15 Haziran 2017 Perşembe

Julius Wellhausen'in Arap Devleti ve Sukutu Adlı Kitabı

Güngör Aksu
Emevîler dönemi birçok tarihçinin dikkatini çeken bir dönemdir. İslâm’ın fetihler ile birlikte geniş bir coğrafyaya yayılma sürecinin ve birçok devlet müessesesinin ortaya çıkmasına zemin hazırlaması noktasında önem arz eden bir dönemdir. Emevîler hakkında çağdaş diyebileceğimiz ilk çalışmaların başında Julius Wellhausen’in Arap devleti ve sukutu adlı eseri gelmektedir.. Bu eser modern manada İslâm tarihi noktasında Emevîler devri ile ilgili birçok akademik çalışmanın hareket noktalarından biri olmuştur. Fikret Işıltan hoca bu eseri dilimize kazandırarak istifademize sunmuştur.

Biz de bu çalışmamızda bu eseri değerlendirmeye çalışacağız. Eser, Emevîler dönemini ele alırken kuruluşundan yıkılışına doğru dokuz kısımda hazırlanmıştır. Her kısımda dönemin önemli olayları ele alınmış, son kısımda da Arap devletinin sukutu adıyla Emevî devletinin yıkılışı işlenmiştir. Burada şu hususa da değinmemiz gerekmektedir. Alman bir tarihçi olan Wellhausen’in ifadeleri ve üslubu Müslüman bir okuyucu için değişik gelebilir. Bu açıdan eser okunurken onun Alman bir tarihçi olduğu da unutulmamalıdır.
Eserin birinci kısmında yazar giriş bölümü olarak İslam’ın ortaya çıkışını ve bu dönemde meydana gelen olaylara değinmektedir. Bu kısımda Hz. Peygamber’in tebliğ faaliyetine başladığında küçük bir cemaat kurduğunu belirten yazar, bütün uğraşmalarına rağmen Peygamber’in burada başarılı olamadığını, kendisine tutunacak bir yer aradığını ve Medine’ye hicret ettiğini belirtir. Peygamber’i bir vaiz olarak belirtir ki (s.3) ilk başta tepki alabilecek bir ifade olarak görülse de İslâm’ı tebliğ noktasında Hz. Peygamber, vaiz olarak da değerlendirilebilmektedir. Hz. Peygamber için Medine’deki ortamın Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından hazırlandığı görüşünü öne süren yazar, bu görüşünü sadece Medine’deki Yahudi varlığına ve şehrin Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu Suriye’ye yakın olmasına bağlamaktadır (s. 3). Bu görüşün kabul görmesi noktasında daha kuvvetli deliller ile temellendirilmesi daha doğru olur kanaatindeyiz.  Eserde yazar, Arapların hükümet (iktidar) işlerine yabancı oldukları ve onlara iktidarın Allah’ın yardımıyla kurulduğunu belirtir (s. 4).  Burada yazarın bütün Arapları da içine alacak şekilde ifade de bulunması doğru kabul edilmemelidir. Zira Arapların yaşadığı bazı bölgelerde devletler kurdukları bilinmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in kurduğu sistemde halkın değil sadece kendinin egemenlik sahibi olduğunu belirtmesi de dikkat çekicidir (s. 5). Hz. Peygamber’in bu noktada lider olması esas olmakla birlikte hareket edilecek birçok hususta sahabe ile istişare ettiği bilinmektedir. Hicret sonrası olayların yazar tarafından bir devlet teşkilatı üzerinden değerlendirilmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki yeni bir din üzerinden ortaya çıkan yeni bir siyasî durumda -ki Arapların yapısı bilinmektedir- bir anda devlet düzeni üzerinden tenkit edilmesi doğru değildir (s. 5-6). Devletlerin kurulması, gelişmesi ve teşkilatlanması uzun yıllar alan bir süreçtir. Medine’de ki Yahudi topluluklarını Hz. Peygamber’in ve Müslümanların haksız yere tard ve imha ettiğini belirten yazar, bu noktada delil ve örnek getirmeden görüşünü belirtmiştir. Medine’den çıkarılan Yahudiler ile idam edilen Yahudilerin bu duruma uğrama nedenlerini deliller ile belirtmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yazarın Müslümanlığı sadece Arap olmaya bağlaması da önemli bir görüştür (s. 11). Fakat sahabe arasında da Arap kökenli olmayan birçok kişinin bulunması noktasında yazarın yine delil getirmediğini görmekteyiz.
Hz. Peygamber sonrası dönem hakkında da bilgiler veren yazarın, bu dönemin en etkin ismi olarak Hz. Ömer’i göstermesi de dikkat çekicidir. Onu İslâm devletinin kurucusu olarak kabul etmektedir (s. 16). Devletleşme sürecinde Hz. Ömer’in birçok uygulaması bu görüşü destekler niteliktedir. Yazar, Hz. Ömer’in uygulamalarını ele alırken şura heyeti noktasında onu eleştirmektedir. Onun bıraktığı heyetin bütün Müslümanları temsil etmediğini belirtir ve burada eyaletlerin görüşlerinin alınmamasını ve şurada Ensar’a yer verilmemesini örnek gösterir (s.19). Bu durum önemli bir tespittir. Fakat şura heyetinin Kureyşli olması ve halifenin Kurayş’ten seçilmesi anlayışının hâkim olduğu toplumda bu durumun normal kabul edilmesi olağan bir durumdur.
Eserde dikkatimizi çeken başka bir durumda yazar tarafından Ümeyye ailesinin Hâşimoğulları ve Muttaliboğullarından daha asil olduklarını belirtmesidir (s. 19). Zenginlik noktasında aralarında fark olabilmesine rağmen soy noktasında üst atada birleşen bu ailelerden Ümeyye ailesinin daha asil olduğu görüşü doğru olmasa gerektir.
Yazarın Hz. Osman döneminden verdiği bilgilerde dikkat celbetmektedir. Hz. Osman’ın öldürülmesinden Hz. Ali, Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydillah’ı sorumlu tutan yazar, ayrıca Hz. Osman’ın Yahudi mezarlığına defnedildiğini belirtir (s 23). Fakat bu görüşlerini ortaya koyarken kaynak göstermemesi önemli bir eksikliktir. Böyle önemli bir ifadenin kaynaksız verilmesinin uygun olmayacağı kanaatindeyiz.
Yazarın bazı olayları tasvir ederken kullandığı bazı ifadelerin sıkıntılı olduğu kanaatindeyiz. Her ne kadar çoğu benzetme noktasında dikkat çekmek için kullanılmış olsa da tarafsızlık noktasında olumlu görünmemektedir. Hz. Osman’ın defnedilmesini, otlak çukuruna merkep gömülmesine (s. 23),  Amr b. As’ı Muâviye’yi isyan noktasında teşvik eden tilkiye benzetmesi (s. 35) bunlardan bazılarıdır.
Sıffîn savaşı esnasında özellikle ilk dönem tarihçilerini Mâlik el –Eşter noktasında eleştiren yazar, Hz. Ali’nin ordusunu zaferi kazanma aşamasına onun getirdiğini fakat Mes’ûdî, Yakûbî ve Seyf gibi müelliflerin onu çekemediklerini belirtir. Yalnız Ebû Mihnef’in onun hakkında doğru bilgiler verdiğini belirtir (s.38).
Hakem olayında olayın yeri ve tarihi konusunda râvilerin rivâyetlerini bu noktalarda değerlendirmesi ve olayın yerini ve tarihi tespit etmeye çalışması önemli bir noktadır(s. 42). Yazar, bu değerlendirme ile bu olay hakkında, bütün bilgileri bir araya getirerek doğru tespit noktasında önemli bir değerlendirme de bulunmuştur. Yazarın tarihçileri eleştirdiği başka bir nokta ise Abdullah b. Abbas’ın Hz. Hasan’dan evvel Muâviye ile anlaşmasına değinmemiş olmalarıdır. Bunun nedenini de “Abbasî hanedanının ceddi olan bu şahsiyet hakkında söz söylemenin tehlikeli olmasıdır” şeklinde açıklamaktadır (s.51).
Eserde birçok önemli bilgiye yer veren yazarın, bunlar arasında Muâviye’nin Irak valilerini tek tek ve görev alma tarihlerine göre vermesi önemli bir bilgidir. Bu kişilerin isimlerinin tespiti ve hangi kabile mensubu oldukları Irak’ın yönetimi hakkında bilgilere ulaşma imkânı sağlamaktadır.
Mervan b. Hakem’in halife seçilmesi ele alınırken İncil’den bir örnekle açıklanması yazarın bir bakıma eleştirel noktalarda tarafgir olduğunu ortaya koymaktadır. Mervan sonrası Emevî devletinin gerçek kurucusu olan Abdülmelik b. Mervan dönemi olaylarının anlatımı esnasında yazar, Abdülmelik’in kendisine isyan eden Amr b. Saîd’i öldürmesini nefret ve hunharca ifadelerini kullanarak izah ederken Amr’ın önemli bir sefer esnasında Abdülmelik’e isyan ettiğini ve onu zor durumda bıraktığını ifade etmemiştir ( s. 89). Bu önemli bir eksikliktir.
Yazarın özellikle Ömer b. Abdülaziz devrini etraflıca ele alması dikkat çekicidir. Onun kendinden önceki Emevî idarecilerin özellikle mevâli üzerindeki baskıcı uygulamalarını kaldırmasını incelemesi bu dönem için önemli bilgiler içerir. Hatta bazı müsteşriklerin onu Hıristiyanlara baskı yapmak ve tehditle suçlamalarını kabul etmez, onun Hıristiyanları tehdit etmediğini onlara hukuk çerçevesinde adil davrandığını açıklar (s. 141-142).
Hişâm b. Aldülmelik hakkında bilgiler arasındaki bir cümle dikkatimizi çekmektedir. Yazar, Hişâm’ın mali noktalardaki tasarruflarını ele alırken Abbasî halifesi Mansur’un ona hayran olduğunu belirtir (s. 165). Burada her hangi bir kaynak belirtilmemiştir. Bu bir eksikliktir. Zira Abbasî hanedanının Emevîlere karşı tutumları bilinmektedir. Bu ifadenin doğruluğu noktasında kaynak gösterilmesi gerekmektedir.
Eserde dikkat çekici başka bir bölüm Horasan bölgesi kabilelerinin ele alındığı bölümdür. Buradaki önemli kabilelerin isimlerinin belirtilmesi, o bölgedeki ilişkileri, ittifakları, rekabetleri, Irak ile olan bağları hakkında bilgiler verilmesi esere ayrı bir değer katmıştır (s.189-190). Bu bölge özellikle Emevîlerin yıkılış safhası açısından önem arz etmektedir.
Eserde bazı olaylar anlatılırken deyimsel ifadelerin kullanılması da olaya dikkat çekilmesi açısından önemlidir. Kuteybe b. Müslim’in başının halife’ye gönderilmesi aşamasında, onun başını isteyen Vekî’nin, bunu vermek istemeyen Ezd kabilesine mensup bir kişiye karşı bir direği göstererek “bu at bir süvari istiyor” diyerek darağacıyla tehdit ettiğini belirtir. (s. 211). Bu kullanım eserin akıcılığına ayrı bir değer katmıştır.
Esere değer katan başka bir yönde Müslüman tarihçiler ile Müsteşriklerin verdiği bilgilerin karşılıklı olarak ortaya konmuş olmasıdır. Özellikle rakamsal noktalar da hepsinin görüşüne yer verilmesi ve genel kabulün ortaya konmasına çalışılması önemlidir. (s. 91-94-250). Ebû Müslim’in nasıl harekete geçtiği ve nasıl bir yol izlediği noktasında tarihçilerin ihtilaf noktalarını da ortaya koyması dikkate değerdir (s. 249-250).
Önemli kişilerin özelliklerini inceleme noktasındaki bilgiler de eserin önemini ortaya koymaktadır. Özellikle Muğire b. Şube’yi (s.55-56), Ziyâd b. Ebîh’i (s.57-59), Hişâm b. Abdülmelik’i (s.164-165),  tasvir etmesi bunların kişisel ve idareci kimlikleri noktasında önemli bilgiler vermektedir.
Eserde birçok noktada dikkat edilmiş olmasına rağmen bazı yabancı ifadelerde kavramlar için açıklayıcı bilgilerin verilmemiş olması ise eser için eksiklilerinden biridir. Triumvir (s. 24), Golgatha (s. 63), Pleb (s. 145) bunlardan bazılarıdır.
Emevîler dönemi ile ilgili gerek geçmişte gerekse günümüzde birçok çalışma yapılmıştır. Birçok çalışmanın olmasına rağmen bu dönem daha ziyade tarafgir şekilde ele alınmıştır. Bu dönem ile ilgili birçok yanlışın ortaya çıkmasına neden olan bu durum, Emevî devletinin toplum noktasında yanlış değerlendirilmesine neden olmaktadır.
Tarihin her devresinde her döneminde veya bölgesinde birçok farklı aktörler rol oynamıştır. Emevîler döneminde de gerek bölgelerde gerek idari işlerde birçok aktörün rol aldığı bilinmektedir. Bu bakımdan ilk dönem kaynakları ve müsteşrik tarihçilerin verdiği bilgilerle bu eser, Emevîler dönemi aktör ve olayları noktasında önemli bir eserdir.  Emevîler dönemi hakkında özellikle müsteşriklerin verdiği bilgileri de görmek açısından “Arap devleti ve Sukutu” önemli bir kaynaktır.






0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar