Prof.
Dr. Adem Apak
GİRİŞ
Hz. Ali, İslâm tarihinde hakkında en çok tartışma
yapılan şahıslardan birisidir. Onun tartışmaların merkezinde yer almasının asıl
sebebi ise siyasî kişiliğidir. Dolayısıyla o, tarihî şahsiyet olma özelliğini daha
ziyade siyasî konumunda almıştır. Hz. Ali’nin siyasî konumu ve siyasî
tercihleri, gerek Hz. Peygamber (sav) dönemindeki, gerekse daha sonraki
süreçteki faaliyetleri, zamanla tarihî kişiliğinden koparılarak, onun çok
farklı bir şahsiyet haline getirilmesine sebep olmuştur. Kısacası tarihî/gerçek
Ali’nin yerini siyasî-dinî mezheplerin kendileştirdiği sanal Ali almış, hatta
neredeyse her siyasî-dinî fırka ve mezhebin bir Ali telakkisi olmuştur. Öyle
ki, onun vefatından çok sonraki dönemlerde sistemleşen çeşitli fırka, mezhep ve
tarikatlar varlıklarını, görüş ve prensiplerini onun kurgulanmış şahsiyeti
üzerine bina etmişlerdir. Bazen de onun kişiliği, görüşleri ve siyasî konumu,
Şia’da olduğu gibi bir inanç meselesi haline getirilmiştir. Şia dışındaki
gruplar da, bu mezhebin Ali telakkisine karşılık olarak kendileri için yeni Ali
anlayışları geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, Hz. Ali hakkında yapılan yorum ve
değerlendirmeleri farklılaştırmış, hatta birbirlerini nakzeder hale
getirmiştir. Bunun en önemli sebebi ise Hz. Ali’nin, tarihin konusu olmaktan
çıkarılarak siyasetin/ideolojinin konusu haline getirilmiş olmasıdır. Ancak
buna rağmen Hz. Ali’nin bütün yönleriyle ve zamanımız bakış açısıyla yeniden
değerlendirilmesi mümkündür, üstelik buna ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir.
Zira onun şahsiyeti ve görüşleri etrafındaki fikrî-siyasî tartışmalar
güncelliğini ve popülerliğini devam ettirmektedir.
Bu tebliğde Hz. Ali’nin özellikle Hz. Peygamber’in
(sav) vefatından sonraki dönemdeki siyasî faaliyetlerinden yola çıkılarak onun siyasî
kişiliği üzerine bazı tespitlerde bulunulacaktır. Öncelikle onun, ilk halife
seçiminden itibaren kendi yönetimine kadar geçen olaylardaki konumu üzerinde
durulacak, daha sonra halifeliği sürecindeki siyasî uygulamaları bahsine
geçilecektir. Bu ikinci kısımda bilhassa Hz. Ali-Muaviye siyasî mücadelesinin
sebep ve sonuçları, dolayısıyla onların siyaset tarzlarının mukayeseli sunumu
yapılmak suretiyle Hz. Ali’nin siyasî kişiliği ile ilgili ipuçlarının tespiti
yapılacaktır. Tebliğde ortaya konulan görüş ve düşüncelerin Hz. Ali’nin siyasî
kişiliğini her yönüyle yansıttığını iddia edilemez. Ancak yapılan
değerlendirmelerin, tartışmaların odağında yer alan bu tarihî şahsiyetin
anlaşılma çabaları için mütevazı bir katkı sağlayacağı temenni edilmektedir.
A. HİLAFETİNE
KADAR SİYASÎ HADİSELERDE HZ. ALİ
Hz. Ali, Hz. Peygamber (sav)
döneminin askerî, siyasî ve diplomatik faaliyetlerinde aktif görev almıştır. Bedir,
Uhud, Hendek, Hayber başta olmak üzere hemen bütün büyük gazvelere iştirak
etmiş, ayrıca Fedek’te Benî Sa‘d’a karşı gönderilen seriyyeye (H.6/M.628) ve
Yemen’e düzenlenen sefere (H.10/M.632) birlik komutanı olarak katılmıştır.
Tebük seferinde ise Hz. Peygamber’in (sav) vekili sıfatıyla Medine idaresini vazifesini
üstlenmiş[1],
ayrıca Yemen’e kadı olarak tayin edilmiştir.[2]
Hz. Ali, Hz. Peygamber’in (sav) techiz ve tekfini ile
meşgul olması sebebiyle ilk halife seçimi toplantısına iştirak edememiş[3],
onun yokluğunda Ensâr ile Muhâcirûn arasındaki görüşmeler sonucunda Hz. Ebû Bekir halifeliğe
getirilmiştir.[4] Başta
Hz. Ali olmak üzere Hâşimîler bu gelişmede devre dışı bırakıldıkları
gerekçesiyle karardan rahatsız olmuşlar[5],
bu sebeple yeni halifeye biatti geciktirmişlerdir.[6]
Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine Kureyş içinde itiraz eden diğer bir aile de
Ümmeyeoğulları’dır. Onlar arasında Halid b. Said, seçilen halife yerine Hz.
Ali’ye biat etmek istemiş, ancak Hz. Ali onun tekliflerini dikkate almamıştır.[7]
Benzer şekilde Ümeyyelilerin reisi Ebû Süfyan yine kendisini Hz. Ebû
Bekir’e karşı kışkırtmaya teşebbüs etmişse de başarılı olamamıştır.[8]
Hâşimoğullarının, hilâfette hak
sahibi olduklarını iddia etmeleri, ilk iki halifeyi bu aileye karşı siyasî
tedbir almaya sevk etmiş görünmektedir. Nitekim onlar görevde kaldıkları süre
zarfında Hâşimîleri devlet yönetiminden uzak tutmuşlardır. Bu genel politikanın
neticesi olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifelikleri döneminde Hz. Ali
dahil Hâşimoğulları’na mensup bir ordu komutanı veya
bir eyalet valisine tesadüf edilmez. Hatta bu süreçte Hz. Ali yoğun bir şekilde
gerçekleşen fetih hareketlerine dahi iştirak etmemiş[9],
sadece istişare meclisinin bir
üyesi sıfatıyla halife danışmanlarından birisi olmuştur. Hz. Ömer, Hz. Ali’nin
siyasî yönünden değil, fıkhî bilgisinden istifade etmeye çalışmış, onun
görüşlerinden daha ziyade dinî konularda istifadeyi tercih etmiştir.[10]
İlk iki halife dönemi siyasetinde geri plânda kalmış görünen
Hz. Ali için siyasete katılma imkânı Hz. Ömer’in kendisini halife adayı
göstermesiyle ortaya çıktı. Hz. Ömer bu görev için gösterdiği adaylardan Hz.
Ali ve Hz. Osman’dan başka kimsenin talip olmayacağını bizzat belirtmekle
birlikte[11]
bu şahıslardan herhangi birini kendisine halef tayin etmemiştir. Muhtemelen
eski kabile rekabetine dönülmesi endişesi, onun böyle bir tercihine engel
olmuştur, denilebilir. Zira Gerek Hz. Ali ve
Hz. Osman, sahâbenin önde gelen şahısları olmakla birlikte, aynı zamanda Hâşim
ve Ümeyye gibi güçlü ailelere mensuptular. Bu iki aile
farklı dönemlerde Kureyş kabilesini yönetmiş, hatta zaman zaman idare hususunda
birbirleriyle mücadeleye girişmiştir. Geçmişten gelen siyasî birikimleri
sebebiyle iktidara talip olması muhtemel -ki Hâşimîler bunu daha önce Hz. Ebû Bekir’in halifeliği başlangıcında açıkça
dile getirmişlerdi- bu iki kabilenin Hz. Ali ve Hz. Osman’ın şahsında yeniden
bir iktidar kavgasına girişmeleri, bunun sonucunda toplumun bölünmesi ihtimali
karşısında halife bu iki şahıstan birini tercih etmeyip, sorumluluğu onların da
dahil olduğu aşere-i mübeşşereye bırakmayı tercih etmiştir.[12]
Hz. Ömer’in vefatından sonra
gerçekleşen halife seçiminde Hz. Ali ve Hz. Osman’dan başka aday çıkmaması,
sonuçta Emevî-Hâşimî rekabetinin yeniden
canlanmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim taraflar bu doğrultuda kendi
adaylarını seçtirmek için harekete geçmişler, kabilelerinin siyasî rekabetinin
sembolleri gibi görülen Hz. Ali ve Hz. Osman, seçim sürecinde ailelerinin yoğun
telkin ve baskılarına maruz kalmışlardır. Hâşimîler tarafında bu görevi kabilenin büyüğü, Hz. Peygamber’in
(sav) (aynı zamanda Hz. Ali’nin de) amcası Abbas yürütmüş, Hz. Ali’yi, doğrudan halifeliğini
ilân etmeye ve şûrâya katılmamaya çağırmıştır.[13]
Şûrâ’nın teşkilinden sonra adaylardan Hz. Abdurrahman
b. Avf hakem sıfatıyla üç gün boyunca
yaptığı görüşmeleri tamamlandıktan sonra Hz. Osman’ı halife ilân etmiştir (H.24/M.644-645).[14]
Seçimin gerçekleşmesi, Müslümanlar açısından idarî bir sorunun çözümü anlamına
geliyordu. Ancak bu sonuç, aynı zamanda İslâm öncesine dayanan
Emevî-Hâşimî çekişmesinin de yeniden
başlamasına zemin teşkil etti. Nitekim göreve gelmesinden bir süre sonra yeni
halifenin kabilesinin isteklerine boyun eğmesi aradaki rekabeti canlandırınca Hâşimoğulları
kendiliğinden muhalefet kanadını oluşturmaya başlamışlardır. İdarenin
icraatından memnun olmayan diğer kabileler de Ümeyyeoğulları'na karşı
muhalefeti Hâşimoğulları üzerinden gerçekleştirmeye çalışmışlar, sonuçta İslâm
toplumunda Emevî taraftarları ve Hâşimî taraftarları şeklinde iki siyasî grup
meydana gelmiş kaçınılmaz olarak Hz. Ali ile Hz. Osman bu mücadelenin önderleri olarak
görülmeye başlamışlardır.[15]
Hz. Osman halifeliğinin ilk yıllarından itibaren Ümeyye
ailesi etkisinin açıkça görüldüğü bir siyasî icraata başlamıştır. Nitekim o, göreve
gelmesinin ikinci yılında (H.26/M.647) Kûfe valisi Sa‘d b. Ebî Vakkâs’ı azledip buraya anne-bir kardeşi
Velid b. Ukbe’yi tayin etmiş, daha sonra Mısır valisi Amr b. el-Âs’ın yerine süt kardeşi Abdullah b.
Sa‘d b. Ebî Serh’i (H.27/M.647) getirmiş[16],
bundan iki yıl sonra da (H.29/M.649-650) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alarak dayısının oğlu
Abdullah b. Âmir’i Basra valiliğine atamıştır.[17]
Halife daha önce tayin ettiği Velid b. Ukbe’yi Kûfelilerin şikâyeti üzerine geri
çekmesinin ardından onun yerine yine akrabası Said b. el-Âs’ı atamıştır (H.30/650).[18] Eyalet
valilerini sırasıyla değiştirip yerlerine Ümeyyelileri görevlendiren Hz.
Osman’ın tasarrufta bulunmadığı tek bölge Şam’dır. Zira Hz. Ömer döneminden beri burayı idare eden Muaviye b.
Ebî Süfyan zaten Ümeyyeli’dir. Halife, onu görevden almak
bir yana, daha önce Umeyr b. Sa‘d’ın yönetiminde olan Hama, Hıms, Kınnesrin ve Havran gibi şehirleri de Şam’a bağlamıştır.[19]
Hz. Osman’ın kabilesi adına siyasî ve iktisadî tasarruflarda bulunması
karşısında ashâb ileri gelenleri rahatsız olmuşlar ve yapılanları yüksek sesle
tenkit etmeye başlamışlardır.[20] O
kadar ki, Hz. Osman'ın halife seçilmesinde birinci derecede etkinliği bulunan Abdurrahman
b. Avf dahi halifenin icraatından duyduğu rahatsızlık sebebiyle Hz. Ali'ye "Sen
kılıcın al, ben de alırım" diyerek, kendisine halifeye karşı silahlı
mücadele çağrısı yapmış, ancak Hz. Ali, bu teklifi reddetmiştir. [21]
Şurası bir gerçektir ki, Hz. Ali,
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde kendisine yapılan her türlü siyasî telkin,
teşvike rağmen halife aleyhine herhangi bir faaliyete iştirak etmemiş, sadece
halifenin bazı icraatına karşı çıkmış, bunu da doğrudan halifeye bildirmiştir. Onun
yönetimi tenkit ettiği uygulamaların başında halifenin Hz. Ömer’in oğlu
Ubeydullah’a kısas yapmaması, içkili olarak namaz kıldıran Kûfe valisi Velid b.
Ukbe’yi ancak ısrarlar sonucunda görevinden alması, hac sırasında önceki
halifelerin aksine iki yerine dört rekat namaz kıldırması, Emevîleri ve
özellikle de Şam valisi Muaviye’yi tenkit
etmesi sebebiyle Ebû Zer el-Gıfârî’yi Rebeze’ye sürgün etmesi gelir.[22]
Hz. Ali özellikle bu son uygulamaya sert bir şekilde karşı çıkmış[23]
hatta aşırı Emevî muhalifliği ile tanınan Ebû Zer’in sürgününü esnasında oğullarını
refakatçi olarak göndermiştir. [24]
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde devletin içine düştüğü
durumdan endişe duyan bazı Müslümanlar da Hz. Ali'ye müracaat ederek ondan
halifeye tavsiyede bulunmasını talep etmişlerdir. O da kendisine iletilen talep
ve beklentileri halifeye iletmiştir. Hz. Osman’ın genellikle bu teklifleri
ciddiye almakla birlikte zaman zaman uyarı ve tavsiyelerden rahatsız olduğu da anlaşılmaktadır.[25]
Hz. Osman döneminde iç bünyede baş gösteren problemler
ilk önce Kûfe’de fiilî hareket haline gelmiş, halk Hicretin 34. (M.654) yılında
Medine’den
dönen valileri Said b. el-Âs’ın şehre girmesine engel olmuştur.[26]
İkinci
hadise Mısır'da ortaya çıkmıştır: Mısırlılar valileri Abdullah b. Sa‘d'ı
şikâyet etmek üzere Medine'ye gelmişler, halifeden valinin uyarılacağı vadini
aldıktan sonra geri dönmüşlerdi. Ancak Mısır valisi uyarıya itibar etmediği
gibi, kendisini şikâyete gidenlerden birisini öldürmüş, bu hareket eyaletteki muhaliflerin
isyana teşebbüs etmelerinin bahanesi olmuş[27],
halk Medine'ye doğru tekrar yola çıkmıştır.[28]
Onlarla sürekli olarak mektuplaşan Kûfe ve Basralı yönetim aleyhtarları da başkente
hareket etmişlerdir.[29]
Gelenlerden Mısırlılar Hz. Ali, Kûfeliler Hz. Zübeyr ve Basralılar Hz. Talha'ya
ayrı heyetler göndererek, onların her birini halife olmaya çağırmışlar, ancak
üçü de isyancıların bu tür taleplerine itibar etmemişlerdir.[30]
Hz. Ali
isyancılara niçin geldiklerini sorduğunda, onlar kendisinden mektup aldıklarını
söylemişler, ancak Hz. Ali, yemin ederek böyle bir faaliyetinin olmadığını
ifade etmiştir.[31] Bu rivayet, Hz. Osman
döneminde muhalefetin ashâb ileri gelenlerinin, özellikle de Hz. Ali üzerinden
yapıldığını, yönetim aleyhine hareketlerde onun adının kullanıldığına işaret
eder.
Hz.
Osman yönetim aleyhine toplanmış olan asileri Medine'den uzaklaştırması için
Hz. Ali’den yardım istemiş[32],
bu konuda kendisine her türlü yetkiyi vermiştir.[33]
Hz. Ali bunun üzerine muhaliflerle asilerle görüşmelerde bulunmuş, sonuçta
Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d azledilip yerine Muhammed b. Ebî Bekir
getirilerek problem çözülmüş[34],
Mısırlılar yeni valileriyle geri dönmüşlerdir. Onlarla beraber hareket eden
Kûfe ve Basralılar da memleketlerine doğru yola çıkmışlardır.[35]
Hz. Ali’nin girişimleriyle halledilen bu hadise, Mısırlıların geri dönüp halifenin
evini kuşatmalarıyla yeni bir boyut kazanmıştır[36].
Müzakereci sıfatıyla kendilerine bunun sebebini sorduğunda,"Bizim, vali
tarafından öldürülmemizi emreden mektup taşıyan birini yakaladık" cevabını
vermişlerdir.[37]
Hz. Ali
mektup meselesini halifeye haber verince, Hz. Osman böyle bir şeyden haberinin
olmadığını ifade etmiş[38],
bunun üzerine asiler, halifenin ya yalan söylediğini, ya da zaaf içinde
olduğunu, her iki durumda halifeliği bırakmasını gerektiğini ileri
sürmüşlerdir.[39] Ancak Hz. Osman bunu
reddetmiş[40], üstelik onlardan
Medine'yi terk etmelerini istemiş, aksi halde başlarına büyük belânın geleceği
tehdidinde bulunmuştur. Bunun üzerine isyancılar saldırarak onu feci bir
şekilde dövmüşlerdir. Baygın olarak
evine götürülen halifeyi Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ziyarete gediklerinde
iktidar ailesinin sözlü saldırılarına muhatap olmuşlardır. Ümeyyeliler, Hz.
Ali'ye "Bizi helâk ettin. Bu tuzakları bize sen hazırladın. Vallahi ulaşmak istediğin hedefe vardığında,
bu dünyayı senin başına yıkacağız" tehdidinde bulununca, Hz. Ali,
ithamlardan rahatsız olarak halifenin evini terk etmiştir.[41]
Ümeyyelilerin Hz. Ali'ye söyledikleri anlamlıdır. Hz. Ali o zamana
kadar-kendisine yapılan bütün teşvik ve kışkırtmalara rağmen-halife aleyhine
bir faaliyetin içinde olmamıştır. Kılıcı eline alıp harekete geçmesini isteyen
Şûrâ’nın hakemi Abdurrahman b. Avf’ın çağrısına dahi olumlu cevap vermemiş,
Medine’ye gelerek kendisini halife olmaya çağıran isyancı Mısırlılara yüz
vermemiş, üstelik onları memleketlerine göndermek için gayret göstermiş,
onların halifeye karşı bir davranışa girişmelerini engellemiştir. Ayrıca hem
Hz. Osman, hem de Emevî ailesi dışındaki diğer Müslümanlar da hiçbir zaman Hz.
Ali'ye karşı hilâfete göz diktiği, yönetim aleyhine çalıştığı şeklinde bir suçlamada
bulunmamışlardır. Hz. Ali, bu dönemde Hz. Osman’ın yerine geçme hırsı içinde
olsaydı dahi, onun Hz. Osman’ın öldürülmesi için gayret göstermesi anlamsız
olurdu. Zira Hz. Osman’ın vefatından sonra en güçlü halife adayı zaten
kendisiydi. Bu sebeple Hz. Ali’nin, Emevîlerin iddia ettikleri gibi muhalif
hareketleri desteklemesinin izah edilir bir yönü yoktur. Bütün bunları
Ümeyyeoğulları da biliyorlar, ancak Hz. Ali'yi siyaseten olanların sorumlusu göstermek
suretiyle onu siyaseten yıpratmaya çalışıyorlardı.[42]
Onları bu politikaları şu şekilde izah edilebilir: Şayet Hz. Osman ölür veya
öldürülürse, onun yerine geçecek kişi büyük ihtimalle Hz. Ali olacaktır.
Öyleyse halifeliğin en kuvvetli adayı yıpratılmalı ve o bir takım ithamlarla
zan altında bırakılmalıydı. Bu amaçla Ümeyyeoğulları Hz. Osman’ın başına
gelenlerin sorumlusu olarak Hz. Ali'yi göstermek istemişler ve olacakların
faturasını dahi peşin olarak ona çıkarmışlardır.[43]
Muğire b. Şu'be'nin, halifenin öldürülmesinden kısa bir süre önce Hz. Ali'ye
gelerek, "Sen Medine'den çık, başka yerlere git. Şayet o sen burada iken öldürülürse, bunu
senden bilecekler"[44]
demesi, Emevîlerin Hz. Ali aleyhine kamuoyunda oluşturdukları menfî
propagandanın ne derece etkin olduğuna işaret eder.
Hz.
Ali, Emevî ailesi ve taraftarlarının tüm tahriklerine ve olup-bitenlerin
sorumluluğunu kendi üzerine atılması teşebbüslerine rağmen halifenin yanına sık
sık giderek ona nasihatte bulunmaya devam etti. Ancak onun telkinleri teoride kabul
görmekle birlikte uygulamaya konulmamış, buna karşılık Ümeyyeoğulları'nın
özellikle de Mervan'ın görüşleri dinlenmiştir.[45]
Nitekim halifenin eşi Naile dahi Hz. Ali yerine Mervan’ı dinlediği için Hz.
Osman’ı eleştirmiştir.[46]
Hz.
Ali’nin tüm girişimlerine rağmen kuşatmayı kaldırmayan asiler, diğer şehirlerden
hac için gelecek olan Müslümanların kendilerine engel olabilecekleri
düşüncesiyle saldırıya geçmişler[47]
ve Hz. Osman’ı şehit etmişlerdir.[48]
B. HALİFELİĞİ
DÖNEMİNDEKİ SİYASÎ FAALİYETLERİ VE SİYASÎ KİŞİLİĞİ
Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra
Medine’de Müslümanlar bir süre şaşkınlık geçirmişler, daha sonra da halife
seçme telaşına düşmüşlerdi. Görüşmelerin ardından gerek Medinelilerin ısrarlı
talepleri, gerekse asilerin baskılarıyla Hz. Ali hilâfet görevini kabul etmek
durumunda kaldı.[49]
Ancak hem Ensâr, hem de
Muhâcirûn’dan olmak üzere Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Üsâme b. Zeyd ve Abdullah b. Ömer, Hassân b. Sâbit, Mesleme b. Muhalled, Ebû Said el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme, Numan b. Beşîr, Zeyd b. Sâbit, Rafi b. Hudeyc, Fudâle b. Ubeyd gibi sahâbîler ona
biat etmediler.[50]
Hz. Ali’nin Medine’de bütün Müslümanlardan
biat alamaması, onun meşruiyet krizine düşmesinde sebep oldu. Seleflerinden Hz.
Ebû Bekir, başlangıçta Hâşimîler’in muhalefetiyle karşılaşmışsa da bu sorun
kısa sürede aşılmıştır. Hz. Ömer ise,
kamuoyu desteği en yüksek halife olma şansına erişmiştir. Hz. Osman da
seçilmesinden hemen sonra bütün Müslümanların onayını almıştır. Ancak Hz. Ali,
Medinelilerin tamamının desteğinden mahrum kalmıştır. Ona biat etmeyenlerden
Sa‘d b. Ebî Vakkâs Şûrâ üyelerindendir. Hz. Ömer’in oğlu olan ve yine Şûrâ
üyesi Abdullah b. Ömer de başlangıçta Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Halifeye
muhalefet edenlerden Üsâme Hz. Peygamber’in (sav) evlatlığı olan Zeyd’in
oğludur. Ensâr’dan Hassân b. Sâbit, Hz. Peygamber’in (sav) şairi sıfatıyla
toplum nazarında önemli bir mevki elde etmiş, Muhammed b. Mesleme, Hz. Ömer’in
baş müfettişi olarak görev yapmıştır. Numan b. Beşir ile Ebû Said el-Hudrî ise
Ensâr’ın ileri gelenlerindendir. Neticede Hz. Ali, göreve başladığı sırada
Kureyş’in ve Ensâr’ın tamamının onayını alamamıştır ki, bu durum, onun ihtiyaç
duyduğu kamuoyu desteğinden mahrum kaldığını gösterir. Bu sebeple Hz. Ali,
hilâfete geldiğinden vefatına kadar geçen sürede yönetimi adına toplumsal
meşruiyeti sağlama çabalarıyla meşgul olmuştur.
Hz. Ali’ye biat etmeyenler
arasında asıl büyük problemi teşkil eden gruplar salt biat etmeyenler değil,
biatleriyle Hz. Osman’ın kanını ilişkilendirenler,
yani biatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasına bağlayanlar
olmuştur. Bu gruplardan ilki Hz. Aişe-Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr üçlüsünün oluşturdukları
Cemel ashâbı, diğeri de Muaviye’nin önderliğinde toplanan
Şamlılardı. Hz. Ali’nin otoritesini sağlayabilmesi için önce bu iki grubun
itaat altına alınması gerekiyordu. Ancak bu kolay değildi. Çünkü onlar yaşanan
şartlarda halifeden gerçekleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan bir talepte
bulunarak Hz. Osman’ın katillerini tespiti ve cezalandırmasını
istiyorlardı. Ancak Hz. Osman’ı öldürenler hâlâ Medine’de etkin
durumdaydılar ve halifeyi hep birlikte öldürdüklerini açıkça ilân ediyorlardı.
Dolayısıyla bu durumda Hz. Ali’den böyle bir icraat beklemek imkânsızdı.
Üstelik halifeden talepte bulunanlar, kendisine destek olmak yerine, farklı
bölgelerde toplanıp müstakil siyasî birlikler meydana getirmişlerdi. Bu durumda
adı geçen topluluklar, hukukî bir prosedürün tamamlanmasını talep eden değil,
nazik ortamdan istifade ederek farklı siyasî beklentilere girmiş gruplar
izlenimi vermektedirler. Eğer böyle olmasaydı, Hz. Ali’ye biatten kaçınan ve
biat için önceki halifenin katillerinin cezalandırılmasını isteyen Cemel ashâbı ile Şamlıların en azından kendi
aralarında bir ittifak oluşturmaları gerekirdi. Ancak görünürdeki payda
eşitliğine rağmen (ki o payda Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasıdır) bu
ittifak bir türlü gerçekleşmemiş, hatta yönetim muhalifleri bir araya gelmekten
özellikle kaçınmışlardır.
Hz. Ali’nin, halife katillerinin
cezalandırılmasından başka halletmek zorunda olduğu diğer bir konu, idarî kadro
değişikliğidir. Nitekim halife biat aldıktan sonra ilk iş olarak Hz. Osman döneminde şikâyetlerin kaynağı kabul edilen valileri
azledilerek yerlerine yeni idareciler tayin etmiştir. Hz. Ali sorunların asıl
sorumlusu görülen bu valilerin görevden uzaklaştırılmasıyla dahilî
karışıklıkların ortadan kalkacağını düşünmüş, gerek Muğire b. Şu‘be, gerekse Abdullah b. Abbas’ın, önce Hz. Osman’ın valilerinin
biatlarının alınmasından sonra azledilmesi şeklindeki tavsiyelerine itibar
etmemiş, bütün eyalet valilerini
değiştirmek istemiş, ancak özellikle iki büyük eyalet olan Şam ve Kûfe’de bunu hedefini
gerçekleştirememiştir.[51]
Hz. Ali’nin vali tayinlerinde bilhassa Hâşimoğulları ve Ensâr’a öncelik tanıdığı
görülür. Bunların ortak özelliği ise daha önceki dönemlerde (ilk üç halife
idaresinde) iktidardan uzak kalmış olmalarıdır. Anlaşıldığı kadarıyla Ensâr’ın
ve Hâşimoğulları’nın Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi sürecinde
açıkça iktidar talebinde bulunmaları, onların ilk iki halife döneminde yönetime
yaklaştırılmamalarına sebep olmuştur. Hz. Osman’ın
halifeliği zamanında ise bürokrasi tamamen Benî
Ümeyye soyunun inhisarında kaldığı için tabiatıyla hem Medineliler hem de
Hâşimîler devlet kademelerinde kendilerine yer bulamamışlardır. Hz. Ali göreve gelir gelmez devlet yönetiminden uzak
tutulan bu iki muhalif grubu iktidara taşımıştır. Dolayısıyla onun tayin
politikası, büyük ölçüde önceki atamalara tepki ve geçmişteki mahrumiyetleri
telafi etme görünümü kazanmıştır.[52]
Başka bir ifadeyle önceki dönemlerin siyaset dışı iki ana grubu yeni iktidarın
kurucuları olmuşlardır. Nitekim Halife Kûfe, Basra, Mısır, Şam, Yemen, Mekke ve Medine gibi şehir ve eyalet merkezlerin idaresine,
iktidarının iki destek gücünden biri haline gelen Ensâr’a mensup şahısları
getirmiştir. Şam’a tayin edilen Sehl b. Huneyf el-Ensârî[53],
onun kardeşi Basra’ya gönderilen Osman b. Huneyf[54],
Kûfe’de görevlendirilen Ebû Mesûd el-Ensârî[55]
ile Karaza b. Ka‘b[56],
Medine valiliğine getirilen Ebû Eyyûb el-Ensârî[57]
ve Mısır valiliğine tayin edilen Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî idarenin Ensâr ayağını oluşturmuşlardır.[58]
Halife, ayrıca Cemel savaşına giderken yine Ensâr’dan Ebû Hasen b.
Abdiamr’ı Medine’nin idaresine getirmiştir.[59]
Hz. Ali idarede Yemen asıllı Ensâr’a ağırlık
vermenin yanı sıra, önceki iktidara muhalefette öncülük eden Kûfe Yemenîlerinden Umâre b. Şihab’ı başlangıç aşamasında Kûfe
valiliğine getirilmiştir.[60]
Ancak halife, Kûfelilerin talepleri ve özellikle şehrin ileri gelenlerinden
Eşter’in (Mâlik b. el-Hâris) de aşırı
ısrarıyla -pek gönüllü olmasa da- buraya yine Yemenli Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi tayin etmek
durumunda kalmıştır.[61]
Halife daha sonra Kûfe Yemenîlerinden ve Hz. Osman’a
karşı muhalefetin öncülerinden Eşter’i Cezire’nin idaresine
getirmiş[62], Muaviye’nin
emriyle Amr b. el-Âs’ın Şam’dan Mısır’a doğru
harekete geçtiği haberini aldıktan sonra da onu, üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir’in yerine Mısır valiliğine tayin
etmiştir.[63]
Bürokrasinin önemli makamlarından bir kısmını Ensâr ve diğer Yemenli kabilelere tahsis eden Hz.
Ali, geri kalanını ise kendi ailesi Hâşimoğulları’na bırakmış
görünmektedir. Nitekim Abdullah b.
Abbas’ı Basra[64],
Ubeydullah b. Abbas Yemen[65],
Kusem b. Abbas Mekke ve Taif[66],
Temmâm b. Abbas da Medine’ye[67]
tayin edilmiş, ayrıca üç yaşından beri kendi terbiyesinde büyüyen üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir Mısır’a vali atamıştır.[68]
Hz. Ali’nin muhaliflere karşı
ordusunda görevlendirdiği komutanların kabile bağlantıları dikkate alındığında,
yönetimini Hâşimîler-Ensâr-Kûfe Yemenîleri üçlü sacayağına dayandırdığı görülür.
Nitekim onun birinci derecedeki yardımcıları Eşter, Hucr b. Adî, Şebes b. Rib‘î, Eşa‘s b. Kays el-Kindî, Halid b. Muammer es-Sedûsî, Sehl b. Huneyf el-Ensârî, Ziyad b. Nard el-Hârisî, Sa‘d b. Kays el-Hemdanî, Makil b. Kays er-Riyahî, Sa‘saa b. Sühan, Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî’dir.[69]
Zikredilen şahıslara bakıldığında ordu komutanlarının büyük ölçüde Hz. Osman döneminin muhalefet bloğundan seçildikleri açıkça
görülür. Ayrıca Hz. Osman aleyhine gerçekleştirilen olaylara katılanlar da aynı
orduda görev almışlardır. Meselâ Iraklıların ünlü komutanlarından Eşter önceki
halifeye karşı Kûfe’deki isyan hareketine liderlik yapmıştır. Keza Mısır
valiliğine getirilen Muhammed b. Ebî Bekir de önceki yönetim muhalefetinin önde
gelenlerinden biri kabul edilmiştir. Hz. Ali’nin görev verdiği komutanların bir
diğer ortak özellikleri ise çoğunluğunun Kureyş dışındaki Arap kabilelerine mensup olmasıdır.
Buradan halifenin, siyasî faaliyetlerinde genel anlamda Kureyş’i devre dışı
bırakmış olduğu ortaya çıkar.[70]
Nitekim Sıffin savaşında Irak ordusu içinde Kureyş’i komutan olarak sadece
Ziyad b. Hasefe et-Teymî, Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs ile Hâşimîler’den Hz. Ali, Hz. Abbas temsil
etmişlerdir.[71]
Burada şu husus açıkça
vurgulanmalıdır ki, Hz. Ali’nin idarî kadrosunu dar tutmasında kendi tercihi
kadar belki daha da fazla konjonktürün etkisi vardır. Hz. Ali hiçbir zaman selefleri
kadar idareci seçme opsiyonuna sahip olamamıştır. Özellikle Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Ömer ile mukayese edildiğinde, onun alternatifsiz bir gruptan yönetici atamak
zorunda kaldığı görülür. Zira Kureyş’in köklü kabilelerinden Ümeyyeliler
halifeye karşı baştan muhalefet bayrağını açmışlar, Sehmlilerin lideri Amr b.
el-Âs, Muaviye ile ittifaka girişmiş, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Muhammed b. Mesleme
gibi Hz. Ömer’in hilafeti döneminin önemli bürokratları Hz. Ali’ye biat dahi
etmemişlerdir. Hz. Osman tarafından valiliğe getirilenlerin de azledilmesi
sonucunda Hz. Ali ancak Ensâr-Hâşimîler-Kûfe Yemenîleri arasından idareci
seçmek zorunda kalmıştır. Bu tercih dahi kendi içinde başka sakıncalar da barındırmaktadır.
Zira halifenin Hâşimîler’den idareci seçmesi, her şeyden önce Hz. Osman’ın
uygulamaları hatırlatacak ve idarede diğer Kureyş kabileleri ihmal edildiği
için yönetimin Kureyş’ten beklediği desteği almasına engel olacaktır. Ensâr’dan
tayin edilenler ise aynen ilk halife seçiminde olduğu gibi Kureyş’i yine
rahatsız edecek ve onların halifeye yardımına mani olacaktır. Hz. Ali’nin Kûfe
Yemenîlerini iktidar mevkilerine getirmesi ise onun, maktul halifenin
katilleriyle ortaklık yaptığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmasına sebep
olacaktır. Bütün bunlardan dolayı Hz. Ali’nin gerçekleştirdiği tayinler, halkın
şikâyetlerinin ortadan kalkması bir tarafa, yeni problemlerin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. O kadar ki, Hz. Osman’ın valileri, atanmalarından sonraki
icraatları yüzünden tenkit edilip şikayet konusu yapılırken, Hz. Ali’nin
valileri daha göreve başlamadan halk tarafından benimsenme problemi
yaşamışlardır.
Hz. Ali’nin, halifeliği sürecindeki en
büyük şansızlıklarından biri, Müslümanların ilk başkenti olan Medine’yi terk
edip, yakın dönemde kurulmuş ve kozmopolit özellikler taşıyan, kabile
çekişmelerinin yoğunluğu sebebiyle kargaşa üssü haline gelen Irak’ı
(Kûfe-Basra) kendisine merkez
seçmesidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bunda halifenin Medinelilerden
beklediği desteği alamamış olmasının mutlaka etkisi vardır. Ancak özellikle
Kûfe tercihi, onu daha büyük sosyal ve siyasî problemlerle karşı karşıya
getirmiştir. Çünkü İslâm beldelerinde belki de bu şehir kadar farklı etnik
unsur ve kabile çeşitliliğine sahip bir merkez yoktur. Muhtelif Arap
kabilelerinin siyasî rekabet alanı haline gelen yeni başkent Kûfe, sorunların
çözüm yeri olmak bir tarafa, bizzat problem kaynağı olmuştur. Irak’ın diğer
önemli şehri ve kendini Kûfe’ye rakip olarak gören Basra ise Hz. Ali ve onu destekleyen Kûfeliler ile
birlikte hareket etmek bir yana onlarla savaşa girişmiştir. Nitekim bundan
dolayı Cemel savaşı, halife ile Hz. Osman’ın katillerinin
cezalandırılmasını talep eden gruplar arasındaki bir çatışma olmakla görünmekle
beraber, esasında Kûfe-Basra savaşı şeklinde de algılanmıştır.
Hz. Ali’nin siyasî kontrolü sağlama
konusundaki diğer bir sıkıntısı ise en çok güvendiği gruplar olan Irak Yemenîleri’nin kararsızlıkları ve yönetimi desteklemedeki
isteksizlikleridir. Bu isteksizlik zaman zaman Iraklıların en büyük zaafı
olarak ortaya çıkmıştır. Genelde Kureyş’in siyasî
hâkimiyetine karşı çıkan Güneyli Araplar, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki siyasî
mücadelede Hz. Ali’nin yanında yer almakla birlikte, bunu Kureyş’in kendi iç
siyasî çekişmenin bir tezahürü kabul ederek, mücadeleye gereği gibi katılmama eğilimi
göstermişlerdir ki[72],
bu tavır özellikle Irak’taki Yemenîlerin yardımına
ihtiyaç duyan Hz. Ali’nin gücünü zayıflatmıştır. Hâlbuki Hz. Ali, onların desteğini almak için
Kûfeliler’den bazı şahısları –ki bu şahıslar önceki halifenin katilleri olarak
da tanınmışlardı- her türlü eleştiriyi göze alarak önemli görevlere getirmiş,
hatta sırf onları memnun edebilmek için kendi prestijinin sarsılması pahasına,
gönderdiği valisini geri çekerek onların tercihleri olan Ebû Mûsâ’nın
valiliğini onay vermiştir. Fakat bütün bunlara rağmen Iraklıların Hz. Ali’ye
karşı tavırlarında olumlu bir tesir göstermemiştir.
Hz. Ali’nin Müslümanların siyasî birliğini
temin etmesinde en büyük engel Şam valisi Muaviye b. Ebî Süfyan görünmektedir. Anlaşıldığı
kadarıyla Muaviye, Hz. Osman’ın son dönemindeki olayların halifenin öldürülmesine kadar gideceğini
öngörmüş ve stratejisini buna göre tespit etmiştir. Öyle ki, Hz. Osman
tarafından tertip edilen son valiler toplantısının ardından halifeyi başkentten
alıp Şam’a götürmek istemiş[73],
ayrıca Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Ali’nin de bulunduğu bir topluluğu halife
hakkında uyarmış ve yüzlerine karşı ona bir zarar gelmesi durumunda Medine’yi atlılarla
dolduracağı tehdidinde bulunmuştur.[74]
Muaviye, Hz. Osman’ın
öldürülmesinden sonra Hz. Ali’nin yukarıda özetlenen icraatının tersi bir
politika uygulamış, siyasî faaliyetlerinde kendi kabilesi Ümeyyeoğulları’nı
geri plâna çekmek suretiyle siyasî hareketinin merkezine daha ziyade Kureyş’i
yerleştirmiştir. Onun Hz. Ali’ye karşı gerçekleştirdiği Sıffin savaşında Şam ordusu komutanlarının kabile bağlantıları
dikkate alındığında Muaviye’nin bu stratejisi açıkça görülür. Nitekim bu savaşta
Şam ordusunun atlı birliklerinin başında Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb, piyadelerin yönetiminde Müslim b.
Ukbe el-Mürrî, ordunun sağ tarafında Abdullah
b. Amr b. el-Âs, sol tarafında Habib b. Mesleme el-Fihrî, merkezde Dahhâk b. Kays el-Fihrî yer almış, sancak ise Abdurrahman b. Halid b.
Velid’e teslim edilmiştir.[75]
Buna göre Kureyş’i temsilen Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah Adîoğulları’ndan, Abdullah
b. Amr Sehmoğulları’ndan, Abdurrahman b. Halid
Mahzumoğulları’ndan, Habib ile Dahhâk ise Hâris
b. Fihroğulları’ndandır. Bunlara Muaviye ile savaşı birlikte idare eden Sehmli
Amr b. el-Âs’ı da ilave etmek gerekir. Ayrıca
Sıffin’de Hz. Ali’nin ağabeyi Akîl b. Ebî Tâlib Hâşimoğulları mensubu sıfatıyla Muaviye’nin
yanından yer almıştır.[76]
Muaviye’nin komutanlarının beşinin de Kureyşli olması tesadüf olamaz. Yine
dikkat edilmelidir ki, bu şahıslar içinde Muaviye’den başka Ümeyyeli yoktur.[77]
Dolayısıyla gerek Hz. Ali, gerekse Muaviye’nin ordusundaki komutanların kabile
bağlantılarını dikkate alarak, Ali-Muaviye mücadelesinin meşru halife ve ona
isyan eden bir valinin savaşı kadar, belki Kureyş ile Kureyş hakimiyetine karşı
gelenlerin siyasî rekabeti anlamı kazandığını da ileri sürmek yanlış olmaz.[78]
Hz. Ali’ye karşı iktidar
mücadelesi başlatın Muaviye politikasında bir taraftan Emevî asabiyetini geri plâna çekip, daha geniş
kapsamlı Kureyş asabiyetine ağırlık verirken, diğer taraftan
da Kureyş dışında kalan Arap kabilelerine (özellikle Şam Yemenîleri) hareketinde yer vermeyi ihmal
etmemiştir. Hanımı Meysun’un kabilesi Kelb’in büyük desteğini alan Muaviye[79]
onlara duyduğu güveni göstermek
amacıyla Sıffin savaşında Şurahbil b. Sımt el-Kindî, İbnu Zi’l Kelâ el-Himyerî gibi Kahtân asıllıları ordusunda komutan olarak
görevlendirmiştir.[80]
Ayrıca Ebu’l-Aver es-Sülemî’yi de Sıffin’de öncü birlik komutanlığı görevi
vererek Kureyş dışındaki Kuzey Arapları’nın da desteğini almak istemiştir.[81]
Hz. Ali’nin otorite sağlama
girişimlerinde karşı karşıya kaldığı ilk siyasî grup Cemel topluluğuydu. Onların hareketi her şeyden önce halifenin Şam
üzerine düzenleyeceği askerî harekâtın gecikmesine sebep olmuştur. Hz. Aişe,
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in liderlik yaptıkları bu gruba Hz. Ali’ye baştan karşı
çıkan Ümeyyeliler de katılmışlardır. Muhalifler önce Mekke’de toplanmışlar,
daha sonra Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyf’i şehirden uzaklaştırarak
yönetime karşı resmen bayrak açmışlardır.[82] Irak’taki karışıklığı ortadan kaldırmadan
Şam’a geçmenin uygun olmayacağını düşünen Hz. Ali, bu nedenle Medine’den Irak
istikametinde harekete geçti.[83]
Abdullah b. Selam, halifeye Medine’den ayrılmamasını, aksi halde Müslümanların
hakimiyetinin ebediyen Medine’ye dönemeyebileceği ikazında bulunmuşsa da onu
ikna edememiştir.[84]
İki grubun en yakın noktada bir
araya geldiği esnada Hz. Ali ile Cemel ashâbı arasında yapılan görüşmeler
herhangi bir sonuç vermemiş ve her iki taraf savaşa başlamıştır. 15
Cemaziyelahir36/Kasım 656’da meydana gelen, başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak
üzere her iki taraftan toplam 10 bin kişinin ölümüne sebep olan[85]
Cemel savaşı, o zamana kadar Müslümanların gerçekleştirdikleri ilk büyük iç savaştır.
Neticede Hz. Ali Irak-Hicaz bölgesinde kontrolü sağlamıştır. Ancak bu sonuç birbirlerine
kılıç çeken insanların artık birlik içinde kalmalarını da zorlaşmıştır.
Gerçekten Cemel savaşı Hz. Ali için bir dahilî problemin çözülmesi gibi görünse
de, bu hadise esasında daha büyük sorunların ilk habercisi olmuştur.
Hz. Ali, Cemel’den sonra biata yanaşmayan, üstelik
kendisi aleyhine halkı kışkırtan Muaviye ile savaşmaktan başka bir çözüm yolu
bulamadığı için, daha önce ertelediği Şam seferine karar verdi.[86] Iraklıların
Şam üzerine düzenleyecekleri harekâtı haber alan Muaviye de kendisine
katılanlarla birlikte savaş hazırlıkları yapmaya başlamıştır. Her iki ordu 36
(656) yılı sonlarına doğru harekete geçerek[87]
Sıffin’de[88] karşı karşıya geldi. Savaştan
önce yapılan karşılıklı görüşmelerde Hz. Ali Şamlıları itaate davet etti.[89] Ancak
görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamayınca başlayan çarpışmalar Zilhicce ayı
boyunca sürdü.[90] Muharrem ayındaki sulh
ortamında Hz. Ali yeniden diyalog başlatmış, ancak Şamlılar, katiller
kendilerine verilmedikçe halifenin itaat çağrısına olumlu cevap
vermeyeceklerini yinelemişler[91],
üstelik katillerin teslimini istemenin ötesine geçerek, yeni halifenin şûrâ ile
seçilmesini talep etmişlerdir.[92]
Onların dile getirdikleri yeni şartlar, Şamlıların artık Hz. Ali’nin
meşruiyetini açıkça tartışmaya başladıklarına ve onun halifeliğini
tanımadıklarına işaret eder. Bunun üzerine çarpışmalar yeniden başlamış, Şam
tarafının kesin mağlubiyetiyle sonuçlanmak üzereyken Amr b. el-Âs’ın tahkim
çağrısıyla mücadele yeni bir boyut kazanmıştır.[93]
Amr b. el-Âs’ın, Şamlıları hezimetten kurtaracak
çağrısı gerçekten iyi düşünülmüş politik bir taktiktir. O, Hz. Ali ordusundaki
intizamsızlığı görmüş, buna istinaden Irak ordusunu birbirine düşürmeyi
plânlamıştır.[94] Gerçekten de Hz. Ali,
Sıffin’e sadece kendisine candan bağlı olan Kûfe ve Hicazlılarla gelmemişti.
Ordusunda binlerce Basralı vardı ki, bunların bir kısmı ilk baştan halifeye
vefa gösterip onun yanında yer alırken, çoğunluğu ise Hz. Talha ve Zübeyr ile
birlikte olup halifeye karşı Cemel’de savaşmışlardı. Üçüncü olarak, Cemel
savaşında her iki tarafa iştirak etmeyip, daha sonra Irak ordusuna katılan
insanlar vardı. Onların asıl gayesi bir an önce savaş ortamından çıkmaktı.
Bunun farkında olan Amr’ın başlattığı ayrılık kıvılcımı derhal tesirini
göstermiş, Hz. Ali ordusunda savaşın sağladığı birlik kısa sürede parçalanmıştır.
Amr b. el-Âs’ın Iraklıları Kur’ân’ın hakemliğine
çağırma tavsiyesi, Hz. Ali’nin askerlerini şüpheye düşürmekte gecikmemiş, ordu
içindeki bir grup, yapılan çağrının yerinde olduğunu düşünerek derhal icabet
edilmesini istemişler, diğer bir kısmı bunun oyun olduğunu söylemiş[95],
ancak çoğunluk savaşı bırakmayı tercih etmiştir.[96]
Hatta onlar, halifenin nasihatlerine aldırmadıkları gibi, çağrıyı kabul etmezse
ordudan ayrılmak, onu Şamlılara teslim etmek, hatta öldürmekle tehdit
etmişlerdir.[97] Hz. Ali onlara “Ben
dün emirdim, bugün ise emir edilen durumunda kaldım” diyerek tepki göstermekten
başka bir şey yapamamıştır.[98] Bu
hadise Hz. Ali’nin Iraklılar üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başladığına
işaret eder. Nitekim halife, tahkim görüşmelerini katılacak temsilcisini dahi kendisi
tespit edememiş, Irak tarafının idaresi fiilen Eş‘as b. Kays’ın eline
geçmiştir.[99] Neticede Hz. Ali,
tahkimde kendisinin seçmediği, üstelik yakın dönemde görevinden uzaklaştırdığı
bir kişi tarafından temsil olunmak zorunda kalmıştır ki, bu şartlarda halife
lehine bir sonuç çıkması ihtimali çok düşüktür. Hz. Ali, artık idaresi
altındaki insanların emir ve görüşlerini dinlememeleri üzerine iyice bunalmış
vaziyette ümitsizliğe düşmüş, bundan sonraki hadiseleri oluruna bırakmış
görünmektedir.
Hakemlerin yaptıkları uzun görüşmeler sonucunda Hz.
Ali, Irak halkı ve müttefikleri, Muaviye de Şam halkı ve müttefikleri adına
alınan kararlara uyacaklarını taahhüt ettikleri bir anlaşma imzaladılar (Safer
37/657).[100] Metnin yazımı sırasında
Hz. Ali’nin hukukî konumunu da zedeleyen yeni bir fiilî durum daha ortaya çıktı.
Şöyle ki, hazırlanan metinde “Mü’minlerin emiri Ali” ifadesinin yer almasına
Şam tarafı itiraz etmiş, Hz. Ali de bu tabirin metinden çıkarılmasına itiraz
etmiştir. Çünkü böyle bir adım, onun halifeliğinden şüphe duyuluyor intibaı
verecekti. Nitekim yakın komutanlarında Ahnef b. Kays, bu sıfatı metinden
silmemesi gerektiğini, aksi hâlde bu sıfatın bir daha kendisine dönmesinin
mümkün olmayacağını ifadeyle halifeyi uyarmıştır. Fakat yine halifenin taraftarlarından
Eş‘as b. Kays’ın aşırı ısrarları karşısında Hz. Ali durumunu tartışmalı hale
getiren bu isteğe razı olmuş ve “müminlerin emiri” tabirini metinden silmiştir
ki, bu adım Hz. Ali’nin taraflı tarafsız halk nazarındaki konumuna büyük zarar
vermiştir.[101]
Tahkimname sonunda Muaviye halifeye isyan eden bir vali
olmaktan konumundan çıkarak yönetim tarafından resmen tanınan bir siyasî rakip
haline gelmiş, kısacası mücadelesini hukukîleştirmiş, buna karşılık Hz. Ali’nin
Müslümanların halifesi olduğu hususu şüpheli hale getirilmiştir. Üstelik
anlaşmadan sonra Iraklılar derin görüş ayrılığına düşmüşler, bir kısmı yapılan
anlaşmayı olumlu karşılarken, diğerleri ise tahkimle dinden sapmış olduklarını
dile getirmeye başlamışlardır[102]ki,
bu gelişme Hz. Ali’yi yeni bir dahilî problemle karşı karşıya bırakmıştır.
Nitekim, halife Irak’a dönülmesinin akabinde ordusu içinde meydana gelen
ihtilâflarla uğraşmak zorunda kalmış, onun Sıffin’e giderken sağladığı görece birlik
içinde derin parçalanmalar yaşanmaya başlamıştır. O kadar ki, Irak ordusundan
on iki bin kişi yönetime isyan edip ayrılarak Harûra denilen bölgeye çekilmişlerdir.
Daha sonra Haricîler adını alacak bu ayrılıkçı grubun ilk temsilcileri olan Harûrîler,
Hz. Ali’nin Irak’ta birliği tekrar sağlama teşebbüslerinin önündeki en büyük
engel olmuşlardır.[103] Bundan
sonra halife Şam tarafını kendi haline bırakıp, dahilî isyanlarla uğraşmak
zorunda kalmıştır.[104]
İlginç bir şekilde Hz. Ali’nin ülkedeki birliği sağlamak için desteklerini
beklediği Kûfe ve Basralı bu ayrılıkçı gruplar, zamanla onun şahsının ve iktidarının
en büyük ve yakın tehdidi haline gelmeye başlamışlardır.
Tahkimname gereği hakemler bir yıl sonra Ezruh’ta
toplanmışlar[105], görüşmeler neticesinde
Şam tarafının temsilcisi Amr b. el-Âs, muhatabı Ebû Mûsâ’yı, Hz. Ali’nin
azledilmesine ikna etmiştir.[106] İkinci olarak onlar, Hz. Ali ve Muaviye’yi
halifelikten uzaklaştırmışlar ve ümmetin, idarecilerini şûrâ ile seçmesine
karar verdiklerini ilân etme hususunda anlaşmışlardır. Ancak rivayetlerin
çoğuna göre Ebû Mûsâ’nın her iki adayın da halifelikten uzaklaştırıldıklarını
duyurmasından sonra muhatabı olan Amr, kendisinin de Ebû Mûsâ gibi düşündüğünü,
ancak Muaviye’yi hilâfete getirdiğini bildirmiştir.[107]
Görüldüğü kadarıyla Hakem olayı Hz. Ali’nin hilâfeti kaybetme, Muaviye’nin de
onun yerini alma hareketinin en mühim aşaması olmuştur. Amr’ın tek taraflı
kararı neticesinde Şamlılar Muaviye’ye halife olarak biat ederlerken[108]
hakemlerin kendisine haksızlık yaptığını düşünen Hz. Ali, yeniden asker
toplayıp Şamlıları itaat altına almaya karar vermiş, ancak bu defa da onun Şam
seferini yeniden başlatmasını kendi bölgesinden çıkan Haricîler engel
olmuşlardır. Halife vefatına kadar iç karışıklıklarla meşgul olması sebebiyle
Şam’a yürümeye bir daha fırsat bulamamıştır. Hz. Ali’nin yeni hedefi Hâricîleri
itaat altına alma şeklinde daha da küçülürken, Muaviye Şam’dan sonra Mısır’ı
ele geçirmek ve nihayet halifeliğe uzanmak gibi daha büyük hedefler peşinde
koşmaya başlamıştır.
Hakem olayından sonra artık hücum sırası Muaviye’ye,
savunma sırası Hz. Ali’ye geçmiştir. Nitekim kısa süre sonra Muaviye, Amr b.
el-Âs vasıtasıyla Mısır’a ele geçirerek Hz. Ali yönetimine büyük bir darbe
vurmuş, onun ülkenin batıdaki en büyük idarî merkezini ele geçirmiş, halife
Şamlıların saldırısına karşı koyabilmek için buraya askerî birliği dahi
zamanında ulaştıramamıştır.[109] Bu
hadise, Hz. Ali’nin siyaseten tükenişinin ilânından başka bir şey değildir.
Zaten kısa süre halife Hâricîlerin suikastı sonucunda şehit edilmiştir.[110]
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Tarihi kaynaklar, Hz.
Peygamber’in (sav) vefatından sonra hilâfet meselesinde Müslümanların üç gruba ayrıldıklarını rivayet ederler ki,
bunlar Hz. Ebû Bekir’in hilâfetini tereddütsüz
destekleyen Muhâcirler, Benî Sâide Çardağı’nda Sa‘d b. Ubâde’yi halifeliğe getirmek için bir
araya gelen Ensâr ve hilafetin asıl kendilerinin hakkı olduğuna
inanan Hâşimoğullarıdır. Bu grubun adayı Hz. Ali, Hz.
Ebû Bekir’e ilk aşamada biat etmemiş, bununla birlikte yönetim aleyhine de
herhangi bir hareketin içinde olmamıştır.
Gerek Hz. Ebû Bekir, gerekse Hz.
Ömer dönemleri Hz. Ali için siyasî inziva safhasıdır. Bu süreçte Hz. Ali,
halifelerin istişare heyetinin bir üyesi olarak özellikle dinî-fıkhî konularda onlara
danışmanlık yapmıştır. Genelde Hâşimîler, özelde de Hz. Ali’nin siyaset dışında
kalmasında, ilk iki halifenin yönetimde Hâşimîler ve Ensâr’ı bilinçli olarak
uzak tutmalarının önemli derecede rol oynadığı da unutulmamalıdır. Hz. Ali için
hilafet yolu Hz. Ömer tarafından halife adayı gösterilmesiyle açılmış, ancak
göreve Hz. Osman’ın getirilmesiyle bu ihtimal gerçekleşmemiştir. Emevî-Hâşimî
rekabetinin yeniden canlandığı Hz. Osman döneminde Hz. Ali, ister istemez
muhalefet lideri olarak görülmüş, bu sebeple yönetim aleyhine gerçekleşen hadiselerde
adı sık sık kullanılmıştır. Ancak buna rağmen Hz. Ali, hiçbir zaman yönetime
karşı gerçekleştirilen faaliyetlere katılmamış, bu hususta kendisine yapılan
teklif ve telkinlere hiçbir şekilde itibar etmemiştir. Hatta halife Hz.
Osman’ın özel talebiyle muhaliflerle ile yönetim arasındaki problemlerin
çözümünde arabuluculukta bulunmuş, idareye karşı gerçekleştirilen isyan
girişimini önleme gayreti içinde olmuştur. Ancak Hz. Ali’nin tüm iyi niyetli girişimlerine
rağmen Ümeyyeliler olayların bütün sorumluluğunu Hz. Ali’nin üstüne yıkmaya
çalışmışlardır.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden
sonra halife olan Hz. Ali, başlangıçta büyük bir meşruiyet kriziyle karşı
karşıya kalmıştır. Önceki idarenin bütün mensuplarının yanı sıra, gerek
Muhâcir, gerekser Ensâr’dan bazı ileri gelen Müslümanlar biat etmemişler,
ardından Hz. Aişe başta olmak üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de kendisine karşı
çıkmışlardır. Bu şekilde halife, göreve başladığının ilk günlerinde önemli
oranda kamuoyu desteğinden mahrum kalmıştır. Bunu telafi amacıyla bir taraftan
Basra’da toplanan Cemel Ashâbı, diğer taraftan da Muaviye liderliğindeki
Şamlıları itaat almak isteyen halife, attığı her adımda taban meşruiyetini
artırmak bir yana sürekli olarak destek kaybına uğramıştır. Önce başkent
Medine’yi terk ettiği için ashâb ileri gelenlerinin yakın yardımını kaybeden
halife, Irak’ta da umduğunu bulamamıştır. Zira Irak topluluğunu oluşturan Kûfe
ve Basralılar kendi aralarında savaşmak suretiyle eyalet birliği ruhuna zarar
vermişlerdir. Halifenin Cemel savaşı sonunda sağladığı şeklî bütünlük Sıffin
savaşında Amr b. el-Âs’ın tahkim taktiğiyle kısa sürede dağılmış ve Iraklılar
yeniden birbirlerine düşmüşlerdir. Tahkim hadisesinden itibaren Iraklılar
üzerindeki kontrolü kaybetmeye başlayan Hz. Ali için siyasî çöküş daha da
hızlanmış, Hakem olayı neticesinde Muaviye Şam’da yeni halife olarak
selamlanırken, halife Haricîlerin neden olduğu iç çekişmelerle boğuşmak zorunda
kaldığı için bir daha Şam üzerine sefer düzenleme imkânı bulamamıştır.
Hz. Ali’nin yönetimdeki en büyük
şansızlıklarından birisi de sağlıklı şûrâ sistemi kurma imkanı bulamamış olmasıdır.
Daha önce Hz. Ömer, siyasî, askerî, dinî vs. meseleler hakkında görüşmeler
yapmak amacıyla ashâb ileri gelenlerinin dahil oldukları şûrâ sayesinde hem en
doğru kararların alınması imkânını elde etmiş, hem de kararların toplumsal
meşruiyetini temin etmiştir. Netice olarak Müslüman ileri gelenlerinin
görüşlerine diğer Müslümanlar tabi olmuşlar, sonuçta yönetim en geniş haliyle kamuoyu
desteği kazanmıştır. Hz. Ali ise böyle bir şahsa sahip olamamıştır. Çünkü ashâb
önderlerinden bazıları şûrâ heyetine dahil olmak bir yana, onu halife olarak
kabul dahi etmemişler, onlardan Sa‘d b. Ebî Vakkâs biat etmemiş, Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr ise Basra’yı ele geçirmek suretiyle ona siyasî rakip haline
gelmişlerdir. Şûrâ teşkil edilmeyince de Hz. Ali’nin plânlı ve organize bir
politika takip etme imkânı ortadan kalkmıştır.
Burada şu hususu da dile getirmek
gerekir ki, Hz. Ali’nin özellikle bir danışma heyeti oluşturma ihtiyacı
hissettiği de tartışmalıdır. Çünkü olaylar incelendiğinde onun, doğru bildiği
konuda kendisinin karar verdiği ve insanlardan buna tereddütsüz uymalarını
beklediği görülür. Halife herhangi bir uygulamasının başlangıcında insanları
ikna etmek, kamuoyunu bilgilendirmek ve onların desteklerini kazanmak için
gayret gösterme ihtiyacı hissetmemiş görünmektedir. Nitekim onun siyasî
konularda yaptığı fikir alış-verişleri, plânsız, anlık yapılmış; görüşmeler
halifenin inisiyatifinde, onun teklifiyle değil, muhataplarının teklif ve
yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir. (Cerîr b. Abdullah el-Becelî’nin halife
elçisi olarak kendisinin Muaviye’ye gönderilmesi teklifi, Eş‘as b. Kays’ın tahkim
çağrısından neyin hedeflendiğini öğrenmek için Muaviye’nin yanına gitme isteği,
Muhammed b. Ebî Bekir’in Mısır’a vali tayin edilmesi teklifi vs). Tabiatıyla bu tür müzakerelerden beklenen sonucu
almak ancak tesadüflere bağlıdır. Halbuki siyasî rakibi Muaviye, Hz. Osman’ın
öldürülmesi öncesinden itibaren plânlı bir siyaset takip etmiş, her adımda yeni
stratejiler uygulayarak Hz. Ali’yi mücadelede zor durumda bırakmıştır. O, bir
taraftan Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ın öldürülmesiyle ilişkilendirirken, diğer
taraftan kendisini maktul halifenin velisi ilân etmiştir. Ayrıca hem Şamlıları
Hz. Ali’ye karşı kışkırtmış, hem de Hicazlılara ve Iraklılara niyetinin hilafet
değil, Hz. Osman’nın katillerini cezalandırmak olduğunu bildiren mektuplar
göndererek onlardan destek istemiştir. Bu şekilde Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı
psikolojik savaş stratejisinin her çeşidini kullandığı açıkça görülür.
Dolayısıyla Hz. Ali, şahıs merkezli ve tek yönlü bir siyaset takip ederken,
Muaviye’nin kolektif akla dayalı, alternatif açılımları bulunan çok yönlü bir
politika ile hareket ettiği söylenebilir. Hz. Ali, taraftarlarından hak yolda olduklarına
inanmalarını, şahsına güvenmelerini/kendisine teslim olmalarını ve peşinden
gelmelerini istemiş; buna karşılık Muaviye ise insanları etrafına toplamanın
her türlü yolunu (para/makam/nesep) kullanarak insanları kendi halifeliğine
ikna etmeye çalışmıştır. Özetle Hz. Ali’nin sadece ahlâkî değerler üzerine
kurulu siyaset takip etmeye çalışırken, Muaviye’nin ise zamanın şartlarını
dikkate alan pragmatist bir politika izlediği ileri sürülebilir.
Hz. Peygamber
(sav) zamanında insanlar herhangi bir meselede Allah Rasûlü’nün kararını
öğreniyorlar ve tereddütsüz ona tabi oluyorlardı. Dolayısıyla siyasî, askerî,
iktisadî kararlarda inancın/vahyin belirleyiciliği en üst seviyedeydi. Onun
vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve özellikle Hz. Ömer, inanç ve teslimiyet
siyaseti, yerine dünyevî/insanî/aklî siyaseti tercih etmişler ve yönetimlerinin
meşruiyetini sırf inanca değil, halka/kamuoyuna dayandırmaya çalışmışlardır.
Nitekim Hz. Ömer, kendisine Halifetü Rasûillah yerine, daha dünyevî bir anlam
taşıyan Emirü’l-Müminîn denilmesini istemiştir. Hz. Ali’nin bu iki siyasetten
ilkini yani Hz. Peygamber’in (sav) tarzını uygulamaya çalıştığı görülür. Ancak
o ne bir peygamberdir, ne de onun muhatapları peygamberin muhataplarıdır. Zaman
değişmiş ve bu şartlarda insanları yönetmenin/harekete geçirmenin enstrümanları
farklılaşmıştır. Bu nedenle Hz. Ali’nin, zamanının değil, kendisinden önceki
dönemin kurallarına göre devlet yönetmeye çalıştığı, kısacası zamanın ruhunu
okuyamadığı, bunun sonucu olarak da siyasî anakronizme (çağa uyamama) düştüğü
söylenebilir. Tabiatıyla zamanının siyasî, içtimaî, dinî şartlarına uygun
siyaset takip edemeyen Hz. Ali hilafeti boyunca yönetimde istediği neticeleri
elde edememiştir.
[1] Fığlalı, E.
Ruhi, “Ali”, DİA, II, 371.
[2] Kandemir, M.
Yaşar, “Ali”, DİA, II, 375.
[3] Zorlu, Cem,
İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002, s. 80-81.
[4] İbn Hişam, es-Sîre,
(thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhafîz Şelebî), Beyrut ts. I-IV,
IV, 310; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ,
I-VIII, Beyrut ts. II, 269.
[5] İbn Kuteybe, el-İmâme
ve’s-Siyase, (thk. Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, I, 18; Belâzürî, Ensâb, I
(thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem 1963, s. 582. Halifeliğin asıl Hâşimîlerin hakkı olduğu hususu daha önce bu aile ileri
gelenleri arasında değerlendirilmiştir. Nitekim
Hz. Peygamber’in (sav) vefatından önce Abbas, gelecekte idarenin kimin
elinde olacağını Allah Rasûlü’ne (sav) sorması için Hz. Ali’ye tavsiyede
bulununca, ondan “Vallahi biz bunu
Rasûlüllah’a sorarsak, o da bizi bundan men edecek olursa, artık ondan sonra halk
bu işi bize hiç vermez” cevabını almıştır. (İbn Hişam, es-Sîre, IV, 304; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 245; Belâzürî, Ensâb, I,
565). Aynı şekilde kaynaklarımız, Hz.
Peygamber’in (sav) vefatının ardından Abbas’ın, Hz. Ali’ye “Ey Ali, gel ben ve buradakiler sana biat edelim. İnisiyatif bizde iken
bu işi yaparsak hiç kimse buna karşı çıkamaz” dediğini, buna karşılık Hz.
Ali’nin de “Biri mi var, bizim dışımızda
birileri buna tamah eder mi?” şeklinde mukabele ettiğini zikrederler. (İbn
Sa‘d, et-Tabakât, II, 246; İbn
Kuteybe, el-İmâme,
I, 12; Belâzürî, Ensâb, I, 583).
[6] Bu
rivayetler ve değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için bk. Zorlu, Cem, İktidar Mücadelesi, s.184-245.
[9] Fığlalı, E.
Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[10] Bu konuda bk. Bakır, Abdülhalik “Hz. Ali-Hz. Ömer
Dialoğu ve Şura Meselesi”, Din Öğretimi Dergisi, sy. 29, Ankara 1991, s.
65-69; Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[11] Taberî, Tarih, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl
İbrahim), I-XI, Beyrut ts., (Dâru’s-Süveydân), IV, 232.
[13] Belâzürî, Ensâb, I,
586; Taberî, Tarih, IV, 229-230;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I-IX, Beyrut 1986,
III, 35-36. Abbas, bir yandan halifeliği elde etmesi için Hz. Ali’ye teşvikte
bulunurken, diğer yandan da ölüm döşeğindeki Hz. Ömer'e gelerek, halife namzetleri
içerisinde en kuvvetli iki aday olan Hz. Ali ve Hz. Osman hakkındaki kanaatini
öğrenmek istemiştir. Halife, "Ali
bu işin ehlidir. Fakat mizacında biraz mizaha meyil vardır ve benden sonra o,
ümmeti muhakkak tarik-i Hakk'a sevk edecektir" cevabını vermiş, Hz.
Osman hakkındaki fikri sorulduğunda ise, onun bir hayli yumuşak huylu olduğunu,
eğer onu istihlâf ederse Ebû Muaytoğulları'nı insanların başına belâ
edebileceğini, Allah'ın malını onlara verebileceğini söylemiştir. (Ya'kûbî, Tarih, II, 158; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 35).
[15] Ömer Ferruh, Tarihu Sadri’l-İslâm, Beyrut 1976, s.
112.
[16] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
(thk. Abdullah Enis et-Tübbâ-Ömer
Enis et-Tübbâ), Beyrut 1987, s. 314; Ya‘kûbî, Tarih, II,
164; Taberî, Tarih, IV, 256-257;
Kindî, Kitabü’l-Vulât, (thk. Rhuvan
Gueset), Beyrut ts., (Müessesetü Kurtuba), s. 10.
[17] İbn Sa‘d, et-Tabakât, V, 44-45; Taberî, Tarih, IV, 264; İbn Abdilberr, el-İstî‘âb, I-IV, Kahire ts.III, 951.
[19] Taberî, Tarih, IV, 289; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 58, III, 7-8.
[20] Hz. Osman
yönetimi hakkındaki şikayet konuları hakkında bk. Apak, Adem, Hz. Osman Dönemi
Devlet Siyaseti, İstanbul 2003, s. 135-152.
[21] Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk. SDF Goitien,),
Jerusalem 1936, V, 57.
[22] Fığlalı, E.
Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[23] Ya'kûbî'de halife ile Ebû Zerr arasında şöyle bir konuşmanın
geçtiği rivayet edilir: Hz. Osman ona "Sen, Rasûlüllah'tan (sav) (Benî
Ümeyye üç kişiye ulaştığında, Allah'ın beldelerini kendine devlet, Allah'ın
kullarını köle ve Allah'ın dinini oyuncak edinirler) şeklinde bir hadis rivayet
ediyormuşsun, doğru mu ?" diye sorduğunda, evet cevabı aldı. Halife daha sonra Hz. Ali'yi çağırarak,
kendisinin böyle bir hadis duyup duymadığını sordu. Hz. Ali de, Hz.
Peygamber'in (sav) "Yeşillikler, Ebû Zerr'den daha doğru sözlü bir kişiyi gölgelememiştir. Yeryüzü Ebû
Zerr'den daha doğru sözlü bir kişiyi üstünde taşımamıştır." (Ahmed b.
Hanbel, Müsned, II, 163) şeklindeki hadisini hatırlatarak, dolaylı bir
şekilde onun sözünün doğruluğuna şahitlik etmiştir. (Ya'kûbî, Tarih,II,
172). Yakûbî’de geçen bu rivayetin, Hz. Ali'ye atfedilen ve Ebû Zerr hakkında
söylenen kısım, İbn Kesîr tarafından zayıf
kabul edilmiştir. (bk. İbn Kesîr, el-Bidâye,I-XIV, Beyrut-Riyad ts.,
VII, 165).
[24] Ya'kûbî, Tarih, II, 172; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, (thk. Muhammed Muhyiddin
Abdülhamid), I-IV, Mısır 1964, II, 350-351.
[25] Nitekim kaynaklarımız onlar arasında şöyle bir diyalog aktarırlar:
Halife, "Ey Ali, sen benim yerimde olsaydın, ben sana böyle bir
serzenişte bulunmaz, seni kınamazdım. Muğire'yi Ömer tayin etmişti. Ben İbn
Âmir'i vali tayin ettim diye niye beni kınıyorsun?" dediğinde Hz. Ali,
"Ömer valilerini sürekli kontrol altında tutar, hata yaptıklarında
onları en ağır şekilde cezalandırırdı. Fakat sen bunu yapmıyorsun. Akrabalarına
da yumuşak davranıyorsu” cevabını vermiştir. Halife, Muaviye'nin Hz. Ömer
tarafından tayin edildiğini, kendisinin de onu görevde tuttuğunu söyleyince,
Hz. Ali de "Muaviye'nin, Hz. Ömer'in kölesi Yerfe'den daha çok Ömer'den
korktuğunu bilmiyor musun? Fakat Muaviye bugün sana danışmadan bir sürü şeyler
çeviriyor, ve (Osman böyle emretti) diye konuşup dururken sen onu
engellemiyorsun” şeklinde mukabele etmiştir. (Taberî, Tarih, IV,
336-338; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 75-76; İbn Kesîr, el-Bidâye,VII,
169). Onun bu ikazına ikazına rağmen Hz. Osman mescide giderek halka şöyle
hitap etmekten geri durmamıştır: "Allah'a yemin olsun ki, İbn Hattâb'ı
kınamadığınız hususlarda beni kınıyorsunuz. O size ayağıyla tekme vurur, eliyle
tokat atar ve diliyle gerekeni söylerdi
de, siz sesinizi çıkarmazdınız. Ama ben
yumuşak davrandım. Elimi ve dilimi sizden uzak tuttum. Allah'a yemin
olsun ki, taraftarlarımın sayısı sizden daha çoktur. Adamlarımı çağırırsam
onlar hemen gelirler. Bu nedenle bana dil uzatmayın ve valilerimi ta'n
etmeyin". (İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 132; Taberî, Tarih, IV, 338-339;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 77).
[26] Taberî, Tarih, IV, 332-336; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 74.
[27] Suyûtî, Tarîhu'l-Hulefâ, (thk. Muhammed
Ebu’l-Fadl İbrahim), Kahire 1975, s. 174.
[28] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 65.
[29] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 71; Taberî,
Tarih, IV, 349; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,
II; 353.
[30] Taberî, Tarih, IV, 350; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.
[31] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 195.
[32] Taberî, Tarih, IV, 358. Bu konuda halifenin
Muhammed b. Mesleme'ye ricada bulunduğu şeklinde de bir rivayet vardır. bk.
(İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 65), Başka
bir rivayette de, Hz. Ali ve Muhammed b. Mesleme isyancılarla birlikte
görüşmüşlerdir. (Taberî, Tarih, IV, 373; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 84-85, 114). Rivayetler birleştirildiğinde yapılan
görüşmelerde her ikisinin de hazır bulunduğunu söylemek mümkündür.
[33] Taberî, Tarih, IV, 358;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 82-83.
[34] Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf,
V, 67.
[35] Taberî, Tarih, IV, 359;
Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 353.
[36] Ya'kûbî, Tarih, II,
175; Taberî, Tarih, IV, 374.
[37] İbn Sa‘d, et-Tabakât
III, 65; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II,
353.
[38] İbn Sa‘d, et-Tabakât,
II, 65; İbn Kuteybe, Kitâbü’l-Meârif
s. 84, el- İmâme, I, 42.
[39] Taberî, Tarih, IV,
375-376; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,
85.
[40] Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf,
V, 90; Taberî, Tarih, IV, 376-377;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.
[41] Taberî, Tarih, IV,
364-365.
[42] Hadiselerin sorumluluğunu Hz. Ali’ye ve ashâb önderlerine yıkma
işi Emevîlerin organize bir faaliyetine benziyor. Nitekim Halifeyi Şam'a
götürmeye razı edemeyen Muaviye, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in de hazır
bulunduğu Muhacirûn'un yanına giderek tehdit kokan şu sözlerle onları
uyarmıştır: "Ey sahâbe topluluğu, bu ihtiyar hakkında size hayır
tavsiye ederim. Eğer o sizin aranızda öldürülürse, Allah'a yemin olsun ki,
burayı size karşı atlılarla doldururum." (İbn Şebbe, Tarihu Medineti’l-Münevvere, (thk. Fehim
Muhammed Şeltut), I-IV, ? ts, III, 1093-1094; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 33). "Şayet sizden ona bir zarar gelirse,
sonuçta bu durum sizin için bir felâket olur". Hz. Ali, Muaviye'ye
karşı çıkarak onunla tartışmış, Hz.
Zübeyr de, bu sözlerden endişe duyduğunu ifade etmiştir. (Taberî, Tarih, IV, 344-345; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 79). Muaviye'nin, ashâbın
ileri gelenlerine karşı sarfettiği bu sözler, onun daha o zamandan kendisini
halifenin hamisi ilân ettiğini gösterir. Onun tehdidi, Şam'ın hilâfet merkezi
olan Medine'ye karşı ağırlığını hissettirmeye başladığına da işaret eder. Bu
andan itibaren başta Muaviye olmak üzere Ümeyyeoğulları doğması muhtemel bir idarî
boşluğu doldurmaya hazır duruma gelmişlerdir. (Aycan, İrfan, Saltanata Giden
Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan,
Ankara 1990, s. 115).
[43] Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, V, 99; Sarıçam, Emevî-Hâşimi İlişkileri, Ankara 1997, s.
242.
[44] İbn Âsem, Futûh, I-IV, Beyrut 1986, I, 421.
[45] Nitekim bir
gün Mervan halifenin evini kuşatmış olanlara
hakaret etmiş ve "Çıkınız, gidiniz. Allah'a yemin ederim ki,
bize saldıracak olursanız, bizden hoşlanmayacağınız şeyler görürsünüz. Vallahi
biz şu anda elimizde bulundurduğumuz idareyi kimseye kaptırmayacağız"
şeklinde tehditler savurmuştur. (Taberî,
Tarih, IV, 362; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VII, 173-174). Onun yaptıkları kendisine ulaşınca Hz. Ali, halifeye yaptığı
tavsiyelerin işe yaramadığını görerek "Ey Allah'ın kulları!
Görüyorsunuz ben evimde oturup bu işlerden uzak kaldığım zaman halife gelir
(Beni yalnız bıraktın, terkettin. Nerede akrabalığımız, hani hukukumuz) der.
Ben onun işleriyle ilgilenip ona tavsiyelerde bulunduğum zaman, Mervan gelir,
onunla oynar ve onu istediği yola çevirir" şeklinde halka şikâyette
bulunmuştur. (Taberî, Tarih, IV,
363-364; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,
83).
[46] Taberî, Tarih, IV, 362-363, İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 83; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173.
[47] Ya'kûbî, Tarih, II, 176; İbn Kesîr, el-Bidâye,VII, 190.
[48] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 73 ; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 45; Ya'kûbî, Tarih,
II, 176; Taberî, Tarih, IV, 391-393;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 90.
[50] Taberî, Tarih, IV, 429-432.
[52] Demircan, Ali-Muaviye
Kavgası, İstanbul 2002, s. 65.
[53] Seyf b. Ömer, el-Fitne
ve Vak‘atü Cemel, (thk. Ahmed Ratib Armus), Beyrut 1993, s. 100; Taberî, Tarih, IV, 442.
[55] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[56] Taberî, Tarih, IV, 499.
[57] Taberî, Tarih, V, 139, 156; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe
fî M‘arifeti’s-Sahâbe, (thk.
Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşur), I-VII, ? 1970 (Kitabü’ş-Şi‘b), I, 254;
İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe,
I-IV, Mısır 1328, I, 405.
[58] Taberî, Tarih, IV, 442, 546-549; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[60] Seyf b. Ömer, el-Fitne,
s. 100.
[62] Minkarî, Vak‘atü Sıffin, (thk. Abdüsselam Muhammed Harun), Beyrut 1990, s. 12;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[63] Taberî, Tarih, V, 96-97; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 178; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 253.
[64] Taberî, Tarih, IV, 543; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[67] Taberî, Tarih, IV, 455; İbnü'l-Esîr, Üsd,
I, 253.
[68] Taberî, Tarih, IV, 553; Kindî, Vulât, s.
21-22; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,
138-139; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII,
253; Makrîzî, Hıtat, I-II, Beyrut ts.
(Dâru Sâdır), I, 300; İbn Tagriberdî, en-Nücûmü’z-Zâhire,
I-XXII, Kahire 1929, I, 132.
[69] Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 195, 205; Ya‘kûbî, Tarih, II,
179; Taberî, Tarih, IV, 488, 553,
566, 570-573.
[70] Nitekim savaş
esnasında Kureyş ileri gelenlerinden sadece beş
kişi Irak tarafında yer alırken, Muaviye
ise Kureyş’in 13 koluna mensup şahısları ordusu içinde görevlendirmiştir. Nass,
İhsan, el-Asabiyye, Beyrut 1964, s. 222.
[71] Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 206; Taberî, Tarih,
IV, 566, V, 11, 12-13; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
III, 150.
[72] Taberî, Tarih, IV, 483-484.
[74] İbn Kuteybe, el-İmâme,
I, 33; İbn Şebbe, Kitabu
Tarihi’l-Medineti’l-Münevvere, III, 1053-1094; Taberî, Tarih, IV, 344-345; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 79.
[76] İbn Abdilberr,
el-İstî‘âb, III, 1079.
[77] Savaşta yer
alan Velid b. Ukbe, Abdullah b. Sa‘d (ki onun savaşa
katıldığı hususu da ihtilâflıdır) gibi eski bürokratlar, komutanlık
üstlenmemişler, çarpışmalarda sıradan asker olarak yer almışlardır. (Taberî, Tarih, IV, 572, V, 13).
[78] Demircan,
Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, s.
124-125.
[81] Taberî, Tarih, IV, 266-267.
[82] Taberi,
Tarih, IV, 466.
[83] Taberi, Tarih,
IV, 478.
[84] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 114.
[85] Taberi, Tarih,
IV, 467.
[86] İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 104-105; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 230
[87] Taberî, Tarih, IV, 563; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 142; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 256.
[88] Sıffin: Rakka
ile Balis yerleşim merkezleri arasında ve Fırat nehri kenarında yer alan geniş
bir arazidir. (Yakut el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân,
III, 414-415).
[89] Taberî, Tarih, IV, 573-574; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 257.
[90] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, (thk. Muhammed Abdülkadir
Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 104.
[91] Taberî, Tarih, V, 5-6; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 258-259.
[92] Taberî, Tarih, V, 7-8; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 148-149; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 259.
[93] Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 481; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 31-32; İbn Âsem, Futûh, II, 179; Taberî, Tarih, V, 48; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 120-121; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273.
[94] Hasan, Hasan
İbrahim, Tarihu Amr b. el-Âs, Mısır
1996, s. 247.
[95] İbn Sa‘d, et-Tabakât, IV, 255-256; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 106; İbn Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, IV, 346
[96] Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 489; Ya‘kûbî, Tarih, II, 188-189; Taberî, Tarih, V, 48-49; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 401; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Abdülkadir
Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 121; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,161; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273-274.
[97] Ya‘kûbî, Tarih, II, 188-189; Taberî, Tarih, V, 49; İbn Âsem, Futûh, II, 180-183; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 161.
[98] Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 400.
[99] Ya‘kûbî, Tarih, II, 189; Taberî, Tarih, V, 51; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 402.
[100] Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 511; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 114-115; Ya‘kûbî, Tarih, II, 189-190; Taberî, Tarih, V, 52-54; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 403; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122-123; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 162-163; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 277-278.
[101] Ya‘kûbî, Tarih, II, 189; Taberî, Tarih, V, 5; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 162.
[102] Tâhâ Huseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ, I-II, Mısır
1948-1953, II, 86.
[103] Bağdâdî,
Abdülkahir b. Tahir b. Süleyman, el-Fark
Beyne’l-Fırak, Kahire ts., s. 72-94.
[104] Taberî Tarih, V, 57, 63; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 405-406;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 124;
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 165-166;
İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 279.
[105] Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 549, 551; Taberî, Tarih, V, 58, 67.
[106] Hasan, Hasan
İbrahim, Tarihu Amr b. el-Âs, s. 255-257,
260
[107] Bu konuda
farklı bilgi ve değerlendirmeler için bk. Apak, Adem, İslâm Siyaset
Geleneğinde Amr b. el-Âs, s. 168-187.
[108] Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 412.
[109] Ya‘kûbî, Tarih,
II, 193-194; Taberî, Tarih, V, 96-109; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 178-181.
[110] İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 138; Taberî, Tarih, V, 143; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 426; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 176; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 194.
Gerçekten çok güzel ve faydalı bir çalışma olmuş
YanıtlaSilTaraf tutar gibi anlatılmış
YanıtlaSil