Şehba Yazıcı
Adnan Demircan, Fitne: Kardeşlerin Savaşı, İstanbul: Beyan Yayınları, 2015; 160
sayfa.
Hz.
Peygamber’in vefatından sonra yaşanan süreç birçok açıdan incelemelere konu
olmuş önemli bir zaman dilimidir. Onun yaşadığı dönemde Müslümanlar tek çatı
altında birleşmiş ve savaşlarda, anlaşmalarda, görüşmelerde ve tüm kararların
alınmasında etkili olan unsur daha çok İslâm’ın çıkarları olmuş ve kişisel
menfaatler geri plana itilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in vefatı, Müslümanları
daha önce kendilerinde bulunmayan birçok yenilikle baş başa bırakmıştır.
Elimizdeki kitap, Hz. Peygamber’in
vefatından çeyrek asır sonra Müslüman toplumunda vuku bulan fitnelerin meydana
getirdiği durumu ortaya koymaktadır ve dönem hakkında ideolojik okumaların
ürünü olan literatürün insanların zihinlerinde oluşturduğu yanlış algılara
getirilen bir eleştiridir. Yazarın öğrencilerine ithaf ettiği eserde sade ve
samimi bir üslubun hâkim olduğu söylenebilir.
Yazar öncelikle tarihte yaşanıp
biten olaylar hakkındaki rivayetlerin nasıl revize edildiğini göstermek
istemiştir. Araştırmacılar, kendi görüşleri ve mezhepleri doğrultusunda
kurgulamalarda bulunmuş ve bunu yaparken Kur’an ayetlerini dahi bu doğrultuda
yorumlayabilmiştir. Hadisler ve sahabelerden aktarılan rivayetler ise daha
ciddi değişimlere maruz kalmış, hadis ve rivayet uydurmaları yaygınlaşmıştır. Bu
bağlamda Hz. Peygamber bile zaman zaman Kur’an’ın uyarılarına muhatap olurken
“hata yapmayan imam” biçiminde bir görüşün, aynı kitabı okuyan ve aynı
peygambere inanan insanlar tarafından tesis edilmiş olması vurgulanmıştır.
Hz. Osman’ın katli, fitnenin
alevlendiği ve bir daha sönmediği elim bir hadisedir. Yazar, Hz. Osman’ın katli
esnasında hayatta olan, aktif olarak siyasetin içinde bulunan veya bulunmayan
dönemin insanlarının tutumlarını değerlendirmiş ve muhtemel gerekçeler sunmaya
çalışmıştır. Ashabtan kimsenin Hz. Osman’ın katlinde bulunmadıklarını ifade
eden yazar, iki istisna dışında Kureyş kabilesinden de kimsenin müdahil
olmadığını vurgulamıştır. Öte yandan bu sessizlik, dışarıdan gelen asi grubu
yüreklendirici bir etkiye de sahiptir. Hz. Osman’ın katlinde Kureyş mensupları
ve ashabın aktif bir rol oynamadıkları, ancak buna mani olmak için de bir
girişimde bulunmadıkları görülmektedir. Aslında bu durum, fitne hadiselerinin cereyan
ettiği esnada insanların yaşadıkları zorlukları da göstermektedir. Hz. Peygamber’den
sonra hiçbir liderin sözü onun sözü gibi tatmin edici ve birleştirici
olmamıştır. İnsanlar tereddütler içinde kalmış ve taraflarını belirlemekte
güçlük çekmişlerdir. Hatta yazarın ifadelerine göre, Hz. Peygamber’in vefatıyla
sadece idarî bir otorite boşluğu meydana gelmemiş, temeli Cahiliye döneminde
bulunan kabile rekabetleri, iç çekişmeler ve şahsi menfaatler yeniden gün
yüzüne çıkarak birçok olayda belirleyici unsurlar olmuşlardır.
Kararsızlık,
Hz. Osman’ın katli esnasındaki suskunluğun bir sebebi olmakla beraber, bütün
sebep bundan ibaret değildir. Karar mekanizmalarının içinde diğer birçok amil
söz konusudur ki siyaset bunların başında gelir. Öte yandan kişisel yaşanmışlıklar
ve bağlar da belirleyicidir. Dolayısıyla çözümlemesi oldukça zor olan fitne
süreçleri hususunda kesin bir yargıya varmak mümkün görünmemektedir. Araştırmacının
esas alması gereken temel bilgi bu farkındalıktır. Aksi takdirde dönem hakkında yanlış
telakkileri meydana getirmesi kaçınılmazdır. Yazar, tarafsız, önyargılardan sıyrılmış ve
dönemin insanlarına oldukları gibi birer insan olarak bakan bir perspektifle
okuma ve araştırma yapmanın gereğini ortaya koymuştur.
Birçok mezhebin kurulmasında
oynadığı rol, fitne süreçlerinin önemini arttırmaktadır. Yazara göre, bu mezhepler
ilk oluşumları esnasında dinî bir kimlikten tamamıyla uzak olmalarına rağmen zamanla
dinî hüviyet kazanmışlardır. Oysa alınan kararlar, yapılan savaşlar, çekişmeler
tamamen siyasidir. Nitekim Müslümanların, diğer din mensuplarıyla değil kendi
içlerinde sürdürdükleri bir mücadele söz konusudur. Hatta yazara göre, bu
dönemde gayrimüslim devletlerle yapılan savaşlarda dahi tek gaye ilâ-yi
kelimetullah olmaktan çıkmış ve dünyevi menfaatler mücadelelerde teşvik edici
bir unsur olmuştur. Tüm bunlara rağmen söz konusu mücadelelerin etkin
isimlerinin sahabeler olması, sonraki nesillerce dinî mücadeleler olarak yorumlanmasına
neden olan bir durumdur. Harici, Şii, Mu’tezîli ve Sünni fırkalar zaman içinde
bu doğrultuda şekillenmiş ve dinî kisveli birer mezhep olmuşlardır. Ayrıca
büyük günah işleyenin durumu, kader tartışmaları ve hilafet/imamet meselesi
gibi birçok dini tartışmaların meydana gelmesi, dönemde meydana gelen olayların
bir türlü çözümlenememesiyle alakalıdır. Aslında muhalefetin kendini ifade
edebileceği ve görüşlerini -iktidar kadar olmasa da- sunabileceği bir
platformun olmaması yazara göre, dönemin en önemli siyasi zaaflarından biridir.
Bir türlü dinmeyen muhalefet hareketlerinin çözümlenerek idare edilememesinin
mühim bir sebebi bu olsa gerektir.
Önemli bir kısmı sahabelerden oluşan
toplumda fitnenin meydana gelmesi bile, dönemin insanlarına yapılan hatasız,
kusursuz ve mükemmel yakıştırmalarını geçersiz kılmaktadır. Onların her
fiillerinde haklı ve masum olduklarını kabul etmek, insanları içinden çıkılmaz
bir duruma sürüklemektedir. Ancak, onları suçlamak ve günahkâr olarak ilan
etmek de çözüm değildir. Bu tür olaylara makul ve tarafsız bir tarihî
yaklaşımla yaklaşmak alışılmadık olsa bile bunu yapmaktan çekinmemek gerekir.
Fitne dönemlerinin incelenmesi ve Müslümanların tarihleriyle yüzleşmeleri önem
taşımaktadır. Çünkü İslâm dünyasındaki ayrışmalar ve kutuplaşmalar durulmamış
ve hatta tarihî olaylardan ders çıkarmak bir yana, bizzat bu olaylar
kullanılarak gittikçe derinleşen ihtilaflar meydana getirilmiştir. Bugün
Müslümanların yaşadıkları tüm coğrafyalarda hâkim olan iç savaşlar ve
mücadeleler, birçok trajediye sahne olmaktadır ve dış düşmanlara gerek kalmadan
Müslümanlar hızla birbirlerini tüketmektedirler. Yazara göre günümüz meselelerinde
taraf olmak ve duruşunu göstermek ne kadar önemli ise, tarihî olaylar hususunda
tarafsızlığı muhafaza etmek bir o kadar önemlidir. Dönemde yaşanan olayları o
dönemde bırakmak, asırlar önce vefat eden insanların haklarını asırlar önce
vefat eden muhaliflerine karşı savunmaya kalkışmamak gerekir. Bizler için
önemli olan –Kur’an-ı Kerim’in de tarihî olaylara bakışı doğrultusunda- fitne
esnasında yaşanan acı tecrübelerden gerekli dersleri çıkarmak ve tedbirler
almaktır. Ancak böyle bir bakış açısı, tarihten fayda elde etmeye olanak
sağlayabilir.
Şehba Yazıcı[1]
0 yorum:
Yorum Gönder