Güngör Aksu
Emevîler dönemi birçok tarihçinin dikkatini çeken bir dönemdir.
İslâm’ın fetihler ile birlikte geniş bir coğrafyaya yayılma sürecinin ve birçok
devlet müessesesinin ortaya çıkmasına zemin hazırlaması noktasında önem arz eden
bir dönemdir. Emevîler hakkında çağdaş diyebileceğimiz ilk çalışmaların başında
Julius Wellhausen’in Arap devleti ve sukutu adlı eseri gelmektedir.. Bu eser
modern manada İslâm tarihi noktasında Emevîler devri ile ilgili birçok akademik
çalışmanın hareket noktalarından biri olmuştur. Fikret Işıltan hoca bu eseri
dilimize kazandırarak istifademize sunmuştur.
Biz de bu çalışmamızda bu eseri değerlendirmeye çalışacağız. Eser,
Emevîler dönemini ele alırken kuruluşundan yıkılışına doğru dokuz kısımda
hazırlanmıştır. Her kısımda dönemin önemli olayları ele alınmış, son kısımda da
Arap devletinin sukutu adıyla Emevî devletinin yıkılışı işlenmiştir. Burada şu
hususa da değinmemiz gerekmektedir. Alman bir tarihçi olan Wellhausen’in
ifadeleri ve üslubu Müslüman bir okuyucu için değişik gelebilir. Bu açıdan eser
okunurken onun Alman bir tarihçi olduğu da unutulmamalıdır.
Eserin birinci kısmında yazar giriş bölümü olarak İslam’ın ortaya
çıkışını ve bu dönemde meydana gelen olaylara değinmektedir. Bu kısımda Hz.
Peygamber’in tebliğ faaliyetine başladığında küçük bir cemaat kurduğunu
belirten yazar, bütün uğraşmalarına rağmen Peygamber’in burada başarılı
olamadığını, kendisine tutunacak bir yer aradığını ve Medine’ye hicret ettiğini
belirtir. Peygamber’i bir vaiz olarak belirtir ki (s.3) ilk başta tepki
alabilecek bir ifade olarak görülse de İslâm’ı tebliğ noktasında Hz. Peygamber,
vaiz olarak da değerlendirilebilmektedir. Hz. Peygamber için Medine’deki ortamın
Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından hazırlandığı görüşünü öne süren yazar, bu
görüşünü sadece Medine’deki Yahudi varlığına ve şehrin Hıristiyan nüfusun yoğun
olduğu Suriye’ye yakın olmasına bağlamaktadır (s. 3). Bu görüşün kabul görmesi
noktasında daha kuvvetli deliller ile temellendirilmesi daha doğru olur kanaatindeyiz. Eserde yazar, Arapların hükümet (iktidar)
işlerine yabancı oldukları ve onlara iktidarın Allah’ın yardımıyla kurulduğunu
belirtir (s. 4). Burada yazarın bütün
Arapları da içine alacak şekilde ifade de bulunması doğru kabul edilmemelidir.
Zira Arapların yaşadığı bazı bölgelerde devletler kurdukları bilinmektedir. Ayrıca
Hz. Peygamber’in kurduğu sistemde halkın değil sadece kendinin egemenlik sahibi
olduğunu belirtmesi de dikkat çekicidir (s. 5). Hz. Peygamber’in bu noktada
lider olması esas olmakla birlikte hareket edilecek birçok hususta sahabe ile
istişare ettiği bilinmektedir. Hicret sonrası olayların yazar tarafından bir
devlet teşkilatı üzerinden değerlendirilmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki yeni
bir din üzerinden ortaya çıkan yeni bir siyasî durumda -ki Arapların yapısı
bilinmektedir- bir anda devlet düzeni üzerinden tenkit edilmesi doğru değildir
(s. 5-6). Devletlerin kurulması, gelişmesi ve teşkilatlanması uzun yıllar alan
bir süreçtir. Medine’de ki Yahudi topluluklarını Hz. Peygamber’in ve
Müslümanların haksız yere tard ve imha ettiğini belirten yazar, bu noktada
delil ve örnek getirmeden görüşünü belirtmiştir. Medine’den çıkarılan Yahudiler
ile idam edilen Yahudilerin bu duruma uğrama nedenlerini deliller ile
belirtmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yazarın Müslümanlığı sadece Arap olmaya
bağlaması da önemli bir görüştür (s. 11). Fakat sahabe arasında da Arap kökenli
olmayan birçok kişinin bulunması noktasında yazarın yine delil getirmediğini
görmekteyiz.
Hz. Peygamber sonrası dönem hakkında da bilgiler veren yazarın, bu
dönemin en etkin ismi olarak Hz. Ömer’i göstermesi de dikkat çekicidir. Onu
İslâm devletinin kurucusu olarak kabul etmektedir (s. 16). Devletleşme
sürecinde Hz. Ömer’in birçok uygulaması bu görüşü destekler niteliktedir. Yazar,
Hz. Ömer’in uygulamalarını ele alırken şura heyeti noktasında onu
eleştirmektedir. Onun bıraktığı heyetin bütün Müslümanları temsil etmediğini
belirtir ve burada eyaletlerin görüşlerinin alınmamasını ve şurada Ensar’a yer
verilmemesini örnek gösterir (s.19). Bu durum önemli bir tespittir. Fakat şura
heyetinin Kureyşli olması ve halifenin Kurayş’ten seçilmesi anlayışının hâkim
olduğu toplumda bu durumun normal kabul edilmesi olağan bir durumdur.
Eserde dikkatimizi çeken başka bir durumda yazar tarafından Ümeyye
ailesinin Hâşimoğulları ve Muttaliboğullarından daha asil olduklarını
belirtmesidir (s. 19). Zenginlik noktasında aralarında fark olabilmesine rağmen
soy noktasında üst atada birleşen bu ailelerden Ümeyye ailesinin daha asil
olduğu görüşü doğru olmasa gerektir.
Yazarın Hz. Osman döneminden verdiği bilgilerde dikkat
celbetmektedir. Hz. Osman’ın öldürülmesinden Hz. Ali, Zübeyr b. Avvâm ve Talha b.
Ubeydillah’ı sorumlu tutan yazar, ayrıca Hz. Osman’ın Yahudi mezarlığına
defnedildiğini belirtir (s 23). Fakat bu görüşlerini ortaya koyarken kaynak
göstermemesi önemli bir eksikliktir. Böyle önemli bir ifadenin kaynaksız verilmesinin
uygun olmayacağı kanaatindeyiz.
Yazarın bazı olayları tasvir ederken kullandığı bazı ifadelerin
sıkıntılı olduğu kanaatindeyiz. Her ne kadar çoğu benzetme noktasında dikkat
çekmek için kullanılmış olsa da tarafsızlık noktasında olumlu görünmemektedir.
Hz. Osman’ın defnedilmesini, otlak çukuruna merkep gömülmesine (s. 23), Amr b. As’ı Muâviye’yi isyan noktasında
teşvik eden tilkiye benzetmesi (s. 35) bunlardan bazılarıdır.
Sıffîn savaşı esnasında özellikle ilk dönem tarihçilerini Mâlik el
–Eşter noktasında eleştiren yazar, Hz. Ali’nin ordusunu zaferi kazanma
aşamasına onun getirdiğini fakat Mes’ûdî, Yakûbî ve Seyf gibi müelliflerin onu
çekemediklerini belirtir. Yalnız Ebû Mihnef’in onun hakkında doğru bilgiler
verdiğini belirtir (s.38).
Hakem olayında olayın yeri ve tarihi konusunda râvilerin
rivâyetlerini bu noktalarda değerlendirmesi ve olayın yerini ve tarihi tespit
etmeye çalışması önemli bir noktadır(s. 42). Yazar, bu değerlendirme ile bu olay
hakkında, bütün bilgileri bir araya getirerek doğru tespit noktasında önemli
bir değerlendirme de bulunmuştur. Yazarın tarihçileri eleştirdiği başka bir
nokta ise Abdullah b. Abbas’ın Hz. Hasan’dan evvel Muâviye ile anlaşmasına
değinmemiş olmalarıdır. Bunun nedenini de “Abbasî hanedanının ceddi olan bu
şahsiyet hakkında söz söylemenin tehlikeli olmasıdır” şeklinde açıklamaktadır
(s.51).
Eserde birçok önemli bilgiye yer veren yazarın, bunlar arasında
Muâviye’nin Irak valilerini tek tek ve görev alma tarihlerine göre vermesi
önemli bir bilgidir. Bu kişilerin isimlerinin tespiti ve hangi kabile mensubu
oldukları Irak’ın yönetimi hakkında bilgilere ulaşma imkânı sağlamaktadır.
Mervan b. Hakem’in halife seçilmesi ele alınırken İncil’den bir
örnekle açıklanması yazarın bir bakıma eleştirel noktalarda tarafgir olduğunu
ortaya koymaktadır. Mervan sonrası Emevî devletinin gerçek kurucusu olan
Abdülmelik b. Mervan dönemi olaylarının anlatımı esnasında yazar, Abdülmelik’in
kendisine isyan eden Amr b. Saîd’i öldürmesini nefret ve hunharca ifadelerini
kullanarak izah ederken Amr’ın önemli bir sefer esnasında Abdülmelik’e isyan
ettiğini ve onu zor durumda bıraktığını ifade etmemiştir ( s. 89). Bu önemli bir
eksikliktir.
Yazarın özellikle Ömer b. Abdülaziz devrini etraflıca ele alması dikkat
çekicidir. Onun kendinden önceki Emevî idarecilerin özellikle mevâli üzerindeki
baskıcı uygulamalarını kaldırmasını incelemesi bu dönem için önemli bilgiler
içerir. Hatta bazı müsteşriklerin onu Hıristiyanlara baskı yapmak ve tehditle
suçlamalarını kabul etmez, onun Hıristiyanları tehdit etmediğini onlara hukuk
çerçevesinde adil davrandığını açıklar (s. 141-142).
Hişâm b. Aldülmelik hakkında bilgiler arasındaki bir cümle
dikkatimizi çekmektedir. Yazar, Hişâm’ın mali noktalardaki tasarruflarını ele
alırken Abbasî halifesi Mansur’un ona hayran olduğunu belirtir (s. 165). Burada
her hangi bir kaynak belirtilmemiştir. Bu bir eksikliktir. Zira Abbasî
hanedanının Emevîlere karşı tutumları bilinmektedir. Bu ifadenin doğruluğu
noktasında kaynak gösterilmesi gerekmektedir.
Eserde dikkat çekici başka bir bölüm Horasan bölgesi kabilelerinin
ele alındığı bölümdür. Buradaki önemli kabilelerin isimlerinin belirtilmesi, o
bölgedeki ilişkileri, ittifakları, rekabetleri, Irak ile olan bağları hakkında
bilgiler verilmesi esere ayrı bir değer katmıştır (s.189-190). Bu bölge
özellikle Emevîlerin yıkılış safhası açısından önem arz etmektedir.
Eserde bazı olaylar anlatılırken deyimsel ifadelerin kullanılması
da olaya dikkat çekilmesi açısından önemlidir. Kuteybe b. Müslim’in başının
halife’ye gönderilmesi aşamasında, onun başını isteyen Vekî’nin, bunu vermek
istemeyen Ezd kabilesine mensup bir kişiye karşı bir direği göstererek “bu
at bir süvari istiyor” diyerek darağacıyla tehdit ettiğini belirtir. (s.
211). Bu kullanım eserin akıcılığına ayrı bir değer katmıştır.
Esere değer katan başka bir yönde Müslüman tarihçiler ile
Müsteşriklerin verdiği bilgilerin karşılıklı olarak ortaya konmuş olmasıdır.
Özellikle rakamsal noktalar da hepsinin görüşüne yer verilmesi ve genel kabulün
ortaya konmasına çalışılması önemlidir. (s. 91-94-250). Ebû Müslim’in nasıl
harekete geçtiği ve nasıl bir yol izlediği noktasında tarihçilerin ihtilaf
noktalarını da ortaya koyması dikkate değerdir (s. 249-250).
Önemli kişilerin özelliklerini inceleme noktasındaki bilgiler de
eserin önemini ortaya koymaktadır. Özellikle Muğire b. Şube’yi (s.55-56), Ziyâd
b. Ebîh’i (s.57-59), Hişâm b. Abdülmelik’i (s.164-165), tasvir etmesi bunların kişisel ve idareci
kimlikleri noktasında önemli bilgiler vermektedir.
Eserde birçok noktada dikkat edilmiş olmasına rağmen bazı yabancı
ifadelerde kavramlar için açıklayıcı bilgilerin verilmemiş olması ise eser için
eksiklilerinden biridir. Triumvir (s. 24), Golgatha (s. 63), Pleb (s. 145)
bunlardan bazılarıdır.
Emevîler dönemi ile ilgili gerek geçmişte gerekse günümüzde birçok
çalışma yapılmıştır. Birçok çalışmanın olmasına rağmen bu dönem daha ziyade tarafgir
şekilde ele alınmıştır. Bu dönem ile ilgili birçok yanlışın ortaya çıkmasına
neden olan bu durum, Emevî devletinin toplum noktasında yanlış
değerlendirilmesine neden olmaktadır.
Tarihin her devresinde her döneminde veya bölgesinde birçok farklı
aktörler rol oynamıştır. Emevîler döneminde de gerek bölgelerde gerek idari
işlerde birçok aktörün rol aldığı bilinmektedir. Bu bakımdan ilk dönem
kaynakları ve müsteşrik tarihçilerin verdiği bilgilerle bu eser, Emevîler
dönemi aktör ve olayları noktasında önemli bir eserdir. Emevîler dönemi hakkında özellikle
müsteşriklerin verdiği bilgileri de görmek açısından “Arap devleti ve Sukutu”
önemli bir kaynaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder