20 Haziran 2017 Salı

Yusuf el- Işş'ın "ed- Devletü’l- Ümeviyye" Adlı Eseri

 Güngör Aksu
Emevî devleti, İslâm tarihinin önemli noktalarından biridir. Râşid Halifeler sonrası iktidara gelen ve yaklaşık doksan yıl Müslümanları idare eden bu devlet, siyasi, askeri, mali ve kültürel gelişmeler açısından dikkat çekmektedir. Bu açıdan bu dönemi inceleyen Yusuf el- Işş’ın ed- Devletü’l- Ümeviyye adlı önemli çalışmasını değerlendirmeye çalışacağız.

Emevî devletinin kuruluş safhasının öncesi ve sonrası ile ele alınmaya başlanan eser ana hatları ile Emevîleri incelemiştir. Eserde halifeliğin iki fonksiyonuna temas edilen bir bilgi bu kurum açısından önemlidir. Halife hem peygamberin takipçisi hem de yöneticisidir. Halife dinde imam, dünyada ise emirdir (s. 14). Hz. Ebû Bekir üzerinden verilen bu ifadenin Emevîler üzerinden de değerlendirilmesi gerekmektedir. Emevî halifelerinin bu yönü insanlar üzerinde nasıl ve ne şekilde kullandıklarının ifade edilmesinin daha da faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Eserin en güzel yanlarından biri kabileler hakkında bilgilerin yer almasıdır. Bedevî-Hadarî noktasında hangi kabilelerin nerede ve hangi düzen içerisinde yaşadıkları gibi bilgilerin verilmesi, kabileleri tanıma açısından önemlidir. Bu durum aynı zamanda Arapların yayılış alanlarını da bize göstermektedir. Aynı zamanda kabilelerin ne tür faaliyetlerle meşgul olduklarını da görebilmekteyiz (s. 19-24).
Fitne olayları ile ilgili olarak ilk yazılan eserlerin ve müelliflerinin ele alındığı kısım bu dönem için önemlidir. Özellikle bu eserlerden birçoğunun kaybolduğu ve daha sonra gelen tarihçilerin bu kaybolan eserlerden istifade ettikleri belirtilir. Ama can alıcı nokta bu müelliflerin tarafgirlik noktasında değerlendirilmesidir. Bu açıdan verdikleri bilgilerin bu yön itibariyle değerlendirilmeye alınması gerekmektedir. Okuyucunun tarafgirlik, grupçuluk, kötü zan ve düşman kabul etme gibi noktalarda uyarılması gerektiğinin belirtilmesi de esere değer katmaktadır (s. 36). Fitne olayları hakkında bilgi veren 7 tane ravi üzerinde de durulmaktadır. Bu ravilerin isimlerinin zikredildiği eserde aynı zamanda bu ravilerin rivayetlerinin kuvvetli veya zayıf kabul edilmeleri de işlenmiş ve herhangi bir gruba dâhil olup olmadıkları da ele alınmıştır (s. 39-40).
Eserde yapılan bir eleştiri fitne olaylarını inceleme açısından dikkat çekmektedir. Yazar hadisçileri, fitne olaylarının nakledilmesi noktasında hadisleri nakletmede gösterdikleri hassasiyeti göstermedikleri için eleştirmektedir ve uydurma olan birçok rivayetin nakledildiğini belirtmektedir(s. 76). Bu tespit fitne olaylarının yeteri kadar hassas nakledilmediğini ortaya koymaktadır. Fakat şunu göz ardı etmememiz gerekmektedir. Tarihçilerde olduğu gibi hadisçilerde de tarafgir anlayışa sahip olanlar mevcuttur. Tarafsızlık ilkesinin göz ardı edilmesi nakillerde sıkıntıların olmasına neden olmaktadır.
Arapların asabiyet yönünü bilen Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer onları fetih hareketlerine yönelterek bu yönün sıkıntılara neden olmasını en aza indirmişlerdir. Eserde Hz. Osman’ın bu yönü kullanamadığı, insanların belli kesimlerinin aşırı mal ve mülk elde ettiği belirtilmiştir. Bu sebeple ilk dönem fatihleri gibi cihad amaçlı değil de ganimet için hareket eden mürted Araplar, Hz. Osman’a problemler çıkarmışlardır. Hz. Osman bu yönden eleştirilmektedir. (s. 78).
Fitne olaylarının değerlendirilmesinde Seyf’in rivayetlerini ön plana çıkaran yazar, onun Benî Temîm kabilesi içinde olması sebebiyle rivayetleri ilk ellerden topladığını, olaylara akıcı ve bütüncül yaklaştığını belirtir (s. 98-99). Seyf’i ön plana çıkaran yazarın, Ebû Mihnef ile Seyf’in rivayetlerinin çeliştiğini ve Seyf’in rivayetlerinin daha doğru olduğunu belirtmesi de dikkat çekicidir (s. 105). Ebû Mihnef tarafgir olarak değerlendirilirken fitne olaylarında sadece kabilesinden gelen ilk elden bilgiler hasebiyle Seyf’in doğru olarak değerlendirilmesi kanaatimizce objektif bakış açısı ile zıt düşmektedir.
Eserde Harûra’da meydana gelen Nehrevân savaşının Tahkîm olayından önce gerçekleştiğinin belirtilmesi de dikkat çekicidir. Zira bu savaşın ekseri kaynaklarda Tahkîm olayından sonra gerçekleştiği belirtilmektedir. Bu değerlendirmesini de iki örnek üzerinden veren yazar, görüşünü ispatlamaya çalışmıştır (s. 117).
Eserde bir ifadenin yanlış kullanıldığı kanaatindeyiz. Abdullah el-Ğafikî’nin Şarl Martel ile yaptığı savaşta onun için ‘Emîru’l- Müslimîn’ lakabı zikredilmiştir. Bu yanlış bir kullanımdır. Abdullah el- Ğafikî’nin Endülüs genel valisi olması hasebiyle kullanıldığını düşündüğümüz bu ifade halifeler için kullanılan bir ifadedir. Bu sebeple Emevî halifelerinin böyle bir kullanıma izin vermeleri pek ihtimal dâhilinde değildir.
Emevî halifelerinin birçoğunun belli lakapları vardır. Bunlardan en meşhuru şüphesiz son halife Mervan b. Muhammed’dir. Eser onun bu yönünü vurgu amacıyla Mervan el-Ca’dî başlığı ile ele alınmıştır. Diğer halifelerin dönemleri incelenirken konu başlıklarında baba adları ile yazılmasına rağmen Mervan için bu yapılmamış, lakabı ile yazılmıştır. Kanaatimizce bu lakap ile meşhur olmasına rağmen onun da konu başlığında babasının ismi ile belirtilmesi gerekmektedir. İktidara geldiğinde 55 yaşını geçtiği belirtilen Mervan için ‘Emevîlerin yaşı kocası’ lakabının verilmesi de onun hakkındaki bilgiler arasında dikkat çekmektedir (s. 307).
Eserde ayrıca Mervan b. Muhammed eleştirilmektedir. Devletin merkezinin Şam’dan Harran’a taşınmasının hata olduğunu belirten yazar, onun Şamlıların güvenini kaybettiğini belirtir (s. 309). Bu önemli bir tespittir. Zira Emevîler iktidarlarının Şam bölgesinde Şamlılar üzerinden kurmuştur. Şamlılar her durumda Ümeyye ailesini desteklemiş, sıkıntılı anlarda onlar için tutulacak bir dal olmuştur. Bu yön ortadan kaldırıldığı i.in bir nevi Mervan devletin sonunu da hazırlamış olmaktadır.
İslâm Tarihinin en önemli dönemleri arasında yer alan Emevî devletini inceleyen bu eser, Emevî dönemi gelişmelerini incelemek isteyenler için önemli bir eserdir.






0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar