Kitabın Serüveni
Abdurrazık’ın kitabına tepkiler öyle
yoğun olmuştur ki; Muhammet Ammara şöyle demektedir:
“matbaa ülkelere girdiğinden bu yana basılan hiçbir kitap, böylesine bir
tartışma ve kargaşa üretmemiştir.”[1] O
dönemdeki kargaşayı göstermesi açısından kitap ve yazarı hakkındaki gazete
manşetlerine göz attığımızda şunları görüyoruz: “Yangın Çıkaran Bir Kitap!”
“Yaktığı Ateş Şimdiye Kadar Sönmemiş Bir Kitap!” “Büyük Kriz Başlıyor!” “Alim
Sultana Karşı!” “Küfürle Suçlanan Alime Büyük Sorgulama!”…[2]
Abdurrazık’ın kitabı yayınlanır
yayınlanmaz, Mısırlı bilginler onu “tanrı tanımaz ve İslam düşmanı” olarak
nitelediler. Bu eski geleneğin temsilcileri, ona ve kitabına, Maverdi, Gazali ve İbn Cemaa gibi büyüklerin sünni
mezhebinin rükünleri haline getirdikleri inançların temelini altüst ettiği için
çok gürültü çıkaran, fakat ilmi açıdan pek içeriği olmayan bir şekilde
saldırdılar.[3] Yazılan
reddiyeler Mısır’ın sınırlarını aştı.[4]
Ezher şeyhi Muhammed Hıdr Hüseyin’in[5] yanında
Tunus müftüsü Tahir b. Aşur,[6]
Mustafa Hilmi[7]
gibi bilginlerin de kitaba reddiyeler yazdığını biliyoruz.[8]
Abdurrazık, eserinin ilk bölümünde
Reşit Rıza’yı eleştir-mişti.[9] Bu sebeple
Reşit Rıza, kitaba ağır eleştiriler
yönelterek, bu görüşlerin İslam’ın binasını yıkmaya, nesillerini sapıtmaya
yönelik olduğunu belirtti. Reşit Rıza bununla da yetinmeyerek Ezher’i göreve
çağırıp, Ezher’in susmaması gerektiğini, aksi taktirde bunun acizlik
sayılacağını ilan etti.[10] Ancak
Reşit Rıza, el-Hilafe adlı kitabında Abdurrazık’ın görüşlerinin tersine
daha çok klasik sünni görüşü ortaya koymaktan başka bir şey yapamadı.[11]
Ayrıca Şeyh Muhammed Bahit (bu alim
Abdurrazık’ı Ezher’den ihraç eden alimler arasında bulunuyordu)[12]
Abdurrazık’ın görüşlerine reddiye için yazdığı kitabında; Abdurrazık’ın raşit
halifeler yönetiminin eskimiş olduğunu ve şu anda insanın kafasından
ürettiklerinin ondan daha iyi olduğu iddiasında bulunduğunu, halbuki
peygamberin kurumlarının ilahi nurdan feyiz aldığı için reddedilemeyeceğini
belirtti.[13] Esasen
Şeyh Bahit, yazdığı reddiyesinde Abdurrazık’ın düşüncelerini tam bir şekilde
boşa çıkaramadı. Bahit, halifenin gücünü ümmetten alması ve özgürlükçü
istişareye dayalı bir yönetim biçimi konusunda Abdurrazık’tan farklı şey
söyleyemediği gibi, üstelik yazarın bütün referanslarını da görmezden gelerek
kitabın muhtevasını basite indirgemeye çalıştı.[14]
Abdurrazık’a cevap vermek adına yola
çıkan Ziyauddin Rayyıs,[15]
reddiyesinde, yazar hakkında önyargılı bir şekilde “edepsiz, tutarsız” diye
sözler sarf etti.[16] Üstelik
ona cevap vermek isterken mübalağalı yaklaşımlarıyla 1924’e kadarki saltanatı
da meşrulaştırdı.[17] Bir
örnekle açıklarsak; Abdurrazık’ın yönetim sistemlerini
sıralamasına,[18] “İslam
bunların hepsi nasıl olabilir?” gibi konuyu hiç de anlamadan önyargıyla tenkide
girişmesi[19] yazara
yöneltilen görünürdeki en ciddi tenkitlerin bile, ne kadar tarafgir olduğunu
ortaya koymaktadır.[20]
Komplo teorilerine düşkün olanlara
göre yazar, bu kitabı Osmanlıya saldırmak ve sömürgecilere hizmet için yazmış[21] veya Thomas Arnold ve L. Massignon’un yetiştirdiği bir
misyoner maşası olarak onlara vekaleten yapmış,[22]
yahut da Kral Fuat’ın halifelik ilanını engellemek için yazmıştır.[23] Dahası
Türkiye’deki devrimleri desteklemek için bu kitabı kaleme almıştır.[24]
Ezher uleması, kitaba ve yazarına
karşı yedi madde ile yayınladıkları reddiyede; Abdurrazık’ın kitabını la-dini
bir ilhat ve zındıklık kitabı olarak değerlendirdiler,[25]
hatta kitaptaki Bolşevizm’e yapılan nötr bir göndermeyi,[26]
onun komünist inançlarını savunduğuna delil olarak gösterecek kadar önyargılı
davrandılar.[27]
Kitabın yayınlanmasından birkaç ay
sonra harekete geçen Ezher, yaptığı ilk mahkemede 7 maddelik şu kararları aldı:
Yazar kitabında;
1. İslam
şeriatının sadece ruhani olduğu, dünya işlerini ve hükümlerinin uygulamasına
yönelik bir özelliğe sahip olmadığı,
2. Hz.
Peygamber’in dine davet için değil, krallık için mücadele ettiği,
3. Hz.
Peygamber dönemi idari sisteminin kopuk, karışık, anlaşılmaz ve hayrete mucib
olduğu,
4. Hz.
Peygamber’in görevinin hüküm ve icra olmadığı, sadece tebliğ olduğu,
5. Din
ve dünya işlerini idare edecek bir devlet başkanının gerekliliği konusunda
sahabe icmasının inkar edildiği,
6. Yargı
kurumunun şeri bir görevi olmadığı,
7. Hz.
Ebu Bekir ve Raşit halifelerin devletlerinin, dini bir devlet olmadığı,
iddialarında bulunmaktadır.[28]
Yazara yapılan bu suçlamalardan sonra
düzenlenen ikinci celsede Abdurrazık’ın savunması dinlenilip, karara
varılmıştır. Daha sonra kitaplaştırılan bu celselerdeki konuşma ve tartışmalar
çok ilginçtir. Mesela; Abdurrazık kendini savunmak için Ezher şeyhlerinin önüne
gelip selam verdiği zaman selamı alınmamış, savunmasını bile tam yapamadan,
yazara çok sert hakaretlerle mahkeme sonuçlandırılmıştır.[29]
Bu ithamlara ve savunma sırasındaki
terslemelere rağmen Abdurrazık, konuların en güzel ilmi münakaşa ve tartışma
ile halledilebileceğini, hiçbir kanun, adalet ve din özgürlüğünün bu hakkı
insanın elinden alamayacağını belirtmiştir.[30]
Nihayet Ezher uleması 12 Ağustos 1925’te
verdiği kararla Ezher’i, ulemanın saygınlığına yönelik hareketleri
cezalandırmaya yetkili kılan 1911 tarih ve 10 sayılı kanuna dayanarak;
Abdurrazık’ın Ezher diplomasını ve yargı görevini elinden almış, ulema
zümresinden ihraç etmiştir.[31] Bu arada
bir kısım bilginler Abdurrazık’ı savunmaya çalışsalar da[32]
tepkinin büyük gürültüsü arasında bunlar kaybolmuştur.
İşte tam bu noktada işler daha da
karışmış ve olayın bundan sonraki safhası, Mısır’da siyasi bir krize sebep
olmuştur. Ezher, alimler zümresinden ihraç edilen Abdurrazık’ın durumunu Adalet
bakanlığına bildirmiş, bunun üzerine Adalet bakanlığı Abdurrazık’ı Mansura
kadılığından almıştır. Fakat bu azledilme bakanlar kuruluna geldiğinde, o
zamanki Mısır hükümetinin üyeleri arasında bulunan üç liberal bakan bu
azledilme kararnamesini imzalamamışlardır. Bu siyasi kriz başbakan Ziver Paşa’nın, Kral Fuad’la da görüşerek, karara
itiraz eden Adalet bakanı Abdülaziz paşa’yı görevden aldırması ve kararı
imzalamayan diğer bakanların istifası ile çözülmüştür. Böylece Abdurrazık’ın
görevden azli gerçekleşmiştir.[33]
1925 sonrasındaki sünni dünyanın son
derece gergin atmosferi ertesinde ve sömürgeciliğin her tarafı ele geçirdiği,
İslam dünyasının büyük bir zilletin içine düştüğü, ihanet ve entrikaların
birbirini izlediği ve birleştirici bir sembol olarak görülen hilafetin ilgası
üzerine bütün Müslümanların tesbih taneleri gibi dağıldıkları bir dönemde bu
tepkiler belki anlaşılabilir şeylerdi.
Ancak, daha sonraları heyecanların
sakinleştiği dönemde daha ölçülü kararlara imkan verecek açılımlar bir türlü
sağlanamadı ve kitaba boykot devam etti. Aslında İslam dünyasında kitaba cevap
verecek insanlar yok değildi. Sadece tarihteki uygulamaları göstererek bile Abdurrazık’ın fikirlerine cevap
verilebilirdi. Fakat geleneksel Sünni tepkinin, yazarı işinden edecek boyutlara
kadar uzanması, bunları engelledi. Daha da kötüsü bu gelenekçi tepkinin, baştan
itibaren kitabın içeriğinden çok, yazarın şahsiyetine saldırmaya kadar
gitmesiydi.
Kitabın içeriği tam incelenmeden
yazarına yapılan büyük tepkinin gayet doğal karşılanabilineceğini, çünkü
yazarın icmanın tersine hareket ettiğini ve bu fikirleri ilk defa iddia eden
biri olduğunu belirtenler bulunmaktadır.[34]
Ancak, tarihte bu fikirleri ilk defa Abdurrazık söylemediği gibi,[35] (var
olduğu şüpheli olan) icmaya da uymamanın büyük bir cürüm gibi aktarılması
yanlıştır.
Abdurrazık’ın, İslam düşmanı ve
İslam’ın değerlerine saldıran misyonerlerin propaganda yazarı olduğunu iddia
etmekle[36] ve
kitabındaki iddiaların saçma olduğunu söylemekle[37]
ne kitaptaki bilgiler çürütülebilir ne de bu ilmi bir yoldur. Zaten bu
duygularla fevri hareketler içine giren tepkiselcilerin gerçekleştirmeye
çalıştıkları “Hilafet kongresi” de hiçbir şey ortaya koyamadan dağılmıştır.[38]
Mısır açısından kitap, o günlerdeki Mısır kralı Fuad’ın halifelik
hayallerini bitirmekle birlikte[39]
Abdurrazık’a yapılan sert tepkiden dolayı birçok fikir adamının korkmasına,
fikri hareketin ölmesine, ilim adamlarının yeni fikirler ortaya atmaktan
korkmalarına sebep oldu. Böylece fikri açıdan bir durgunluk dönemi başladı.[40] Artık
ilmi düşünceye korku egemen oldu.
Meselenin bu boyutlara gelmesinde
Abdurrazık’ın tezlerini karışık ve bir o kadar da kışkırtıcı bir dille
sunmasının etkisi büyüktür.[41] Belki de
kitap bu üslup tarzıyla sunulmasaydı İslam dünyası tarafından farklı bir
şekilde algılanabilir ve görüşleri etkili sonuçlara dönüşebilirdi. Fakat kitap,
yönetim tartışmasında en yüksek noktayı işaret etmekle birlikte, tartışmanın
bir sonuca ya da karşıt görüşlerin senteze ulaşması yolundaki bütün ümitleri
boşa çıkaran gürültülü bir geleneksel tepki ile karşılaşmasına neden olmuştur.
Yazarın düşünsel derinliği o kadar
olmasa da tanınmışlığı çok ileridedir.[42]
Bu da ona yapılan aşırı fanatik saldırılardan ileri gelmektedir. Abdurrazık’ın
pek de akademik özelliği olmayan bu küçük kitabını, bu kadar kavga ve gürültülü
bir ortamda tartışmak ve meseleyi siyasi krizlere kadar götürmektense, kitabın
içerdiği fikirler, ilmi delillerle, bilimsel verilerle çürütülebilirdi.
Abdurrazık yerine bu görüşleri bir müsteşrik bile ileri sürseydi, ona da karşı
çıkmak gerekiyorsa sakin bir üslupla karşı çıkmak gerekirdi. Bilimsel ahlak ve
edep bunu gerektirmekteydi.
Yazara yapılan haksız eleştirilere
usul yönünden katılmadığımızı belirttikten sonra, şunu da ifade edelim ki;
yazarın yaşadığı belde krallıkla idare edilirken, üstelik İngiliz sömürgesinin
etkisi altında iken, bu iki güce ait bir tek cümle yazmayan yazarın, o dönemde
konjonktür gereği İslam birliğinin sembolü haline gelen hilafete, birilerinin
yaptığı yanlışlardan dolayı suçlu bularak yüklenmesi, ibretamiz olmakla
birlikte bu sonuçların meydana geleceğinin de ön habercisiydi.
Her ne kadar kitap ve yazarı birçok
yaptırımlara maruz kalsa ve boykot edilerek dışlansa da İslam dünyasında
başlattıkları etki ve tartışma hala devam etmektedir.[43]
O dönemde Kuzey Afrika’da etkili bir düşünür olan Bin Badis’in bu etkiyle buna
benzer fikirleri dile getirdiğini görüyoruz.[44]
Kitabın Türkçeye çevirisi, Mısır’da yayınlanmasından hemen iki
yıl sonra 1927’de Ö. Rıza Doğrul tarafından yapılmış ve
İslamiyet ve Hükümet adıyla basılmıştır. Bu tarihten yaklaşık 70 yıl
sonra 1995’te aynı çeviri tekrar İslam’da İktidarın Temelleri adı
altında yayınlanmıştır. Fakat maalesef mütercim çeviride orijinale sadık
kalmamış, kitap üzerinde birçok tasarrufta bulunmuş, birçok yeri de atlamıştır.
Misal verecek olursak; Abdurrazık modern sistemleri sayarken Bolşeviklik
(komünizm)ten bahsetmektedir. Fakat mütercim belki de o dönemdeki Türkiye’de
komünizme olan tepkiden çekindiğinden, çeviride bu ifadeler bulunmamaktadır.
Yine Abdurrazık aynı bölümdeki 14 numaralı paragrafta Zuhruf ve Maide
suresinden 4 tane ayet nakletmektedir.[45]
Mütercim bunları çevirisine almamıştır.[46]
Yazarın kitabının aynı dönemde Türkiye’de yayınlanan Seyit Bey’in Hilafetin Mahiyeti
Şeriyyesi adlı kitaptan -ki bu kitabın Arapça çevirisi Abdurrazık’ın baş
kaynakları arasında olduğu belirtilir- daha fazla şöhret bulması, Seyit Bey’in
saltanata dönüşen hilafeti eleştirip, dört halife dönemindeki hilafeti, gerçek
yönetim tarzı olarak savunmasından dolayı olabilir.[47]
Bu açıklamalardan sonra kitabın
içeriğinin incelenmesine geçebiliriz. Burada kitabın içeriğini tamamen ele
almak istemiyoruz. Bu, bir tez konusu olacak kadar büyük bir çalışmayı
gerektirir. Biz burada öne çıkan bazı anekdotları verip kitabın bir anlamda
olumlu-olumsuz yönlerini tanıtmaya çalışacağız.
[2] Muhammed Mescidi
Camii, Ehli
Sünnet ve Şiada Siyasi Düşüncenin Temelleri, çev. Malik
Eşter, İstanbul 1995, 205.
[4] Cedan, 9.
[8] Görmez, 226.
[9] Abdurrazık, 28.
[11] Reşit Rıza, 15.
[12] Cedan, 22.
[13] Ammara, 17.
[14] Ammara, 123.
[15] Rayyıs’ın,
Abdurrazık’a reddiye için yazdığı bir diğer eseri; İslam ve’l-Hilafe fi
Asri’l-Hadis, Kahire, 1977.
[18] Abdurrazık, 135.
[19] Rayyıs, 371.
[20] Rayyıs’ın bu
reddiyesi hakkında yapılan bir tenkit şu şekildedir, “yalan yanlış bilgiler
aktararak tenkitler yapan Rayyıs, komplocu bir tavır takınmış, ayrıca kendi
kitabını ilk siyaset-bilim kitabı diye ileri sürerek ne kadar bilimsel (!)
olduğunu ortaya koymuştur” Binder, 241.
[21] Rayyıs, 7.
[23] Görmez, 224.
[25] Ammara, 17.
[26] Abdurrazık, 135.
[27] Ammara, 89.
[28] Ammara, 73.
[29] Ammara, 56, 57.
[30] Ammara, 60.
[31] Ammara, 22.
[32] Cedan, 67; Muhammet
Mescidi Camii, 206.
[34] Rayyıs, 152;
İslamoğlu II, 18.
[35] Bkz. Ahmet İnan, Çağdaş Egemenlik Teorisi ile
Kur’an Hakimiyet Kavramının Karşılaştırılması, Ankara 1999, 210.
[36] Mustafa Sabri Efendi,
IV, 376.
[37] Rayyıs, 159.
[38] İslamoğlu, II, 184.
[39] Ammara, 41.
[40] Efendi, 64.
[41] Efendi, 64.
[42] M. Mescidi Camii,
161.
[43] Ammara, 196.
[44] Cedan, 196.
[45] Abdurrazık,134,135.
0 yorum:
Yorum Gönder