16 Haziran 2017 Cuma

“Fitne: Kardeşlerin Savaşı” Adlı Eserin Değerlendirilmesi

Şehba Yazıcı
            Adnan Demircan, Fitne: Kardeşlerin Savaşı, İstanbul: Beyan Yayınları, 2015; 160 sayfa.
            Hz. Peygamber’in vefatından sonra yaşanan süreç birçok açıdan incelemelere konu olmuş önemli bir zaman dilimidir. Onun yaşadığı dönemde Müslümanlar tek çatı altında birleşmiş ve savaşlarda, anlaşmalarda, görüşmelerde ve tüm kararların alınmasında etkili olan unsur daha çok İslâm’ın çıkarları olmuş ve kişisel menfaatler geri plana itilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in vefatı, Müslümanları daha önce kendilerinde bulunmayan birçok yenilikle baş başa bırakmıştır.

            Elimizdeki kitap, Hz. Peygamber’in vefatından çeyrek asır sonra Müslüman toplumunda vuku bulan fitnelerin meydana getirdiği durumu ortaya koymaktadır ve dönem hakkında ideolojik okumaların ürünü olan literatürün insanların zihinlerinde oluşturduğu yanlış algılara getirilen bir eleştiridir. Yazarın öğrencilerine ithaf ettiği eserde sade ve samimi bir üslubun hâkim olduğu söylenebilir.
            Yazar öncelikle tarihte yaşanıp biten olaylar hakkındaki rivayetlerin nasıl revize edildiğini göstermek istemiştir. Araştırmacılar, kendi görüşleri ve mezhepleri doğrultusunda kurgulamalarda bulunmuş ve bunu yaparken Kur’an ayetlerini dahi bu doğrultuda yorumlayabilmiştir. Hadisler ve sahabelerden aktarılan rivayetler ise daha ciddi değişimlere maruz kalmış, hadis ve rivayet uydurmaları yaygınlaşmıştır. Bu bağlamda Hz. Peygamber bile zaman zaman Kur’an’ın uyarılarına muhatap olurken “hata yapmayan imam” biçiminde bir görüşün, aynı kitabı okuyan ve aynı peygambere inanan insanlar tarafından tesis edilmiş olması vurgulanmıştır.
            Hz. Osman’ın katli, fitnenin alevlendiği ve bir daha sönmediği elim bir hadisedir. Yazar, Hz. Osman’ın katli esnasında hayatta olan, aktif olarak siyasetin içinde bulunan veya bulunmayan dönemin insanlarının tutumlarını değerlendirmiş ve muhtemel gerekçeler sunmaya çalışmıştır. Ashabtan kimsenin Hz. Osman’ın katlinde bulunmadıklarını ifade eden yazar, iki istisna dışında Kureyş kabilesinden de kimsenin müdahil olmadığını vurgulamıştır. Öte yandan bu sessizlik, dışarıdan gelen asi grubu yüreklendirici bir etkiye de sahiptir. Hz. Osman’ın katlinde Kureyş mensupları ve ashabın aktif bir rol oynamadıkları, ancak buna mani olmak için de bir girişimde bulunmadıkları görülmektedir. Aslında bu durum, fitne hadiselerinin cereyan ettiği esnada insanların yaşadıkları zorlukları da göstermektedir. Hz. Peygamber’den sonra hiçbir liderin sözü onun sözü gibi tatmin edici ve birleştirici olmamıştır. İnsanlar tereddütler içinde kalmış ve taraflarını belirlemekte güçlük çekmişlerdir. Hatta yazarın ifadelerine göre, Hz. Peygamber’in vefatıyla sadece idarî bir otorite boşluğu meydana gelmemiş, temeli Cahiliye döneminde bulunan kabile rekabetleri, iç çekişmeler ve şahsi menfaatler yeniden gün yüzüne çıkarak birçok olayda belirleyici unsurlar olmuşlardır.
Kararsızlık, Hz. Osman’ın katli esnasındaki suskunluğun bir sebebi olmakla beraber, bütün sebep bundan ibaret değildir. Karar mekanizmalarının içinde diğer birçok amil söz konusudur ki siyaset bunların başında gelir. Öte yandan kişisel yaşanmışlıklar ve bağlar da belirleyicidir. Dolayısıyla çözümlemesi oldukça zor olan fitne süreçleri hususunda kesin bir yargıya varmak mümkün görünmemektedir. Araştırmacının esas alması gereken temel bilgi bu farkındalıktır.  Aksi takdirde dönem hakkında yanlış telakkileri meydana getirmesi kaçınılmazdır.  Yazar, tarafsız, önyargılardan sıyrılmış ve dönemin insanlarına oldukları gibi birer insan olarak bakan bir perspektifle okuma ve araştırma yapmanın gereğini ortaya koymuştur.
            Birçok mezhebin kurulmasında oynadığı rol, fitne süreçlerinin önemini arttırmaktadır. Yazara göre, bu mezhepler ilk oluşumları esnasında dinî bir kimlikten tamamıyla uzak olmalarına rağmen zamanla dinî hüviyet kazanmışlardır. Oysa alınan kararlar, yapılan savaşlar, çekişmeler tamamen siyasidir. Nitekim Müslümanların, diğer din mensuplarıyla değil kendi içlerinde sürdürdükleri bir mücadele söz konusudur. Hatta yazara göre, bu dönemde gayrimüslim devletlerle yapılan savaşlarda dahi tek gaye ilâ-yi kelimetullah olmaktan çıkmış ve dünyevi menfaatler mücadelelerde teşvik edici bir unsur olmuştur. Tüm bunlara rağmen söz konusu mücadelelerin etkin isimlerinin sahabeler olması, sonraki nesillerce dinî mücadeleler olarak yorumlanmasına neden olan bir durumdur. Harici, Şii, Mu’tezîli ve Sünni fırkalar zaman içinde bu doğrultuda şekillenmiş ve dinî kisveli birer mezhep olmuşlardır. Ayrıca büyük günah işleyenin durumu, kader tartışmaları ve hilafet/imamet meselesi gibi birçok dini tartışmaların meydana gelmesi, dönemde meydana gelen olayların bir türlü çözümlenememesiyle alakalıdır. Aslında muhalefetin kendini ifade edebileceği ve görüşlerini -iktidar kadar olmasa da- sunabileceği bir platformun olmaması yazara göre, dönemin en önemli siyasi zaaflarından biridir. Bir türlü dinmeyen muhalefet hareketlerinin çözümlenerek idare edilememesinin mühim bir sebebi bu olsa gerektir.
            Önemli bir kısmı sahabelerden oluşan toplumda fitnenin meydana gelmesi bile, dönemin insanlarına yapılan hatasız, kusursuz ve mükemmel yakıştırmalarını geçersiz kılmaktadır. Onların her fiillerinde haklı ve masum olduklarını kabul etmek, insanları içinden çıkılmaz bir duruma sürüklemektedir. Ancak, onları suçlamak ve günahkâr olarak ilan etmek de çözüm değildir. Bu tür olaylara makul ve tarafsız bir tarihî yaklaşımla yaklaşmak alışılmadık olsa bile bunu yapmaktan çekinmemek gerekir. Fitne dönemlerinin incelenmesi ve Müslümanların tarihleriyle yüzleşmeleri önem taşımaktadır. Çünkü İslâm dünyasındaki ayrışmalar ve kutuplaşmalar durulmamış ve hatta tarihî olaylardan ders çıkarmak bir yana, bizzat bu olaylar kullanılarak gittikçe derinleşen ihtilaflar meydana getirilmiştir. Bugün Müslümanların yaşadıkları tüm coğrafyalarda hâkim olan iç savaşlar ve mücadeleler, birçok trajediye sahne olmaktadır ve dış düşmanlara gerek kalmadan Müslümanlar hızla birbirlerini tüketmektedirler. Yazara göre günümüz meselelerinde taraf olmak ve duruşunu göstermek ne kadar önemli ise, tarihî olaylar hususunda tarafsızlığı muhafaza etmek bir o kadar önemlidir. Dönemde yaşanan olayları o dönemde bırakmak, asırlar önce vefat eden insanların haklarını asırlar önce vefat eden muhaliflerine karşı savunmaya kalkışmamak gerekir. Bizler için önemli olan –Kur’an-ı Kerim’in de tarihî olaylara bakışı doğrultusunda- fitne esnasında yaşanan acı tecrübelerden gerekli dersleri çıkarmak ve tedbirler almaktır. Ancak böyle bir bakış açısı, tarihten fayda elde etmeye olanak sağlayabilir.
                                                                                                                      Şehba Yazıcı[1]



[1] İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi Ve Sanatları Doktora Öğrencisi.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar