Ebû Ömer b. Dâvûd
İnsanoğlu öleceğinin farkında olan
yeryüzünde yaşayan tek canlı herhalde. Bu sebeple onu bihakkın idrak etmekte
zorlansa da ölümden çok korkar. İnanan için ölüm sadece bir duraktan ibarettir.
Bir formun bitişi ve yeni bir formun başlangıcı. Ama mesele bundan ibaret
değildir. Zira ölüm sonrası bilinmezlerle doludur. İnsan olarak sahip olduğumuz
bilgi inanca dayanır, o da keyfiyeti tamamıyla açıklamaz.
İnanan için sonunun ne olacağı büyük bir
bilinmezdir. Amel önemlidir, ancak kimsenin garantisi yoktur. Zira orada
adaleti şaşmayan bir Hâkim’in huzurunda hesap verilecektir. Hesabın nasıl
olacağı da beşer havsalasınca idrak edilebilecek bir şey değildir.
Yıllar önce yankesiciliğiyle meşhur
birisine bir başkasının nasihatine ve aralarında geçen konuşmaya şahit
olmuştum:
-Evladım, başkasına ait malları
çalışıyorsun. Çoğu zaman yolcunun çantasını çalıp götürüyor ve üç beş kuruşa
satıyorsun, ama adama belki de hayatında büyük zararlara yol açacak bir kötülük
yapıyorsun. Bu dünyanın öbür tarafı da var. Allah’a hesap vermeyi düşünmüyor
musun?
-Amca, Rusya’nın nüfusu iki yüz milyon,
Amerika’nın ondan fazla. Dünyadaki kâfirlerin hepsi cehenneme girdikten sonra
bana da yer kalırsa cezamı çekerim.
Bu sözlerin sahibi şimdi müteveffa olup öte
tarafta, durumu nedir Allah bilir. Belki de daha sonra yaptıklarından pişmanlık
duyup bu sözleri söylediği sıradaki özgüveninden farklı bir duyguyla gitti öte
tarafa… Bizim için meçhul…
Yıllar önce şahit olduğum bir başka konuşma
ise şöyleydi:
-Ağabey, Allah affetsin, epey günah
işledik. Bir süre sonra nasip olursa hacca gidip tövbe ederim.
-Azizim, ne günahından bahsediyorsun? Allah
kötü bir şeyi yaratmaz. Bir şeyi yaratmış ve ben de onu yapmışsam Allah’ın
dilediği bir şeyi yapmışım demektir. Sıkma tatlı canını. Yaptığımız hiçbir
yanlış yok. İnşaallah ikimiz de cennete gideceğiz.
İlk sözün sahibi umduğu gibi hacca gidip
tövbe ederek gidemedi öteki tarafa… Diğeri de şimdi ötede…
Bu insanların konuşmaları bilinmeyen sonla
ilgili durumu ne kadar gösterebilir ki? Bir meçhul üzerine yapılan konuşmalar…
Ölümden sonra bir hayatın varlığına inanıp
gereğini hakkıyla yerine getirmeyen için durum daha da içinden çıkılmaz bir hal
alır. Bugün duyan, hisseden, düşünen bir varlık iken bir anda hayatının sona
ereceği kanaatindedir. Ölümle birlikte yok olmaktadır.
Geçenlerde okuduğum bir kitapta ölümden
sonraki hayata inanmadığını söyleyen bir akademisyen, ölümün âdil olmadığını,
ölümü anlayamadığını söylüyordu. Zira ona göre hayat kısa ve fakat yokluk
sonsuzdu. Dinlerin izahının ise oldukça basit olduğunu ifade ediyordu. Bazı
filozoflar, yokluğu bir nimet olarak görürken, bu zat yokluğu büyük bir kayıp
olarak değerlendiriyordu.
Cenazeler, ölümün hatırlanmasını ve eğer
ölen genç ise biraz daha yoğun bir şekilde üzerinde düşünülmesini sağlıyor.
İnsanlar ölüm seremonisinde kendilerini rahatlatacak birçok ritüeller ve
inançlar geliştirmişler. Mesela mezar yerinin güzel olması, önemli bir din
büyüğünün civarında defnedilmesi ölünün durumunun iyi olacağına vesilen
kılınmış. Bu, akrabalarını rahatlatan bir şey. Öldüğü gün, ölüm şekli hep
yorumlanır. Mübarek Cuma günü ölmüştür, sabah namazını kıldıktan hemen sonra
uyumuş ve bir daha uyanamamıştır. Filancanın duasını aldıktan sonra emaneti
teslim etmiştir.
Ölenin arkasından iyiliklerini saymak,
yanlışlarını hatırlamamak âdettendir. Bu, biraz da beşer bilincinin
özelliklerindendir. Çok büyük kötülük yapanlar bir yana insan, ölen yakının
iyiliklerini hatırlar ve onları anlatır. Ne kadar kötü amellere sahip bir insan
olursa olsun, ölünün yakınları nadiren onun kötülüklerini anarlar. Anma,
iyilikler üzerine kurgulanır.
Geçenlerde haberlere konu olan bir cenaze
töreninde, törenine katılan birisinin imamın, “Merhumu nasıl bilirdiniz?”
sualine “Kötü bilirdik” cevabını vermesi üzerine ölünün yakınları tarafından
tepkiyle karşılanmış ve hatta tartaklanmış, bu olay haberlere konu olmuştu.
Evet, ölen kişi kötü de olsa, cenaze töreninde bulunanlar içlerinden
geçirdiklerini değil, söylemeleri gerekenleri söylerler.
Bazı rivayetlerden hareketle ölülerin bizi duyup
duymadıklarını soran birçok ölü yakını ile karşılaşmışlığım vardır. Ölümün
doğurduğu hüzün ortamında bu konuları açık bir şekilde konuşmanın vasatı
yoktur. Ölünün yakınları okuttukları mevlitlerle, yaptıkları hayır ve
hasenatlarla ölüyü rahatlattıklarına inanırlar. Ancak bu sadece onların
inancından ibarettir. Ötede ne olduğunu kesin bir bilgi olarak söyleyebilecek
kimse yoktur.
Genellikle insanlar ölümü kendilerine
değil, komşularına yakıştırırlar. Galiba 1999 depremindeydi. Felçli bir kadın,
enkazın altından çıkarılmış, birisi tarafından sırtlanmıştı. Kendisini
kurtarmalarını istiyordu. Can tatlı…
Neyse… Ölümü konuştuk… Şimdi sıra yaşamı
konuşmada…
ebuomerbindavud@gmail.com
0 yorum:
Yorum Gönder