22 Haziran 2017 Perşembe

Alternatif Rivâyet Epistemolojisi: Hikmet ve Sual

Doç. Dr. Cahit Külekçi
Sanatçının fikirden, tarihçinin maddeden hareket etmesi gerektiğini öne süren Ranke, rivâyetler arasındaki olası kopuklukları hayal gücüyle tamamlamaya çalışanlar için önemli bir yol göstermekteydi. Ona göre tarihçi, hâdisâtın bağlamını da gözeterek, haber parçacıklarını bir araya getirebilmeli ve kendi görüşü olarak rahatlıkla bunları sunabilmeliydi. Karşıt görüş olarak da hayt!, höyt! veya müstehzî tebessümler şeklinde tepkilerle de karşılaşmamalıydı. Çünkü bu tepkiler tarihçinin bütün hürriyet ve bağımsızlığını elinden alan talihsiz ifadelerdi ve bunlara hiç gerek yoktu. Aksi halde hangi akımın temsilcisi ya da öncüsü olduğuna dahi karar verilemeyen bir Albert Camus kolay yetişmiyor, üstelik mihne tecrübesi nedeniyle olayların tarafımızdan çözümlenmesi gittikçe daha zor bir hâl arz ediyordu.

Öte yandan Schiller, rivâyetlerdeki unsurların saf şeklinin ortaya çıkarılmasını önemserken belki de Ranke’yle benzer şekilde düşünmemişti. Çünkü Schiller öldüğünde Ranke henüz on yaşlarındaydı. Ancak neticede her iki düşüncenin de nihâî sonucunda hakîkatın elde edilebileceği umuluyordu. Gerçi zâhirde olan bilgi parçacıklarına göre hareket eden birisi, olası bir hataya düşmemek ve bunun da bilinmeyen tehlikesi ile yüzleşmemek için yargılarını bir başka hatalı haberle kapatma tehlikesini de mutlaka yaşayacaktı. Bu durumda da bir Molla Kâsım çıkacak, sözlerini eğri büğrü söyleme, diyerek gayrı epistemolojik bir yaklaşım sergileyebilecekti.
Schiller, Ranke ve Molla Kasım’dan elde ettiğimiz verilere göre karanlıktaki gerçeğin gün ışığına çıkarılması eylemi muhakkak sûrette klasik bir yaklaşımı değil, alternatif bir rivâyât değerlendirme usûlünü gerekli kılmaktadır. Modern zamanların imgelerle örülü anlatımlarına da atıfta bulunarak açıkça ifade etmeliyiz ki, tarihî olayları bütünsel bir yaklaşım içerisinde tekâmülü ve inkişâfı göz ardı etmeden, mucizevî ya da izah edilemez hâdisâtın hikmetinden suâl etmek tam da tarihçinin ana vazifesini oluşturmaktadır. Alternatif rivâyet epistemolojisi de tam olarak budur.
Vâkıa hikmetinden suâl olunmayan eylemlerin mahlûkât ile bir ilgisi yoktur. Allah’ın yoktan var etmesini, bir başka ifadeyle yaratmasını hikmetsiz eylemler bütünü olarak değerlendirmek herhâlde tüm itikadî efkâr tarafından redd olunacaktır. Şu halde yaratılan her cümlede, ki bunlara tarihî haberler de dâhil, mutlak sûrette bir hikmetin olduğu görmezden gelinemeyecektir. Aksi hâlde mahlûkatın hikmetinden suâl olunamayacağını beyânla Kur’ân’a açıkça ters düşülecektir. Özde ifade etmek istediğimiz, şayet bir yerde hikmet varsa ondan muhakkak suâl olunacağıdır. Bu sûretle eşyâ nuhâkeme edilir, kıyâs yapılır. Önermeler kurulur, sonuçlara ulaşılır. Binâenaleyh Allah, akıllarını kullanmayanlara azap edeceğini, tefsire, te’vîle mahal bırakmayacak, çok açık bir şekilde bizlere ulaştırmıştır. Âmennâ. [Yûnus Sûresi, 100]
Diğer bir husus da tarihî olayların gerçekleştikleri dönemin şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Tarihçi bunu yaparken ön yargılarından kurtulmalı, ideolojik saplantılarını hareket noktası olarak tayin etmemelidir. Aksi takdirde rivâyetlerde yer alan sahneleri dahi saf ve lekesiz bir şekilde müşâhede edemeyecektir. Resûlullah’ın (as) Yesrib’e hicretinden kısa bir süre sonra Müslüman toplumu tamamen örgütlediğini ve bir devlet kurduğunu iddia etmek, kalbe huzûr verse de çok doğru bir yaklaşım değildir. Zira bir devlet kurmak, hiçbir toplum için fıtrî bir haslet olmadığı gibi o dönemde doğrudan böyle bir gayretin var olduğunu açıkça söylemek de mümkün değildir. Devletlerin doğuşlarını sağlayan belli maddî koşullar vardır ve bunların tekâmülüne giden süreçler, belli etkenler eşliğinde farklı hızla ilerler. Kaldı ki Resûlullah’ın (as) ilk aşama toplumun ahlakî yapısına vurgular yapması, hatta Medine’de birkaç yıl içinde hazırlanan vesîkaya ümmetin tanımını yaparak başlaması da mezkûr tekâmül sürecine işaret etmektedir.
Siyer anlatımlarının etkisini arttırabilmek için özellikle her Ramazan ayında yeni kurgular geliştirmek, yazımızın girişinde de değindiğimiz üzere, tarihçinin hayal dünyasında hoyratça gezinen rivâyet parçacıklarıyla ilgilidir. Söz konusu durum elbette olmayan şeylerin haberlere montajlanmasından ibâret de değildir. Ya da efendim söylediklerimizde kötü bir şey yoktur, yaklaşımı hiç değildir. [Söylediklerimizde derken aslında salladıklarımızda, uydurduklarımızda denmek isteniyordu. Ancak yazımızın rûhuna uygun düşmeyeceği için bu tip argo sözcüklerden kaçınılmıştır.] Hikâye bu ya, Abbasîler döneminde, Binbir Gece Masalları’nın ele ele tutuşup Bağdat sokaklarında gezindiği bir günde halk halife Hârûn Reşîd’e gidip, Sultânım, Behlûl-ü Dânâ sürekli bize nasîhatta bulunuyor, rahatsız oluyoruz. Bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır, gibi sözlerle Behlûl’ü şikâyet eder. Bunun üzerine halife, Behlûl’ü yanına çağırtır, halkın isteğini bildirir. Behlûl-ü Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk eder. Birkaç koyun alıp keser ve koyunları bacaklarından mahallenin köşe başlarına asar. Bunu gören halk gülerek, deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten, diyerek alay eder. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokar, bundan da bütün mahalle zarar görür. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd’e gidip, durumu anlatırlar. Halife tekrar Behlûl’ü çağırtıp, sorduğunda Behlûl, bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim, şeklinde cevap verir.
Ranke, geliştirdiği usûlle bir rivâyetin her yönden incelenmesini ve onun bütün öncüllerinin birbiriyle olan organik münâsebetlerini de tasvîr edebilme imkânını sağlamıştır. Ona göre vak’a ya da vâkılar içinde rastlanılan her rol sahibi şahsiyetin portresi de teferruatıyla çizilmeliydi. Neticede Ranke, Tanrı’nın irâdesini tarihte aramak gerektiğine kanaat getirmişti. Çünkü o da İlâhiyât eğitimi almıştı. Çok uzağa düşemezdi.

Azîz ve mübârek Ramazân ayının son günlerini idrâk ederken, sözü Ranke’den açıp, Ranke’yle kapatmak da cehâletimizin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. [Aman efendim!...]

1 yorum:

Yazarlar