin lideri konumundaki Hz. Ali evladı için trajedi ile sonlanmıştır. İslâm tarihinde bu olaylar ve trajediler zincirinin ilk halkası ise, Hz. Hüseyin’in teşebbüsüne karşı sergilenen kanlı Kerbelâ hadisesidir. (10 Muharrem Cuma 61/10 Ekim 680).[34]
Şam yönetiminin Irak’a karşı kanlı müdahalelerinden biri kabul edilen Kerbelâ hadisesinin birinci derecede sorumlusu olarak Yezid gösterilir. Diğer sorumlular ise Kûfe’deki valisi Ubeydullah b. Ziyâd ile onun emrindeki komutanlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet edip sonra da yalnız bırakan, üstelik Kerbelâ’da onu bizzat kendi elleriyle katleden Kûfeliler de bu konuda mes’ûl tutulmuşlardır. Zira Hz. Hüseyin’i ve yakınlarını katleden ordu Şam’dan gelmiş değildir. Hatta bu orduda Ümeyyeli, hatta Şamlı hiç kimse yoktur. Dolayısıyla bu operasyonu Şamlıların Iraklıları öldürmeleri olar değil, Emevî devletinin Irak’ta çıkan problemleri yine Iraklılar eliyle çözmesi siyasetinin tipik bir örneği olarak değerlendirmek mümkündür.
Yezid b. Muaviye’nin hilâfeti ödeminde Irak topraklarında bulunan Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in katledilmesi gerekçesiyle bazı olaylar ve isyan hareketleri meydana geldi. Kerbelâ’nın yakın etkileri Mekke’de görüldü: Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra Hicaz’da tek siyasî aktör kalan Abdullah b. Zübeyr halktan kendi adına biat almaya başladı. Bu gelişmeyi haber alan Yezid, öncelikli olarak Mekke-Şam güzergâhında bulunan ve Abdullah b. Zübeyr’e meyletme ihtimali taşıyan Medine’ye bir ordu göndermeye karar verdi. Hicretin 63. yılı 27 Zilhicce’sinde (27 Ağustos M.683) Şam’dan gelen ondu Medine’yi işgal ederek şehir halkından pek çok kişinin ölümüne sebep oldu.[35] Şamlılar daha sonra Hicretin 64 yılının 26 Muharrem’inde (24 Eylül 683) rotalarını Mekke’ye çevirdiler. Şehrin bir ay süren muhasarası esnasında Şam’dan halîfe Yezid’in öldüğü haberi alınınca saldırılar durduruldu. Bu gelişme Abdullah b. Zü­beyr’in bir süre daha halîfelik yapmasına imkân verdi.[36]
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi Mekke ve Medine’de olduğu gibi Ehl-i Beyt taraftarlarının yoğun olarak yaşadıkları Irak’ta da büyük bir infiale sebep olmuştur. Nitekim bu hadise sebebiyle Şam yönetimine karşı bölge halkının büyük destek verdiği iki büyük ayaklanma gerçekleşmiştir ki, bunlardan ilki Tevvâbun Hareketi, diğeri ise Muhtaru’s-Sekafi İsyanı’dır.
Emevî iktidarına karşı harekete geçmek için Hz. Hüseyin’i ısrarla Kûfe’ye davet edenler daha sonra onu yalnız bırakmışlar ve üstelik onun en yakınlarıyla birlikte Kerbelâ’da katledilmesine sebep olmuşlardır. Aynı şahıslar Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinin ardından pişmanlık duyarak kendilerine tevbe edenler anlamında Tevvâbûn adını vermişlerdir. Tevvâbûn hareketi ise Kerbelâ vak‘asından sonra Hz. Ali evladının intikamını almak gayesiyle gerçekleştirilen muhalif faaliyete isim olmuştur. Hareketin yönetim aleyhine gizli çalışmaları Yezid b. Muaviye’nin ölümüne kadar devam etmiştir.[37] Bu olayda Hz. Hüseyin’in intikamını alma düşüncesi kadar, Kûfelilerin baştan beri Emevî iktidarına karşı besledikleri düşmanlığın da etkin olduğu unutulmamalıdır.  

 

B. İKİNCİ KURULUŞ ve YÜKSELME DÖNEMİ

Yezid b. Muaviye’nin ölümü üzerine yerine oğlu II. Muaviye’ye devlet başkanı oldu. Ancak onun görevi bırakması, ardından da ölmesi üzerine hilâfet makamı Mervan b. Hakem’e geçti.[38] Mervan, esasında Mekke’de halîfeliğini açıklayan Abdullah b. Zübeyr’e biat etmeye karar vermişti. Ancak Irak valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın teşviki ve Yezid ile II. Muaviye’nin dayısı olan Hassân b. Mâlik b. Bahdal’ın liderliğinde birleşen Şam’taki Yemenlilerin desteğiyle beklenmedik bir şekilde halîfe oldu.[39]  
 Mervan’ın halîfe seçilmesiyle birlikte Irak muhalefetine karşı Şam birliği sağlanmış oldu. Ancak Şam’da yeni devlet başkanının seçilmesine rağmen Suriye’de yaşayan Kaysî kabilelerin önderlerinden Şam valisi Dahhâk b. Kays, Kınnesrin valisi Züfer b. Hâris, Filistin yöneticisi Natîl b. Kays ve Humus valisi Numan b. Beşîr, Mervan b. Hakem’i tanımayıp bütün taraftarlarıyla birlikte Mekke’de halîfeliğini ilan eden biat alan Abdullah b. Zübeyr’i desteklediklerini duyurdular.[40] Bu gelişme o zamana kadar Iraklılara karşı birlik içinde olan Şamlıların ilk kez bölünmesine sebep oldu.[41] Mervan bunun üzerine ordusuyla Dahhâk b. Kays liderliğindeki Şamlı Kaysîler üzerine yürüdü.[42][43] Merc-i Râhıt[44] denilen mevkide gerçekleşen savaş halîfenin üstünlüğü ile tamamlandı. (H.64/M.683).[45] Bu sonuç Mervan b.Hakem’in konumumun güçlenmesi, daha da önemlisi Emevî devletinin yeniden doğması adına önemli bir dönüm noktası teşkil eder. Ancak Şamlıların kendi aralarında savaşmış olması Irak’taki kontrolün Emevî yönetiminden çıkmasına sebep oldu. Bölge kısa süre sonra Mekke halîfesi Abdullah b. Zübey’in hâkimiyetine geçti. Mervan b. Hakem kısa süren devlet başkanlığı esnasında Emevî yönetimi Irak’a dönük bir politika uygulamaya fırsat bulamadı. Bu dönemde Şam’ın Irak’la ilgili en önemli faaliyeti ise, Iraklı yönetim muhaliflerinin organize etmiş oldukları ve Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden itibaren gizlice faaliyet gösteren Tevvâbun isyanının etkisiz hale getirilmesidir.
Tevvâbûn mensupları Yezid döneminden itibaren başlattıkları gizli faaliyetlerin ardından Hicretin 65. yılının Rabîulevvel ayında (M. Ekim 684) Nuhayle’de toplanarak yönetime bayrak açmışlardı. Gelişmelerden haberdar olan Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd, Husayn b. Numeyr komutasındaki bir orduyu buraya gönderdi. Askerler Aynu’l-Verde’de[46] Süleyman b. Surad liderliğindeki toplulukla karşı karşıya geldiler. Yaklaşık üç gün süren savaş liderleri Süleyman b. Surad başta olmak üzere pek çok Tevvabûn mensubu öldürüldü. Bu şekilde Hz. Hüseyin’in intikamını almak adına gerçekleştirilen ilk önemli teşebbüs, Emevîlerin Irak valisi tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış oldu.[47]
Mervan’ın kısa süren devlet başkanlığından sonra yerine büyük oğlu Abdülmelik geçti. (H.65/M.685).[48] Abdülmelik b. Mervan göreve geldiği sırada Emevîler devleti büyük iç siyasî problemlerle karşı karşıya kalmıştı. Her şeyden önce Muaviye tarafından birleştirilmiş olan Müslüman topraklarının çoğu Emevî devletinin kontrolünden çıkmıştı. Hicaz ile Irak’ın büyük bir bölümü ile Horasan Abdullah b. Zübeyr’in kontrolünde bulunuyordu.[49] Diğer taraftan Kûfe başta olmak üzere Irak’ın bir kısmında ise Ehl-i Beyt adına hareket eden Muhtar es-Sekâfî etkin durumdaydı. Ayrıca Irak başta olmak üzere ülkenin doğu bölgelerinin pek çoğunda Hâricîler serbestçe tedhiş hareketleri gerçekleştiriyorlardı. Abdülmelik halîfeliğinin başlangıç aşamasında bilhassa Irak’ta gerçekleşen hadiselere müdahil olmayarak Abdullah b. Zübeyr ile Muhtar es-Sekafî arasında Irak hâkimiyeti konusundaki hesaplaşmanın sonucunu beklemeye karar verdi
Mekke’de halîfeliğini ilân etmiş bulunan Abdullah b. Zübeyr, Irak’a tamamen hâkim olmak üzere Muhtar’ı etkisiz hale getirmesi için kardeşi Basra Mus‘ab, buradan Kûfe’ye gönderdi.[50] Yaklaşık dört ay süren muhasara sonunda Muhtar hareketi bastırıldı. (H. 14 Ramazan 67/M. 3 Nisan 687).[51] Bu şekilde Hz. Hüseyin adına ortaya çıkan bir siyasî hareket daha sonlandırılmış, üstelik Hicaz-Irak siyasî bütünlüğü yeniden sağlanmış oldu. Ancak Irak’taki bu çatışmadan asıl kazançlı çıkan Şam halîfesi Abdülmelik b. Mervan oldu. Zira Irak’ta Abdullah b. Zübeyr ile Muhtar arasında gerçekleşen bu savaş sebebiyle bir taraftan Şam yönetiminin önemli bir rakibi ortadan kalkmış, diğer taraftan da asıl hasmı olan Abdullah b. Zübeyr büyük bir güç kaybına uğramış oldu.   
Abdülmelik b. Mervan, Irak’a müdahale şartlarının olgunlaşması üzerine harekete geçti. Onu karşılamak için bekleyen Mus‘ab b. Zübeyr’in Irak’ta teşkil ettiği ordu sayı olarak daha fazlaydı. Ancak hiçbir zaman disiplin ve itaat kültürünü benimseyememiş, askerî ve siyasî sadakatten mahrum olan Iraklılar İbn Zübeyr’in yumuşak karnını teşkil ediyordu. Rakibinin bu zaaflarını bilen Abdülmelik b. Mervan, bazı Iraklı komutanlarla irtibat kurarak onları çeşitli vaadlerle kendi yanına çekmeyi, en azından savaşta tarafsız kalmalarını sağlamayı başardı.[52] Daha sonra iki ordu Deyrü’l-Cesâlik[53] mevkiinde çok şiddetli bir savaşa tutuştular. Çarpışmaların hemen başında İbn Zübeyr’in en önemli komutanı İbrahim b. Mâlik’in ölmesi, Iraklıların bozgununa sebep oldu. Dağılan askerlerini toparlayamayan Mus‘ab b. Zübeyr yanında kalan az sayıdaki adamıyla birlikte öldürülünceye kadar savaştı. (H.721/M.691).[54]
Deyrü’l-Cesâlik’te İbn Zübeyr ordusuna karşı elde ettiği zaferin ardından Irak’a fiilen hâkim olan Abdülmelik, doğruca Kûfe’ye giderek halktan biat aldı. Kûfe’nin Emevîlerin eline geçmesinin hemen ardından Irak’ın diğer bir merkezi Basra halkı da Emevî idaresine boyun eğdi. Bu şekilde (H.72/M.691) yılı sonlarına doğru Irak toprakları tamamen Emevîlerin kontrolüne geçmiş oldu. (H.72/M.692). [55] Bundan kısa süre sonra da Mekke’nin muhasara edilip Abdullah b. Zübeyr’in idaresine de son verildi.[56]
Abdülmelik b. Mervan, Irak’ta resmiyette hâkimiyeti sağlamış olmasına rağmen bölgeyi tamamen kontrol altına alamadı. Zira Muaviye zamanında olduğu gibi sık sık ortaya çıkan Hâricî isyanları Irak’taki istikrarı tehdit ediyordu. Onları etkisiz hale getirmeyi düşünen halîfe isyancı Hâricîler üzerine önce Mühelleb b. Ebû Sufra’yı üzerine gönderdi.[57] Gerek Mühelleb, gerek Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as[58], gerekse Basra valisi Hâlid b. Abdullah isyanları bastırma girişimlerinde başarı sağlayamadılar.[59]
Muaviye’nin halîfeliği döneminde Irak’taki gelişmelerle başa çıkma görevini Sakîfli Ziyad b. Ebih ile oğlu Ubeydullah gerçekleştirmişlerdi. Abdülmelik b. Mervan zamanında ise bu görev diğer bir Taifli Haccâc b. Yûsuf.[60] tarafından yürütüldü.[61] Bölgedeki yönetim muhaliflerine karşı Muaviye’nin valisi Ziyâd b. Ebîh’in idare taktiğini uygulayan Haccâc Hâricîlerle mücadeleyi Iraklılar eliyle gerçekleştirmeye çalıştı. Önce Kûfelileri Hâricîlerle savaşa sevketti.[62] Ardından savaş konusunda isteksiz davranan Basralıları Mühelleb b. Ebû Sufra komutasındaki orduda topladı. Daha sonra bölgede Hâricîlerle şiddetli çarpışmalar meydana geldi.[63]
Abdülmelik döneminde Irak’ta gerçekleşen en tehlikeli Hâricî isyanı Sufriyye koluna mensup Şebîb b. Yezid tarafından başlatılmıştır. Onun hareketi Irak bölgesinde Emevî devlet otoritesini tehdit edebilecek bir güce ulaştı.[64] Gelişmeler üzerine Irak valisi Haccâc’ın, Şebîb’e karşı gönderdiği Süfyan b. Ebu’l-Âliyye komutasındaki ordu mağlup olmaktan kurtulamadı. Vali daha sonra Şebîb b. Yezid üzerine Sevre b. Ecbar[65], Cezl b. Sa‘îd[66] Sa‘îd b. Mücâlid komutasındaki ordular sevketti. Ancak onlar da başarısız oldular. Üstelik Şebîb b. Yezid, kazandığı savaşlar sonucunda Medâin bölgesini Irak’ın idaresinden kopardı.[67] Ardından da Kûfe merkezine kadar ulaştı. Durumun vahametini gören Haccâc, Şebîb’e karşı daha güçlü birlikler göndermeye karar verdi. Ancak Büsr b. Gâlib ile Zahr b. Kays, Zâide b. Kudâme Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as ve Osman b. Katan iradesindeki Irak orduları isyanları bastıramadılar.[68]
Şebîb’in faaliyetleri sonucunda Irak yönetimi neredeyse Şam’ın idaresinde kopma durumuna gelmişti. Haccâc, Kûfelilerin asileri bastırma konusunda yetersiz kalması üzerine son çare olarak Suriye’den ordu gönderilmesi talebinde bulundu. Bu uygulama Emevîlerin ülkenin doğusunda hâkimiyet sağlama amacıyla müracaat ettikleri klâsik Irak politikasından başka bir şey değildi. Abdülmelik, bunun üzerine sırasıyla Süfyan b. Ebred, ardından da Habîb b. Abdurrahman emrindeki orduları Irak’a gönderdi. Haccâc aynı anda Kûfe’den de Zühre b. Hâviye ile Attâb b. Verkâ komutasında başka bir askerî birliği cepheye sürdü. Hâricîler kendilerinden sayıca üstün olan Irak ve Şam ordularını da mağlup ettiler.[69] Üstelik Şebîb b. Yezid Kûfe’yi hedef alan ikinci bir saldırı başlattı. Ancak bu defa özellikle Şamdan gelen kuvvetler Hâricîlere karşı büyük bir direniş gösterdiler. Şebîb sonuçta geri çekilmeye başladı. Dengenin değişmesi üzerine Hâlid b. Attâb komutasındaki Şamlılar onun birliklerinin peşine düştüler. Vali Haccâc, Süfyan b. Ebred emrinde Şamlılardan müteşekkil bir orduyu da çatışma bölgesine gönderdi. İkinci ordu Şebîb ile Ehvâz’da Düceyl[70] Köprüsü yakınlarında karşı karşıya geldi. Çarpışarak geri çekilme taktiğini uygulayan Şebîb askerlerinin ardından köprüyü geçmesi esnasında atının ürkmesiyle nehre düşerek boğuldu. Bu şekilde yaklaşık iki yıl boyunca Emevî devletini Irak’ta meşgul eden Şebîb b. Yezid hareketi bastırılmış, Irak’ta siyasî birlikte yeniden temin edilmiş oldu.(H.77/M.696/697).[71]
Abdülmelik b. Mervan Irak’ta siyasî hâkimiyetin yeniden tesisinin ardından bölge halkını doğu seferlerine göndermeye karar verdi.  Nitekim Haccâc’ın emriyle Ubeydullah b. Ebû Bekre Kâbil’e kadar ulaşarak burada bölge hâkimi Rutbil ile cizye karşılığında barış yaptı. Ancak ordu komutanların Şureyh b. Hânî’nin yapılan anlaşmayı dinlemeyerek savaşa girişmesi üzerine karşılıklı saldırılar gerçekleşti. Muharebe şartlarına yoğun kışın da eklenmesi sebebiyle Büst çölünde Müslüman askerlerin büyük kayıplar verdi.[72] Haccâc’ın emriyle aynı yıl Mühelleb b. Ebû Sufra Maverünnehr üzerine giderek Keş halkı ile fidye karşılığında anlaşma yaptı.(H. 80/M.699-670).[73]
Haccâc b. Yûsuf, daha önce Afganistan üzerine gerçekleştirilen başarısız seferi telafi etmek amacıyla bölgeye yeni bir ordu göndermeye karar verdi. Kûfe ve Basra ordugâhlarından teşkil edilen ordunun komutasına Kûfe’deki Yemen asıllı kabile önderlerinden Abdurrahman b. Muhammed getirildi. Orduda gerek Kûfeli, gerekse Basralı pek çok kabile reisi de bulunuyordu. Haccâc bu seferle hem ülke topraklarını doğuya doğru genişletmek, hem de rejim karşıtı olarak gördüğü Iraklıları iç politikadan uzak tutmak, belki de bu vesileyle onlardan kurtulmak istiyordu. Zira bölgede uyguladığı şiddet yönetimi neredeyse bütün Iraklıları kendisine düşman haline getirmişti. Bu da Emevî yönetimi için potansiyel bir tehlike arz ediyordu.  
Irak’tan harekete geçen ordu Afganistan içlerinde ilerlemeye başladı. Başkomutan Abdurrahman, geçici üstünlükler yerine, daha kalıcı sonuçlar elde etmek üzere plânlı ve güvenli bir askerî strateji uyguluyordu.[74] Buna karşılık Haccâc ondan daha hızlı fetihler bekliyor, daha çok ilerlemesini istiyordu. Kaçınılmaz olarak savaş taktiği konusunda vali ile komutanı arasında anlaşmazlık çıktı. Bunun üzerine Haccâc, İbn Eş‘as’a şayet talimatlarını dinlemeyecekse komutanlığı kardeşi İshak b. Muhammed’e devretmesini tebliğ eden bir mektup gönderdi. Abdurrahman gelen emri dinlemeyip Haccâc’a karşı isyan başlatmaya karar verdi. Dolayısıyla Afganistan topraklarının Emevîlerin hâkimiyetine alınması için gerçekleştirilen bu askerî harekât bambaşka bir şekil almış oldu.  Afganistan topraklarında ilerleyen ordu geri dönerek harekât merkezi Irak’a doğru ilerlemeye başladı. Devlet otoritesini sağlama adına halka karşı çok şiddetli politika takip eden Haccâc’a düşmanlıkları sebebiyle Horasan ve Irak’taki Hâricîler, yönetimin baskısından bunalan ve kendilerine yüklenen aşırı vergilerden şikâyetçi olan mevâlî ile iktidarın meşru olmadığına inanan Iraklı âlimlerin pek çoğu isyana destek verdiler. Bu şekilde Irak’ta yönetime karşı yeni bir isyan başlamış oldu.[75]
Gelişmelerin Irak’ta tehlikeli bir hâl aldığını gören Haccâc, derhal Basra’dan Tüster’e çekildi. Burada Şamlılardan teşkil ettiği orduyu isyancılar üzerine gönderdi. Ancak gidenler kendilerinden sayıca üstün Abdurrahman b. Muhammed’in askerleri karşısında tutunamadılar. Kısa süre sonra Basra yönetim muhaliflerinin eline geçti. Ardından Irak’ın diğer merkezi Kûfe de Abdurrahman’ın emrine girdi. Iraklılardan tamamen ümidini kesen Haccâc bu isyanın yine Şam desteğiyle bastırılabileceği düşüncesiyle başkentten yardım alabilmek için Suriye ile rahat bir şekilde irtibat kurabileceği Deyrü’l-Kurre de­nilen yere çekildi. Irak’taki gelişmeleri haber alan halîfe Abdülmelik, kardeşi Muhammed ve oğlu Abdullah komutasında orduları doğuya doğru harekete geçirdi. Halîfe bir taraftan savaş için Haccâc’a yardımcı kuvvetler gönderirken, diğer taraftan da Iraklılara yönetime isyandan vazgeçmeleri durumunda maaşlarının Suriyeli askerlerin maaşına eşitleneceğini, nefret ettikleri Haccâc’ın Irak genel valiliğinden alınacağını, Abdurrahman’ın da istediği bir yere vali atanacağını vadeden mektuplar gönderdi. Ancak Emevî yönetiminden tamamen kurtulma ümidi taşıyan Iraklılar bu tekliflere kulak asmadılar. Sonuçta iki tarafın birlikleri Deyru’l-Cemâcim[76] denilen yerde savaşa tutuştular. Kararsızlıkları ve sebatsızlıkları ile şöhret bulan Iraklılar, Haccâc’ın silahlarını bırakanların zarar görmeyeceği hususunda te­minatını duyunca Abdurrahman’ın birliklerini terk etmeye başladılar. Savaşı kesin bir üstünlükle kazanan Haccâc, derhal Kûfe’ye girerek halktan halîfe adına yeniden biat aldı.[77] Bu şekilde Emevîler devletinin varlığını tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşan isyan girişimi yine Suriyeliler eliyle sona erdirilmiş, başka bir ifadeyle Iraklıların Şam hâkimiyetinden kurtulmak için gerçekleştirdikleri ve çok ümit bağladıkları bu yeni teşebbüs de neticesiz kalmış oldu.[78]
Haccâc b. Yûsuf, bölgede meydana gelen Hâricî isyanlarında yeterli gayret göstermeyen, üstelik Afganistan’da başlayan, ardından Horasan’a yayılan ve Irak’taki Emevî hâkimiyetini tehdit eden İbnü’l-Eş‘as isyanına yoğun bir şekilde katılan Iraklıları, Kûfe veya Basra’dan yönetemeyeceğini anladı. Zira gerek Kûfe, gerekse Basra’da isyana iştirak eden pek çok kişi buralarda yaşamaya devam ediyordu. Onların gerek gizli, gerekse açık olarak yönetime karşı herhangi isyana katılmaları mümkündü. Bu amaçla vali, halîfenin de oluru ile her iki şehrin ortasında yer alan Vâsıt’ı bölgenin yönetim merkezi haline getirdi. Daha sonra da buraya Iraklıları değil, Suriye’den getirdiği yönetime sadık askerleri yerleştirdi.[79] 
Abdülmelik b. Mervan’ın ölümünden sonra oğlu Velid b. Abdülmelik devlet başkanı oldu. Hicretin 86.(M.705). Velid babasının siyaset anlayışını yönetiminde aynen devam ettirdi.[80] Irak’ın idaresini yine Haccâc’a teslim etti.[81] Velid b. Abdülmelik ile babası Abdülmelik’in yönetimlerindeki tek farklılık ise icraatta ağırlığın iç politikadan dış politikaya kaydırılmasıdır. Zira bu dönemde yoğun bir fetih hareketi gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Velid’in halîfelik süreci büyük fetihler dönemi olarak adlandırmak mümkündür.  
Velid zamanında doğu fetihleri Irak bölge valiliğini sürdüren Haccâc b. Yûsuf tarafından düzenlendi. Nitekim onun emriyle Kuteybe b. Müslim emrindeki ordular öncelikle Toharistan’ı kontrol altına aldıktan sonra[82] Ceyhun nehrini aşarak bölgenin ilk önemli şehri Beykend’i ele geçirdiler.(H.87/M.706).[83] Beykend’in zaptından sonra Buhara’nın fethi de gerçekleşti.[84] Kısa süre sonra da Semerkand halkı ile barış anlaşması yapıldı.[85]
Irak valisi Haccâc b. Yûsuf’un doğu seferlerinin ikinci cephesini Hindistan tarafı teşkil eder. Bu harekâtta komutanlığı Haccâc’ın yeğeni Muhammed b. Kâsım üstlenmiştir. Onun emrindeki ordular Sind bölgesinin en önemli bir merkezi Deybul’u, daha sonra da Sehvan ve Sadusan şehirlerini ele geçirmişlerdir. Sind’de kontrolü sağladıktan sonra asıl hedef olan Hindistan topraklarına giren Muhammed b. Kasım bölge hâkimi Zâhir’i mağlup ederek Brahmanâbad’ı zapt etti. Akabinde Pencap bölgesinin en büyük şehri Multan uzun süren muhasaradan sonra Müslümanların eline geçti. (H.89/M.708).[86]

 

C. DURAKLAMA ve GERİLEME DÖNEMİ 

Velid b. Abdülmelik’in (H.96/M.715) yılında vefatından sonra onun yerine kardeşi Süleyman b. Abdülmelik halîfe oldu. Onun zamanında Emevî devleti yönetimindeki büyük politik değişim ve başkalaşma meydana geldi. Zira devlet idaresinde kabilecilik en etkin âmil oldu. Asabiyeti siyasetinin temeli haline getiren Süleyman b. Abdülmelik, öncelikli olarak selefinin bütün bürokratlarını görevden uzaklaştırdı. Dolasıyla Haccâc b. Yûsuf’un Abdülmelik zamanından beri oluşturduğu Irak yönetim kadrosu yönetim tarafından tamamen tasfiye edilmiş oldu.[87]
Süleyman dönemindeki asabiyet merkezli iç politikanın mimarı olarak yine Iraklı Yezid b. Muhelleb kabul edilir. Yezid, Irak valisi Haccâc ile aralarından meydana gelen bir anlaşmazlık sebebiyle Velid b. Abdülmelik tarafından hapsedilmişti. Yezid sonra bulunduğu yerden kaçarak Remle’de ikamet eden Süleyman b. Abdülmelik’in himayesine sığındı. Burada yakınlaştığı veilahd Süleyman’ı başta Haccâc olmak bütün Kaysî idarecilere karşı kışkırttı.[88]
Süleyman b. Abdülmelik halîfe olduktan kısa süre sonra Yezid’i Irak genel valiliğine getirdi. Yezid, halîfenin de onayını alarak kardeşlerinden Muhalled’i Semerkand, Müdrib’i Belh, Muhammed’i de Merv’e tayin etmek suretiyle Horasan’daki inisiyatifi tamamen eline geçirdi[89] Bunun ardından Velid dönemi komutan ve bürokratlarının takip ve cezalandırılması aşamasına geçildi. Öncelikli olarak kısa süre ölmüş olan Haccâc’ın ailesi, kabilesi ve kurmay heyetinin oluşturan Türkistan fatihi Kuteybe b. Müslim ile Hindistan ordusu komutanı Muhammed b. Kasım hedef alındı. Ardından da bölgedeki Kays kabilesinin büyük kollarından Temîmlilerin reisi Veki‘ b. Hasen hapsedilip mallarına el konuldu. Bu uygulamalar tabiatıyle Irak’ta büyük huzursuzluklara sebep oldu. Süleyman dönemi Irak siyasetinin menfî neticeleri daha sonraki süreçte görülecektir.[90]
Irak bölgesinde daha ziyade iç politik mücadelelerle geçen Süleyman b. Abdülmelik zamanında Kûfe ve Basralı ordular marifetiyle doğuda da sembolik düzeyde askerî faaliyet gerçekleştirildi. Nitekim Irak valisi Yezid b. Mühelleb Horasan’dan hareket ederek Cürcan ve Taberistan seferlerini düzenlemiştir.[91]
Süleyman b. Abdülmelik’ten sonra (H.99-101/M.717-720) yılları arasında halîfelik yapan Ömer b. Abdülaziz, hanedanın diğer devlet başkanlarıyla karşılaştırıldığından farklı bir şahsî görünüm sergilemiştir. Doğal olarak bu farklılık devletin siyasetini de doğrudan etkilemiştir. Bu sebeple halîfe, Emevî devletinin meşruiyetine şüpheyle bakan pek çok topluluğun dahi sempatisini kazanmış, hatta yönetime muhalif grupların bile saygı gösterdiği bir devlet başkanı haline gelmiştir.[92] 
Ömer b. Abdülaziz, selefi Süleyman b. Abdülmelik’in aksine herhangi bir Arap kabile bloğunun desteğiyle devlet başkanlığına gelmedi. Bu sebeple onun döneminde siyaset kurumu üzerinde gerek Yemenî, gerekse Mudarî Arap asabiyetinin etkinliği görülmez. Halîfe hangi tarafa mensup olursa olsun, yanlış davranış içine giren vali ve komutanları rahatlıkla görevden alabilmiştir. Nitekim daha önce Süleyman b. Abdülmelik tarafından Irak valiliğine tayin edilen ve Kaysîlere büyük baskı uygulamak suretiyle bölgede huzursuzluğa sebep olan Yezid b. Mühelleb azledilmiştir.[93]
Ömer b. Abdülaziz’in kısa süren halîfeliği aynı zamanda Emevîler döneminde bir sosyal barış süreci olarak nitelendirilir. Onun iyi niyetli icraatı sayesinde galiplerle mağlupların ahfadı birbirleriyle kaynaşmaya başlamışlardır. Ortaya çıkışlarından itibaren sürekli olarak kurulu düzene karşı mücadeleyi siyasî varlık sebebi sayan Hâricîler onun zamanında isyan girişimlerine ara vermişlerdir.[94] Halîfenin diğer bir toplumsal barış adımı ise Irak siyasetinin ıhsal edilmesidir. Bu amaçla daha önce Emevîlerin âdeti olarak hutbelerde Hz. Ali’ye dil uzatılması faaliyeti iptal edilmiştir. Bölgeye dönük politikanın diğer bir yansıması ise Irak’ta siyasî otoritenin ikiye ayrılarak Kûfe’ye Abdulhamid b. Abdurrahman, Basra’ya da Adî b. Ertad’ın tayin edilmesiyle olağanüstü yetkilere sahip Irak valiliğinin lağvedilmesidir. Bu politika değişikliği en azından Ömer b. Abdülaziz zamanında Irak’taki gerginlikleri belli oranda azaltmıştır. [95] 
Ömer b. Abdüzaziz’den sonra Emevî yönetimine Yezid b. Abdülmelik (II. Yezid) geldi. Yezid’in gerek kişiliği ve gerekse yönetim anlayışı selefi Ömer b. Abdülaziz ile tam bir zıtlık arzetder.[96] Dindar, adil, âlim bir halîfeden sonra dinî hassasiyetlerden tamamen uzak, sarayı eğlence meclisine çeviren hafif meşrep bir devlet başkanı göreve gelmiştir.[97] Yeni dönemde devlet yönetimindeki asıl farklılaşma ise kabile asabiyetinin idarede yeniden etkin hale gelmesidir. Süleyman b. Abdülmelik’in icraatı aksine yeni süreçte Kaysîleri kayıran bir idare anlayışı benimsenmiştir.
Yezid b. Abdülmelik’in fanatik Kaysîliği öne çıkaran ve Yemenîleri yönetimden tamamen dışlayan politikası Irak’ta Ömer b. Abdülaziz’in tesis ettiği sükuneti ortadan kaldırmıştır. Zira eski Irak valisi Yezid b. Mühelleb yönetimin icraatına tepki olarak büyük bir isyan başlatmıştır. Hicretin 101 (719) yılında gerçekleşen ayaklanma halîfenin kardeşi Mesleme b. Abdülmelik emrindeki Şam ordusu eliyle bastırılmıştır. Halîfe isyanın etkisiz hale getirilmesinden sonra olaylara doğrudan veya katılan dolaylı katılan Irak sakinlerini, özellikle de Yemen menşeli kabileleri ağır bir şekilde cezalandırmış, bununla iktifa etmeyerek Irak’a Yemenlilere düşmanlığı ile tanınan Ömer b. Hübeyre’yi vali tayin etmiş, demir yumruklu Irak valileri dönemini yeniden başlatmıştır.[98] Ömer b. Hübeyde halîfenin müsamahasıyla Irak’ta yaşayan Yemenîlere kötü muamelede bulunmayı resmî politika olarak benimsemiştir. Nitekim onun yönetimi boyunca Yemenliler sürekli takibata maruz kalmışlardır; onlardan bir kısmı işkenceye uğratılmış, pek çoğunun ise mallarına el konulmuştur.[99]
Yezid b. Abdülmelik’in yönetim anlayışı ve politik tercihleri sadece Irak’taki Yemenîlerin değil, bölgede yaşayan müzmin yönetim muhalifleri olan Hâricîlerin isyanlarına da bahane teşkil etmiştir. Irak valisinin gönderdiği ordular isyanlar karşısında etkisiz kalınca halîfe, kardeşi Mesleme b. Abdülmelik idaresindeki Şam askerlerini bölgeye göndererek Hâricîleri dağıtmaya çalıştı.[100] Yezid’in devlet başkanlığı döneminde Ukfân, Mes‘ûd b. Ebû Zeyneb ve Mus‘ab b. Muhammed tarafından muhtelif Hâricî isyanları çıkarılmış, bu gruplar yönetimi Irak’ta uzun süre meşgul etmişlerdir.[101]
Hişam b. Abdülmelik’in hilâfete geldiği dönem (H.105/M.724), Emevîler devletinde iki büyük Arap soyu Yemenîler ile Mudarîlerin kabile rekabetlerinin had safhaya çıktığı bir zamana tesadüf eder. Zira devlet, Süleyman b. Abdülmelik’in hilâfetinde Yemenî, Yezid b. Abdülmelik döneminde ise Kaysî ağırlıklı siyasetle yönetilmiş, zamanla bürokratların büyük bir kısmı politize olmuştu. Bu sebeple Hişam, devlet başkanlığı sürecini Kaysî-Kelbî aşırı uçlarında dolaşan Emevî siyasetini merkeze çekme, Arap kabileleri arasında denge politikası sağlama çabalarıyla geçirmiştir.[102] Bu faaliyetin esas uygulama merkezi ise Irak oldu. Kabileler arasında denge sağlama siyasetinin ilk adımı, Yezid b. Abdülmelik’in devlet başkanlığı döneminde Irak genel valiliğine getirildikten sonra Yemenîlere yaptığı baskılarla onların devlete düşman haline gelmelerine sebebiyet veren Ömer b. Hübeyre’yi (H.105/M.724) yılında azledip yerine Hâlid b. Abdullah el-Kasrî görevlendirildi.[103] Bu uygulamasıyla halîfe, Irak’ta sırasıyla Kelbî-Kaysî vali şeklindeki fâsit anlayışı terk etmiş, fanatik Kaysîlikten, Yemenîlerin de itiraz etmeyecekleri mutedil Kaysîliğe geçişi sağlayarak Irak’taki kabilecilik ateşini düşürmüştür.
Hişam tarafından Irak valiliğine getirilen Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, kendisinden beklendiği gibi tarafsız bir yönetim sergilemeye çalıştı. Ancak Irak’ta çoğunluğu teşkil eden Kayslılar sürekli olarak ondan şikâyetçi oldular. Nihayet valiliğinin 15. yılının sonunda Yemenlilere meylettiği suçlamasıyla Hâlid görevden alındı.[104] Halîfe daha sonra onun yerine eski Irak valisi Haccâc b. Yûsuf’un amcasının oğlu[105] Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’yi tayin etti. (H.120/M.738).[106] Hişam’ın, Irak’ta gerçekleştirdiği yönetici değişimi, bölgedeki Mudarî kabilelerini memnun etti. Ancak bu uygulama, Zeyd b. Ali liderliğinde (H.121-122/M.738-739) yılında Irak’ta gerçekleşen Şii isyanının da önemli sebeplerinden biri oldu.[107]  

 

D. ÇÖZÜLME ve YIKILIŞ DÖNEMİ

Hişam b. Abdülmelik’in ardından Velid b. Yezid (II. Velid) Emevî halîfesi oldu. Velid, yönetimi süresince Kaysîleri önceleyen politika takip etmiştir. O kadar ki, Kaysîlik Velid zamanında açıkça Yemenli düşmanlığına dönüşmüştür. Nitekim Hişam tarafından önce azledilip ardından hapsedilen eski Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, halîfe tarafından Kaysî yeni Irak valisi Yûsuf b. Ömer’e teslim edilmiş, ardından da öldürülmüştür.[108]
Velid b. Yezid döneminde Irak’ta meydana gelen diğer bir mühim hadise ise Ehl-i Beyt’ten Yahyâ b. Zeyd b. Ali’nin önce isyana zorlanıp ardından da öldürülmesidir.[109] Bu gelişme bilhassa Iraklıların yönetime karşı düşmanlığını artırmıştır. Diğer taraftan Şam’ta Velid’e karşı muhalefeti bir araya getiren Yezid b. Velid, Hicretin 126. (M.744) yılında gerçekleştirdiği ihtilâl hareketi sonucunda çok ciddî bir mukavemetle de karşılaşmadan Velid’i öldürerek Emevîlerin yeni devlet başkanı olmuştur.[110] Yeni halîfe ilk önemli icraatını Irak’ta gerçekleştirerek Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi öldürmesi sebebiyle Güney Araplarının nefretini kazanan Irak umumî valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’yi azlederek bu göreve Mansûr b. Cumhûr’u getirdi.[111]
Yezid b. Velid, göreve gelmesinden 6 ay sonra vefat etti. Yerine geçen kardeşi İbrahim b. Velid, herhangi bir icraat yapmaya fırsat bulamadan Cezire valisi Mervan b. Muhammed tarafından makamından uzaklaştırıldı. Bu şekilde Mervan Emevîlerin yeni halîfesi oldu. (H. 26 Safer 127/M. 7 Aralık 744).[112] Halîfe Suriye’de kontrolü sağladıktan sonra Irak topraklarına yürüdü. Hicretin 127-129. (M.745-748) yılları arasında Dahhâk b. Kays eş-Şeybânî liderliğindeki Hâricîler, tesirsiz hale getirildiler.[113] Halîfenin askerleri Hâricîlerle meşgul olurken Irak’taki Şiiler de isyan başlatarak Kûfe’de Hz. Ali’nin kardeşi Cafer’in soyundan gelen Abdullah b. Muaviye’yi imam tayin ettiler. Mervan b. Muhammed’in (H130/M.747) yılında Âmir b. Dubâre emrindeki birliklerle bölgede kontrolü yeniden sağladı.[114]
Mervan b. Muhammed iktidara gelmesinden itibaren dört yıl süren mücadelesi sonucunda Cezîre-Şam ve Irak bölgelerine hâkim olmayı başardı. Ancak ülkenin doğusu Horasan kendi haline terk edilmiş durumda kaldı. Zira onun Şam ve Irak’ta birliği teminle meşgul olması, Kaysî-Yemenî, Arap-Mevâlî çekişmeleriyle kaynayan Horasan’la gereği gibi ilgilenmesine mani oldu.[115] Neticede Abbâsîler sırasıyla Rey, Isfahan, Nihavend ve Şehrezûr gibi önemli Horasan merkezlerini ele geçirerek[116] süratle Irak topraklarına girdiler. Nihayet Emevîlerin son Irak valisi Yezid b. Ömer b. Hübeyre’yi mağlup eden Abbasi orduları Kûfe’yi ele geçirdiler. Bunun ardından da Ebu’l-Abbâs adına biat alınmak suretiyle Abbâsî devleti ilân edildi. Bu şekilde Irak’ın kurulacak yeni devlete merkez olacağı resmiyet kazandı.[117] 
Abbâsî orduları Emevî birliklerini Irak’ta da etkisiz hale getirdikten sonra batıya doğru ilerlemeye başladılar. Son Emevî halîfesi Mervan b. Muhammed ile Abdullah b. Ali’nin komutasındaki Abbâsî birlikleri 2 Cemâziyelâhir 132’de (16 Ocak 750) Büyük Zap Suyu kıyısında karşı karşıya geldiler. Emevî orduları ile Irak-Horasan birliklerinin son kez karşı karşıya geldikleri bu büyük savaş Emevîlerin ağır mağlubiyetiyle sonuçlandı.[118] Yanında kalan az sayıdaki askerleriyle güneye doğru çekilen son Emevî halîfesi Mervan Mısır’da takip edilerek öldürüldü. (26 Zilhicce 132/Ağustos 750). Bu şekilde Emevîler devleti tarih sahnesinden çekilmiş oldu.[119]

 

SONUÇ

Hz. Ali’nin halîfeliği döneminden itibaren İslâm siyaset tarihinde öne çıkan iki siyasî rakip coğrafya Irak ve Şam’dır. Ali-Muaviye mücadelesinde bunlardan ilki halîfe Hz. Ali, diğeri ise Şam valisi Muaviye’nin taraftarı olmuşlardır. Bu süreçte gerçekleşen siyasî bloklaşma Emevîlerin yıkılmasına kadar varlığını ve etkinliğini devam ettirmiştir.
Iraklılar, Hz. Ali’ye destek vererek başlattıkları iktidar mücadelesini, Muaviye’nin liderliğinde hareket eden Suriyeliler karşısında kaybetmişlerdi. Bunun sonucu olarak devletin merkezi ve hazine Kûfe’den yeni başkent Dımaşk’e nakledildi. Kendilerini devletin asıl sahibi gören Iraklılar bu durumda Şam’a bağlı sıradan bir eyalet statüsüne indiler. Onların fethettikleri büyük arazilerin gelirleri artık Dımaşk’ın kontrolüne girmişti. Buna karşılık, Iraklılar merkezî yönetimin keyfî tavrına göre bazen artırılan, bazen azaltılan bazen de tamamen kesilen, hiçbir zaman da Şamlıların seviyesine ulaşamayan maaşlarla yetinmek zorunda kalmışlardı. Bu şartlar eski başkentin gururlu sakinlerini son derece rahatsız etti. Onlar rahatsızlıkları sebebiyle fırsat bulduklarında yönetime karşı isyan halinde oldular. Emevîler aleyhine harekete geçmek istediklerinde ilk önce Hz. Ali’nin çocuklarını ve torunlarını hatırladılar. Zira gerek geçmiş günlere duyulan özlem, gerekse Hz. Ali’ye beslenen muhabbet sebebiyle Iraklıların neredeyse tamamı bu faaliyetlere gönülden destek oluyorlardı. Ancak bu destek bir türlü gönül desteğinden kılıç desteğine dönüşmedi.  
Iraklıların bu hususiyeti sebebiyle Emevî devleti Irak’ı suhûletle yönetme adına özel ilk halîfe Muaviye’den itibaren muhtelif tedbirler aldı. Bunların ilki bölgeye kabiliyetli ve şiddet yanlısı idarecilerin atanması oldu. Ayrıca Irak’ta yönetim muhalifleri olarak öne çıkan Hâricîler ile Şiiler’e karşı öncelikli olarak Iraklıların yardımı kullanılmış, pek çok isyan Kûfe ve Basra’dan toplanan ordular yardımıyla bastırılmıştır. Iraklıların yetersiz kalmaları veya operasyonlarda başarısız olmaları durumunda ise Irak topraklarına Şamlı askerler sevk edilmesi plânı uygulanmıştır. Bölgede kısmî istikrarın sağlanmasından sonra ise Iraklılar, Horasan ve doğusuna düzenlenen fetih hareketlerine sevk edilerek, bir taraftan iç politikadan uzaklaştırılırken, diğer taraftan da onlar yeni fetihlerin gerçekleşmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte Irak coğrafyası Emevîler için en büyük dahilî problem merkezi olma hususiyetini kaybetmemiştir. Nihayet Horasan’da başlayan Abbasi hareketi asıl ivmesini Irak’ta kazanmış, ilk Abbâsi halîfesine biat de Kûfe’de alınmıştır. Irak’a tamamen hâkim olmayı başaran ihtilâl orduları kısa süre içinde Şam’ı da ele geçirip Emevî devletine son vermişlerdir. Sürekli olarak Irak’ı bastıran Emevî yönetimi bu defa Iraklılar karşısında kaybedince varlığını da yitirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA

AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebû Süfyan, Ankara 1990.
BELÂZÜRÎ, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892),  Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut 1979
………….., Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987.
DİNEVERÎ, Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, (nşr. Ömer Faruk
Tabbâ), Beyrut ts. (Dâru’l-Erkam).
DÛRÎ, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991.
EBÛ MİHNEF, Lut b. Yahya (157/773-774) Maktelü’l-İmam el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah
Ebû Salih), ? 1997.
FIĞLALI, E. Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984
HALİFE B. HAYYÂT, Tarih, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1993.
İBN ABDİLHAKEM, Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870), el-Halîfetü’l-Adil Ömer İbnü’l-Abdilaziz Hâmisu’l-Hulefâi’r-Râşidîn, (thk. Ahmed Ubeyd), Kahire 1994
İBN ABDİRABBİH, Ebû Ömer b. Ahmed b. Muhammed (327/939), Kitabu Ikdi’l-Ferîd, I-VII,
Kâhire 1965.
İBN ASÂKİR, Ebu’l-Kâsım Sikâtüddin Ali b. Hasan, Tarihu Medineti Dımaşk, (thk, Ali Şîrî),
I-LXXVIII, Beyrut 1997.
İBN KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts.
(Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr).
İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme ve’s-Siyâse, (thk.
Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967.
İBN SA‘D, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut
ts. (Dâru Sâdır).
İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201), Sîretu ve Menâkıbu Ömer b.Abdülaziz el-Halîfetü’r-Zâhid, (thk. Nâim Zerzûr), Beyrut 1984.
………………., el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992.
İBNÜ'L-ESÎR, İzzüddin Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (630-1232),  el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986.
MES'ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk.
Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964.
NERŞÂHÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Ca’fer (348/959), Tarihu Buhara, (trb.  ve thk. Emin Abdülmecid Bedevî-Nasrullah Mübeşterih Tırazî), Kahire ts. (Dâru’l-Mearif).
ÖMER FERRUH, Tarihu Sadri’l-İslâm ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1976.
TABERÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk.
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).
YA‘KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Ya‘kûb el-Abbâsî, (284/897), Tarih, I-II, Beyrut 1960.
YÂKÛT EL-HAMEVÎ, Şihabüddin Yakut b. Abdullah (626/1229), Mu‘cemu’l-Buldân,  I-V,
Beyrut 1975.




[1]     Ya‘kûbî, Tarih, Beyrut 1960, II, 229; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk.Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), V, 172, 234; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, III, 228.
[2]     Taberî, Tarih, V, 212, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 222-224.
[3]     Taberî, Tarih, V, 295, 299-330, 348; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III 247-248.
[4]     İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr), el-Bidâye, VIII, 22.
[5]     Belâzürî, Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut 1979, Ensâb, IV, 164.
[6]     Belâzürî, Ensâb, IV, 166; Ya‘kûbî, Tarih, II, 217; Taberî, Tarih, V, 166-167; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 205-206.
[7]     Halîfe b. Hayyât, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1993, s. 157; Belâzürî, Ensâb, IV, 166-173; Ya‘kûbî, Tarih, II, 221; Taberî, Tarih, V, 173-176, 181-209; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 194-195, 201-206; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 206-210, 212-217.
[8]     Taberî, Tarih, V, 212, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 222-224.
[9]     Halîfe b. Hayyât, Tarih, s.  158; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (nşr. Ömer Faruk Tabbâ), Beyrut ts. (Dâru’l-Erkam), s. 206; Taberî, Tarih, V, 234-237; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 228-229.
[10]   Belâzürî, Ensâb, IV, 173-174; Taberî, Tarih, V,237-238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 223-225, 229.
[11]   Belâzürî, Ensâb, IV, 175; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 244.
[12]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 247, 248.
[13]   Belâzürî, Ensâb, IV, 180-185; Taberî, Tarih, V, 312-315; İbn Abdirabbih, Kitabu Ikdi’l-Ferîd, I-VII, Kâhire 1965, I, 216-224, II, 398-400; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 254-256.
[14]   Belâzürî, Ensâb, IV, IV, 190; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 207-208.
[15]   İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 366.
[16]   Belâzürî, Ensâb, IV, 243.
[17]   Belâzürî, Ensâb, IV, 246-259; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 206-207; Ya‘kûbî, Tarih, II, 230-231; Taberî, Tarih, V,253-285; Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964, III, 1-13; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 241-243; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 233-243.
[18]   Belâzürî, Ensâb, IV, 261-264.
[19]   İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 186-187.
[20]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 154-155; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987, s. 557-561; Ya‘kûbî, Tarih, II, 217-218; Taberî, Tarih, V, 170-171.
[21]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 155.
[22]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 608-609.
[23]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 166; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 609-610.
[24]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 576; Taberî, Tarih, V, 216-226; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 212, 278; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 29-30.
[25]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân,  I-V, Beyrut 1975, V, 112-116.
[26]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 576; Ya‘kûbî, Tarih, II, 222, 237; Taberî, Tarih, V, 250-252; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 225-226.
[27]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 156, 159; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 577; Taberî, Tarih, V, 285-285.
[28]   İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 142.
[29]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 220; Taberî, Tarih, V, 302-303; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 368; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 285-286; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 244,  249-250; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 79.
[30]   İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 370-371; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 36-38.
[31]   Ebû Mihnef, Maktelü’l-İmam el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah Ebû Salih), ? 1997, s. 17; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 207-208, 212; Ya‘kûbî, Tarih, II, 241-242; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 64.
[32]   İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, (thk.Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967, el-İmâme, II, 4; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 212-213; Taberî, Tarih, V, 347-348; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 266-267.
[33]   Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991, s. 113.
[34]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 6; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 236-238; Ya‘kûbî, Tarih, II, 244-245; Taberî, Tarih, V, 427-455; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 380; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 71; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 340-341; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 279-296; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 179-188.
[35]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 182-193; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 178-185; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 243-245; Ya‘kûbî, Tarih, II, 250-251; Taberî, Tarih, V, 481-496; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 389-390; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 79-81; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 13-17; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 306-307, 310-315; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 218-224.
[36]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 193-194; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 245; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,IV, 391-393; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 81-82; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 22-23; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 225-226.
[37]   Fığlalı, E. Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984, s. 109.
[38]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 10-11; Ya‘kûbî, Tarih, II, 253-256; Taberî, Tarih, V, 503, 530-531, 534-535; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 391; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 82; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 237-238.
[39]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 199; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 13; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 261-262; Taberî, Tarih, V, 530-537; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 394-396; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 94-95; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 326-328; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 239-241.
[40]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 255; Taberî, Tarih, V, 535; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 396; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 242-244.
[41]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 199; Taberî, Tarih, V, 531, 533.
[42]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 255-256; Taberî, Tarih, V, 533, 537; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 328-329.
[43]   Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebû Süfyan, Ankara 1990,  s. 40.
[44]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, III, 21-22, V, 101.
[45]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 199-200; Ya‘kûbî, Tarih, II, 256; Taberî, Tarih, V, 532-540; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 396-398; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 95-96; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 328-330.
[46]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, IV, 180.
[47]   İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), IV, 292-293, VI, 25-26; Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 201; Ya‘kûbî, Tarih, II, 257; Taberî, Tarih, V, 583-610; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 100-102; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 28-30, 35-37; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 332-335, 340-345; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 251-255. 
[48]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 201; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 347-348.
[49]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 15-16.
[50]   Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 278-279; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 287.
[51]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 203; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 20; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 280-282; Ya‘kûbî, Tarih, II, 263-264; Taberî, Tarih, VI, 93-116; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 405-406; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 106-107; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 63-66; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 382-388; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 287-289.
[52]   Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 284-285.
[53]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 503.
[54]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 22-23; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 285-286; Ya‘kûbî, Tarih, II, 265-266; Taberî, Tarih, VI, 151-162; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 410-414; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 110-112; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 314-317.
[55]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 205-206; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 286; Taberî, Tarih, VI, 162-167; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 112-113; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 9-16; 329-333.
[56]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 206; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 23-25; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 286-288; Ya‘kûbî, Tarih, II, 266-268; Taberî, Tarih, VI, 174-175, 186-191; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 414-420; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 119-122; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 124-127; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 21-27.
[57]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 205; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 254-256; Ya‘kûbî, Tarih, II, 272; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 324, IX, 8-11.
[58]   Taberî, Tarih, VI, 171; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 118.
[59]   Taberî, Tarih, VI, 174;  İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 20.
[60]   Abdülmelik, Haccâc’ı ilk önce (H.73/M.692) yılında Medine valiliğine getirmişti. Haccâc, Hicretin 75. (M.694) yılında ise Irak genel valisi oldu. (H.78/M.697) yılında Übeyye b. Abdullah’ın azledilmesinin ardından Horasan ve Sicistan da onun idaresine bağlandı. (Ya‘kûbî, Tarih, II, 273; Taberî, Tarih, VI, 201, 202, 319; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 17-19; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 33).
[61]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 208; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 7.
[62]   Taberî, Tarih, VI, 202-209; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 133-138; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 33-36.
[63]   Taberî, Tarih, VI, 210-211; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 36.
[64]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 210;  Taberî, Tarih, VI, 216-224; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 179-181; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 41-44; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 12-13.
[65]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 274; Taberî, Tarih, VI, 224-230.
[66]   Taberî, Tarih, VI, 231-234.
[67]   Taberî, Tarih, VI, 235-238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 45-447; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 12-14.
[68]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 211; İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 121-122; Taberî, Tarih, VI, 239-257; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 181-183; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 49-53.
[69]   Taberî, Tarih, VI, 257-267; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 187-188; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,55-58.
[70]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 443.
[71]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 211-212; Ya‘kûbî, Tarih, II, 274-275; Taberî, Tarih, VI, 267-284; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 189-192; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,58-62; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 19-21.
[72]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 561; Taberî, Tarih, VI, 322-325; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 72-73.
[73]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 586-587; Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; Taberî, Tarih, VI, 325-326, 352-354.
[74]   Taberî, Tarih, VI, 326-330; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 138; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 211-212.
[75]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 215-216; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 26-29; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s.289-291; Ya‘kûbî, Tarih, II, 277-278; Taberî, Tarih, VI, 334-338; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 138-139; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 231-232; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 35-36.
[76]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 503-504.
[77]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 216-217, 218-221; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 29-42; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 291-292; Ya‘kûbî, Tarih, II, 278; Taberî, Tarih, VI, 338-350, 357-383; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 139-141; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 232-235, 244-249; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 77-82, 84-86; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 36-37, 40-43, 47-50.
[78]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 223; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 289-292; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 562; Ya‘kûbî, Tarih, II, 277-279; Taberî, Tarih, VI, 334-350, 357-383, 389-393; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 259-260; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 77-92, 95-96; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 45.
[79]   Bu konuda bk. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, V, 347-353.
[80]   Velid b. Abdülmelik, babasının yönetim anlayışını aynen sürdürmüş, Irak-Horasan-Mâverâünnehr hattının yönetimini Haccâc’a bırakmıştır. (Ya‘kûbî, Tarih, II, 283-284). O, idaresi süresince genelde Ümeyye, özelde de Mervan ailesinden sembolik anlamda faydalanmıştır. Meselâ, Ömer b. Abdülaziz’i Medine valiliğine getirmiş, ancak ülkenin doğusunu emanet ettiği Haccâc’ın telkiniyle (H.93/M.711) yılında onu azletmiştir. (Taberî, Tarih, VI, 481-482. Halîfe, kardeşi ve oğullarını ise ülkenin batı bölgeleri, özellikle Anadolu üzerine seferlere göndermiştir. Mesleme b. Abdülmelik (H.87/M.705), Abbâs b. Velid (H.88/M.706), Mervan b. Velid (H.93/M.711) ve Abdülaziz b. Velid (H.93/M.711)  yıllarında gerçekleşen askerî faaliyetlerde komutan olarak görev almışlardır. (Taberî, Tarih, VI, 429, 434, 449). Ayrıca dinî bir vazife olan ve prensip olarak hanedan ailesi tarafından yürütülen hac emirliği ise (H.93/M.711) yılında Abdülaziz b. Velid, (H.95/M.713) yılında ise Bişr b. Velid tarafından yerine getirilmiştir. (Taberî, Tarih, VI, 482, 493).
[81]   Ömer Ferruh, Tarihu Sadri’l-İslâm ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1976, s. 197; Aycan,  İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 136-136.
[82]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 424-426; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 105-107; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 71-72.
[83]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Taberî, Tarih, VI, 429-433; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 279; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 107-108; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 71-72.
[84]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 439-440, 442-445; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 110, 113-114; Nerşâhî, Tarihu Buhara, (trb.  ve thk. Emin Abdülmecid Bedevî-Nasrullah Mübeşterih Tırazî), Kahire ts. (Dâru’l-Mearif), s. 73-81.
[85]   Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298-299; Ya‘kûbî, Tarih, II, 287; Taberî, Tarih, VI, 445; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 294; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 114; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 77.
[86]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 236, 238; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 612-618; Ya‘kûbî, Tarih, II, 288-289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 111-112; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 87.  
[87]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 133-135.
[88]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 288; Taberî, Tarih, VI, 448-453, 507-508; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,114-116.
[89]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 294-195; Taberî, Tarih, VI, 523-530; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 144-145.
[90]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 296.
[91]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 245; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 467-475; Ya‘kûbî, Tarih, II, 296; Taberî, Tarih, VI, 532-545; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 27-29; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 147-150.
[92]   İbn Abdilhakem, el-Halîfetü’l-Adil Ömer İbnü’l-Abdilaziz Hâmisu’l-Hulefâi’r-Râşidîn, (thk. Ahmed Ubeyd), Kahire 1994; İbnü’l-Cevzî, Sîretu ve Menâkıbu Ömer b. Abdülaziz el-Halîfetü’r-Zâhid, (thk. Nâim Zerzûr), Beyrut 1984, s. 9-13; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 164.
[93]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 301-302; Taberî, Tarih, VI, 554, 556-558; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 154, 157.
[94]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 99-100; Taberî, Tarih, VI, 555-556; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 33-34; İbnü’l-Cevzî, Sîretu ve Menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s. 95-99; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 155-157.
[95]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 302; Taberî, Tarih, VI, 550-563; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,157-159.
[96]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 166.
[97]   Taberî, Tarih, VII, 22-24; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, VI, 61-62; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 207-210; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 190-192; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 231-233.
[98]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 310-312; Taberî, Tarih, VI, 578-603, 617, 619-622; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 210-212; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 66-68, 79-81; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 160-161, 168-177. 181.
[99]   Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 78.
[100] Taberî, Tarih, VI, 575-578; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 66-67; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 166-167; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 219.
[101] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 189-190.
[102] Atvan, Hüseyin, el-Emevîyyûn, s. 193-195.
[103] Ya‘kûbî, Tarih, II, 316; Taberî, Tarih, VII, 26; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 192.
[104] Taberî, Tarih, VII, 232-234, 254-261; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 325.
[105] Belâzürî, Futûh, s. 395.
[106] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 275; Ya‘kûbî, Tarih, II, 317; Taberî, Tarih, VII, 142-154; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 235-236.
[107] Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 316; Ya‘kûbî, Tarih, II, 325-327; Taberî, Tarih, VII, 160-173, 180-191; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 482-488; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 240-342, 245-248.
[108] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 288; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 111; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 319-320; Ya‘kûbî, Tarih, II, 331; Taberî, Tarih, VII, 232-234, 254-261; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 452; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 247-248;  İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 262-264.
[109] İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 111; Ya‘kûbî, Tarih, II, 331-332; Taberî, Tarih, VII, 228-231; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 225; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,259-260; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 8-11.
[110] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 289-290; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 112-113; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 321-322; Ya‘kûbî, Tarih, II, 333-335; Taberî, Tarih, VII, 231-254; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 461-463; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 249-250; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 264-269.
[111] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 294; Taberî, Tarih, VII, 270; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 251; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 271-272.
[112] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 296-298; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 113; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 322; Ya‘kûbî, Tarih, II, 337-338; Taberî, Tarih, VII, 311-312; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 466-468; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 247; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 257-258; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 282-284; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 22-23.
[113] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 299-303; Ya‘kûbî, Tarih, II, 338-339; Taberî, Tarih, VII, 316-323, 344-346; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 261-262; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 289-290, 295-296; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 25-26.
[114] Taberî, Tarih, VII, 371-374; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 306-307, 307-308.
[115] Taberî, Tarih, VII, 355-356; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 309-311.
[116] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 318-320; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 331-334; Ya‘kûbî, Tarih, II, 343-344; Taberî, Tarih, VII, 388-393, 401-409; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 480-481; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 275-276, 286-288; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 316-320; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 37-39.
[117] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 321-323; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 117-118; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 337-342; Ya‘kûbî, Tarih, II, 344-345; Taberî, Tarih, VII, 410-417, 421-429; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 481-482; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 298-300; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 320-327; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 40-42.
[118] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 325; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 118-119; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 334; Ya‘kûbî, Tarih, II, 345-346; Taberî, Tarih, VII, 432-435; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 260-261; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 301-302;  İbnü’l-Esîr, IV, 327-329; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 42-44.
[119] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 325-326; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 119-120; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 335; Ya‘kûbî, Tarih, II, 345-346; Taberî, Tarih, VII, 438-443; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 261-262, 264-265; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 469-470; İbn Asâkir, Tarihu Medineti Dımaşk, (thk, Ali Şîrî), I-LXXVIII, Beyrut 1997, LVII, 327-328, 345-346; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 330-331; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 44-46.  

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar