Prof.
Dr. Adem APAK
GİRİŞ
Emevîler Devleti, Hulefâ-i Râşidîn
döneminin ardından Muaviye b. Ebû Süfyan tarafından Dımaşk merkezli olarak
kurulmuş ilk Müslüman hanedan devletidir. Hz. Ömer zamanından beri Şam valisi
olan Muaviye b. Ebû Süfyan, devletin kuruluş sürecinde Şam’da yaşayan
kabilelerden büyük destek almıştır. Diğer taraftan halîfe Hz. Ali’nin etrafında
toplanan Iraklılar ile Şamlılar Sıffin’de karşı karşıya gelmişlerdir. Herhangi
bir netice alınamadan savaşın ardından tespit edilen hakemlerin görüşmeleri
herhangi bir neticeye ulaşılamadan tamamlanmıştır. İki tarafın yeni bir savaş
hazırlıkları yaptıkları esnada Hz. Ali’nin yine kendi ordusu içinden çıkan
isyancı Hâricîler tarafından öldürülmesi, Muaviye’yi siyasî alanda rakipsiz
bırakmış, Iraklıların sadakatsizliğini tecrübeleri ile bilen Hz. Hasan’ın halîfeliği
Muaviye’ye bırakmasıyla Müslümanların yönetimi resmen Şam’ın kontrolüne
geçmiştir.
Muaviye, Müslümanların idaresini
üstlenmekle birlikte, Iraklıların Emevîlere karşı muhalefeti sadece onun
zamanında değil, bütün Emevîler devleti sürecince hiçbir zaman sona ermemiştir.
O kadar ki, Irak devletin varlığını tehdit eden en önemli isyan merkezi olma
hüviyetini sürdürmüştür. Irak’ın bu hususiyeti sebebiyle devletin kurucusu Muaviye
b. Ebû Süfyan’dan itibaren Emevî halîfeleri Irak’a mahsus olmak üzere çeşitli siyasî,
askerî ve ekonomik tedbirler almışlar, şartlara göre değişen özel politikalar
geliştirmişlerdir.
A. KURULUŞ DÖNEMİ
Hz. Hasan’ın halîfeliği Muaviye’ye
devretmesiyle birlikte Müslümanlar yeniden tek bir siyasî birlik altında
toplandılar. Ancak bu birlik gerek Hâricîler, gerekse Hz. Ali taraftarlarının
Irak’ta gerçekleştirdikleri yönetim karşıtı faaliyetlerle zaman zaman sekteye uğradı.
Muâviye, bölgedeki muhalif hareketleri Irak’a olağanüstü yetkileri haiz valiler
tayin etmek suretiyle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim onun döneminde Irak’ın
iki büyük merkezi olan Kûfe ve Basra’da dönemin Arap siyaset dâhileri kabul
edilen Mugîre b. Şu‘be[1] ve Ziyâd b. Ebîh[2]
ile Ziyad’ın oğlu Ubeydullah[3] valilik yapmışlardır.
Muaviye’yi yönetimi süresince Irak’ta
en fazla meşgul eden muhalif grup Hâricîler oldu. Onlara karşı Şam’dan
gönderilen ordular başarı sağlayamadılar.[4]
Bunun üzerine mücadele metodunu değiştiren Muaviye, Iraklı yönetim
muhaliflerini bizzat Iraklılar eliyle etkisiz hale getirmeye karar verdi. Öncelikli
olarak Iraklıları Hâricîlere karşı ortak mücadeleye çağırdı, aksi takdirde onların
devletten aldıkları maaşları kesme tehdidinde bulundu. Muaviye’nin geliştirdiği
taktik başarılı oldu; kısa süre sonra Irak halkı Haricîler üzerine saldırı
başlattılar.[5] Abdullah
b. Ebul-Havsâ[6] ile
Sehm b. Ğâlib b. el-Huceymî tarafından başlatılan Hâricî isyanları çoğunluğunu
Hz. Ali taraftarlarının teşkil ettiği Iraklılar tarafından etkisiz hale
getirildi.[7]
Onun bu siyasetindeki diğer bir kazancı ise yönetime karşı birleşme ihtimali
olan iki grubu birbirine kırdırmak suretiyle muhalefetin zayıflamasını sağlamak
oldu.
Muaviye Hicretin 45 (M.665) yılında
Abdullah b. Âmir’i görevinden alarak yerine Arap siyaset dâhilerinden kabul
edilen Ziyâd b. Ebîh’i Basra valiliğine tayin etti.[8]
Bundan beş yıl sonra (H.50/M.670) ise Irak’ın diğer önemli merkezi Kûfe valisi
Muğîre b. Şu‘be’nin ölümüyle bu şehrin idaresi de Ziyâd’a bağlandı. Dolayısıyla
Irak’ta yönetim tek elde toplanmış, olağanüstü yetkileri haiz Irak valiliği uygulaması
başlamış oldu.[9]
Ziyâd’ın öncelikli görevi Irak’ta
sükûneti sağlamak, bunun için de isyancı Hâricîleri etkisiz hale getirmekti. Vali,
bu amaçla baskıcı ve şiddete dayalı bir yönetim sergilemeye karar verdi. Öncelikli
olarak halîfe Muaviye’nin genel Irak politikasına uygun bir şekilde Hâricî
problemini yine Iraklılara çözdürmeye çalıştı. Onun valiliği döneminde Basra’da
Kureyb ve Zehhâf idaresindeki Hâricîler tarafından başlatılan ayaklanma bizzat
şehir halkı tarafından etkisiz hale getirildi.[10]
Hicretin 52. (M672) yılında Kûfe’de patlak veren Ziyâd b. Hırrâc ile Muâz
et-Tâî isyanları Iraklılarca bastırıldı.[11]
Ziyâd b. Ebih’in ölümü üzerine (H.
53/M.673) Basra’ya vali tayin edilen oğlu Ubeydullah[12]
zamanında da Hâricî isyanları başladı. Babasının yolunu takip ederek Irak’ta muhalifleri
takibata tabi tutan vali, (H.58/M.678) yılında ortaya çıkan Urve b. Üdeyye,
Tavvâf b. Allâk, Evs b. Kâ‘b ve Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdeyye liderliğinde
başlatılan Hâricî isyanlarını bastırdı.[13]
Başlangıçtan itibaren Irak’ta Emevî
yönetimine muhalefet eden diğer bir topluluk ise Hz. Ali taraftarlarıdır. Ancak
Muaviye’nin halîfeliği sürecinde yönetim ile Hz. Ali taraftarları arasındaki
ihtilâf ve çatışma Hâricîlerdeki şiddet boyutuna ulaşmadı. Bunda Muaviye’nin
Hâricîlere kıyasla Hz. Ali taraftarına daha yakın davranmasının, ayrıca Irak’taki
Hz. Ali taraftarları ile isyancılara karşı ortak mücadele etmesinin büyük rolü
vardı. Bununla birlikte Hz. Ali taraftarlarının Şam idaresine karşı husumeti hiçbir
zaman ortadan kalkmamıştır. Hatta bu süreçte yönetime karşı küçük çaplı Şii
isyanlarına şahit olunmuştur. Humrân b. Ebân’ın Basra’da gerçekleştirdiği isyan
buna örnek verilebilir. Bu hadisede muhalifler şehrin yönetimini ele geçirerek
Hz. Hüseyin’i halîfeliğe getirmek istediklerini ilân etmişlerdir. Buna karşılık
Büsr b. Ebû Ertat komutasında Şam’dan gelen ordu Basra’daki isyanı kısa sürede bastırmıştır.[14]
Emevîlerin başlangıç döneminde
Muaviye ile Hz. Ali taraftarlarını Irak’ta karşı karşıya getiren en önemli
hadise şüphesiz Kûfeli Hucr b. Adî ve arkadaşlarının öldürülmeleridir. Olayın görünen
sebebi olarak Emevî bürokratlarının sürekli olarak Hz. Ali’ye lânet okumaları
gösterilir.[15]
Bilhassa Irak’ın iki büyük merkezi Kûfe ve Basra’da yaygın olarak sergilenen bu
faaliyet, Hz. Ali taraftarlarını rencide etmiştir.[16]
Kûfe valisi Muğîre b. Şu‘be’nin bir gün şehir mescidinde Hz. Ali ve
taraftarları aleyhine konuştuğu esnada, Irak’taki Ehl-i Beyt taraftarları
öncülerinden Hucr b. Adî valinin konuşmasına müdahale etmesi, yönetime
muhalefeti faal hale getirmiştir. Bununla birlikte Muğîre, daha büyük
hadiselere meydan vermemek için onlara karşı herhangi bir takibatta
bulunmamıştır. Onun ölümünden sonra şehrin yönetimini üstlenen Ziyâd b. Ebîh
ise beklenildiği şekilde muhalifler üzerine şiddetle gitmiş, hareketin öncüleri
kabul edilen Hucr ve arkadaşlarını tutuklayarak Muaviye’ye göndermiştir. Bu
şahıslar kısa süre sonra halîfenin emriyle idam edilmişlerdir.(H.51/M.671).[17]
Bu hadise sadece Irak’taki Hz. Ali taraftarları arasında değil, bütün İslâm
coğrafyasında büyük bir infiale sebep olmuştur.[18]
Muaviye döneminde Irak’taki
hadiselerin devletin en önemli iç politika problemini teşkil ettiği açıktır. Ancak
burası aynı zamanda doğu ülkenin doğusunda gerçekleştirilen fetihlerin de
merkezi olmuştur. Başka bir ifadeyle kılıçlarının bir tarafıyla Emevî
yönetimine karşı mücadele etmeye hazır bekleyen Iraklılar, diğer taraftan da
bölgenin doğusunda yeni fetih dalgası başlatmışlardır. Muaviye’nin girişimleri
hem yeni topraklar Müslümanların idarecesine geçerken, hem de yönetim muhalifi Iraklıların
dikkati ve enerjisi iç politikadan dışarıya yöneltilerek onların devlete dirençleri
büyük oranda kırılmıştır.
Muaviye’nin ilk yıllarında Basra valisi Abdullah
b. Âmir, Hicretin 41. (M.661) yılında Horasan ve Sicistan üzerine yürüdü.[19] Diğer
bir komutan Abdurrahman b. Semure ise Kâbil, Belh ve Büst şehirlerini ele geçirdi.[20] Mühelleb
b. Ebû Sufra (H.44/M.664-665) yılında ise Sind topraklarını kontrol altına aldı.[21] Basra
valisi Abdullah b. Âmir, Abdullah b. Sevvâr
komutasındaki orduyu Hind sınırına gönderdi.[22]
Abdullah b. Âmir’in azlinden sonra yerine geçen Ziyâd b. Ebîh zamanında ise Sinan
b. Seleme aynı bölgede Mükran ve Kîkan’ı ele geçirirken, Abbâd b. Ziyâd ise
Kandahar’a hâkim oldu.[23]
Muaviye’nin emriyle Irak orduları tarafından gerçekleştirilen
seferler Ziyâd b. Ebîh’in Basra’ya vali tayin edilmesiyle daha etkin hale
gelmeye başladı.[24] Özellikle
Mâverâünnehr’i hedef alan askerî faaliyetlerin netice verebilmesi için ordugâh
merkezleri Kûfe ve Basra’dan Horasan’da yer alan Merv’e[25]
taşıdı. Müslümanlar kısa süre sonra Merv’e yakın mesafelerde bulunan Herat,
Tus, Nisabur ve Belh gibi şehirlere ulaştılar.[26]
Ziyâd b. Ebîh tarafından Horasan valisi tayin edilen Rebi‘ b. Ziyâd el-Hârisî, (H.51/M.671)
yılında Belh’i barış yoluyla ele geçirdikten sonra Kûhistan üzerine yürüyerek Âmul
ve Zam şehirlerin fethetti. Bu şekilde Araplar Toharistan ve Kuhistan’dan sonra
Ceyhun nehrini aşıp Buhara ve ve Semerkand’ı da kontrol altına alarak
Mâverâünnehr’e yerleşmeye başladılar. [27]
Emevîler hanedanının kurucusu Muaviye
b. Ebû Süfyan, halîfeliğinin son yıllarında yerine oğlu Yezid’i veliahd tayin
etmeye karar verdi. Bu konuda kendisine teşvikte bulunan ve cesaretlendiren ise
Kûfe valisi Muğîre b. Şu‘be’dir.[28]
Muaviye’nin
en güvendiği, aynı zamanda da çekindiği bürokratı olan Basra
valisi Ziyâd b. Ebîh ise buna karşı çıktı. Ziyâd’ın olurunu almadan Irak’ın tamamından
destek alamayacağını bilen Muaviye kararını Ziyâd’ın ölümünden sonraya erteledi.[29] Ziyâd’ın
ölümünden sonra Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliahd
tayin etme uygulaması Şamlılarla birlikte Iraklılar tarafından da kabul gördü.[30]
Muaviye’nin ölümünden sonra
Yezid’in halîfe olmasıyla birlikte Kûfe’deki yönetim muhalifleri derhal
harekete geçerek Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet ettiler.[31]
Hz. Hüseyin bunun üzerine şehir halkına hitaben yazdığı mektupta çağrılarıyla
ilgileneceğini, kendisin harekete geçmeden Kûfe’nin hazır hale getirilmesi için
amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i göndereceğini bilirdi.[32]
Yönetime karşı mücadele için Hz.
Hüseyin’e davet mektuplarının Kûfelilerden gelmiş olması esasında beklenmeyen
bir durum değildir. Zira burası hem babası Hz. Ali, hem de ağabeyi Hz. Hasan’ın
siyasî merkez olarak kabul ettiği şehirdi. Üstelik Hz. Ali taraftarlarının
büyük bir kısmı burada yaşıyordu. Daha yakın zamanda Muaviye’nin gerek Ziyâd,
gerekse oğlu Ubeydullah eliyle onlara yaptıkları da zihinlerde canlılığını
devam ettiriyordu. Bu durumda Irak halkı nazarında Emevî halîfeliği İslâm
toprakları ve eski başkent Kûfe’nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak
görülmüştür. Netice olarak Iraklılar, Hz. Ali döneminde elde etmiş oldukları avantajları
Muaviye eliyle Şamlılara kaptırmaları sebebiyle Hz. Hüseyin vasıtasıyla bu eski
imkânlarını geri alabilmek için tekrar şanslarını denemeye karar vermişlerdir.[33]
Ancak Ehl-i Beyt adına başlangıçta coşkun bir heyecan yaratan, ancak kısa
sürede saman alevi gibi parlayan kıyamlar Emevîlerin gücü karşısında kısa
sürede sönmüştür. Bu faaliyetlerin pek çoğu hareketin lideri konumundaki Hz.
Ali evladı için trajedi ile sonlanmıştır. İslâm tarihinde bu olaylar ve
trajediler zincirinin ilk halkası ise, Hz. Hüseyin’in teşebbüsüne karşı
sergilenen kanlı Kerbelâ hadisesidir. (10 Muharrem Cuma 61/10 Ekim 680).[34]
Şam yönetiminin Irak’a karşı kanlı
müdahalelerinden biri kabul edilen Kerbelâ hadisesinin birinci derecede
sorumlusu olarak Yezid gösterilir. Diğer sorumlular ise Kûfe’deki valisi
Ubeydullah b. Ziyâd ile onun emrindeki komutanlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin’i
şehirlerine davet edip sonra da yalnız bırakan, üstelik Kerbelâ’da onu bizzat
kendi elleriyle katleden Kûfeliler de bu konuda mes’ûl tutulmuşlardır. Zira Hz.
Hüseyin’i ve yakınlarını katleden ordu Şam’dan gelmiş değildir. Hatta bu orduda
Ümeyyeli, hatta Şamlı hiç kimse yoktur. Dolayısıyla bu operasyonu Şamlıların
Iraklıları öldürmeleri olar değil, Emevî devletinin Irak’ta çıkan problemleri
yine Iraklılar eliyle çözmesi siyasetinin tipik bir örneği olarak
değerlendirmek mümkündür.
Yezid b. Muaviye’nin hilâfeti
ödeminde Irak topraklarında bulunan Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in katledilmesi
gerekçesiyle bazı olaylar ve isyan hareketleri meydana geldi. Kerbelâ’nın yakın
etkileri Mekke’de görüldü: Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra Hicaz’da tek
siyasî aktör kalan Abdullah b. Zübeyr halktan kendi adına biat almaya başladı.
Bu gelişmeyi haber alan Yezid, öncelikli olarak Mekke-Şam güzergâhında bulunan
ve Abdullah b. Zübeyr’e meyletme ihtimali taşıyan Medine’ye bir ordu göndermeye
karar verdi. Hicretin 63. yılı 27 Zilhicce’sinde (27 Ağustos M.683) Şam’dan
gelen ondu Medine’yi işgal ederek şehir halkından pek çok kişinin ölümüne sebep
oldu.[35] Şamlılar
daha sonra Hicretin 64 yılının 26 Muharrem’inde (24
Eylül 683) rotalarını Mekke’ye çevirdiler. Şehrin bir ay süren muhasarası esnasında
Şam’dan halîfe Yezid’in öldüğü haberi alınınca saldırılar durduruldu. Bu
gelişme Abdullah b. Zübeyr’in bir süre daha halîfelik yapmasına imkân verdi.[36]
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi Mekke
ve Medine’de olduğu gibi Ehl-i Beyt taraftarlarının yoğun olarak yaşadıkları Irak’ta
da büyük bir infiale sebep olmuştur. Nitekim bu hadise sebebiyle Şam yönetimine
karşı bölge halkının büyük destek verdiği iki büyük ayaklanma gerçekleşmiştir
ki, bunlardan ilki Tevvâbun Hareketi, diğeri ise Muhtaru’s-Sekafi İsyanı’dır.
Emevî iktidarına karşı harekete geçmek için Hz.
Hüseyin’i ısrarla Kûfe’ye davet edenler daha sonra onu yalnız bırakmışlar ve
üstelik onun en yakınlarıyla birlikte Kerbelâ’da katledilmesine sebep
olmuşlardır. Aynı şahıslar Hz. Hüseyin’in şehit
edilmesinin ardından pişmanlık duyarak kendilerine tevbe edenler anlamında
Tevvâbûn adını vermişlerdir. Tevvâbûn hareketi ise Kerbelâ vak‘asından sonra
Hz. Ali evladının intikamını almak gayesiyle gerçekleştirilen muhalif faaliyete
isim olmuştur. Hareketin yönetim aleyhine gizli çalışmaları Yezid b.
Muaviye’nin ölümüne kadar devam etmiştir.[37]
Bu olayda Hz. Hüseyin’in intikamını alma düşüncesi kadar, Kûfelilerin baştan
beri Emevî iktidarına karşı besledikleri düşmanlığın da etkin olduğu
unutulmamalıdır.
B. İKİNCİ KURULUŞ ve YÜKSELME DÖNEMİ
Yezid b. Muaviye’nin ölümü üzerine yerine oğlu
II. Muaviye’ye devlet başkanı oldu. Ancak onun görevi bırakması, ardından da ölmesi
üzerine hilâfet makamı Mervan b. Hakem’e geçti.[38] Mervan, esasında Mekke’de halîfeliğini açıklayan Abdullah
b. Zübeyr’e biat etmeye karar vermişti. Ancak Irak valisi Ubeydullah b.
Ziyâd’ın teşviki ve Yezid ile II. Muaviye’nin dayısı olan Hassân b. Mâlik b.
Bahdal’ın liderliğinde birleşen Şam’taki Yemenlilerin desteğiyle beklenmedik
bir şekilde halîfe oldu.[39]
Mervan’ın halîfe seçilmesiyle birlikte Irak muhalefetine karşı Şam birliği sağlanmış
oldu. Ancak Şam’da yeni devlet başkanının seçilmesine rağmen Suriye’de yaşayan
Kaysî kabilelerin önderlerinden Şam valisi Dahhâk b. Kays, Kınnesrin valisi
Züfer b. Hâris, Filistin yöneticisi Natîl b. Kays ve Humus valisi Numan b.
Beşîr, Mervan b. Hakem’i tanımayıp bütün taraftarlarıyla birlikte Mekke’de halîfeliğini
ilan eden biat alan Abdullah b. Zübeyr’i desteklediklerini duyurdular.[40] Bu gelişme o zamana kadar Iraklılara karşı birlik içinde olan Şamlıların ilk
kez bölünmesine sebep oldu.[41] Mervan bunun üzerine ordusuyla Dahhâk b. Kays
liderliğindeki Şamlı Kaysîler üzerine yürüdü.[42][43] Merc-i Râhıt[44]
denilen mevkide gerçekleşen savaş halîfenin üstünlüğü ile tamamlandı. (H.64/M.683).[45] Bu sonuç Mervan b.Hakem’in konumumun güçlenmesi, daha da
önemlisi Emevî devletinin yeniden doğması adına önemli bir dönüm noktası teşkil
eder. Ancak Şamlıların kendi aralarında savaşmış olması Irak’taki kontrolün Emevî
yönetiminden çıkmasına sebep oldu. Bölge kısa süre sonra Mekke halîfesi Abdullah
b. Zübey’in hâkimiyetine geçti. Mervan b. Hakem kısa süren devlet başkanlığı esnasında
Emevî yönetimi Irak’a dönük bir politika uygulamaya fırsat bulamadı. Bu dönemde
Şam’ın Irak’la ilgili en önemli faaliyeti ise, Iraklı yönetim muhaliflerinin
organize etmiş oldukları ve Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden itibaren gizlice
faaliyet gösteren Tevvâbun isyanının etkisiz hale getirilmesidir.
Tevvâbûn mensupları Yezid
döneminden itibaren başlattıkları gizli faaliyetlerin ardından Hicretin 65.
yılının Rabîulevvel ayında (M. Ekim 684) Nuhayle’de toplanarak yönetime bayrak
açmışlardı. Gelişmelerden haberdar olan Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd, Husayn
b. Numeyr komutasındaki bir orduyu buraya gönderdi. Askerler Aynu’l-Verde’de[46]
Süleyman b. Surad liderliğindeki toplulukla karşı karşıya geldiler. Yaklaşık üç
gün süren savaş liderleri Süleyman b. Surad başta olmak üzere pek çok Tevvabûn
mensubu öldürüldü. Bu şekilde Hz. Hüseyin’in intikamını almak adına
gerçekleştirilen ilk önemli teşebbüs, Emevîlerin Irak valisi tarafından kanlı
bir şekilde bastırılmış oldu.[47]
Mervan’ın kısa süren devlet
başkanlığından sonra yerine büyük oğlu Abdülmelik geçti. (H.65/M.685).[48]
Abdülmelik b. Mervan göreve geldiği sırada Emevîler devleti büyük iç siyasî
problemlerle karşı karşıya kalmıştı. Her şeyden önce Muaviye tarafından
birleştirilmiş olan Müslüman topraklarının çoğu Emevî devletinin kontrolünden
çıkmıştı. Hicaz ile Irak’ın büyük bir bölümü ile Horasan Abdullah b. Zübeyr’in
kontrolünde bulunuyordu.[49]
Diğer taraftan Kûfe başta olmak üzere Irak’ın bir kısmında ise Ehl-i Beyt adına
hareket eden Muhtar es-Sekâfî etkin durumdaydı. Ayrıca Irak başta olmak üzere
ülkenin doğu bölgelerinin pek çoğunda Hâricîler serbestçe tedhiş hareketleri
gerçekleştiriyorlardı. Abdülmelik halîfeliğinin başlangıç aşamasında bilhassa Irak’ta
gerçekleşen hadiselere müdahil olmayarak Abdullah b. Zübeyr ile Muhtar
es-Sekafî arasında Irak hâkimiyeti konusundaki hesaplaşmanın sonucunu beklemeye
karar verdi
Mekke’de halîfeliğini ilân etmiş
bulunan Abdullah b. Zübeyr, Irak’a tamamen hâkim olmak üzere Muhtar’ı etkisiz
hale getirmesi için kardeşi Basra Mus‘ab, buradan Kûfe’ye gönderdi.[50]
Yaklaşık dört ay süren muhasara sonunda Muhtar hareketi bastırıldı. (H. 14
Ramazan 67/M. 3 Nisan 687).[51]
Bu şekilde Hz. Hüseyin adına ortaya çıkan bir siyasî hareket daha
sonlandırılmış, üstelik Hicaz-Irak siyasî bütünlüğü yeniden sağlanmış oldu.
Ancak Irak’taki bu çatışmadan asıl kazançlı çıkan Şam halîfesi Abdülmelik b.
Mervan oldu. Zira Irak’ta Abdullah b. Zübeyr ile Muhtar arasında gerçekleşen bu
savaş sebebiyle bir taraftan Şam yönetiminin önemli bir rakibi ortadan kalkmış,
diğer taraftan da asıl hasmı olan Abdullah b. Zübeyr büyük bir güç kaybına uğramış
oldu.
Abdülmelik b. Mervan, Irak’a
müdahale şartlarının olgunlaşması üzerine harekete geçti. Onu karşılamak için
bekleyen Mus‘ab b. Zübeyr’in Irak’ta teşkil ettiği ordu sayı olarak daha
fazlaydı. Ancak hiçbir zaman disiplin ve itaat kültürünü benimseyememiş, askerî
ve siyasî sadakatten mahrum olan Iraklılar İbn Zübeyr’in yumuşak karnını teşkil
ediyordu. Rakibinin bu zaaflarını bilen Abdülmelik b. Mervan, bazı Iraklı
komutanlarla irtibat kurarak onları çeşitli vaadlerle kendi yanına çekmeyi, en
azından savaşta tarafsız kalmalarını sağlamayı başardı.[52]
Daha sonra iki ordu Deyrü’l-Cesâlik[53]
mevkiinde çok şiddetli bir savaşa tutuştular. Çarpışmaların hemen başında İbn
Zübeyr’in en önemli komutanı İbrahim b. Mâlik’in ölmesi, Iraklıların bozgununa sebep
oldu. Dağılan askerlerini toparlayamayan Mus‘ab b. Zübeyr yanında kalan az
sayıdaki adamıyla birlikte öldürülünceye kadar savaştı. (H.721/M.691).[54]
Deyrü’l-Cesâlik’te İbn Zübeyr
ordusuna karşı elde ettiği zaferin ardından Irak’a fiilen hâkim olan
Abdülmelik, doğruca Kûfe’ye giderek halktan biat aldı. Kûfe’nin Emevîlerin eline
geçmesinin hemen ardından Irak’ın diğer bir merkezi Basra halkı da Emevî
idaresine boyun eğdi. Bu şekilde (H.72/M.691) yılı sonlarına doğru Irak toprakları
tamamen Emevîlerin kontrolüne geçmiş oldu. (H.72/M.692). [55]
Bundan kısa süre sonra da Mekke’nin muhasara edilip Abdullah b. Zübeyr’in
idaresine de son verildi.[56]
Abdülmelik b. Mervan, Irak’ta resmiyette
hâkimiyeti sağlamış olmasına rağmen bölgeyi tamamen kontrol altına alamadı. Zira
Muaviye zamanında olduğu gibi sık sık ortaya çıkan Hâricî isyanları Irak’taki istikrarı
tehdit ediyordu. Onları etkisiz hale getirmeyi düşünen halîfe isyancı Hâricîler
üzerine önce Mühelleb b. Ebû Sufra’yı üzerine gönderdi.[57]
Gerek Mühelleb, gerek Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as[58],
gerekse Basra valisi Hâlid b. Abdullah isyanları bastırma girişimlerinde başarı
sağlayamadılar.[59]
Muaviye’nin halîfeliği döneminde
Irak’taki gelişmelerle başa çıkma görevini Sakîfli Ziyad b. Ebih ile oğlu
Ubeydullah gerçekleştirmişlerdi. Abdülmelik b. Mervan zamanında ise bu görev diğer
bir Taifli Haccâc b. Yûsuf.[60] tarafından yürütüldü.[61]
Bölgedeki yönetim muhaliflerine karşı Muaviye’nin valisi Ziyâd b. Ebîh’in idare
taktiğini uygulayan Haccâc Hâricîlerle mücadeleyi Iraklılar eliyle
gerçekleştirmeye çalıştı. Önce Kûfelileri Hâricîlerle savaşa sevketti.[62]
Ardından savaş konusunda isteksiz davranan Basralıları Mühelleb b. Ebû Sufra
komutasındaki orduda topladı. Daha sonra bölgede Hâricîlerle şiddetli
çarpışmalar meydana geldi.[63]
Abdülmelik döneminde Irak’ta gerçekleşen
en tehlikeli Hâricî isyanı Sufriyye koluna mensup Şebîb b. Yezid tarafından başlatılmıştır.
Onun hareketi Irak bölgesinde Emevî devlet otoritesini tehdit edebilecek bir
güce ulaştı.[64] Gelişmeler
üzerine Irak valisi Haccâc’ın, Şebîb’e karşı gönderdiği Süfyan b. Ebu’l-Âliyye
komutasındaki ordu mağlup olmaktan kurtulamadı. Vali daha sonra Şebîb b. Yezid
üzerine Sevre b. Ecbar[65],
Cezl b. Sa‘îd[66]
Sa‘îd b. Mücâlid komutasındaki ordular sevketti. Ancak onlar da başarısız
oldular. Üstelik Şebîb b. Yezid, kazandığı savaşlar sonucunda Medâin bölgesini Irak’ın
idaresinden kopardı.[67]
Ardından da Kûfe merkezine kadar ulaştı. Durumun vahametini gören Haccâc,
Şebîb’e karşı daha güçlü birlikler göndermeye karar verdi. Ancak Büsr b. Gâlib
ile Zahr b. Kays, Zâide b. Kudâme Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as ve Osman b.
Katan iradesindeki Irak orduları isyanları bastıramadılar.[68]
Şebîb’in faaliyetleri sonucunda Irak
yönetimi neredeyse Şam’ın idaresinde kopma durumuna gelmişti. Haccâc, Kûfelilerin
asileri bastırma konusunda yetersiz kalması üzerine son çare olarak Suriye’den
ordu gönderilmesi talebinde bulundu. Bu uygulama Emevîlerin ülkenin doğusunda hâkimiyet
sağlama amacıyla müracaat ettikleri klâsik Irak politikasından başka bir şey
değildi. Abdülmelik, bunun üzerine sırasıyla Süfyan b. Ebred, ardından da Habîb
b. Abdurrahman emrindeki orduları Irak’a gönderdi. Haccâc aynı anda Kûfe’den de
Zühre b. Hâviye ile Attâb b. Verkâ komutasında başka bir askerî birliği cepheye
sürdü. Hâricîler kendilerinden sayıca üstün olan Irak ve Şam ordularını da mağlup
ettiler.[69] Üstelik
Şebîb b. Yezid Kûfe’yi hedef alan ikinci bir saldırı başlattı. Ancak bu defa
özellikle Şamdan gelen kuvvetler Hâricîlere karşı büyük bir direniş gösterdiler.
Şebîb sonuçta geri çekilmeye başladı. Dengenin değişmesi üzerine Hâlid b. Attâb
komutasındaki Şamlılar onun birliklerinin peşine düştüler. Vali Haccâc, Süfyan
b. Ebred emrinde Şamlılardan müteşekkil bir orduyu da çatışma bölgesine
gönderdi. İkinci ordu Şebîb ile Ehvâz’da Düceyl[70]
Köprüsü yakınlarında karşı karşıya geldi. Çarpışarak geri çekilme taktiğini
uygulayan Şebîb askerlerinin ardından köprüyü geçmesi esnasında atının ürkmesiyle
nehre düşerek boğuldu. Bu şekilde yaklaşık iki yıl boyunca Emevî devletini
Irak’ta meşgul eden Şebîb b. Yezid hareketi bastırılmış, Irak’ta siyasî
birlikte yeniden temin edilmiş oldu.(H.77/M.696/697).[71]
Abdülmelik b. Mervan Irak’ta siyasî
hâkimiyetin yeniden tesisinin ardından bölge halkını doğu seferlerine göndermeye
karar verdi. Nitekim Haccâc’ın emriyle Ubeydullah
b. Ebû Bekre Kâbil’e kadar ulaşarak burada bölge hâkimi Rutbil ile cizye
karşılığında barış yaptı. Ancak ordu komutanların Şureyh b. Hânî’nin yapılan
anlaşmayı dinlemeyerek savaşa girişmesi üzerine karşılıklı saldırılar gerçekleşti.
Muharebe şartlarına yoğun kışın da eklenmesi sebebiyle Büst çölünde Müslüman
askerlerin büyük kayıplar verdi.[72]
Haccâc’ın emriyle aynı yıl Mühelleb b. Ebû Sufra Maverünnehr üzerine giderek
Keş halkı ile fidye karşılığında anlaşma yaptı.(H. 80/M.699-670).[73]
Haccâc b. Yûsuf, daha önce Afganistan
üzerine gerçekleştirilen başarısız seferi telafi etmek amacıyla bölgeye yeni
bir ordu göndermeye karar verdi. Kûfe ve Basra ordugâhlarından teşkil edilen
ordunun komutasına Kûfe’deki Yemen asıllı kabile önderlerinden Abdurrahman b.
Muhammed getirildi. Orduda gerek Kûfeli, gerekse Basralı pek çok kabile reisi
de bulunuyordu. Haccâc bu seferle hem ülke topraklarını doğuya doğru
genişletmek, hem de rejim karşıtı olarak gördüğü Iraklıları iç politikadan uzak
tutmak, belki de bu vesileyle onlardan kurtulmak istiyordu. Zira bölgede
uyguladığı şiddet yönetimi neredeyse bütün Iraklıları kendisine düşman haline
getirmişti. Bu da Emevî yönetimi için potansiyel bir tehlike arz ediyordu.
Irak’tan harekete geçen ordu
Afganistan içlerinde ilerlemeye başladı. Başkomutan Abdurrahman, geçici
üstünlükler yerine, daha kalıcı sonuçlar elde etmek üzere plânlı ve güvenli bir
askerî strateji uyguluyordu.[74]
Buna karşılık Haccâc ondan daha hızlı fetihler bekliyor, daha çok ilerlemesini
istiyordu. Kaçınılmaz olarak savaş taktiği konusunda vali ile komutanı arasında
anlaşmazlık çıktı. Bunun üzerine Haccâc, İbn Eş‘as’a şayet talimatlarını
dinlemeyecekse komutanlığı kardeşi İshak b. Muhammed’e devretmesini tebliğ eden
bir mektup gönderdi. Abdurrahman gelen emri dinlemeyip Haccâc’a karşı isyan
başlatmaya karar verdi. Dolayısıyla Afganistan topraklarının Emevîlerin
hâkimiyetine alınması için gerçekleştirilen bu askerî harekât bambaşka bir şekil
almış oldu. Afganistan topraklarında ilerleyen
ordu geri dönerek harekât merkezi Irak’a doğru ilerlemeye başladı. Devlet
otoritesini sağlama adına halka karşı çok şiddetli politika takip eden Haccâc’a
düşmanlıkları sebebiyle Horasan ve Irak’taki Hâricîler, yönetimin baskısından
bunalan ve kendilerine yüklenen aşırı vergilerden şikâyetçi olan mevâlî ile
iktidarın meşru olmadığına inanan Iraklı âlimlerin pek çoğu isyana destek
verdiler. Bu şekilde Irak’ta yönetime karşı yeni bir isyan başlamış oldu.[75]
Gelişmelerin Irak’ta tehlikeli bir hâl
aldığını gören Haccâc, derhal Basra’dan Tüster’e çekildi. Burada Şamlılardan teşkil
ettiği orduyu isyancılar üzerine gönderdi. Ancak gidenler kendilerinden sayıca
üstün Abdurrahman b. Muhammed’in askerleri karşısında tutunamadılar. Kısa süre
sonra Basra yönetim muhaliflerinin eline geçti. Ardından Irak’ın diğer merkezi Kûfe
de Abdurrahman’ın emrine girdi. Iraklılardan tamamen ümidini kesen Haccâc bu
isyanın yine Şam desteğiyle bastırılabileceği düşüncesiyle başkentten yardım alabilmek
için Suriye ile rahat bir şekilde irtibat kurabileceği Deyrü’l-Kurre denilen
yere çekildi. Irak’taki gelişmeleri haber alan halîfe Abdülmelik, kardeşi
Muhammed ve oğlu Abdullah komutasında orduları doğuya doğru harekete geçirdi. Halîfe
bir taraftan savaş için Haccâc’a yardımcı kuvvetler gönderirken, diğer taraftan
da Iraklılara yönetime isyandan vazgeçmeleri durumunda maaşlarının Suriyeli
askerlerin maaşına eşitleneceğini, nefret ettikleri Haccâc’ın Irak genel
valiliğinden alınacağını, Abdurrahman’ın da istediği bir yere vali atanacağını
vadeden mektuplar gönderdi. Ancak Emevî yönetiminden tamamen kurtulma ümidi taşıyan
Iraklılar bu tekliflere kulak asmadılar. Sonuçta iki tarafın birlikleri Deyru’l-Cemâcim[76]
denilen yerde savaşa tutuştular. Kararsızlıkları ve sebatsızlıkları ile şöhret
bulan Iraklılar, Haccâc’ın silahlarını bırakanların zarar görmeyeceği hususunda
teminatını duyunca Abdurrahman’ın birliklerini terk etmeye başladılar. Savaşı
kesin bir üstünlükle kazanan Haccâc, derhal Kûfe’ye girerek halktan halîfe
adına yeniden biat aldı.[77]
Bu şekilde Emevîler devletinin varlığını tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşan
isyan girişimi yine Suriyeliler eliyle sona erdirilmiş, başka bir ifadeyle Iraklıların
Şam hâkimiyetinden kurtulmak için gerçekleştirdikleri ve çok ümit bağladıkları
bu yeni teşebbüs de neticesiz kalmış oldu.[78]
Haccâc b. Yûsuf, bölgede meydana gelen Hâricî
isyanlarında yeterli gayret göstermeyen, üstelik Afganistan’da başlayan,
ardından Horasan’a yayılan ve Irak’taki Emevî hâkimiyetini tehdit eden
İbnü’l-Eş‘as isyanına yoğun bir şekilde
katılan Iraklıları, Kûfe veya Basra’dan yönetemeyeceğini anladı. Zira gerek
Kûfe, gerekse Basra’da isyana iştirak eden pek çok kişi buralarda yaşamaya
devam ediyordu. Onların gerek gizli, gerekse açık olarak yönetime karşı herhangi
isyana katılmaları mümkündü. Bu amaçla vali, halîfenin de oluru ile her iki
şehrin ortasında yer alan Vâsıt’ı bölgenin yönetim merkezi haline getirdi. Daha
sonra da buraya Iraklıları değil, Suriye’den getirdiği yönetime sadık askerleri
yerleştirdi.[79]
Abdülmelik b. Mervan’ın ölümünden
sonra oğlu Velid b. Abdülmelik devlet başkanı oldu. Hicretin 86.(M.705). Velid
babasının siyaset anlayışını yönetiminde aynen devam ettirdi.[80] Irak’ın idaresini yine Haccâc’a teslim etti.[81]
Velid b. Abdülmelik ile babası Abdülmelik’in yönetimlerindeki tek farklılık ise
icraatta ağırlığın iç politikadan dış politikaya kaydırılmasıdır. Zira bu
dönemde yoğun bir fetih hareketi gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Velid’in halîfelik süreci büyük fetihler dönemi olarak adlandırmak
mümkündür.
Velid zamanında doğu fetihleri Irak
bölge valiliğini sürdüren Haccâc b. Yûsuf tarafından düzenlendi. Nitekim onun
emriyle Kuteybe b. Müslim emrindeki ordular öncelikle Toharistan’ı kontrol
altına aldıktan sonra[82] Ceyhun nehrini aşarak bölgenin ilk önemli şehri Beykend’i ele geçirdiler.(H.87/M.706).[83] Beykend’in zaptından sonra Buhara’nın fethi de gerçekleşti.[84] Kısa süre sonra da Semerkand halkı ile barış anlaşması
yapıldı.[85]
Irak valisi Haccâc b. Yûsuf’un doğu
seferlerinin ikinci cephesini Hindistan tarafı teşkil eder. Bu harekâtta komutanlığı
Haccâc’ın yeğeni Muhammed b. Kâsım üstlenmiştir. Onun emrindeki ordular Sind
bölgesinin en önemli bir merkezi Deybul’u, daha sonra da Sehvan ve Sadusan şehirlerini
ele geçirmişlerdir. Sind’de kontrolü sağladıktan sonra asıl hedef olan
Hindistan topraklarına giren Muhammed b. Kasım bölge hâkimi Zâhir’i mağlup
ederek Brahmanâbad’ı zapt etti. Akabinde Pencap bölgesinin en büyük şehri
Multan uzun süren muhasaradan sonra Müslümanların eline geçti. (H.89/M.708).[86]
C. DURAKLAMA ve GERİLEME DÖNEMİ
Velid b. Abdülmelik’in (H.96/M.715)
yılında vefatından sonra onun yerine kardeşi Süleyman b. Abdülmelik halîfe
oldu. Onun zamanında Emevî devleti yönetimindeki büyük politik değişim ve
başkalaşma meydana geldi. Zira devlet idaresinde kabilecilik en etkin âmil
oldu. Asabiyeti siyasetinin temeli haline getiren Süleyman b. Abdülmelik, öncelikli
olarak selefinin bütün bürokratlarını görevden uzaklaştırdı. Dolasıyla Haccâc
b. Yûsuf’un Abdülmelik zamanından beri oluşturduğu Irak yönetim kadrosu yönetim
tarafından tamamen tasfiye edilmiş oldu.[87]
Süleyman dönemindeki asabiyet
merkezli iç politikanın mimarı olarak yine Iraklı Yezid b. Muhelleb kabul
edilir. Yezid, Irak valisi Haccâc ile aralarından meydana gelen bir anlaşmazlık
sebebiyle Velid b. Abdülmelik tarafından hapsedilmişti. Yezid sonra bulunduğu
yerden kaçarak Remle’de ikamet eden Süleyman b. Abdülmelik’in himayesine sığındı.
Burada yakınlaştığı
veilahd Süleyman’ı başta Haccâc olmak bütün Kaysî idarecilere karşı kışkırttı.[88]
Süleyman b. Abdülmelik halîfe
olduktan kısa süre sonra Yezid’i Irak genel valiliğine getirdi. Yezid,
halîfenin de onayını alarak kardeşlerinden Muhalled’i Semerkand,
Müdrib’i Belh, Muhammed’i de
Merv’e tayin etmek suretiyle Horasan’daki
inisiyatifi tamamen eline
geçirdi[89] Bunun
ardından Velid dönemi komutan ve bürokratlarının takip ve cezalandırılması
aşamasına geçildi. Öncelikli olarak kısa süre ölmüş olan Haccâc’ın ailesi,
kabilesi ve kurmay heyetinin oluşturan Türkistan fatihi Kuteybe b. Müslim ile Hindistan ordusu
komutanı Muhammed b. Kasım hedef alındı. Ardından da bölgedeki Kays kabilesinin büyük kollarından
Temîmlilerin reisi Veki‘ b. Hasen hapsedilip mallarına el konuldu. Bu
uygulamalar tabiatıyle Irak’ta büyük huzursuzluklara sebep oldu. Süleyman
dönemi Irak siyasetinin menfî neticeleri daha sonraki süreçte görülecektir.[90]
Irak bölgesinde daha ziyade iç
politik mücadelelerle geçen Süleyman b. Abdülmelik zamanında Kûfe ve Basralı ordular
marifetiyle doğuda da sembolik düzeyde askerî faaliyet gerçekleştirildi. Nitekim
Irak valisi Yezid b. Mühelleb Horasan’dan hareket ederek Cürcan ve Taberistan
seferlerini düzenlemiştir.[91]
Süleyman b. Abdülmelik’ten sonra (H.99-101/M.717-720)
yılları arasında halîfelik yapan Ömer b. Abdülaziz, hanedanın diğer devlet
başkanlarıyla karşılaştırıldığından farklı bir şahsî görünüm sergilemiştir. Doğal
olarak bu farklılık devletin siyasetini de doğrudan etkilemiştir. Bu sebeple halîfe,
Emevî devletinin meşruiyetine şüpheyle bakan pek çok topluluğun dahi
sempatisini kazanmış, hatta yönetime muhalif grupların bile saygı gösterdiği
bir devlet başkanı haline gelmiştir.[92]
Ömer b. Abdülaziz, selefi Süleyman b. Abdülmelik’in aksine
herhangi bir Arap kabile bloğunun desteğiyle devlet başkanlığına gelmedi. Bu
sebeple onun döneminde siyaset kurumu üzerinde gerek Yemenî,
gerekse Mudarî Arap asabiyetinin
etkinliği görülmez. Halîfe hangi tarafa mensup olursa olsun, yanlış davranış
içine giren vali ve komutanları rahatlıkla görevden alabilmiştir. Nitekim daha
önce Süleyman b. Abdülmelik tarafından Irak valiliğine
tayin edilen ve Kaysîlere büyük baskı uygulamak suretiyle bölgede huzursuzluğa
sebep olan Yezid b. Mühelleb azledilmiştir.[93]
Ömer b. Abdülaziz’in kısa süren halîfeliği aynı zamanda Emevîler
döneminde bir sosyal barış süreci olarak nitelendirilir. Onun iyi niyetli icraatı
sayesinde galiplerle mağlupların ahfadı birbirleriyle kaynaşmaya başlamışlardır.
Ortaya çıkışlarından itibaren sürekli olarak kurulu düzene karşı mücadeleyi
siyasî varlık sebebi sayan Hâricîler onun zamanında isyan girişimlerine ara vermişlerdir.[94] Halîfenin diğer bir toplumsal barış adımı ise Irak siyasetinin
ıhsal edilmesidir. Bu amaçla daha önce Emevîlerin âdeti olarak hutbelerde Hz.
Ali’ye dil uzatılması faaliyeti iptal edilmiştir. Bölgeye dönük politikanın
diğer bir yansıması ise Irak’ta siyasî otoritenin ikiye ayrılarak Kûfe’ye
Abdulhamid b. Abdurrahman, Basra’ya da Adî b. Ertad’ın tayin edilmesiyle olağanüstü
yetkilere sahip Irak valiliğinin lağvedilmesidir. Bu politika değişikliği en
azından Ömer b. Abdülaziz zamanında Irak’taki gerginlikleri belli oranda azaltmıştır. [95]
Ömer b. Abdüzaziz’den sonra Emevî
yönetimine Yezid b. Abdülmelik (II. Yezid) geldi. Yezid’in gerek kişiliği ve
gerekse yönetim anlayışı selefi Ömer b. Abdülaziz ile tam bir zıtlık arzetder.[96] Dindar, adil, âlim bir halîfeden sonra dinî hassasiyetlerden
tamamen uzak, sarayı eğlence meclisine çeviren hafif meşrep bir devlet başkanı
göreve gelmiştir.[97]
Yeni dönemde devlet
yönetimindeki asıl farklılaşma ise kabile asabiyetinin idarede yeniden etkin
hale gelmesidir. Süleyman b. Abdülmelik’in icraatı aksine yeni süreçte Kaysîleri kayıran
bir idare anlayışı benimsenmiştir.
Yezid b. Abdülmelik’in fanatik Kaysîliği öne
çıkaran ve Yemenîleri yönetimden tamamen dışlayan politikası Irak’ta Ömer
b. Abdülaziz’in tesis ettiği sükuneti ortadan kaldırmıştır. Zira eski Irak
valisi Yezid b. Mühelleb yönetimin
icraatına tepki olarak büyük bir isyan başlatmıştır. Hicretin 101 (719) yılında
gerçekleşen ayaklanma halîfenin
kardeşi Mesleme b. Abdülmelik emrindeki Şam ordusu eliyle bastırılmıştır. Halîfe isyanın etkisiz hale getirilmesinden
sonra olaylara doğrudan veya katılan dolaylı katılan Irak sakinlerini,
özellikle de Yemen menşeli kabileleri ağır bir şekilde cezalandırmış, bununla
iktifa etmeyerek Irak’a Yemenlilere
düşmanlığı ile tanınan Ömer b. Hübeyre’yi vali tayin
etmiş, demir yumruklu Irak valileri dönemini yeniden başlatmıştır.[98] Ömer
b. Hübeyde halîfenin müsamahasıyla Irak’ta yaşayan Yemenîlere kötü muamelede
bulunmayı resmî politika olarak benimsemiştir. Nitekim onun yönetimi boyunca
Yemenliler sürekli takibata maruz kalmışlardır; onlardan bir kısmı işkenceye
uğratılmış, pek çoğunun ise mallarına el konulmuştur.[99]
Yezid b. Abdülmelik’in yönetim
anlayışı ve politik tercihleri sadece Irak’taki Yemenîlerin değil, bölgede
yaşayan müzmin yönetim muhalifleri olan Hâricîlerin isyanlarına da bahane
teşkil etmiştir. Irak valisinin gönderdiği ordular isyanlar karşısında etkisiz
kalınca halîfe, kardeşi Mesleme b. Abdülmelik idaresindeki Şam askerlerini
bölgeye göndererek Hâricîleri dağıtmaya çalıştı.[100]
Yezid’in devlet başkanlığı döneminde Ukfân, Mes‘ûd b. Ebû Zeyneb ve Mus‘ab b.
Muhammed tarafından muhtelif Hâricî isyanları çıkarılmış, bu gruplar yönetimi Irak’ta
uzun süre meşgul etmişlerdir.[101]
Hişam b. Abdülmelik’in hilâfete geldiği dönem (H.105/M.724),
Emevîler devletinde iki büyük Arap soyu Yemenîler ile Mudarîlerin
kabile rekabetlerinin had safhaya çıktığı bir zamana tesadüf eder. Zira devlet,
Süleyman b. Abdülmelik’in hilâfetinde Yemenî, Yezid
b. Abdülmelik döneminde ise Kaysî ağırlıklı siyasetle yönetilmiş, zamanla
bürokratların büyük bir kısmı politize olmuştu. Bu sebeple Hişam, devlet
başkanlığı sürecini Kaysî-Kelbî aşırı uçlarında dolaşan Emevî siyasetini
merkeze çekme, Arap kabileleri arasında denge politikası sağlama çabalarıyla geçirmiştir.[102] Bu
faaliyetin esas uygulama merkezi ise Irak oldu. Kabileler arasında denge
sağlama siyasetinin ilk adımı, Yezid b. Abdülmelik’in devlet başkanlığı
döneminde Irak genel
valiliğine getirildikten sonra Yemenîlere
yaptığı baskılarla onların devlete düşman haline gelmelerine sebebiyet veren
Ömer b. Hübeyre’yi (H.105/M.724) yılında azledip yerine Hâlid
b. Abdullah el-Kasrî görevlendirildi.[103] Bu
uygulamasıyla halîfe, Irak’ta sırasıyla Kelbî-Kaysî vali şeklindeki fâsit anlayışı
terk etmiş, fanatik Kaysîlikten, Yemenîlerin de itiraz etmeyecekleri mutedil
Kaysîliğe geçişi sağlayarak Irak’taki kabilecilik ateşini düşürmüştür.
Hişam tarafından Irak valiliğine getirilen
Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, kendisinden beklendiği gibi tarafsız
bir yönetim sergilemeye çalıştı. Ancak Irak’ta çoğunluğu
teşkil eden Kayslılar sürekli olarak ondan şikâyetçi oldular. Nihayet
valiliğinin 15. yılının sonunda Yemenlilere meylettiği
suçlamasıyla Hâlid görevden alındı.[104] Halîfe
daha sonra onun yerine eski
Irak valisi Haccâc b. Yûsuf’un amcasının oğlu[105]
Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’yi tayin etti. (H.120/M.738).[106] Hişam’ın,
Irak’ta gerçekleştirdiği yönetici değişimi, bölgedeki Mudarî kabilelerini memnun etti. Ancak bu uygulama, Zeyd
b. Ali liderliğinde (H.121-122/M.738-739) yılında Irak’ta
gerçekleşen Şii isyanının da önemli sebeplerinden biri oldu.[107]
D. ÇÖZÜLME ve YIKILIŞ DÖNEMİ
Hişam b. Abdülmelik’in ardından Velid
b. Yezid (II. Velid) Emevî halîfesi oldu. Velid,
yönetimi süresince Kaysîleri önceleyen politika takip etmiştir. O kadar ki, Kaysîlik
Velid zamanında açıkça Yemenli düşmanlığına dönüşmüştür. Nitekim Hişam tarafından
önce azledilip ardından hapsedilen eski Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, halîfe tarafından Kaysî yeni Irak valisi
Yûsuf b. Ömer’e teslim edilmiş, ardından da öldürülmüştür.[108]
Velid b. Yezid döneminde Irak’ta meydana gelen
diğer bir mühim hadise ise Ehl-i Beyt’ten Yahyâ b. Zeyd b. Ali’nin önce isyana
zorlanıp ardından da öldürülmesidir.[109] Bu
gelişme bilhassa Iraklıların yönetime karşı düşmanlığını artırmıştır. Diğer
taraftan Şam’ta Velid’e karşı muhalefeti bir araya getiren Yezid b. Velid,
Hicretin 126. (M.744) yılında gerçekleştirdiği ihtilâl hareketi sonucunda çok
ciddî bir mukavemetle de karşılaşmadan Velid’i öldürerek Emevîlerin yeni devlet
başkanı olmuştur.[110] Yeni
halîfe ilk önemli icraatını Irak’ta gerçekleştirerek Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi öldürmesi sebebiyle Güney Araplarının nefretini
kazanan Irak umumî
valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’yi azlederek
bu göreve Mansûr b. Cumhûr’u getirdi.[111]
Yezid b. Velid, göreve gelmesinden
6 ay sonra vefat etti. Yerine geçen kardeşi İbrahim b. Velid, herhangi
bir icraat yapmaya fırsat bulamadan Cezire valisi Mervan b. Muhammed
tarafından makamından uzaklaştırıldı. Bu şekilde Mervan Emevîlerin yeni halîfesi
oldu. (H. 26 Safer 127/M. 7 Aralık 744).[112] Halîfe
Suriye’de kontrolü sağladıktan sonra Irak topraklarına yürüdü. Hicretin
127-129. (M.745-748) yılları arasında Dahhâk b. Kays eş-Şeybânî liderliğindeki
Hâricîler, tesirsiz hale getirildiler.[113] Halîfenin
askerleri Hâricîlerle meşgul olurken Irak’taki Şiiler
de isyan başlatarak Kûfe’de Hz. Ali’nin kardeşi Cafer’in soyundan gelen
Abdullah b. Muaviye’yi imam tayin ettiler. Mervan b. Muhammed’in (H130/M.747)
yılında Âmir b. Dubâre emrindeki birliklerle bölgede kontrolü yeniden sağladı.[114]
Mervan b. Muhammed iktidara gelmesinden
itibaren dört yıl süren mücadelesi sonucunda Cezîre-Şam ve Irak bölgelerine hâkim
olmayı başardı. Ancak ülkenin doğusu Horasan kendi haline terk edilmiş durumda
kaldı. Zira onun Şam ve Irak’ta birliği teminle meşgul olması, Kaysî-Yemenî,
Arap-Mevâlî çekişmeleriyle kaynayan Horasan’la gereği gibi ilgilenmesine mani
oldu.[115]
Neticede Abbâsîler sırasıyla Rey, Isfahan, Nihavend
ve Şehrezûr gibi önemli Horasan merkezlerini ele geçirerek[116]
süratle Irak topraklarına girdiler. Nihayet Emevîlerin son Irak valisi Yezid b.
Ömer b. Hübeyre’yi mağlup eden Abbasi orduları Kûfe’yi ele geçirdiler. Bunun
ardından da Ebu’l-Abbâs adına biat alınmak suretiyle Abbâsî devleti ilân
edildi. Bu şekilde Irak’ın kurulacak yeni devlete merkez olacağı resmiyet
kazandı.[117]
Abbâsî orduları Emevî birliklerini Irak’ta da
etkisiz hale getirdikten sonra batıya doğru ilerlemeye başladılar. Son Emevî halîfesi
Mervan b. Muhammed ile Abdullah b. Ali’nin komutasındaki Abbâsî birlikleri 2
Cemâziyelâhir 132’de (16 Ocak 750) Büyük Zap Suyu kıyısında karşı karşıya
geldiler. Emevî orduları ile Irak-Horasan birliklerinin son kez karşı karşıya
geldikleri bu büyük savaş Emevîlerin ağır mağlubiyetiyle sonuçlandı.[118]
Yanında kalan az sayıdaki askerleriyle güneye doğru çekilen son Emevî halîfesi
Mervan Mısır’da takip edilerek öldürüldü. (26 Zilhicce 132/Ağustos 750). Bu
şekilde Emevîler devleti tarih sahnesinden çekilmiş oldu.[119]
SONUÇ
Hz. Ali’nin halîfeliği döneminden
itibaren İslâm siyaset tarihinde öne çıkan iki siyasî rakip coğrafya Irak ve
Şam’dır. Ali-Muaviye mücadelesinde bunlardan ilki halîfe Hz. Ali, diğeri ise
Şam valisi Muaviye’nin taraftarı olmuşlardır. Bu süreçte gerçekleşen siyasî
bloklaşma Emevîlerin yıkılmasına kadar varlığını ve etkinliğini devam
ettirmiştir.
Iraklılar, Hz. Ali’ye destek
vererek başlattıkları iktidar mücadelesini, Muaviye’nin liderliğinde hareket
eden Suriyeliler karşısında kaybetmişlerdi. Bunun sonucu olarak devletin
merkezi ve hazine Kûfe’den yeni başkent Dımaşk’e nakledildi. Kendilerini
devletin asıl sahibi gören Iraklılar bu durumda Şam’a bağlı sıradan bir eyalet
statüsüne indiler. Onların fethettikleri büyük arazilerin gelirleri artık Dımaşk’ın
kontrolüne girmişti. Buna karşılık, Iraklılar merkezî yönetimin keyfî tavrına
göre bazen artırılan, bazen azaltılan bazen de tamamen kesilen, hiçbir zaman da
Şamlıların seviyesine ulaşamayan maaşlarla yetinmek zorunda kalmışlardı. Bu
şartlar eski başkentin gururlu sakinlerini son derece rahatsız etti. Onlar
rahatsızlıkları sebebiyle fırsat bulduklarında yönetime karşı isyan halinde
oldular. Emevîler aleyhine harekete geçmek istediklerinde ilk önce Hz. Ali’nin
çocuklarını ve torunlarını hatırladılar. Zira gerek geçmiş günlere duyulan
özlem, gerekse Hz. Ali’ye beslenen muhabbet sebebiyle Iraklıların neredeyse
tamamı bu faaliyetlere gönülden destek oluyorlardı. Ancak bu destek bir türlü
gönül desteğinden kılıç desteğine dönüşmedi.
Iraklıların bu hususiyeti sebebiyle
Emevî devleti Irak’ı suhûletle yönetme adına özel ilk halîfe Muaviye’den
itibaren muhtelif tedbirler aldı. Bunların ilki bölgeye kabiliyetli ve şiddet
yanlısı idarecilerin atanması oldu. Ayrıca Irak’ta yönetim muhalifleri olarak
öne çıkan Hâricîler ile Şiiler’e karşı öncelikli olarak Iraklıların yardımı
kullanılmış, pek çok isyan Kûfe ve Basra’dan toplanan ordular yardımıyla
bastırılmıştır. Iraklıların yetersiz kalmaları veya operasyonlarda başarısız
olmaları durumunda ise Irak topraklarına Şamlı askerler sevk edilmesi plânı
uygulanmıştır. Bölgede kısmî istikrarın sağlanmasından sonra ise Iraklılar,
Horasan ve doğusuna düzenlenen fetih hareketlerine sevk edilerek, bir taraftan
iç politikadan uzaklaştırılırken, diğer taraftan da onlar yeni fetihlerin
gerçekleşmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte Irak coğrafyası Emevîler için en
büyük dahilî problem merkezi olma hususiyetini kaybetmemiştir. Nihayet Horasan’da
başlayan Abbasi hareketi asıl ivmesini Irak’ta kazanmış, ilk Abbâsi halîfesine
biat de Kûfe’de alınmıştır. Irak’a tamamen hâkim olmayı başaran ihtilâl orduları
kısa süre içinde Şam’ı da ele geçirip Emevî devletine son vermişlerdir. Sürekli
olarak Irak’ı bastıran Emevî yönetimi bu defa Iraklılar karşısında kaybedince
varlığını da yitirmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
AYCAN, İrfan, Saltanata
Giden Yolda Muaviye b. Ebû Süfyan,
Ankara 1990.
BELÂZÜRÎ,
Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892),
Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut 1979
………….., Futûhu’l-Buldân, (thk.
Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987.
DİNEVERÎ, Ebû
Hanîfe Ahmed b.
Dâvûd (282/895), el-Ahbâru’t-Tıvâl, (nşr. Ömer Faruk
Tabbâ),
Beyrut ts. (Dâru’l-Erkam).
DÛRÎ,
Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi,
(çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991.
EBÛ
MİHNEF, Lut b. Yahya (157/773-774) Maktelü’l-İmam
el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah
Ebû Salih),
? 1997.
FIĞLALI, E.
Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984
HALİFE B. HAYYÂT, Tarih, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II,
Beyrut 1993.
İBN ABDİLHAKEM, Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870),
el-Halîfetü’l-Adil Ömer İbnü’l-Abdilaziz
Hâmisu’l-Hulefâi’r-Râşidîn, (thk. Ahmed Ubeyd), Kahire 1994
İBN ABDİRABBİH, Ebû Ömer b. Ahmed b. Muhammed (327/939), Kitabu
Ikdi’l-Ferîd, I-VII,
Kâhire 1965.
İBN
ASÂKİR, Ebu’l-Kâsım Sikâtüddin Ali b. Hasan, Tarihu
Medineti Dımaşk, (thk, Ali Şîrî),
I-LXXVIII,
Beyrut 1997.
İBN
KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV,
Beyrut-Riyad ts.
(Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr).
İBN
KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme
ve’s-Siyâse, (thk.
Tâhâ
Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967.
İBN
SA‘D, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut
ts.
(Dâru Sâdır).
İBNÜ’L-CEVZÎ,
Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201), Sîretu
ve Menâkıbu Ömer b.Abdülaziz el-Halîfetü’r-Zâhid, (thk. Nâim Zerzûr),
Beyrut 1984.
………………., el-Muntazam
fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk.
Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ),
I-XVIII, Beyrut 1992.
İBNÜ'L-ESÎR,
İzzüddin Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (630-1232), el-Kâmil
fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986.
MES'ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk.
Muhammed
Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964.
NERŞÂHÎ, Ebû Bekr
Muhammed b. Ca’fer (348/959), Tarihu Buhara, (trb. ve thk. Emin Abdülmecid Bedevî-Nasrullah
Mübeşterih Tırazî), Kahire ts. (Dâru’l-Mearif).
ÖMER
FERRUH, Tarihu Sadri’l-İslâm
ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1976.
TABERÎ, Ebû
Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem
ve’l-Mülûk, (thk.
Muhammed
Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).
YA‘KÛBÎ, Ahmed b.
Ebî Ya‘kûb el-Abbâsî, (284/897), Tarih, I-II, Beyrut 1960.
YÂKÛT EL-HAMEVÎ, Şihabüddin Yakut b. Abdullah (626/1229), Mu‘cemu’l-Buldân, I-V,
Beyrut 1975.
[1] Ya‘kûbî, Tarih,
Beyrut 1960, II, 229; Taberî, Tarihu’l-Ümem
ve’l-Mülûk, (thk.Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts.
(Dâru’s-Süveydân), V, 172, 234; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, III, 228.
[2] Taberî, Tarih,
V, 212, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 222-224.
[3] Taberî, Tarih, V, 295, 299-330, 348;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III 247-248.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad
ts. (Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr), el-Bidâye, VIII, 22.
[5] Belâzürî, Ensâb,
IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut 1979, Ensâb, IV, 164.
[6] Belâzürî, Ensâb,
IV, 166; Ya‘kûbî, Tarih, II, 217; Taberî, Tarih, V, 166-167;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 205-206.
[7] Halîfe b.
Hayyât, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1993, s. 157; Belâzürî, Ensâb,
IV, 166-173; Ya‘kûbî, Tarih, II, 221; Taberî, Tarih, V, 173-176,
181-209; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî
Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk.
Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ),
I-XVIII, Beyrut 1992, V, 194-195, 201-206;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 206-210, 212-217.
[8] Taberî, Tarih,
V, 212, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 222-224.
[9] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 158; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (nşr. Ömer Faruk Tabbâ), Beyrut ts.
(Dâru’l-Erkam), s. 206; Taberî, Tarih, V, 234-237; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 228-229.
[10] Belâzürî, Ensâb,
IV, 173-174; Taberî, Tarih, V,237-238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 223-225, 229.
[11] Belâzürî, Ensâb,
IV, 175; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 244.
[12] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 247, 248.
[13] Belâzürî, Ensâb,
IV, 180-185; Taberî, Tarih, V,
312-315; İbn Abdirabbih, Kitabu Ikdi’l-Ferîd,
I-VII, Kâhire 1965, I, 216-224, II, 398-400; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 254-256.
[14] Belâzürî, Ensâb,
IV, IV, 190; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 207-208.
[15] İbn Abdirabbih,
el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 366.
[16] Belâzürî, Ensâb,
IV, 243.
[17] Belâzürî, Ensâb,
IV, 246-259; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 206-207; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 230-231; Taberî, Tarih, V,253-285; Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır
1964, III, 1-13; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 241-243; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 233-243.
[19] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
V, 186-187.
[20] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 154-155; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk.
Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987, s. 557-561; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 217-218; Taberî, Tarih, V, 170-171.
[21] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 155.
[22] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 608-609.
[23] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 166; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 609-610.
[24] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 576; Taberî, Tarih, V, 216-226; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V,
212, 278; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 29-30.
[25] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, I-V,
Beyrut 1975, V, 112-116.
[26] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 576; Ya‘kûbî, Tarih, II, 222, 237; Taberî, Tarih, V, 250-252;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 225-226.
[27] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 156, 159; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 577;
Taberî, Tarih, V, 285-285.
[28] İbn Kuteybe, el-İmâme,
I, 142.
[29] Ya‘kûbî, Tarih, II,
220; Taberî, Tarih, V, 302-303; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 368; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
V, 285-286; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 244, 249-250; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 79.
[30] İbn Abdirabbih,
el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 370-371; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III,
36-38.
[31] Ebû Mihnef, Maktelü’l-İmam
el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah Ebû Salih), ? 1997, s. 17; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 207-208, 212; Ya‘kûbî, Tarih, II, 241-242; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 64.
[32] İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, (thk.Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, Kâhire 1967, el-İmâme,
II, 4; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 212-213; Taberî, Tarih, V, 347-348; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 266-267.
[33] Dûrî,
Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi,
(çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991, s. 113.
[34] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 6; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 236-238; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 244-245; Taberî, Tarih, V, 427-455; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,
IV, 380; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 71; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
V, 340-341; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 279-296; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 179-188.
[35] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 182-193; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 178-185;
Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 243-245; Ya‘kûbî, Tarih, II, 250-251;
Taberî, Tarih, V, 481-496; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV,
389-390; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 79-81; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 13-17; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 306-307, 310-315; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 218-224.
[36] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 193-194; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 245;
İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,IV, 391-393; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 81-82; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 22-23; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 225-226.
[37] Fığlalı, E.
Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984,
s. 109.
[38] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 10-11; Ya‘kûbî, Tarih, II, 253-256; Taberî, Tarih, V, 503,
530-531, 534-535; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 391; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 82; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 237-238.
[39] Halîfe b. Hayyât,
Tarih, s. 199; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 13; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 261-262; Taberî, Tarih, V, 530-537; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,
IV, 394-396; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 94-95; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 326-328; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 239-241.
[40] Ya‘kûbî, Tarih, II,
255; Taberî, Tarih, V, 535; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 396; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII,
242-244.
[41] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 199; Taberî, Tarih,
V, 531, 533.
[44] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, III,
21-22, V, 101.
[45] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 199-200; Ya‘kûbî, Tarih, II,
256; Taberî, Tarih, V, 532-540; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 396-398; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 95-96; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 328-330.
[46] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, IV, 180.
[47] İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts.
(Dâru Sâdır), IV, 292-293, VI, 25-26; Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 201;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 257; Taberî, Tarih, V, 583-610; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 100-102; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 28-30, 35-37; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 332-335, 340-345; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 251-255.
[48] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 201; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 347-348.
[49] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 15-16.
[50] Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 278-279; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 287.
[51] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 203; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 20; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 280-282; Ya‘kûbî, Tarih, II, 263-264; Taberî, Tarih, VI,
93-116; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 405-406; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 106-107; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 63-66; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 382-388; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 287-289.
[52] Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 284-285.
[53] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 503.
[54] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 22-23; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 285-286; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 265-266; Taberî, Tarih, VI, 151-162; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,
IV, 410-414; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 110-112; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 314-317.
[55] Halîfe b. Hayyât,
Tarih, s. 205-206; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 286; Taberî, Tarih,
VI, 162-167; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 112-113; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 9-16; 329-333.
[56] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 206; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 23-25;
Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 286-288;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 266-268; Taberî, Tarih, VI, 174-175, 186-191; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 414-420; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 119-122; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 124-127; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 21-27.
[57] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 205; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 254-256;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 272; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 324, IX,
8-11.
[58] Taberî, Tarih,
VI, 171; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 118.
[59] Taberî, Tarih,
VI, 174; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 20.
[60] Abdülmelik, Haccâc’ı ilk
önce (H.73/M.692) yılında Medine valiliğine
getirmişti. Haccâc, Hicretin 75. (M.694) yılında ise Irak genel valisi
oldu. (H.78/M.697) yılında Übeyye b. Abdullah’ın azledilmesinin ardından
Horasan ve Sicistan da onun
idaresine bağlandı. (Ya‘kûbî, Tarih, II,
273; Taberî, Tarih, VI, 201, 202,
319; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 17-19; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 33).
[61] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 208; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 7.
[62] Taberî, Tarih,
VI, 202-209; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 133-138; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 33-36.
[63] Taberî, Tarih,
VI, 210-211; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 36.
[64] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 210; Taberî, Tarih,
VI, 216-224; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 179-181; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 41-44; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 12-13.
[65] Ya‘kûbî, Tarih,
II, 274; Taberî, Tarih, VI, 224-230.
[66] Taberî, Tarih,
VI, 231-234.
[67] Taberî, Tarih,
VI, 235-238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 45-447; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 12-14.
[68] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 211; İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 121-122;
Taberî, Tarih, VI, 239-257; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI,
181-183; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 49-53.
[69] Taberî, Tarih,
VI, 257-267; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 187-188; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV,55-58.
[70] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 443.
[71] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 211-212; Ya‘kûbî, Tarih, II, 274-275; Taberî, Tarih,
VI, 267-284; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 189-192; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV,58-62; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 19-21.
[72] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 561; Taberî, Tarih, VI, 322-325; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,
72-73.
[73] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 586-587; Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; Taberî, Tarih, VI, 325-326,
352-354.
[74] Taberî, Tarih,
VI, 326-330; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 138; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VI, 211-212.
[75] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 215-216; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 26-29;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s.289-291; Ya‘kûbî, Tarih, II,
277-278; Taberî, Tarih, VI, 334-338; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 138-139; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 231-232; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 35-36.
[76] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II,
503-504.
[77] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 216-217, 218-221; İbn Kuteybe, el-İmâme, II,
29-42; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 291-292; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 278; Taberî, Tarih, VI, 338-350, 357-383; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 139-141; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 232-235, 244-249; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 77-82, 84-86; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 36-37,
40-43, 47-50.
[78] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 223; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 289-292;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 562; Ya‘kûbî, Tarih, II,
277-279; Taberî, Tarih, VI, 334-350,
357-383, 389-393; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 259-260; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 77-92, 95-96; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 45.
[79] Bu konuda bk.
Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, V,
347-353.
[80] Velid b.
Abdülmelik, babasının yönetim anlayışını aynen sürdürmüş, Irak-Horasan-Mâverâünnehr hattının
yönetimini Haccâc’a bırakmıştır. (Ya‘kûbî, Tarih, II,
283-284). O, idaresi süresince genelde Ümeyye, özelde de Mervan ailesinden sembolik anlamda
faydalanmıştır. Meselâ, Ömer b. Abdülaziz’i Medine valiliğine
getirmiş, ancak ülkenin doğusunu emanet ettiği Haccâc’ın telkiniyle
(H.93/M.711) yılında onu azletmiştir. (Taberî, Tarih, VI, 481-482. Halîfe, kardeşi ve oğullarını ise ülkenin batı
bölgeleri, özellikle Anadolu üzerine
seferlere göndermiştir. Mesleme b. Abdülmelik (H.87/M.705),
Abbâs b. Velid (H.88/M.706), Mervan b.
Velid (H.93/M.711) ve Abdülaziz b. Velid
(H.93/M.711) yıllarında gerçekleşen
askerî faaliyetlerde komutan olarak görev almışlardır. (Taberî, Tarih, VI, 429, 434, 449). Ayrıca dinî
bir vazife olan ve prensip olarak hanedan ailesi tarafından yürütülen hac
emirliği ise (H.93/M.711) yılında Abdülaziz b. Velid, (H.95/M.713) yılında ise
Bişr b. Velid tarafından yerine getirilmiştir. (Taberî, Tarih, VI, 482, 493).
[81] Ömer Ferruh, Tarihu
Sadri’l-İslâm ve’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1976, s. 197; Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 136-136.
[82] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 424-426; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 105-107; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 71-72.
[83] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Taberî, Tarih, VI, 429-433;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 279;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 107-108; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX,
71-72.
[84] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 591; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298; Ya‘kûbî, Tarih, II,
285-286; Taberî, Tarih,
VI, 439-440, 442-445; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 110, 113-114; Nerşâhî, Tarihu Buhara, (trb. ve thk. Emin Abdülmecid Bedevî-Nasrullah
Mübeşterih Tırazî), Kahire ts. (Dâru’l-Mearif), s. 73-81.
[85] Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 298-299; Ya‘kûbî, Tarih, II, 287; Taberî, Tarih, VI, 445; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 294; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 114; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX,
77.
[86] Halîfe b. Hayyât,
Tarih, s. 236, 238; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 612-618;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 288-289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 111-112;
İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 87.
[87] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 133-135.
[88] Ya‘kûbî, Tarih,
II, 288; Taberî, Tarih, VI, 448-453,
507-508; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,114-116.
[91] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 245; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 467-475;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 296; Taberî, Tarih, VI, 532-545; İbnü’l-Cevzî,
el-Muntazam, VII, 27-29; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 147-150.
[92] İbn Abdilhakem,
el-Halîfetü’l-Adil Ömer İbnü’l-Abdilaziz
Hâmisu’l-Hulefâi’r-Râşidîn, (thk. Ahmed Ubeyd), Kahire 1994; İbnü’l-Cevzî, Sîretu ve Menâkıbu Ömer b. Abdülaziz
el-Halîfetü’r-Zâhid, (thk. Nâim Zerzûr), Beyrut 1984, s. 9-13; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 164.
[93] Ya‘kûbî, Tarih, II,
301-302; Taberî, Tarih, VI, 554,
556-558; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,
154, 157.
[94] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 99-100; Taberî, Tarih,
VI, 555-556; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 33-34; İbnü’l-Cevzî, Sîretu ve
Menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s.
95-99; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 155-157.
[95] Ya‘kûbî, Tarih,
II, 302; Taberî, Tarih, VI, 550-563; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,157-159.
[96] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 166.
[97] Taberî, Tarih, VII, 22-24;
İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, VI, 61-62; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 207-210;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 190-192;
İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 231-233.
[98] Ya‘kûbî, Tarih, II,
310-312; Taberî, Tarih, VI, 578-603,
617, 619-622; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 210-212; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 66-68, 79-81; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 160-161, 168-177. 181.
[100] Taberî, Tarih, VI, 575-578;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII,
66-67; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 166-167; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 219.
[101] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 189-190.
[102] Atvan, Hüseyin, el-Emevîyyûn,
s. 193-195.
[104] Taberî, Tarih, VII, 232-234, 254-261; İbn Kesîr,
el-Bidâye, IX, 325.
[106] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 275; Ya‘kûbî, Tarih, II,
317; Taberî, Tarih, VII, 142-154;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 235-236.
[107] Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 316; Ya‘kûbî, Tarih, II,
325-327; Taberî, Tarih, VII, 160-173,
180-191; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 482-488; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 217-218; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 240-342, 245-248.
[108] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 288; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 111; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 319-320; Ya‘kûbî, Tarih, II, 331; Taberî, Tarih, VII, 232-234, 254-261; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 452; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 247-248; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 262-264.
[109] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 111; Ya‘kûbî, Tarih, II, 331-332; Taberî, Tarih, VII,
228-231; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 225; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV,259-260; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 8-11.
[110] Halîfe b. Hayyât,
Tarih, s. 289-290; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 112-113; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 321-322; Ya‘kûbî, Tarih, II,
333-335; Taberî, Tarih, VII, 231-254;
İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 461-463; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 249-250; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 264-269.
[111] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 294; Taberî, Tarih,
VII, 270; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 251; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 271-272.
[112] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 296-298; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 113;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 322; Ya‘kûbî, Tarih, II,
337-338; Taberî, Tarih, VII, 311-312;
İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 466-468; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
III, 247; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 257-258; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 282-284; İbn Kesîr, el-Bidâye,
X, 22-23.
[113] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 299-303; Ya‘kûbî, Tarih, II,
338-339; Taberî, Tarih, VII, 316-323,
344-346; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 261-262; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 289-290, 295-296; İbn
Kesîr, el-Bidâye, X, 25-26.
[114] Taberî, Tarih, VII, 371-374; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 306-307, 307-308.
[115] Taberî, Tarih, VII, 355-356; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 309-311.
[116] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 318-320; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s.
331-334; Ya‘kûbî, Tarih, II, 343-344; Taberî, Tarih, VII, 388-393, 401-409; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 480-481; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 275-276, 286-288; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 316-320; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 37-39.
[117] Halîfe b. Hayyât,
Tarih, s. 321-323; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 117-118; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
s. 337-342; Ya‘kûbî, Tarih, II, 344-345; Taberî, Tarih, VII, 410-417, 421-429; İbn
Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd, IV, 481-482; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 298-300; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 320-327; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 40-42.
[118] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 325; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 118-119;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 334; Ya‘kûbî, Tarih, II,
345-346; Taberî, Tarih, VII, 432-435;
Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 260-261; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 301-302; İbnü’l-Esîr, IV, 327-329;
İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 42-44.
[119] Halîfe b.
Hayyât, Tarih, s. 325-326; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 119-120;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 335; Ya‘kûbî, Tarih, II,
345-346; Taberî, Tarih, VII, 438-443;
Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, III, 261-262, 264-265; İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,
IV, 469-470; İbn Asâkir, Tarihu Medineti Dımaşk, (thk, Ali Şîrî),
I-LXXVIII, Beyrut 1997, LVII, 327-328, 345-346; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 330-331; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 44-46.
0 yorum:
Yorum Gönder