3 Haziran 2017 Cumartesi

Kusay

Hz. Peygamber’in atalarından, Mekke üzerinde önemli bir etkisi ve ağırlığı olan Kusay’ın annesi Fâtıma bt. Saʻd Mekkeli değildir. Kusay’ın babası Kilâb b. Mürre evlenmiş ve Zühre adlı bir çocukları dünyaya gelmişti. Uzun müddet sonra ikinci çocukları dünyaya geldi. Ona Zeyd ismi verildi. Kusay diye meşhur olan çocukları budur. Kilâb b. Mürre Zeyd’in dünyaya gelişinden bir süre sonra vefat etti.
Kudâa kabilesinden Rebîa b. Harâm Fâtıma’yla evlenerek Şam taraflarındaki kabilesinin yurduna götürdü. Zühre b. Kilâb yaşı büyük olduğu için kavminde kaldı; fakat Kusay sütten yeni kesilmiş küçük (bir çocuk) olduğu için annesi Fâtıma onu yanına aldı.
Zeyd’e Kusay denilmesinin sebebi, annesinin onu uzak bir yer olan Şam’a götürmesiydi. Fâtıma’nın Rebîa’dan Rizâh adında bir çocuğu oldu. Kusay da Rebîa b. Harâm’a nispet edilir, onun oğlu olarak çağrılırdı.
Bir gün Kusay, Kudâa’dan Rufey adında bir adamla ok atma yarışına girdi. Kusay onu yenince adam öfkelendi. Aralarında bir sürtüşme meydana geldi; hatta münakaşa edip kavga ettiler. Bunun üzerine Rufey,
-Sen yurduna ve kavmine gitmez misin be adam? Sen bizden değilsin, dedi.
Bunun üzerine Kusay annesine giderek,
-Babam kimdir, diye sordu.
-Baban Rebîa’dır.
-Eğer onun oğlu olsaydım sürgünde olmazdım.
-Adam sana bunu mu söyledi? Vallahi o komşuluğu güzel yapmamıştır; hakkı da korumamıştır. Ey oğlum! Vallahi sen kişilik olarak da, nesep yönünden de, baban itibariyle de ondan daha değerlisin ve yurt bakımından ondan daha şereflisin. Baban Kilâb b. Mürre b. Kaʻb b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. en-Nadr b. Kinâne el-Kureşî’dir. Senin kavmin de Mekke’de, Beytülharâm’ın yanında ve etrafındadır.
-Vallahi burada asla durmayacağım.
-Hac zamanı gelinceye kadar burada kal; Arap hacılarıyla birlikte yola çık. Kuşkusuz bazı insanların sana zarar vermelerinden korkuyorum.
Bunun üzerine Kusay orada kaldı. Hac zamanı geldiğinde annesi onu Kudâa’dan bir grupla gönderdi. Mekke’ye vardı; Zühre henüz hayattaydı. Zühre gür saçlı birisiydi; Kusay da gür saçlıydı. Kusay Zühre’nin yanına giderek şöyle dedi:
-Ben senin kardeşinim.
Zühre yaşlanmıştı, gözleri de görmüyordu.
“Bana yaklaş.” dedi. Ona dokundu ve “Tanırım vallahi, sesten ve benzeyişten.” dedi. Hac sona erince Kudâalılar, onu da kendileriyle memleketlerine götürmeye uğraştılar; fakat Kusay reddetti ve Mekke’de ikamet etmeye devam etti.
Kusay güçlü, cesur ve soylu bir adamdı. Huzâa kabilesinin lideri Huleyl b. Hubşiyye’nin kızı Hubbâ’yı istedi. Huleyl, kendisine talip olan soyu tanıdı, onu önemsedi ve kızını onunla evlendirdi. Huleyl, o dönemde Mekke’nin emiri ve hâkimi olup ayrıca Kâbe’nin anahtarlarını elinde bulunduruyordu.
Huleyl ölünce, oğlu Ebû Gubşân el-Muhteriş Kâbe’yi korumaya başladı. Araplar yaptığı hizmet karşılığında her hac mevsiminde ona bir ücret veriyorlardı. Bazı mevsimlerde ücreti azaltıp daha önce verdiklerinin bir kısmını vermemeye başladılar. Bunun üzerine Ebû Gubşân kızdı. Kusay onu çağırdı, ona içki içirdi ve bir miktar azık karşılığında Kâbe’nin hizmetlerini ondan satın aldı. Bir tulum içkiye satın aldığı söylenir. el-Muhteriş razı oldu ve Mekke’nin yüksek yerlerine gitti.
Ancak başka bir rivayette Kureyş’in Mekke’ye hâkim olması farklı anlatılır:
Huleyl b. Hubşiyye ölünce ve Kusay’ın çocukları büyüyüp, malı çoğalıp şerefi artınca Kâbe’nin korunması ve Mekke emirliği için kendisinin Huzâa ve Benî Bekir’den daha layık olduğunu, Kureyş’in, İsmail b. İbrahim’in neslinin zirvesi ve onun çocukları olduğunu düşündü. Kureyş ve Benî Kinâne’den birkaç adamla konuştu ve onları, Huzâa ile Benî Bekir’i Mekke’den çıkarmaya davet etti.
-Biz bu işe onlardan daha evlayız, dedi.
Adamlar bu konuda onu haklı buldular ve ona tabi oldular. Ayrıca Kusay anne bir kardeşi olan Rizâh b. Rebîa b. Harâm el-Uzrî’ye bir mektup göndererek onu yardımına çağırdı. Rizâh, yanında babadan kardeşleri olan Hünn, Mahmûd, Cülhüme ve kendilerine tabi olan Kudâalılar olduğu halde Mekke’ye gitti.
Hacılar için ifada iznini verme yetkisi olan Sûfe görevini yerine getiren el-Gavs b. Mürre insanları Arefe’den kovuyor ve onlardan biri taş atmadan insanlar Cemrelere taş atamıyorlardı. Ertesi yıl, Sûfeler yine eskiden yaptıkları gibi yapmaya başlayınca Kusay, yanında kendi kavmi Kureyş’ten, Kinâne ve Kudâa’dan adamlar olduğu halde Akabe’de Sûfelerin yanına giderek,
-Bizler bu işe sizden daha evlayız, dediler.
Sûfeler onları reddettiler. Aralarında şiddetli bir savaş çıktı. Sonuçta Sûfeler mağlup oldu.
Rizâh,
-İfadayı sen yaptır, ey Kusay, dedi.
Kusay, cemrelere taş atma konusunda insanları serbest bıraktı ve Sûfelerin ellerinde bulunan yetkileri onlardan aldı. İfada görevi o günden bugüne kadar hep Kusay’ın neslinde kaldı.
Huzâa ve Benî Bekir kabileleri ise pişmanlık duyarak ondan uzaklaştılar. Bunun üzerine Kusay onlarla savaşmak için adam topladı ve el-Ebtah denilen yerde, aralarında şiddetli bir savaş meydana geldi. Hatta her iki taraftan çok sayıda ölü vardı. Sonra birbirlerini barışa davet ettiler.
Ya’mür b. Avf aralarında hakemlik yaptı. Ya’mür, Kusay b. Kilâb’ın, Kâbe’yi koruma ve Mekke’nin işlerini üzerine alma konusunda Huzâa’dan daha evla olduğuna, Kusay’ın Benî Bekir ve Huzâa’dan öldürdüğü kimselerin kanlarının heder olup ayaklarının altında olduğuna, fakat Huzâa ve Benî Bekir’in Kureyş ve Benî Kinâne’den öldürdüklerinin diyete tabi olduğuna, artık Kusay’ın Kâbe’yi koruma ve Mekke’yi yönetme konusunda serbest bırakılması gerektiğine hükmetti. Ya’mür o gün çok sayıda kanı heder saydığı için kendisine “eş-Şeddâh” ismi verildi.

(İbn Saʻd, Tabakât, I, 48-50)

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar